İsrail vahşet boyutlarına ulaşan saldırılarına devam ediyor. Hastanelerin, camilerin, okulların bile bombalanıp enkaza çevrildiği Gazze’de hayatını kaybedenlerin sayısı 4 bini geçti. Bu, İsrail’in bugüne kadar bu kadar kısa süre içinde gerçekleştirdiği en büyük katliamdır. Topyekûn savaşla Hamas’ın ve Filistinli örgütlerin tüm üyelerinin yok edileceğini ilan eden Netanyahu, bu harekâtın bütün Ortadoğu’yu değiştireceğini söylemektedir. Savunma Bakanı Gallant ise “ölümcül bir savaş olacak, kesin bir savaş olacak ve durumu sonsuza dek değiştirecek bir savaş olacak” diyerek, Filistin’i imha planını tüm dünyaya duyurmaktan çekinmediği gibi, tüm bölgenin altüst olacağının da mesajını vermektedir. Hatırlanırsa, ABD Başkanı Bush da 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Afganistan’ı ve ardından Irak’ı hedef tahtasına oturturken “sonsuz savaş”tan söz ederek Üçüncü Dünya Savaşının fitilini ateşlemişti. Nitekim sürekli yeni halkaların eklenmesiyle yayılmaya devam eden bu emperyalist savaş Avrupa’ya da sıçrayıp Ukrayna’yı ateş topuna çevirmişti. Şimdi ise emperyalist güçlerin henüz yenişemedikleri Ortadoğu’nun yeniden ve bir bütün olarak hedef tahtasına oturtulduğu görülüyor. İsrail, İran gibi bölge devletlerinin ve Hamas, Hizbullah gibi yerel güçlerin, dâhil oldukları emperyalist blokların senaryolarına uygun olarak rol üstlendikleri bu savaşta yeni bir kanlı perde açılmıştır.
Arap ülkeleri ve İsrail arasında yürüyen “normalleşme” sürecini sekteye uğratıp ABD’nin bölgedeki nüfuzunu zayıflatmak isteyen Rusya, Çin ve İran, şimdilik Hamas ve Hizbullah’a arka çıkmakla yetinmektedirler. Hamas’ın roket saldırılarını fırsata çeviren İsrail ise Gazze başta olmak üzere Filistin’i tarumar etmeye girişmiştir ve bu savaşta ABD ve AB’den tam destek görmektedir. ABD bölgeye hızla iki uçak gemisi göndermiş, bunları İngiliz kraliyet donanmasından gelen gemiler izlemiş ve bir gün arayla İsrail’e giden ABD Başkanı Biden ve İngiltere Başbakanı Sunak, Netanyahu’ya güçlü bir şekilde omuz verdiklerini tüm dünyaya göstermişlerdir. Böylece Rusya ve Çin’e “daha öte hamlelere kalkışmayın” diyen emperyalist Batı bloku, İsrail’e askeri ve ekonomik destek için kesenin ağzını sonuna kadar açmıştır. Biden Kongreden İsrail için yeni bir “güvenlik paketi” geçireceklerini söylerken, “Hamas gibi teröristler ile Putin gibi diktatörlerin kazanmasına izin veremeyiz” demektedir. Tüm bunlar aynı zamanda emperyalist kapışmanın şiddetinin nasıl arttığını göstermektedir.
Savaş elbette sadece sahada yürümemekte, bombalar, füzeler, tanklar, psikolojik savaş araçlarıyla da tahkim edilmektedir. Bir bütün olarak devlet aygıtlarının yanı sıra medya, sosyal medya ve akademinin de seferber edildiği bu savaşta, yalanların en korkunçları, tiksindirici bir ikiyüzlülük eşliğinde dolaşıma sokulmaktadır. İsrail devleti hazırladığı propaganda mesajlarını sosyal medya ortamlarına reklam olarak yerleştirip on milyonlarca Avrupalı ve Amerikalıyı yalanlarla manipüle etmektedir. Örneğin kan içinde ölü bir bebek fotoğrafı, “Bu şimdiye kadar yayınladığımız en zor görsel. Bunu yazarken titriyoruz” ifadesi eşliğinde dolaşıma sokulmuştur. Hamas’ı IŞİD’le özdeşleştirme bu propagandanın temel unsurlarından birini oluşturmaktadır. İsrail Dışişleri Bakanlığının yaptığı bir sosyal medya paylaşımında IŞİD’in kafa kesme videolarından biri yer almakta ve bunun üstünde şöyle yazmaktadır: “Aynı taktikler, farklı isimler. Dünya IŞİD’i bozguna uğrattı. İsrail de Hamas’ı bozguna uğratacak.” Filistin sorununu Hamas’a indirgeyen, bununla da yetinmeyip her türlü yalan ve dezenformasyonu içeren bu kirli kampanyanın bir parçası olarak, Hamas’ın 40 Yahudi bebeği kafasını keserek öldürdüğü yalanları da en ciddi medya kanallarında kendine yer bulabilmiştir.
Onyıllardır Filistin halkına kan kusturan İsrail’in Başbakanı Netanyahu, Hamas’ın attığı roketlere işaret ederek bunun “İsrail ve tüm dünya için en karanlık saat” olduğunu söylüyor. Çocuk yaşlı, kadın erkek binlerce Filistinliyi acımasızca katleden, milyonlarcasına açık hava hapishanesinde işkence çektiren kendileri değilmiş gibi, Hamas’ı “modern barbarlar”, “gezegendeki en kötü canavar”, “yeni Naziler”, “yeni IŞİD” olarak niteleyip, “bu uzun savaşta Batı medeniyetinin sürekli desteğini” istiyor! Yani Afganistan ve Irak işgallerini meşrulaştırmak için kullanılan “şok ve dehşet” senaryosu bir kez daha devreye sokulup, emperyalist Batı bloku tahkim edilmeye ve emekçilerin zihinleri felçleştirilmeye çalışılıyor.
Batılı emperyalist güçler Filistin halkının göz göre göre katledilmesi karşısında sessiz kalmak bir yana, bir kez daha katile açık ve tam destek vermektedirler. İsrail’in fosfor bombası kullanmak, hastaneleri, camileri, okulları vurmak da dâhil olmak üzere savaş hukukunu ve insan haklarını hiçe saydığı kanlı saldırıları, 16 yıllık ablukanın Gazze’de yarattığı yıkımı, Batı Şeria’nın etnik temizliğe maruz bırakılmasını ya da Kudüs provokasyonlarını suskunlukla karşılayanlar, sıra İsrail tarafında yaşanan can kayıplarına geldiğinde birden “masum siviller”i hatırlamaktadırlar. İsrail’in faşist devlet terörünü görmezden gelenler, Filistinlilerin her eylemini terör, her Filistinliyi de terörist olarak görüyorlar. Bunlar İsrail’e koşulsuz destek politikasının değişmez unsurlarıdır. Fakat bu kez Batılı egemenler bunlarla yetinmeyip, Filistin halkına destek eylemlerini ve açıklamalarını şimdiye dek görülmemiş bir baskıyla engellemeye girişmişlerdir. Her türlü baskı ve sansür açıktan devreye sokulurken, Filistin’e destek açıklamaları yapanlar otomatik olarak Hamas’a ve teröre destek vermekle suçlanmaktadır.
Filistin halkıyla dayanışmayı ve İsrail’i protesto etmeyi amaçlayan gösteriler, Fransa, İngiltere ve Almanya’nın da aralarında olduğu çok sayıda Avrupa ülkesinde yasaklanıyor. Bu yasağa rağmen meydanları dolduran emekçiler, polis saldırısıyla, gözaltılarla ve tutuklama tehditleriyle yıldırılmaya çalışılıyor. Ama baskılar bununla da sınırlı kalmıyor. Örneğin Fransa’da, gösterilerin yasaklanmasına rağmen binlerce insanın Filistin’e destek yürüyüşlerinde bir araya gelmeye devam etmesi karşısında çıldıran Macron hükümeti, Yeni Anti-Kapitalist Partiyi (NPA) “terörizmi desteklediği” gerekçesiyle soruşturma açmakla tehdit etmektedir. Çünkü Fransız emperyalizmine göre, İsrail’i eleştirmek, Filistin halkının haklı ve meşru mücadelesini desteklemek, intifada çağrısı yapmak vb, antisemitizmden başlayıp terörizmi savunmaya varan bir dizi suçu işlemek anlamına geliyor! Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) hareketinin lideri Mélanchon da Hamas’ı terör örgütü olarak nitelendirmediği ve Filistin halkına destek verdiği için aforoza uğrayanlar arasında yer alıyor. Öyle ki bu saldırgan kampanyaya katılanlar arasında, bu yüzden NUPES adlı sol ittifaktan ayrılabileceğini söyleyen Fransız Komünist Partisi de bulunuyor, Fransız Sosyalist Partisi de.
Siyonizme karşı olmayı antisemitizmle yani Yahudi düşmanlığıyla aynı şeymiş gibi gösteren İsrail devleti, bu anlayışı tüm dünyaya dayatmaktadır. Bunun için Batı akademileri, medyaları seferber edilmiş ve başarılı da olunmuştur. Öyle ki yazarlar, çizerler, gazeteciler, akademisyenler, sanatçılar, politikacılar İsrail’in katliamları karşısında düşük perdeden de olsa ağızlarını açıp Filistin halkıyla dayanışmayı savunmaya kalktıklarında devasa bir aygıtı karşılarında bulmaktadırlar. İngiltere’de The Guardian gazetesinin kırk yıllık karikatüristi, Netanyahu’yu suçlu olarak çizdiği için işten atılmıştır. Bir BBC muhabiri, canlı yayında İsrail’in Gazze’ye attığı fosfor bombasına tanık olup gördüklerini anlatırken yayından alınmıştır. Bu da yetmemiş, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog, İngiltere Başbakanı Sunak’tan, BBC’nin yayınlarında Hamas’tan “terör örgütü” olarak söz etmesini talep etmiştir. Dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say da, İsrail’in saldırganlığını eleştirdiği sosyal medya paylaşımları nedeniyle bu küresel şebekenin hışmına uğrayanlar arasındadır. Say’ın İsviçre’de vereceği konserler, organizatör şirket tarafından bu gerekçeyle iptal edilmiştir.
Almanya’nın Sosyal Demokrat Başbakanı Olaf Scholz de, “antisemitizme tolerans göstermemek” adına, “Hamas’ın suçlarını yücelten” herkesi cezalandırmakla tehdit etmektedir. Bunu yapan derneklerin vb. faaliyetinin engelleneceğini söylerken, İçişleri Bakanı da “Hamas destekçilerini sınır dışı edebiliyorsak etmeliyiz” diyerek tehditler savurmaktadır. Mitingler yasaklanmakta, Filistin’e destek sloganları atanlar, Filistin bayrağı taşıyanlar, Filistin atkısı takanlar gözaltına alınmaktadır. Almanya’da ünlü Frankfurt Kitap Fuarına da İsrail destekçiliğinin gölgesi düşmüş durumda. Filistinli yayıncıların katılmasının engellendiği fuarda, Filistinli yazar Adania Şibli de ödül listesinden çıkarıldı. Şibli, Filistinli bir kadının İsrail askerlerinin zulmü nedeniyle ölmesini konu alan romanı vesilesiyle ödül alacaktı. Ama baskılar bunu engelleyebilecek kadar güçlü çıktı. Dahası aynı fuarda dünyaca ünlü sosyolog ve felsefeci Slavoj Zizek de konuşması nedeniyle protestolara maruz kaldı. Üstelik Zizek “Hamas’ın İsrail halkına yönelik terör saldırılarını” kınadığını söylemesine rağmen başına bunlar geldi. Çünkü “aynı zamanda Filistinlileri de dinlemek ve çatışmayı anlamak için olayların arka planına dikkat etmek gerektiği”ni söyledi, “Filistin sorunu çözülmeden Ortadoğu’da barış olamaz” dedi. Sadece bu örnek bile, İsrail destekçisi burjuva egemenlerin tahammülsüzlüğünün akıl almaz boyutunu görmeye yetiyor aslında. Zizek’in sözlerini “İsrail’in acılarına hakaret”, “suçu önemsizleştirmek” ve “antisemitizme kapı aralamak” olarak gösterenler, binlerce Filistinli sivili dünyanın gözleri önünde katleden, Gazze’yi elektrik, su, akaryakıt ve gıdasız bırakıp ölüme mahkûm eden İsrail karşısında hangi acıdan, hangi suçtan bahsetmektedirler acaba?
Görüldüğü gibi, kapitalizm altında evrensel ahlâk, evrensel vicdan diye bir şey olmadığının canlı bir örneğini daha yaşıyoruz. Sermaye sınıfı için ahlâk da vicdan da maddi çıkarlara endekslenmiş şeylerdir. Bu nedenle İsrail’i eleştirmeyi antisemitizm ve dolayısıyla nefret suçu sayanlar, o İsrail’in Savunma Bakanının Gazze’de yaşayanları “insansı hayvanlar” olarak nitelendirip yok edilmeleri gerektiğini savunmasından zerrece rahatsızlık duymazlar. Kapitalist egemenlerin ekonomik ve politik çıkarları İsrail’i desteklemekten geçiyorsa, onun bir hastaneyi bombalayıp yüzlerce kişiyi katletmesi de umurlarında değildir. Çünkü aynı şeyi onlar da başka bir savaşta gözlerini kırpmadan yapmışlardır. Meselâ Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atarak, savaş bitmesine rağmen Dresden’i yerle bir ederek, Felluce’ye fosfor bombaları yağdırarak, Ukrayna’da kentleri bombalayarak, Kürt bölgelerine bomba yağdırarak vs. vs. Bu nedenle “one minute” diye ayağa kalkıp “siz çocukları öldürmeyi iyi bilirsiniz” diye efelenenler, bir süre sonra “İsrail’le ticari anlaşmalarımızı geliştirmek istiyoruz” diyerek Netanyahu’yu davet etmekte bir beis görmezler.
“Onların” ahlâkı ve vicdanı işte budur. Bizim yani işçilerin, emekçilerin ahlâkı ve vicdanıysa dünyanın bütün meydanlarında yürekleri Filistin halkıyla atanlar tarafından sergileniyor. Hem de gaza, copa, tazyikli suya rağmen! Aydınların, sanatçıların acil ateşkes, barış ve adalet talebini yükselttikleri kampanyalar yayılıyor. Nasıl egemenler kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyorlarsa, bilincinde olsunlar ya da olmasınlar işçiler, emekçiler de bu konuda öyle hareket ediyorlar. Çünkü dünya işçi sınıfının çıkarları, “birimize yapılan hepimize yapılmıştır” şiarıyla birlik olmaktan, tüm ezilenlerle yan yana yürümekten geçiyor. Sınıf içgüdülerimiz bizi bir araya gelmeye zorluyor. Örgütsüzlük milyonları ne yapacağını bilemediği için atalete sürüklese de vicdanlar ortak titriyor, yürekler ortak atıyor. İnsanlığı kurtuluşa götürecek olan da egemenler ve onların sömürü düzeni karşısındaki bu birliktelik olacak, yeter ki devrimci bir örgütlülük oluşturulabilsin!
link: İlkay Meriç, Filistin de, Filistin Dayanışması da Abluka Altında, 21 Ekim 2023, https://marksist.net/node/8097
Osmanlı’dan TC’ye: Tepeden Burjuva Devrim
Japonya Radyasyonlu Suyu Okyanusa Boşaltmayı Sürdürüyor