Rusya’nın 24 Şubatta Ukrayna’ya karşı başlattığı savaş tüm dehşetiyle devam ediyor. Marksist Tutum sayfalarında daha önce vurgulandığı üzere Ukrayna savaşı Üçüncü Dünya Savaşının son halkasıdır ve bu savaşın bir tarafında emperyalist güç Rusya, öte tarafında ise emperyalist ABD-NATO-İngiltere bloku vardır. Kimileri beklenmedik bulsa da bu savaş bulutsuz gökyüzünde aniden çakan bir şimşek değildir. Batı bloku Ukrayna’nın NATO üyeliğini gündeme taşımış, silahlandırdığı Ukrayna ordusuna paramiliter gruplar entegre etmiş, faşist örgütlenmeler oluşturmuştur. Batılı emperyalistler bu yolla Ukrayna’da gerilimi kademe kademe yükseltmiş, Rusya’yı kışkırtıp köşeye sıkıştırmaya çalışmış ve Ukrayna’ya saldırmasının zeminini hazırlamıştır. Rusya ise kibirli bir siyasetle arka bahçesi olarak gördüğü bölgede Batı blokunun daha fazla ilerlemesine mani olmak gerekçesiyle Ukrayna’ya saldırmıştır. Dolayısıyla bir tarafın haklı, öteki tarafın haksız olduğu bir durum söz konusu değildir, iki taraf da haksız ve kanlı bir emperyalist savaş yürütmektedir. Buna rağmen her iki taraf da kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi yansıtıp karşı tarafı şeytanlaştırarak emperyalist politikalarını, saldırganlıklarını emekçilerin gözünde meşrulaştırmaya çalışmakta, bu uğurda en sinsi propaganda yöntemlerini hayata geçirmektedir. Her iki taraf da dezenformasyon, çarpıtma ve algı operasyonlarını gün geçtikçe büyütmektedir ve tam da bu nedenle medyadan, sosyal medyadan ve her türlü kanaldan yayılan haber ve yorumlar karşısında ihtiyatlı davranmak zaruridir.
Öte yandan savaş mevzubahis olduğunda kitleleri manipüle etme konusunda yılların deneyimine sahip ABD’nin eline kimse su dökemez. Milenyum dönemeciyle birlikte Üçüncü Dünya Savaşının fitilini ateşleyen ve halka halka ilerleten ABD’nin başını çektiği Batı blokunun yürüttüğü kirli propaganda, bu savaştaki en güçlü silahlardan biri olarak iş görmektedir. Ukraynalı emekçilerin tepesine Rus bombaları yağarken, başta Batılı emekçiler olmak üzere dünyanın tüm emekçileri Batılı egemenlerin yalan bombardımanı altındadır. Batı bloku tüm dünyada Rusya’ya karşı bir nefret dalgası yaratmak için devasa propaganda makinesini harekete geçirmiştir. Rusya nefretini, milliyetçiliği, ırkçılığı “savaş karşıtlığı”, “barışseverlik” olarak makyajlayıp piyasaya sürmekte, kitleleri daha büyük savaşlara hazırlamak üzere tehlikeli bir kampanya yürütmektedir.
Uluslararası sermayenin gözde dergisi Economist, kapağına Rusya’nın Stalinistleşmesi sloganını taşıyarak Putin’i Stalin’le, Rusya’yı da SSCB ile özdeşleştirmeye çalışmaktadır. Burjuvazi böylece sosyalizmle uzaktan yakından ilgisi olmayan SSCB’deki bürokratik diktatörlüğü sosyalizm olarak sunarak ve onu da Stalinist diktatörlükle özdeşleştirerek Batı’daki genç kuşakların bilincini bulandırmak istemektedir. Oysa SSCB ve Stalin’in ne olduğundan[1] bağımsız olarak söylersek, Putin Çarlık İmparatorluğunun tarihsel mirasına sahip çıkmakta ve modern bir çar olmaya özenmektedir.
Batılı egemenler, şayet durdurulmazsa Putin’in dünyayı kana bulayacağı propagandasını yükseltiyorlar. Fakat burada durmayıp Rusya’ya özgü, Rusya’ya ait, Rusya’yla ilgili ne varsa karalamaya, savaş karşıtlığı maskesi altında milliyetçilik ve düşmanlığı köpürtmeye çalışıyorlar. Öyle ki Netflix’in Anna Karenina dizisini yapmaktan vazgeçmesinden kedi federasyonlarının Rus kedi cinslerine yasak getirmesine, üniversitede Dostoyevski derslerinin kaldırılmasından Rus orkestra şeflerinin görevden alınmasına, raflardaki Rus ürünlerinin kaldırılmasından parklardaki Matruşka bebek heykellerine saldırıya, Instagram ve Facebook’ta Ruslara karşı şiddet çağrısı yapılmasına izin vermekten itidal çağrısı yapan politikacıların ihanetle suçlanıp aşağılanmasına kadar akıl almaz bir saldırganlık sergileniyor. Rus sporcular Batı ülkelerine alınmıyor, pasaportları iptal ediliyor, dünyanın hayran olduğu operacılar işlerinden kovuluyor, gazetecilere ambargo uygulanıyor, Russia Today, Sputnik gibi haber sitelerine erişim engelleniyor, markalar Rusya’ya ürün satmayacağını açıklıyor, Pink Floyd gibi rock grupları Rusya ve Belarus’taki tüm dijital platformlarda şarkı kayıtlarını sildiriyor. Sıradan Ruslar hedef alınıyor, “AB ülkelerine hiçbir Rus girmesin, Avrupa’daki bütün Ruslar kovulsun” hezeyanları yükseliyor.
Son bir haftada Sibirya Rus Devlet Balesi, Kraliyet Moskova Balesi ve İngiltere’deki Bolşoy Balesinin gösterileri iptal edildi. ABD’de bir Kongre üyesi Rus öğrencilerin ülkeden kovulmasını istedi. Kanada’da bir Rus Ortodoks Kilisesi, Washington’da bir Rus lokantası saldırıya uğradı. İrlanda’da bir kamyon şoförü kamyonu Rus elçiliğinin kapısına sürdü. Çeşitli ülkelerde Rus diasporasından insanlar saldırıların hedefi haline getiriliyor. Kaliforniya’nın San Diego kentinde SSCB cumhuriyetlerinden yemekler sunan bir restoranın sahibi her gün aldıkları tehdit telefonlarını, saldırganlığın boyutlarını ve çelişkileri şu sözlerle anlatıyor: “Daha ciddi aramalar gelmeye başladı, insanlar bize bağırıp çağırıyorlar. Sanki bu savaşla bir ilgimiz varmış gibi, Putin rejiminin yaptıkları yüzünden bizi suçluyorlar. Arayarak bizi havaya uçuracağını söyleyen insanlar var.” Bu kişi çocukluğunda Azerbaycan’da yaşanan baskılardan kaçarak önce Özbekistan’a, ardından Rusya’ya yerleştiğini, en nihayetinde ABD’yi kendi evi bellediğini, eşinin Rusyalı olsa da ülkede tarihsel olarak ayrımcılığa maruz kalan azınlıklardan Yakut azınlığı üyesi olduğunu, Ukraynalı hayır kurumlarına para bağışladığını, Ukraynalı çalışanlarına, ülkelerinde bulunan ailelerine göndermeleri için maddi yardım sunduğunu anlatıyor.[2] İşte tüm bu akıl almaz saldırganlıklar sözde Ukrayna’da savaşı sona erdirmek için yapılıyor.
Şu hususun altını kalınca çizmek gerekiyor: 24 Şubattan bu yana Rusya’da hiç de azımsanmayacak sayıda savaş karşıtı eylem gerçekleşti. Rus işçi ve emekçiler Putin’in savaşın startını verdiği ilk andan itibaren meydanlara çıkarak savaşa derhal son verilmesini istediler. Ukraynalı emekçilerle dayanışma gösterdiler, barış ve kardeşlik içinde yaşamayı talep ettiler. Binlerce gözaltı ve tutuklamaya, polis şiddetine rağmen Moskova’dan Sibirya’ya gösteriler devam ediyor. Fakat ikiyüzlü Batılı emperyalistler bütün Rusları aynı kefeye koyup Rus ve Rusya düşmanlığını körüklemeye devam ediyorlar. Sadece Rus emekçileri, Rus egemenlerin zulmünden kaçan muhalifleri, göçmenleri, değil artık dünyaya ve tarihe mal olmuş Rus sanatçıları bile düşman ilan ediyorlar. Yüzyıllar önce yaşamış, dünya edebiyatına, insanlığın ortak birikimlerine katkı sunmuş Tolstoy’u, Dostoyevski’yi bile yarattıkları bu nefret dalgasının kurbanı haline getirmek istiyorlar.
Görüleceği gibi sadece savaşı çıkaran Putin’e ve Rus egemenlere değil tüm Rusya’ya, Rus kültürüne, halkına, sanatına, tarihine ait ne varsa karalanıp aşağılanmaktadır. Hiçbir ayrım gözetilmeksizin Ruslara karşı düşmanlık köpürtülmektedir. Bu yolla Rus işçi ve emekçilerden yükselen “savaşa hayır” haykırışları da boğulmak ve yok edilmek istenmektedir. Ukrayna halkına barış ve kardeşlik elini uzatmak isteyen Rus emekçiler, yaratılan kin ve düşmanlıkla Putin’in arkasına itilmektedir. Halklar arasındaki köprüler yıkılmaktadır. Öte yandan aynı emperyalist güçler Batı ülkelerinde gerçekleşen savaş karşıtı gösterilere farklı bir yön vermek, savaş karşıtlığını Putin ve Rusya karşıtlığıyla, düşmanlığıyla sınırlamak için uğursuz bir kara propaganda yürütmektedir.
Elbette Batılı emperyalistlerin ikiyüzlülükleri, onlarca Batı ülkesinde Rusya’nın savaş başlatmasına öfkelenen ve meydanlara çıkan işçi ve emekçilerin haklılığını gölgelemez, eylemlere halel getirmez. Dahası Ukrayna halkının savaş cehenneminden kurtulması bu eylemlerin işçi sınıfı tarafından güçlendirilmesine, yayılmasına bağlıdır. Fakat nefreti körükleyenlerin, savaşın dehşeti karşısında harekete geçen işçi ve emekçilerin özlemlerine yanıt vermek üzere Putin’i savaştan vazgeçirmeye, savaş karşıtlığını cesaretlendirmeye çalışmadıkları ortadadır. Tarihte eşi benzeri görülmedik bir kampanyayla Rus nefretinin kışkırtılmasının savaşa karşı olmakla, savaşın mağduru olan Ukrayna halkıyla dayanışmakla ilgisi yoktur.
“Afganistan ve Irak’ı işgal edip büyük acılara yol açan ve bunu «demokrasi ve özgürlük» olarak sunan ABD emperyalizmi ve Batı medyası, aynı emperyalist yöntem Rusya tarafından kullanıldığında bunu istila ve işgal olarak sunuyor; Putin’i Hitler’e benzeterek Batı’nın emperyalist politikalarını emekçilerin gözünde meşrulaştırmaya çalışıyor.”[3] ABD, Ortadoğu’yu cehenneme döndüren, şimdi de Avrupa’nın göbeğinde savaşı kışkırtan kendisi değilmiş gibi davranıyor. ABD ve NATO bloku, yapılan anlaşmalara rağmen NATO üyeliği gündemiyle Ukrayna’da gerilimi kademe kademe yükseltti. Yıllara yayılan sistematik bir çabayla Ukrayna’yı ve komşusu Polonya’yı cephanelik haline getirdi. NATO’ya alınan Baltık ülkeleri Estonya, Letonya ve Litvanya’yı silahlandırıp savaş durumunda bu silahları Ukrayna’ya gönderme izni verdi. Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy’nin Rusya ile görüşme masasına oturmasına izin vermedi, Rusya’nın şartlarını kabul etmemesi için basınç uyguladı.
Zelenskiy’nin Ocak ayı sonunda “Putin Ukrayna’ya savaş açmaya hazırlanıyor” diyen ABD ve Batı blokuna seslenerek bu tutumlarının panik yarattığını söylemesi bu blokun nasıl bir savaş kışkırtıcı tutum içinde olduğunun bir başka kanıtı değilse nedir? Dahası savaşın başlamasının ardından Ukrayna ve Rusya arasında Belarus’ta gerçekleşen ilk tur görüşmeleri yürüten heyette bulunan Ukraynalı diplomat Denis Kireev’in Kiev’de, sokak ortasında infaz edilmesi de kimilerince bu tutumun bir uzantısı olarak yorumlanıyor. Rusya’nın saldırısının ardından savaş gerekçesiyle Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımlar Amerikalı ve İngiliz egemenler tarafından büyük bir sevinçle karşılandı. Biden’ın tehditlerinin dozu yükseldikçe alkışlar da yükseldi.
Tüm bunlar gösteriyor ki ABD’nin niyeti Putin’in Ukrayna savaşına son vermesini sağlamak değildir. Rusya’nın kesin yenilgisini sağlamaktır. ABD, Ukrayna savaşını kendisinin Rusya ile savaşı olarak görmektedir. Rusya’yı çeşitli yaptırımlarla ekonomik olarak iyice köşeye sıkıştırmayı, yalıtmayı ve zayıflatmayı, Ukrayna’yı Rusya için bir bataklık haline getirmeyi hedeflemektedir. Unutulmamalı ki ABD’nin son üç başkanı en temel ve acil stratejik hedeflerinin Çin’in yükselişini durdurmak olduğunu defalarca açıklamıştır ve ABD başlattığı ticaret savaşını tüm hızıyla sürdürürken Çin’i Asya Pasifik’te kuşatmaya çalışmaktadır. Emperyalist bir kutup başı olarak sivrilen Çin’in en güçlü müttefiki olabilecek Rusya’nın bileğinin bükülmesi, zayıflatılıp sindirilmesi Çin’in yükselişinin durdurulması için önemlidir. Tüm bunlar ABD’nin savaşın bitmesini değil kontrollü biçimde yayılarak sürmesini arzuladığını göstermektedir.
Yükseltilen nefret dalgası ABD’nin bu hedefleriyle doğrudan bağlantılıdır. Amaç, “savaş karşıtlığı” kılıfı altında emekçileri Rus düşmanlığına sürüklemek, bilinçlerini bulandırmak, böylelikle emperyalist savaşta Batı’nın yanında durmalarını sağlamak, en önemlisi de daha büyük savaşlara hazırlamaktır. Emperyalist egemenler, emekçi kitlelerde milliyetçi temelde bir duygudaşlık, bir histeri hali yaratmak ve en uğursuz senaryoları hayata geçirmek üzere zemin hazırlamak istemektedir. Milliyetçilik tuzağına düşmeden, egemenlerin yalanlarına kanmadan halkların kardeşliğini savunan sesleri boğmayı, yok etmeyi amaçlamaktadır. Emperyalist savaşın yeni halkasının Ukrayna olması bile tek başına pek çok şey anlatmaktadır. Avrupa’nın orta yerinde yürüyen, emperyalist güçlerin doğrudan karşı karşıya gelme ve kozlarını paylaşma olasılığını büyüten, dünya ekonomisini sarsma ve patlamalı biçimde yayılma potansiyeli taşıyan bu savaş emperyalistlerin dünyayı nerelere sürükleyebileceğinin kanıtıdır. Ve egemenler toplumsal atmosferi buna uygun biçimde şekillendirmeye çalışmaktadır.
Nitekim Rasmussen adlı araştırma şirketinin anketine göre Avrupa nüfusunun %80’i savaşın Avrupa’ya doğru genişlemesinin mümkün olduğunu düşünüyor. Araştırmada katılımcılara aynı zamanda savaşın genişlemesi halinde ABD ordusunun bu savaşa dâhil olup olmaması konusundaki düşünceleri de soruluyor. Gelir düzeyi yükseldikçe ABD’nin savaşa dâhil olması gerektiğini düşünenlerin sayısı artıyor. Yıllık geliri 200 bin doların üzerinde olanların %66’sı bu soruya olumlu yanıt verirken, 30 bin doların altında olanların sadece %37’si ABD müdahalesini destekliyor.[4] Besbelli ki hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm Rusları hedefe koyan Rus-Rusya nefreti, bu savaştan en çok etkilenen yoksul işçi ve emekçileri tuzağa çekmek için körükleniyor.
Tarihin aynasında
Bugün yaşadıklarımız pek çok açıdan Birinci Dünya Savaşı öncesini hatırlatmaktadır. Söz konusu dönem örgütsüz kitlelerin milliyetçilik tuzağına çekilmesinin, ırkçılığın, şovenizmin yükseltilerek kitle psikolojisinin savaşa uygun biçimde şekillendirilmesinin nasıl mümkün olduğuna ilişkin de derslerle doludur. Ernst Glaeser, Birinci Dünya Savaşını anlattığı 1902 Doğumlular romanında savaşın patlak vermesiyle toplumda oluşan atmosferi romanın kahramanı olan 1902 doğumlu bir çocuğun gözünden anlatır.
“Savaşın başlamasıyla birlikte Almanya’da şenlikler başlar. Burjuvazi ile işçi sınıfı arasında reformlar zemininde yürüyen mücadele, yerini «kardeşliğe» bırakır. Kitleler hiç durmadan savaşa hazırlanırlar. Diğer ülkelerde de aynı şeyler yaşanır. O güne kadar bir arada yaşayan halklar birden bire düşman olurlar. Emperyalist savaş tüm halkları birbirine düşman ederken, ülke içinde burjuvaziyle proletaryayı da birleştirmiştir! 4 Ağustosta SPD [İkinci Enternasyonal’e bağlı ve milyonlarca işçi üyesi olan Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi] savaş kredilerine onay vermektedir. Bu saatten sonra tüm işçi önderleri ve işçiler savaş şenliklerinde burjuvaziyle ve küçük-burjuvaziyle kol kola girerek yurtlarını nasıl savunacaklarını anlatırlar. Bir işçi önderi şöyle haykırır: «Yoldaşlar... Almanya saldırıya uğradı; bu, gün gibi açık... Yurdumuzu savunmamız gerekiyor.»”[5]
Tam bir coşkunluk havası gibi hissedilen bu durum aslında tam bir akıl tutulmasıdır. Savaşın ölüm, yıkım ve acı olduğu unutturulmuş gibidir. Gerçekleri anlatmaya çalışanların sesi savaş tamtamlarıyla boğulmuştur. Onlar ihanetle suçlanmakta, aşağılanmakta, cezalandırılmaktadır. Düne kadar çatışma içinde olan işçiler ve burjuvalar şimdi sokaklarda birlikte nümayişler yapmakta, Alman ulusunun zaferi için marşlar, şarkılar söylemektedir. Alman işçiler onları aç bırakan patronlarını değil diğer uluslardan işçi ve emekçileri düşman olarak görmekte, onların üzerine kurşunlarla, bombalarla yürümek için sabırsızlanmaktadır. Aynı hedef etrafında kenetlenmişlik, sonsuz bir duygudaşlık atmosferi hâkimdir insanlara. “Kitlelerdeki şenlik havası, biraz da savaşın kısa bir zaman zarfında biteceğine olan inançtan kaynaklanıyordu. Burjuvazi tüm ulusu etrafında toplamış ve yoğun bir milliyetçilik dalgası yığınların bilincini esir almıştı. Burjuvazi «Almanya’nın yenilmez olduğunun ve kısa bir sürede düşmanları yenerek savaşı bitireceğinin» propagandasını yapıyordu. Toplumdaki neredeyse tüm erkekler savaşa alınmışlardı. Kentlerde günlerce şenlikler yapılmış ve askerler cephelere gönderilmişti. Savaş adeta bir eğlenceye dönüşmüştü. Tüm sorunlar unutulmuş ve yerini savaşın kaynaştırıp yakınlaştırdığı bir toplum almıştı. Bu olgu sadece Almanya’da değil, savaşa katılan tüm ülkelerde söz konusuydu. Örneğin 1914 Temmuzunda, Rusya’da, Petersburg’da binlerce işçi grevdeydi ve sokaklarda barikatlar yükseliyordu. Savaşın başlamasıyla her şey birden bire değişmiş ve grevlerin yerini cepheye giden askerler almıştı. Fransa’da ise çoktan yurtseverlik türküleri çığrılmaya başlanmıştı. Herkes savaşın sonbahara kadar biteceğini sanıyordu. Ama savaş bitmeyecekti.”[6]
Yazar Erich Maria Remarque, Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok romanında tam da bunu anlatır. Cepheler gençleri yutan cehennem kuyuları gibidir. Cephelerde ölenlerin yerine yenilerinin gitmesi gerekir. Birkaç ayda zaferle sonuçlanacak zannedilen savaş hep yeni kurbanlar istemektedir. Bu durum sonsuza kadar böyle sürüp gidecek gibidir. Fakat Fransız yönetmen ve senarist Christian Carion tarafından gerçek bir öyküye dayanarak çekilen Ateşkes filminde de anlatıldığı gibi savaşın dehşeti gerçekleri örten puslu havayı dağıtır. Savaş hezeyanı etkisizleşip yerini gerçeklere bırakmaya başlar. Her ulusun egemenleri kendi askerlerinden diğer ulusların emekçilerini kanla boğmasını beklemektedir. Ama savaş cehenneminin ne olduğunu cephedeki askerler artık çok iyi bilmektedir. Sınıf ve çıkar farklılıkları cephede daha net hale gelmiştir. Askerler birbirlerini boğazlamayı reddetmeye başlarlar. Bir Noel gecesi askerler ölüm makinelerini sustururlar. Onlar o gece karşı siperde karısının resmine özlemle bakan, acı içinde ona kavuşup kavuşamayacağını düşünen “düşman” askerini kendilerine daha yakın görürler, geldikleri ülkede kızarmış hindilerini yiyip şaraplarını yudumlayanlardan, salonlarda dans edenlerden. Neden ölüme gönderildiklerini sorgulayanların ve gerçekleri görenlerin sayısı gün geçtikçe artar.
1917’de Rusya’da gerçekleşen işçi devrimi sonsuz karanlıkların üstüne doğan güneş gibi tüm dünyayı, barış ve kardeşçe yaşam özlemiyle yanan tüm yürekleri aydınlatır. Rusya işçi sınıfının ve yoksul köylülerinin yükselttiği “toprak, ekmek, barış” talebi tüm siperleri saran bir umut dalgası olup dünyaya yayılır. “Ekim Devriminden sonra, ilk çağrı dünya halklarınaydı: «İşçi, Asker ve Köylü Delegeleri Sovyetlerine dayanan 6 ve 7 Kasım Devriminin kurduğu İşçi ve Köylü Hükümeti, bütün savaşan halklara ve bu halkların hükümetlerine adaletli ve demokratik bir barış için hemen konuşmaya başlamayı teklif eder.» İlerleyen günlerde Lenin, karşı cephelerdeki «düşman» askerleriyle barış görüşmelerini başlatmaları için askerlere direktif verdi. Böylece Bolşevikler, barış görüşmelerini tabana yayarak emperyalist güçleri sıkıştırmış da oluyorlardı. Emperyalistler, savaşın en çetin döneminde devrimin Avrupa’ya sıçramasından ölesiye korkuyorlardı.
“Uluslararası ölçekte büyük sarsıntılar yaratan bu devrimin evrensel sonuçlarından biri de, hiç kuşku yok ki sürüp giden I. Dünya Savaşına «dur» demesi ve halkların barış çığlığının aracı haline gelmesiydi. Kurulan işçi iktidarı, «tazminatsız ve ilhaksız» barış talebini yükselterek ve tüm gizli savaş anlaşmalarını deşifre ederek Rusya’nın savaştan çekildiğini açıklamıştı. Savaştan bıkan ve barış sağlanmasını arzulayan dünyanın emekçileri için Rusya’daki işçi iktidarı, müthiş bir umut olmuş ve kararan dünyalarına ışık saçmıştı. Devrimden sonra Avrupa’da grevler başlarken, cephelerde asker isyanları baş göstermiş ve emperyalist burjuvazinin kendine olan güveni bir anda sarsılmıştı.”[7] Korktukları şeyin başlarına gelmemesi için savaşa son vermek zorunda kalmışlardı.
İşte bu tarihsel gerçekler bugün en anlamlı eylemlerin, emekçilerin emperyalist Rusya’ya olduğu kadar yaşamlarını cehenneme çeviren ABD’li egemenlere, NATO’ya, AB’ye ve tüm dünya kapitalist sınıfına “artık yeter” diye haykırdıkları eylemler olduğunu gösteriyor. Rusya’da Rus egemenlere, Ukrayna’da Ukraynalı egemenlere, ABD’de ABD’li egemenlere, Türkiye’de Türkiyeli egemenlere ve dünyanın dört bir yanında dünya sermaye sınıfına karşı mücadele etmeden emperyalist savaşa gerçekten karşı durmak mümkün değildir. Emekçilerin emperyalist savaşın bir tarafında değil karşısında olmasının ön koşulu en başta kendi uluslarından egemenler olmak üzere tüm uluslardan egemenlere karşı durmalarıdır.
[1] Ayrıntılı okuma için bkz. Elif Çağlı, Marksizmin Işığında, Tarih Bilinci Yay.
[5] Akın Erensoy, Emperyalist Savaş ve Kitlelerdeki İç Dönüşümün Öyküsü: 1902 Doğumlular, marksist.com
[6] Akın Erensoy, age
[7] Akın Erensoy, age
link: Ezgi Şanlı, Savaş Karşıtlığı Kılıfında Nefret ve Milliyetçilik Tuzağı, 13 Mart 2022, https://marksist.net/node/7596
Fukara
Uyandıran Masalcı: Samed Behrengi