20 Temmuz 2015. Öğle saatlerinde Suruç Belediyesi’ne ait Amara Kültür Merkezi’nde yapılacak basın açıklamasının hazırlıkları devam ediyordu. Çeşitli kentlerden gelen ve çoğu SGDF üyesi gençlerden oluşan 300 kişi yanlarındaki oyuncaklarla, pankartın arkasındaki yerlerini almışlardı. IŞİD’in ağır kuşatması ve saldırıları altında harabeye dönen Kobanê’nin yeniden inşa edilmesine, kent sakinlerinin yaralarını sarmaya yardımcı olmak istiyorlardı.
Basın açıklamasının henüz başında, pankartın arkasına toplanan kalabalığın arasında büyük bir gürültüyle patlama meydana geldi. Yıkıma karşı yeniden inşa için bir araya gelen topluluk büyük bir alev topunun ortasında kaldı. Birkaç saniye içinde, 32 kişinin bedeni yanmış, parçalanmış halde bahçeye savruldu. 100’den fazla kişi yaralandı. Kobanêli çocuklar için getirilen oyuncaklar, gıda malzemeleri kendilerini getiren bedenlerle birlikte yere saçıldı.
Barışa ve halkların kardeşliğine duydukları inançla, mücadelenin verdiği umutla bir araya gelen gençler, aralarına sızan iki katilin kendilerini patlatmasıyla yaşamlarını yitirdiler.
Patlamanın ardından hükümet yetkilileri yarım ağızla olayı kınadılar. Dönemin Başbakanı Davutoğlu, IŞİD’e karşı tüm önlemlerin alındığını ve alınmaya devam edeceğini, Suriye sınırındaki güvenlik önlemlerinin arttırılacağını açıkladı. Ancak göstermelik kınamaları, katliamı protesto eylemlerine yapılan saldırılar takip etti. AKP’yi protesto eden kitleler, polisin sert müdahalesiyle engellenmeye çalışıldı.
Katliamın hemen ardından Marksist Tutum’da yaptığımız değerlendirmede, Suruç gibi bir yerde devletin istihbarat birimlerinin bilgisi olmadan böylesi bir eylemin gerçekleştirilemeyeceğini belirtmiştik. Diyarbakır ve Ankara’da gerçekleşen saldırılar için de aynı durum söz konusudur. Nitekim daha sonra, bu saldırıları gerçekleştiren kişilerin iki yıldır polis tarafından fiziki ve teknik olanaklarla takip edildiği ve neredeyse her adımlarında fotoğraflandığı ortaya çıkmıştır. Saldırganların takip edilmelerine rağmen hükümetin söz konusu saldırıları engellemek için hiçbir çaba içerisine girmediği bir kez daha kanıtlanmıştır.
AKP hükümeti, Suruç katliamını 7 Haziran seçimlerinde aldığı yenilgiyi telâfi etmek için kullanmaya girişmişti. O dönemde, tek başına iktidar olamadığı takdirde bu tür saldırıların devam edeceği, istikrarsızlığa neden olacağı propagandasını yapmaktan geri durmamıştı.
10 Ekimde, Ankara’da sendikaların ve emek örgütlerinin düzenlediği barış mitingine yapılan bombalı saldırıda 100’den fazla emekçi hayatını kaybetti. Bu saldırının failinin Suruç’taki saldırganın ağabeyi olduğu tespit edildi. Ankara katliamının ardından AKP dışında hiçbir siyasi parti seçim mitingi gerçekleştiremedi. AKP ise kesintisiz bir şekilde mitinglerini icra etti. Hiçbirinde saldırı ihtimalinden dahi söz edilmemesi, sağlıklı bakış açısını kaybetmeyenler için dikkat çekiyordu.
Suruç katliamı, AKP için önemli bir dönüm noktası oldu. En önemlisi o güne kadar büyük laflarla sahip çıkar göründüğü “çözüm süreci”ne son noktayı koydu. 2013 yılında başlayan sürecin hemen başında, eleştirilere karşılık dönemin Başbakanı Erdoğan, “Biz çözüm için her yola başvururuz. Baldıran zehrini içmekse, biz o baldıran zehrini içeriz, yeter ki bu ülkeye huzur gelsin” diyordu. Gelinen aşamada, baldıran zehrini hiçbir zaman içmediği açığa çıkmış oldu. “Kürt sorunu” sözünü ağzına almaktan imtina eden AKP, sürecin adını önce “Milli Birlik Beraberlik Süreci” olarak değiştirdi. Sonra verdiği sözleri unutarak, geldiği yoldan koşar adım geri döndü. Sorun artık eskiden olduğu gibi “terör” sorunu olarak ele alınıyor. Uygulanan şiddetin dozuysa 90’lı yılları aşacak kadar yükseldi.
Cizre, Silopi, Silvan, Yüksekova, Sur gibi Kürt kentleri bombardımanla yıkıldı. Adeta Kürt halkından intikam alınmaya girişildi. Ülke tarihinde Dersim katliamından sonra ilk defa kentler uçaklarla bombalandı.
HDP’nin oy potansiyelini gözle görülür bir şekilde arttırması ve parti olarak seçime girmeye karar vermesi, AKP tarafından açık bir tehdit olarak görüldü. “Çözüm süreci”nde atılan adımların AKP’ye istediği türden bir getirisi olmayacağını anlaşıldı. AKP çıkar sağlayamayacağını anladığı andan itibaren politikasını revize ederek tam bir geri dönüş yaptı. Üstelik “çözüm” konusunda en önemli aşamalardan biri olarak tarif edilen ve 28 Şubatta gerçekleştirilen “Dolmabahçe Mutabakatı” geçersiz ilan edildi.
Türkiye’de devam eden “çözüm süreci”nin akamete uğramasında, Kürtlerin Rojava’daki kazanımlarına yönelik tepkinin önemli rolü oldu. Bu sırada devam eden seçim sürecinde, AKP’nin seçim kampanyalarında HDP’ye yönelik karalamaları ve hedef gösteren söylemleri, birçok kentte HDP bürolarının yakılması, seçim çalışmaları yürüten HDP’lilere yönelik linç olaylarının artması şeklinde karşılığını buldu.
Suruç katliamı, Kürt halkına ve destekçilerine bir gözdağı olarak gerçekleştirildi. Kısa sürede savaş yeniden alevlendi. Suruç katliamından bu yana binlerce insan hayatını kaybetti. Türkiye devletinin doğumundan itibaren üzerine sinmiş olan Kürt düşmanlığı bu katliamlarla yeniden gün yüzüne çıktı. Kürt düşmanlığı diğer burjuva partiler için de adeta hizada tutma aracı olarak kullanıldı. Kürt sorunu konusunda sık sık rapor yazmakla övünen CHP, dokunulmazlıkların kaldırılması gündeme geldiğinde, sırf Kürtlerle aynı çizgide görünmemek adına, yanlış olduğunu bile bile, üstelik bunu da beyan ederek AKP’nin anayasa değişikliğini Meclis’ten geçirmesine yetecek kadar oy almasını sağladı.
Suruç katliamının hesabı elbet bir gün sorulacak. Ezilen halkların mücadelesini bastırmak için kitlesel katliamlardan çekinmeyenler sanmasınlar ki yaptıklarının hesabı sorulmayacak. Emperyalist politikalara, mezhepçiliğe, Kürt düşmanlığına karşı işçi sınıfının mücadele bayrağını yükseltme zamanıdır.
link: Marksist Tutum, Suruç Katliamını Unutmadık, Unutturmayacağız!, 20 Temmuz 2016, https://marksist.net/node/5208
AKP’nin Güvenceli Kölelik Stratejisi
“Fevzi Babam Evren’i Ayağıma Getirdi”