Kapitalizmin tarihsel anlamda bir sistem krizi içinde kıvrandığına dair belirtilerinden birisi de egemen sınıfın önde gelen çeşitli figürlerinin ve kurumlarının sistemin tıkanmışlığını bir biçimde ifade eden değerlendirmelerinin artan ölçüde yoğunlaşmasıdır. Düzenin tepelerinde bu tür değerlendirme ve çıkışların yapılması her zaman olan bir şey değildir. Tarih boyunca egemen sınıf ve katmanlar katında genel olarak tanık olunan şey düzenin övülmesi, aklanması, ona özürler bulunmasıdır. Bu eğilim daima olmuştur ve nitekim şimdi de vardır. Ama derin kriz dönemlerine özgü olan şey bunun yanı sıra egemen sınıf içinde düzenin gidişatına dair “bu böyle gitmez”ci eleştirel değerlendirmelerin artmasıdır. Bu tür tavırların da genel hatlarıyla iki ucu vardır. Birincisi çeşitli derece farklılıklarıyla otoriter rejimlere geçişi arzulayan tavırken, ikincisi düzenin bazı “aşırılıklarını” törpülemeyi içeren reformist denebilecek tavırdır.
Derin kriz ve tıkanıklık dönemlerinde kapitalist düzenin olağan liberal olumlaması inandırıcılığını ve itibarını yitirmeye, solarak geri plana düşmeye başlarken, bir yanda otoriter diğer yanda reformist sesler daha çok işitilir olur. Marksist Tutum olarak sistemin derin hastalığının bu önemli belirtilerini gelişimleri ve çeşitlilikleri içinde zaman zaman ele alıyoruz. İçinden geçtiğimiz tarihsel dönemin niteliğini kavramak bakımından bu işaretlerin doğru okunması önem taşıyor. Bunlar aynı zamanda egemen sınıf içi çelişkilerin de ipuçlarını vermektedir.
Kapitalizmin temel palavralarından biri olan “zenginler daha çok kazanırsa herkes kazanır”ın tam anlamıyla çöktüğü ve kimsenin de eskiden olduğu gibi bunu iddia etmek üzere kibirle sahneye çıkmaya kalkışmadığı bir dönemdeyiz. Burjuva iktisat literatüründe “damlama etkisi” (trickle down effect) diye de adlandırılan bu sözde teoride sermaye ve zenginler semirdiği ölçüde zenginlik ve refah damla damla aşağılara kadar iner, herkes zenginlikten nasiplenmiş olur. Oysa özellikle son onyıllarda tarihte eşi görülmedik servetler yapılmış, ama buna mukabil diğer uçta sefalet denizi daha da enginleşmiştir. Tam da budala kibirleri içinde burjuva ideologların başından beri inkâr ettiklerinin aksine Marx’ın söylediği gibi, kapitalizmde bir uçta zenginlik diğer uçta sefalet birikir! Kısa ve orta vadeli kısmi olgu ve gözlemlere dayanarak ve bunları çarpıtılmış biçimde yorumlayarak, onca yıldır Marx’ın yanıldığını iddia edenler, onunla alay etmeye kalkanlar, şimdi suspus Marx’ın intikamını tadıyorlar. Dahası sistemin bekası için bu durumun düzeltilmesi gerektiğini vurgulayıp reçeteler yazmaya girişiyorlar.
Kapitalizmin günümüzdeki derin krizi Covid-19 salgınıyla birlikte farklı bir boyut da kazanmış bulunuyor. Salgın iki önemli etki doğurmakta. Bir yandan egemen sınıfın belirli kesimleri tarafından sistemin derin krizinin üzerini örtmek için kullanılırken, bir yandan da, özellikle bu düzen altında son onyıllarda giderek kötüleşmeye başlayan hayat koşullarının düzen namına yarattığı olumsuz algıyı büyütüyor. Sonuç olarak, üstünlüğü ve gücüyle övünen, bilimi ve teknolojisiyle göz kamaştırıcı harikalar yarattığı izlenimi veren bir düzen, o kadiri mutlak görüntüsüne rağmen, tüm dünyayı saran ve esas olarak emekçi kitleleri olumsuz etkileyen bir sağlık sorunu karşısında bir iflas görüntüsü sergilemektedir.
Covid-19 salgını emekçi kitlelerin hoşnutsuzluk ve öfkesinin dondurucuya kaldırılması sonucunu getirmedi. Belki egemenler ya da onların bir bölümü bu beklentiyi taşıyorlardı, ama böyle olmadı. Aksine emekçi kitlelerin hoşnutsuzluğu, sağlık sorununun daha büyük çarpanla birikime eklendiği yeni bir düzleme yükseldi. ABD’de ırkçı polis terörünün yeni bir vukuatıyla tetiklenen patlama, düzen temsilcilerinin, medyasının ve ideologlarının da itiraf etmek zorunda kaldıkları üzere, kesinlikle ırkçılığa tepkiyle sınırlı kalmadı. Yoksul emekçi kitleler biriken tüm sorunların getirdiği momentumla ABD’yi salladılar. Kaldı ki ABD de dâhil olmak üzere dünya genelinde zaten yoksul emekçi kitleler aynı genel sorunlar temelinde çeşitli vesilelerle eyleme geçip isyana durmaktaydılar. Özetle egemenler salgının bir dikkat dağınıklığı yaratacağını ummuş olsalar bile evdeki hesap çarşıya uymamıştır. Üstelik şimdiye dek olan, önümüzdeki süreçte olacak olanların küçük bir parçası gibi görünmektedir. Zira salgın gerekçesiyle uygulamaya konulan önlemlerin emekçi kitleleri vuran sonuçları henüz tüm kapsamıyla realize olmuş değildir.
Hem sistemin genel tıkanıklığı hem de emekçi kitlelerin bariz biçimde artmakta olan hoşnutsuzluğu düzen sahipleri açısından ciddi bir endişe oluşturmaktadır. İnsanlığın yüzyılların mücadeleleriyle biriktirdiği demokratik mirasın ortadan kaldırıldığı, dolaysız ve açık baskıya dayalı otoriter-totaliter yolu bir an için hariç tutacak olursak, harıl harıl “ne olacak bu kapitalizmin hali” tartışması yapılıyor, yeni programlar, yeni reçeteler oluşturulmaya çalışılıyor. Dünya burjuvazisinin düşünce üretimiyle meşgul zirveleri dâhil olmak üzere muhtelif düzen düşünürleri ve kurumlarının son yıllarda düzenin bekasına dair envai çeşitlilikte fikirler ortaya attıkları ve alarm zilleri çaldıkları artık bir sır değil. “Paydaşlar kapitalizmi” mi dersiniz, “ekolojik kapitalizm” mi dersiniz, “mutluluk ekonomisi” mi dersiniz, “adil kapitalizm” mi dersiniz, “Tobin vergisi” ya da “servet vergisi” mi dersiniz, ne ararsanız var…
Büyük Reset
Şimdilerde pandemiyle birlikte oluşan ortamın bu arayışlara yeni bir itilim verdiği söylenebilir. Bu arayışların belki de en başta gelen odaklarından biri olan Dünya Ekonomik Forumu (DEF) bu noktada hızlı davranarak öne çıkmışa benziyor. Kısaca “Davos” diye anılır hale gelen elit küresel toplantıların organizatörü ve ev sahibi olan Forum önümüzdeki yılın (2021) başlarında yapılacak zirvesinin gündemini Büyük Reset adını verdiği konu olarak belirlemiş durumda. 40 yılı aşkın bir süredir faal olan Forumun kurucusu Klaus Schwab kapitalizme Büyük bir Reset atmanın zamanının geldiği fikrini ortaya atıyor. Yazılar ve konuşmaların yanı sıra bu konuda bir kitap da kaleme alan Schwab’ın görüşü son yıllardaki benzer eğilimli sayısız öneriye nazaran daha kapsamlı bir nitelik taşıyor ve bu son yılların önerilerinin bir tür bütünleştirici özeti gibi duruyor.
Aslında Büyük Reset’in bu yönü kapitalizmde varlığı şimdiye dek pek kabul edilmeyen derin bir sorun olduğunun da itirafı sayılmalı. Çünkü daha önceki çeşitli önerilerin hemen hepsi tek yanlı küçük tadilatlarla sorunun hallolabileceğini varsayımını taşıyordu ağırlıklı olarak. Büyük Reset ise, adının da çağrıştırdığı üzere, kapsamlı bir değişim gerektiği düşüncesini ima ediyor: “…dünyanın birlikte ve hızlıca hareket etmesi ve toplumlarımızın ve ekonomilerimizin tüm yönlerini yeniden şekillendirmesi gerekiyor. ABD’den Çin’e her ülkenin katılması ve petrolden teknolojiye her sektörün dönüştürülmesi gerekiyor. Kısaca, kapitalizmin bir «Büyük Reset»ine ihtiyacımız var.”[1]
Büyük Reset ana hatlarıyla toplumsal eşitsizlik ve yoksulluk sorununu, ekolojik krizi, sanayinin dönüşümü sorununu ve jeopolitik meselelerin çözümü bağlamında küresel siyasal sistemin yeniden yapılandırılması sorununu birlikte ele alarak, dünya burjuvazisinin hâkim kesimlerinin önüne özde neo-liberal dönemden çıkış anlamına gelen bir “program” koyuyor. Schwab ırkçılıktan dağ gibi yükselen kamu borçlarına, çevre sorunundan eğitime kadar çeşitli boyutlarda görüşlerini ayrıntılı argümanlarla işleyip genişletiyor, ancak bizim burada tüm bu ayrıntıları serimlemek gibi bir amacımız yok. Ana çizgilere ve öze odaklanarak bu girişimin anlamını yakalamaya çalışmak gerekiyor.
Burada Schwab her ne kadar kişi olarak ön planda görünse de savunduğu perspektifin kişisel görüşlerden ibaret olmadığını peşinen vurgulamak gerekiyor. Dünya Ekonomik Forumunun zaten temsil ettiği kurumsal boyut bir yana, bu tartışmayı ya da temel yaklaşımları benimsediğini duyurarak destekleyen simalar açıkça dünya burjuvazisinin belirli bir kesiminin perspektifiyle karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyuyor. BM Genel Sekreterinden IMF Başkanına, Prens Charles’tan Microsoft CEO’suna kadar birçok kişi bu listede arzı endam ediyor. Hepsinin mesajlarında görülen temel özellik, her zaman adını açıkça koyarak olmasa da, doğurduğu sonuçlar üzerinden neo-liberal “çılgınlık partisine” artık bir son verilmesi gerektiğini söylüyor olmaları. Konu ister çoğunlukla olduğu gibi zenginlerin servetindeki fahiş artış ve bunun karşısında yoksulluğun, sefaletin inanılmaz artışı olsun, ister doğanın acımasız talanı nedeniyle gezegenin hayatiyetinin tehlikeye girmesi olsun, ister ırkçılık ya da zaman zaman “popülizm” diye niteledikleri baskıcı otoriter eğilimlerin yükselişi… Mesajların hepsi vurdumduymaz kâr, servet ve güç hırsının dünyayı dört bir koldan bir felâkete sürüklediği fikrini barındırıyor.
Sistemin bekasını sağlamak burjuvazinin bütününün ortak kaygısı olsa da ve bu tür proje ve programların temel amacı buysa da, Büyük Resetçilerin dolaysız kaygısını dünya kapitalizminin belirleyici güçlerinin (sermaye grupları, devletler, çeşitli düzlemlerdeki kurumlar) ikna edilmesi oluşturuyor. Bir örnekle anlatmak gerekirse, Büyük Resetçiler İkinci Dünya Savaşının bitiminde dünya kapitalizminin oluşturduğuna benzer bir mutabakatın tesis edilmesini istiyor ve bunun için çalışıyorlar. Belirleyici güçlerin ortak bir programatik çerçevede anlaşmamaları halinde dünyanın “felâkete” doğru yol alacağını ısrarla vurguluyorlar. Schwab’ın, dünyanın şu anda içinde bulunduğu dönemin benzeri görülmemiş bir durum olduğunu sıkça belirtmesine karşın, çeşitli kayıtlarla da olsa, tam da İkinci Dünya Savaşının bitimindeki duruma atıf yapmaktan kaçınamadığını görüyoruz. Schwab o dönemde Bretton Woods Anlaşmaları, IMF, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği vb. kurumlarla da somutlanan ve uzunca bir dönem işlevini yerine getirmiş olan mutabakatı olumlu örnek olarak veriyor.
Yalnız Schwab’ın ve şürekâsının unuttuğu ya da unutmuş görünmeyi tercih ettiği kilit bir nokta var. Bu nokta Lenin’in emperyalizm analizindeki temel noktalardan biridir. Rekabete dayalı bir sistem olan ve emperyalizm aşamasına ulaşmış kapitalizmde çeşitli düzeylerde keskinleşen çelişkilerin nihayetinde savaştan başka bir çözüm yolu yoktur. Kapitalist güçler ancak yıkıcı savaşlarla birbirlerine boyun eğdirdiklerinde mağlupların kabul etmek zorunda kalacakları geniş kapsamlı “mutabakatları” oluşturabilirler. Bu bağlamda Büyük Resetçilerin istediği şey, İkinci Dünya Savaşının getirdiği düzeyde yıkımlar yaşanmadan, çekişme ve kapışmalar o raddelere vardırılmadan bir mutabakat çerçevesine ulaşılmasıdır. Ama bu kapitalizmin temel işleyiş süreçlerine aykırıdır.
İşte bu noktada devreye pandeminin girdiği söylenebilir. Büyük Resetçilerin mesajlarında kilit bir noktayı pandemi vurgusuyla aciliyet çağrısı ve pandeminin aynı zamanda büyük bir fırsat anlamına geldiği düşüncesi oluşturuyor. Tarihte büyük salgınların insanlığı hayati dönüşümlere zorlayan kavşak noktaları oluşturabildiklerini, bu anlamda tarihin akışını değiştiren bir rol oynadıklarını savunan Schwab, mevcut salgın için de benzer şekilde düşünülebileceğini ileri sürüyor. Büyük Resetçiler, “bu salgını atlatalım ve işler yine eskisi gibi olsun” demenin mümkün ve kabul edilebilir olmadığını net biçimde vurguluyorlar. Bunun yerine “işler zaten çok kötü bir hal almıştı, pandemi bunun üzerine tüy dikti. Gelin bunu bir fırsat olarak görüp sistemin tüm bozuk yönlerini değiştirelim” diyorlar. Bir bakıma İkinci Dünya Savaşının küresel kapitalizmin güçleri üzerinde yaptığı etkiye benzer bir etkiyi pandeminin yapmasını istiyorlar.
Schwab’ın İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki kapitalist mutabakata yaptığı atıf sadece “bakın nasıl da bir mutabakat oluşturulabiliyor” düşüncesini örneklemekten ibaret değil. Büyük Resetçilerin savunduğu programı doğru kavramak bakımından bir diğer boyut olarak, içerikte de olumlu bir atıf söz konusudur. 1930’lardan itibaren ABD’de Roosevelt ile başlayan Keynesçi New Deal politikalarının savaş bitiminde küresel ölçekte tüm dünya kapitalizminin politikaları için bir genel çerçeve oluşturması olumlanmaktadır. İşsizliğin küçük oranlarda seyrettiği (“tam istihdam”), sosyal güvenlik sistemlerinin kapsayıcı ve genel hale getirildiği, yoksulluk sorununun görece yatıştırıldığı bu politika ve programlar, sonraki neo-liberal politikaların olumsuzlaması eşliğinde sunulmaktadır.
Büyük Resetçiler en temel sorunlardan biri olarak gördükleri “toplumsal bölünmeye” ilişkin olarak son yıllarda ABD, İngiltere, Fransa gibi gelişmiş kapitalist ülkelerde yükselen kimi sol siyasi hareketlerin söylemleriyle de flört ediyorlar. Küçük bir azınlığın çıkarları mı esas alınacak yoksa çoğunluğun çıkarları mı diye soruyorlar! Schwab’ın satırlarına bakalım: “Toplumlar daha eşitlikçi de olabilirler daha otoriter de; daha fazla dayanışma çizgisine de oturabilirler daha fazla bireycilik çizgisine de yönelebilirler, azınlığın çıkarları doğrultusuna da yönelebilirler çoğunluğun çıkarları doğrultusuna da. Ekonomiler, toparlanmadan sonra, daha geniş kesimleri kucaklama yolunu da tutabilirler ve böylece küremizin halk tabakalarının ihtiyaçlarına daha uyarlı olabilirler, ya da yeniden eskisi gibi işlemeye dönebilirler.” Benzer içerikli başka satırlarında da Schwab açıkça daha eşitlikçi, daha dayanışmacı, geniş yoksul kitlelerin durumunu iyileştirici bir perspektifi ileri sürmektedir. Burada sıralamaya gerek olmayan daha birçok ayrıntıyla birlikte (sağlık sigortası, işsizlik sigortası, hastalık izni, temel hizmetler, işçi güvenliği vb.) bu perspektifin politik çizgi olarak özünün sosyal demokrat olduğu açıktır. Bu doğrultuda, önümüzdeki Davos zirvesinde, son yıllarda yükselen ve özde sosyal demokrat olan sol hareketlerin çeşitli temsilcilerinin boy göstermesi şaşırtıcı olmaz.
Büyük Reset’in toplumsal eşitsizlik, yoksulluk, sınıf ayrımlarının törpülenmesiyle ilgili temel boyutunun dışında bir diğer temel boyutunu çevre sorunu oluşturmaktadır. Resetçiler ekolojik krizin sorumlusu olarak gördükleri kirli teknoloji ve yöntemlerin tasfiyesini ve bu temelde bir yeşil kapitalizmin tesis edilmesini istiyorlar. Aslında programın bu çevreci ayağını bir diğer ayak olan sınai-teknolojik yenilenme ile bir arada ele almak gerekiyor. Zira çevre dostu teknolojilere dayanan bu yeşil perspektif, Sanayi 4.0 olarak da anılan endüstriyel dönüşümü içeriyor. Daha açık biçimde ifade etmek gerekirse ekonominin yeni teknolojiler temelinde daha fazla dijitalleştirilerek yenilenmesi, aynı zamanda kirli ve eski teknolojilerle yöntemlerin de tasfiyesi anlamına geliyor. Bu büyük yenilenme sürecinin içereceği doğayı korumayı amaçlayan ya da doğa dostu yeni yatırımların 2030 yılına kadar 400 milyona yakın yeni iş yaratacağı iddia ediliyor. Gıda, toprak ve denizlerin kullanımı, altyapı ve çevre inşası, enerji ve madencilik gibi üç başlıkta incelenen alanlarda bu çerçevede yapılması gereken yatırımların yılda 2,7 trilyon dolar gerektirdiği hesap edilmiş. Bu rakam ilk bakışta büyük görünebilirse de pandemi sürecinde ekonomiyi canlandırmak için yapılan 2,2 trilyon dolarlık harcamayla karşılaştırılabilir düzeydedir diyor Resetçiler.
Sermaye cephesinde farklı eğilimler
Büyük Resetçilerin dolaysız kaygılarının sermayenin tüm belirleyici kesimlerini ikna etmek olduğunu yukarıda söylemiştik. Daha önceki bir yazımızda derin tarihsel krizi içindeki kapitalizmde farklı sermaye kesimleri arasında çekişmenin kızıştığına değinmiştik.
“Elbette böylesi büyük bir kriz karşısında neler yapılması gerektiği konusunda sermaye içinde bir fikir ve irade birliği olduğundan söz edilemez. İşler hiçbir zaman böyle yürümemiştir. Krizler, hele de böylesi büyük krizler, sadece emekçi kitlelerin hasar alması anlamına gelmez, sermaye içinde bazı kaybedenlerin olacağı anlamına da gelir. Sermayenin ulusal, sektörel vs. düzlemlerde zıtlaşan çıkarları temelinde kriz, çekişmelerin yeni bir sahnesini oluşturmaktadır. Ekonomik işleyişin virüs gerekçesiyle önemli oranda durdurulması çeşitli sektörler üzerinde ağır baskı yapıp kimilerinde yıkıcı etkiler yaratırken, başka bazı sektörlerde ise şahlanma ya da büyük avantajlar elde etme sonucunu getirdi. İlk grup açısından konuşacak olursak, bu durum belki kimi şirket ve sektörler için geçici olsa da, kimileri için kapitalizmin ilerleyişi içinde zamanla yapısal anlamda zayıf konuma gelmelerinin bir ifadesidir. Deyim yerindeyse «vadesi dolanlar» için şu anki ağır kriz bir tasfiye olma ya da konum kaybetme anlamına gelecektir.
“Örneğin, her ne kadar sermaye içi ayrımlar konusunda kesin ve mutlak çizgiler çizilemese de genel olarak ve en çok, yüksek teknoloji şirketlerinde ifade bulan bir eğilimin, krizin aşılması için kendi alanlarını kilit önemde gördüklerini ve asıl olarak bu alandaki yeniliklere dayalı olarak yapılacak yeni büyük sabit sermaye yatırımlarıyla «selamete» çıkılabileceğini düşündüklerini seçebiliyoruz. Esasen onların bu doğrultuda bastırmakta olduklarını, kendi sektörlerinin hareket alanını genişletmeye, kendi «normallerini» genelleştirmeye çalıştıklarını görüyoruz. Bu şirketlerin somutladığı sektör, salgın süreciyle birlikte yeni bir sıçrama noktasına gelmiştir. Faaliyetleri ve ciroları bu süreçte diğer sektörlerin çoğunluğunun aksine artan bu sektör, yüksek teknolojinin, yeni bilişim uygulamalarının hayatın her zerresine indirilip yaygınlaştırılması doğrultusunda bastırmaktadır. Aslında bugünlerde Twitter ile Trump arasında adeta bir savaş halini alan sürtüşmenin, sermayenin bu kesimleri ile nispeten daha klasik ve geriye düşmekte olan kesimleri arasındaki çatışmayı mükemmelen sembolleştirdiğini söyleyebiliriz.”[2]
Bu satırlar yazıldıktan haftalar sonra açıklanan bazı ekonomik veriler çarpıcı bir doğrulama sunmuştur. ABD ekonomisi krizin hüküm sürdüğü ikinci çeyrekte tarihsel rekor anlamına gelen %33 (yıllık bazda) daralma kaydederken, başta gelen bazı teknoloji şirketlerinin (Apple, Google, Facebook ve Amazon) cirolarının iki haneli artışlar gerçekleştirdiği görülmüştür. Sermayenin iç dengelerinde yaşanan kaymaları somutlayan bu güncel veriler Büyük Reset bakımından da anlamlıdır. Büyük Reset’in en azından bazı yönlerinin bu tür şirketlerin çıkarlarıyla uyumlu olduğu, onları yansıttığı söylenebilir. Nitekim bu programın savunucuları arasında Microsoft CEO’sunu ve kurucusu Bill Gates’i, benzer sektörlerden başka bazı figürleri de görüyoruz. Ekonominin daha fazla dijitalleşmesinin, otomasyonun, Sanayi 4.0 kapsamındaki dönüşümlerin en çok bu sektördeki şirketlerin işine geldiği malûmdur. Ama bu aynı zamanda başka bazılarının zarar göreceği anlamına da gelmektedir.
Bu nedenle Büyük Reset’in de sermaye içi bir anlaşmazlık konusu olmaması düşünülemez. Her şeyden önce bizzat Schwab mevcut politikaları eleştirerek kendi perspektifini ortaya koymaktadır. Örneğin son aylarda tüm dünyada krizle mücadele adına yaratılan dev kaynakların “eski sistemdeki çatlakları doldurmak için” kullanılmaması gerektiğini, aksine, dile getirdiği uzun vadeli dönüşümlerin finansmanına akıtılması gerektiğini söylüyor Schwab.
Bir mutabakat olmadığına dair elbette daha dolaysız veriler de var. Sözgelimi FoxBusiness kanalında yer alan bir makalede Great Reset hareketi “radikal” ve “sosyalist” olarak niteleniyor ve Biden’ın bu hareketle “rahatsız edici bağlantısı” olduğu söyleniyor.[3] Yazı içinde Great Reset’in “Sovyetler Birliği’nin çöküşünden bu yana belki de kapitalizm ve bireysel haklar için en büyük tehlike” olduğu vurgulanıyor, bu projenin “sosyal adalet ve iklim değişimi kaygılarını mülkiyet haklarının üzerine çıkardığı” söyleniyor. Genel olarak Trump çizgisine yakın olan bu büyük medya odağında yansıyan tutumun keskinliği sermaye içindeki tartışmanın hiç de kibarca yürümeyeceğinin bir işareti olarak görülmeli. Esasen ABD’de yaklaşan seçimler bağlamında bugünlerde Trump’ın sergilediği tutumlar da (seçimlerin ertelenmesi talebi, seçim sonuçlarını tanımayabileceğine dair açıklamalar vb.) bunun kokusunu veriyor.
Elbette Büyük Resetçilerin sosyalizmle ya da kapitalizme tehlike oluşturmakla ilgisi bulunmuyor. Onlar sivri uçların törpülenmiş, sınıf farklarının yumuşatılmış olduğu, yenilenmiş bir sanayi temelinde kapitalizm için yeni bir yükseliş döneminin açılmasını istiyorlar. Bir bakıma, kapitalizmin Altın Çağı olarak da anılan İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemdeki gibi… Onlar artan sınıfsal eşitsizliklerin dalga dalga doğurduğu isyanları doğru okuyor ve biriken öfkenin daha şiddetli patlamalara yol açabileceğini biliyorlar. Eğer çelişkileri yumuşatacak tavizler verilip sisteme çeki düzen verilmezse işin devrimlere kadar gideceğini söyleyerek diğer sermaye kesimlerini uyarıyorlar: “Bu bir «olsa güzel olur» meselesi değil mutlak bir zorunluluktur. Toplumlarımızın ve ekonomilerimizin kökleri derin sorunlarını ele alıp tamir edemezsek, nihayetinde, tarih boyunca olduğu gibi, çatışmalar ve hatta devrimler gibi şiddetli şokların dayattığı bir reset riski yükselmiş olacak.” Bu kadar açık olamazdı: Ya kapitalizme bir reset ya da devrimci reset!
Büyük Resetçilerin girişiminin sermaye güçleri cephesinde bir etkisinin olup olmayacağını ya da ne gibi süreçler doğuracağını önümüzdeki dönemde göreceğiz elbette. İşin aslı Schwab Büyük Reset’in kolay bir iş olmadığını, yol üstünde çok büyük zorlukların olduğunu belirtiyor. Ama başka türlüsünün sistemin hepten yıkılışına yol açacağını düşündüğü için aciliyet çağrısıyla dünya kapitalizminin belirleyici güçlerini masaya oturmaya çağırıyor. Açık ve çıplak baskı, şiddet, otoriterlik, savaş, militarizm ve hudutsuz doğa talanı yolunun insanlık ve gezegen için çok büyük bedelleri olan kesin bir yıkım yolu olduğunu görüyor. Ancak Büyük Resetçilerin işi gerçekten de kolay değil. Zira Schwab’ın da yakındığı gibi 2008 krizinin ardından mevcut krizde de kapitalist devletler ortalığa fütursuzca para savurmalarına rağmen bu kaynaklar işlerin buraya gelmesinde rol oynayan finansal alicengiz oyunlarının kumarhane fişlerine gidiyor. İstihdam yaratıcı türde üretken yatırım yeterli ya da çabuk kâr vaat etmediği için çılgın parti devam ediyor. Onca para akıtılmasına rağmen ABD ekonomisinin son çeyrekte %33 küçülmesi bunun çarpıcı bir ispatıdır.
Birçoklarının olduğu gibi Büyük Resetçilerin de görmediği şeylerden birisi kapitalizmin tarihsel bir sistem krizi içinde olduğu ve bunun bir parçası olarak zaten bir savaş konjonktüründen geçmekte olduğudur. Üçüncü Dünya Savaşı sonuçlanmamıştır, yürürlüktedir. Savaş tamamlanıp galipler ve mağluplar netleşmedikçe kapitalizm altında küresel bir mutabakat oluşmasının zemini yoktur. Nitekim aslında Schwab da pandemi öncesinde zaten büyümekte olan köklü sorunların pandemiyle daha da şiddetlendiğini söyleyerek aslında gidişatın mevcut niteliğini saptamış oluyor. Onun yaptığı şey bu gidişatın kapitalizmde kalınarak insanlığın geneli açısından iyiye doğru değiştirilebileceğini savunmaktır. Bu pek mümkün değildir. Schwab’ın büyük zorluklar dediği şeyler gerçekte kapitalist sistemin işleyişinin doğurduğu aşılması imkânsız engellerdir. Ama elbette bu gidişatın bertaraf edilerek insanlık açısından olumlu bir rotaya girilmesi mümkündür. Schwab’ın “imkânlar” olarak ele aldığı şeyler gerçekte kapitalizmi aşarak sınıfsız ve sömürüsüz bir toplum kurmaya yarayacak olan imkânlardır. Doğrusu sapır sapır dökülen kapitalist makinenin reset tutacak tarafı kalmamıştır, onun layığı ümitsiz bir reset değil hurdalıktır, tarihin hurdalığı. Reset vakti geçmiştir, ama kapitalizmi yıkıp sınıfsız topluma giden yolu açmanın vaktidir.
[1] Schwab, Great Reset
[2] Levent Toprak, Virüsün Ardına Saklanan Kapitalizmin Gerçekliği, marksist.com
link: Levent Toprak, “Büyük Reset”, 14 Ağustos 2020, https://marksist.net/node/7006
İnsanlığın Yüzkaraları!
Cezaevleri Kaşıkla Boşaltılırken Kepçeyle Dolduruluyor