Doğayı ve insanı insafsızca tahrip eden kapitalizmin yarattığı sorunlar kaçınılmaz biçimde toplumsal hoşnutsuzluğun da artmasına neden oluyor. Ekolojik yıkımlar, kentsel yağmalar, insan hakları ihlalleri, kadınları ezen erkek egemen zihniyet ve bunu hayata geçiren politikalar, etnik ya da cinsel kimliklerinden dolayı baskı altına alınan kesimlerin yaşadıkları sorunlar toplumsal tepkilere yol açıyor. Bu tepkiler de toplumsal mücadele içerisinde doğru ya da yanlış politik karşılıklarını buluyor.
Özellikle 60’lı yılların sonlarından bu yana, bu türden sorunlar temelinde yükselen tepkilerin, “yeni toplumsal hareketler” adıyla sınıf hareketinden tamamen kopuk bir perspektifle örgütlenmesine dönük yoğun çabalar söz konusu. Esas olarak küçük-burjuva ve burjuva muhalefeti temsil eden bu politik anlayışlar kimi sosyalistler nezdinde bile itibar görüyor, destekleniyor. İşçi sınıfı hareketleri söndü bitti yaygaralarına eşlik eder biçimde, bu hareketlere temel toplumsal muhalefet hareketleri olarak fazladan önem atfedenlerin söyledikleri sözler bazı sosyalist çevreler içerisinde de fazladan önemseniyor. Dikkatler kayıyor ve enerji bu tarz mücadelelere yönlendiriliyor.
İdeolojik ve politik netlikten yoksun kesimler ister istemez bu savrulmaları yaşıyorlar. Bunun politik bir arkaplanı da var şüphesiz. Stalinizm üzerinden Marksizme mal edilen yanlış anlayışlar, kapitalizmin yarattığı sorunlara karşı işçi sınıfı mücadelesi hattının dışında politikaların önünün açılmasına da kaynaklık etti. Akademik Marksistlerin ve reformistlerin yoğun gayretleri ile desteklenen bu politikalar, devrimci işçi hareketinin yeterince güçlü olamadığı koşullarda, belirli çevreler üzerinde egemen olabiliyor.
Türkiye’de de HES’lere karşı yürütülen mücadeleler, Gezi Parkının yerine Topçu Kışlası görünümünde bir AVM yapılması ya da ODTÜ ormanından yol geçirmek için ağaçların kesilmesi gibi uygulamalara yönelik protestolar vesilesiyle yapılan tartışmalarda, bu eylemlerden hareketle “yeni toplumsal dinamiklere” kimileri tarafından epeyce dikkat çekildi. Sosyalist çevrelerin önemli bir bölümü de toplumsal mücadelenin esasını bir kenara koyarak dikkatini ve sempatisini bu “dinamik”lere yöneltti. Elbette burada eleştiri konusu yapılması gereken şey çevre sorunları ve kentsel yağma gibi konularda toplumsal tepki gösterilmesi ve bunun üzerinden protestolar örgütlenmesi olamaz. Bu türden sorunlar üzerinden gösterilen tepkiler haklı tepkilerdir ve bu tepkilerin sağlıklı bir perspektifle desteklenerek mücadelenin doğru kanallara yöneltilmesi de gereklidir. Meselemiz bu eylemler üzerinden “yeni toplumsal dinamikler” keşfederek işçi sınıfı mücadelesinden uzaklaşan anlayışlarladır.
“Yeni toplumsal hareketler” nedir ve hangi toplumsal hareketler “eskimiştir”?
“Yeni toplumsal hareketler” ve “dinamikler” tezlerini dillendiren başta Habermas olmak üzere Touraine ve Melluci gibi akademisyenler, “endüstri sonrası” diye nitelendirdikleri toplumların, taleplerini ifade etmek ve ihtiyaçlarını karşılamak için yeni türden toplumsal hareketlere gereksinim duyduklarını öne sürdüler ve Marksizmin toplumsal değişim konusunda büyük önem atfettiği proletaryanın, devrimci özne olmak şöyle dursun artık kapitalizme entegre olduğunu iddia ettiler.
“Yeni toplumsal hareketler”in ve “dinamikler”in öneminden dem vuranlara göre, eskinin işçi sınıfı hareketi ve bu hareketin talepleri 1960’lardan sonra giderek geçersiz hale gelmiş, bu talepler toplumun tüm kesimini kapsamadığı gibi işçi sınıfının bu talepler doğrultusunda mücadele etmesini gerektirecek bir sınıf çatışması kalmamıştır. “Yeni toplumsal hareketler”, “eski” toplumsal hareketlerin yani işçi sınıfı hareketlerinin taleplerini aşan, daha demokratik, daha katılımcı, daha eşitlikçi talepler içermektedir. Bu türden hareketlerin darlığını, perspektif yoksunluğunu, sınıfsal bulanıklığını, örgütsüzlüğünü, uçuculuğunu vb. bakın bir akademiysen nasıl şirinleştirerek anlatıyor:
“Yeni toplumsal hareketler, endüstriyel kapitalizme özgü geleneksel işçi sınıfı hareketlerinden farklı olarak, geç-kapitalizmin bilgi toplumlarının sınıfsal çeşitliliği zemininde gelişen, orta sınıfa dayalı hareketler. Bunlar, belirli ‘değerler’ üzerinden eylemde bulunan, tepki veren toplumsal grupların bir araya gelmesiyle ortaya çıkıyorlar ve değer yönelimliler. Bir başka deyişle, ‘daha yeşil çevre’, ‘şiddetten arınmış bir dünya’, ‘özel hayata saygı’, ‘deney hayvanlarına özgürlük’ gibi değerleri, parti veya çıkar gruplarından farklı olarak, daha yüce bir hedef uğruna araçsallaştırmadan savunuyorlar. Yeni toplumsal hareketler, büyük anlatıları, yerleşik düzeni kökten değiştirme idealleri olan ve bu ideallerin yansıtıldığı bir liderin olduğu ‘eski’ hareketlerden, ‘hemen-şimdi-burada’ya odaklanmaları ve öndersiz olmalarıyla farklılar. Değer yönelimli taleplerinin, hemen-şimdi-burada’ya odaklanmış olması, öncesi olmayan belki sonrası da olmayacak, durumsal ve hızlı örgütlenme ve tepki vermelerini mümkün kılıyor.”[*]
“Yeni toplumsal hareketler”e övgüler düzen anlayışların sınıf dışı karakteri ortadadır. Bu niteliği ile birlikte düşünüldüğünde devrimci Marksistler için ortada yeni bir şey olmadığı da açıktır. Toplumsal sorunlara karşı mücadeleyi işçi sınıfının mücadelesinden ve onun devrim perspektifinden ayrı düşürerek, düzen içi sınırlara hapsedenler, “yeni” olarak nitelendirdikleri toplumsal hareketlere hararetli övgüler düzüyorlar. Marksizmden kopup yeni sulara yelken açan, Yeşil hareketin öncü teorisyenlerinden Rudolf Bahro gibiler de bakış açılarını şöyle ortaya koyuyorlar: “Mesele, açıkça şu: Devrimci özne, bizim şimdiye kadar kullandığımız proletarya kavramının ve onun kavramsal çevresinin sunduğu beklentiler doğrultusunda ‘işlemedi’. Ve biz, gözlerimizi dikmiş, nafile yere, devrimci bir işçi sınıfı arıyoruz; nafile yere, çünkü yaptığımız iş, radyo dalgalarını teleskopla bulmaya çalışmaktır.”
Peki, gerçeklik böyle midir? İşçi sınıfı toplumsal dönüşüm konusunda devrimci özne rolünü yitirmiş midir? Ya da işçi sınıfının devrimci programı bu türden sorunların çözümüne dair bir perspektif ortaya koymamakta mıdır?
Elbette, ne işçi sınıfının devrimci programı kapitalizmin yarattığı bu türden toplumsal sorunlara karşı kayıtsızdır ne de işçi sınıfı kapitalist egemenliği yıkmak ve yeni temellerde bir toplumu örgütlemek yeteneğinden yoksundur. Bilakis bu sorunların çözümünü sağlayacak nesnel koşullar işçi iktidarı ile başlatılacak olan sürecin dışında başka bir yolla oluşturulamaz. Yeni toplumsal hareketler olarak adlandırılan hareketlerin hiçbirisi, konu edindiği sorunlara köklü bir çözüm getirme kapasitesine sahip değildir. Bu hareketlerin en iddialısı ve en çok ilerleme imkânı bulmuş olan Yeşil hareketin ortaya koyduğu pratik bunu net bir biçimde gösterir.
Yeşiller hareketinin siyaseten en ileri taşındığı yer Almanya olmuştur. Çevre kirliliğine, nükleer enerji kullanımına, NATO militarizmine karşı mücadeleyi öne alan Yeşiller hareketi 1980’lerden itibaren Almanya siyasetinde etkili olmaya başlamış, siyasi parti olarak girdiği seçimlerde yüzde 8’ler civarında oy alır hale gelmiştir. 1998 seçimlerinin ardından sosyal-demokrat parti ile birlikte hükümet kurma noktasına bile gelmiştir. Uzun yıllar boyunca da hükümeti oluşturan koalisyonların içinde yer almıştır. Ne var ki, Yeşiller hükümete geldiklerinde, önceki tüm iddialarının aksine, ne NATO’nun emperyalist saldırılarına karşı ne de nükleer santrallerin derhal kapatılması konusunda ısrarlı bir mücadele yürütmüşlerdir. Koalisyon ortağı oldukları hükümet örneğin NATO’nun Kosova’ya yönelik askeri harekâtlarına aktif destek verirken ya da nükleer santralleri çalıştırmaya devam ederken, onlar böylesi bir hükümette kalmakta bir beis görmemişlerdir.
Yeşiller hareketinin bu macerası, çevre sorunlarını kapitalizmden bağımsız olarak ele alan ve bu sorunlara karşı mücadeleyi düzen içine hapseden bir politik hattın sınırlarını çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Böylesi bir anlayış, ne denli radikal biçimlere bürünürse bürünsün, kapitalist sistemle uzlaşmaya mahkûmdur. Araştırmaların ortaya koyduğu tablo, Yeşiller Partisine oy veren kitlenin ağırlıklı bölümünün, entelijansiya, öğrenciler ve beyaz yakalılar gibi küçük-burjuva zihniyete yatkın kesimlerden oluştuğunu göstermektedir. Yani bu tür unsurların desteklediği bu parti kapitalist düzenin yapısal özelliklerinin karşısında duramazdı, durmadı da zaten.
Esas olan işçi sınıfının devrimci mücadelesidir
Burjuva ideologların ya da pek çok akademik Marksistin, Marksizmin “yeni toplumsal hareketlere” konu olan sorunlarda sözü olmadığı ya da yanıldığı yönündeki iddiaları safsatadan ibarettir. Marksist teori ve Marksist hareketin tarihsel deneyimleri; ekolojik sorunların, kentsel yağmanın, insan hakları ihlallerinin, kadın sorununun, etnik ya da cinsel kimliklerinden dolayı baskı altına alınan kesimlerin yaşadıkları sorunların çözümü için sağlam bir çerçeve sunmaktadır. İşçi sınıfının devrimci programı bu sorunlara karşı mücadeleyi de kapsadığı gibi, bu sorunların tam ve tutarlı çözümü için sınıflı toplumun ve özel mülkiyetin tasfiyesine işaret eder.
“Yeni toplumsal hareketler” ise tüm dünyada esas olarak küçük-burjuva ve burjuva muhalefeti temsil ederler ve sınıf doğalarının gereği olarak kapitalist düzeni yıkmaya dönük bir mücadeleden uzak dururlar. Sorunların kaynağı kapitalizm olduğu için kapitalizmi doğrudan hedef almayan hiçbir çözüm önerisi bu yaralara merhem olmaz. Örneğin çevre sorunları söz konusu olduğunda, kapitalistlerin doğayı insanlığın ve genel olarak canlı yaşamın yok olması pahasına tahrip ederek sermayelerini büyütme iştahı, hiçbir sistem içi çözümle engellenemez. Çünkü sermayenin büyümesinin durması kapitalizmin sonu demektir. Kapitalizmin kendisinin doğanın geri dönülmez tahribatının önüne geçmesini beklemek sistemin tabiatına aykırıdır. Keza erkek egemen bir sistem olan kapitalizm altında kadın sorununun çözülebileceğini düşünmek de aynı ölçüde ütopiktir. Kapitalist sömürü sistemini ortadan kaldırabilecek yegâne sınıf ise devrimci proletaryadır ve o bu niteliğini bizzat üretim sürecindeki rolünden almaktadır. Bu yüzden çevre sorunu, kadın sorunu ve benzerleri çerçevesinde örgütlenen hareketler ne işçi sınıfının devrimci mücadelesinin muadili olabilirler ne de onun yerine ikame edilebilirler. Toplumsal devrimin öznesi ve lokomotifi proletaryadır ve bunu ortadan kaldıracak niteliksel bir değişim kapitalizmin özüne aykırıdır. Burjuva ideologların aksi yöndeki bunca yıllık propagandası ve alternatif yaratma çabaları boşa çıkmıştır.
Ne var ki, sınıfsal meşrepleri nedeniyle işçi sınıfı içerisinde sebatlı bir çalışma yürütmekten uzak duran küçük-burjuva sosyalistler, burjuvazinin bu tuzaklarına düşmekten de, sosyalist ideallere meyleden gençleri ve işçi sınıfının kimi unsurlarını bu nafile yollara sürüklemekten de geri durmamaktadırlar. Oysa kapitalizmin ortaya çıkardığı sorunlara karşı mücadele etmeyi samimiyetle önlerine koyan sosyalistler açısından yapılması gereken, bu tür sorunlara karşı da işçi sınıfını seferber etmek üzere sınıf temelinde devrimci bir çalışmaya yönelmektir.
[*] Cem Kaptanoğlu, “Psikososyal Açıdan Gezi Direnişi”, Türki̇ye Psikiyatri Derneği Bülteni, c.16, sayı 2
link: Selim Fuat, “Yeni” Toplumsal Sorunları Kim, Nasıl Çözecek?, Ocak 2014, https://marksist.net/node/3388
Eurosur: Göçmenlere Yeni Sur
Ortadoğu’da Kartlar Yeniden Karılıyor