Gezegenimizin dört bir yanında her gün binlerce insanın katledildiği savaşlar emekçiler için korkunç bir yıkım anlamına gelirken, savaş makinesi, burjuvazi tarafından ekonomiyi canlandıracak bir doping aracı olarak kullanılıyor. Emperyalist devletler ekonomik durgunluktan kurtulmak için savaş harcamalarını alabildiğine körüklerken, silah tekelleri akıl almaz kârlar elde ediyor ve bu kârları sürekli kılmak için daha fazla savaş, daha fazla kan arzusuyla yanıp tutuşuyorlar:
“Askeri harcamalar, (…) kapitalist çıkarlar açısından bakıldığında, ekonomiye olumsuz bir yük teşkil etmek bir yana ekonomik işleyişi hızlandırıcı ve durgunluktan çıkarıcı bir çarpan hizmeti görürler. Bu nedenle, günümüz benzeri kritik dönemlerde kamuoyunu aldatmak için dışarıya ve basına hangi tür haber sızdırılırsa sızdırılsın, finans kapital zirvelerinde kapalı kapılar ardında savaşların nasıl sona erdirileceği ya da askeri harcamaların nasıl kısılacağı gibi konular değil, tam tersi konular tartışılıp karara bağlanır. Kimi entelektüeller ABD emperyalizminin artan savaş harcamaları nedeniyle artık Ortadoğu’da veya Kafkasya’da, Afganistan’da vb. savaşları sürdüremeyeceği ve dolayısıyla barışçı bir politikaya geçiş yapacağı türünden görüşlerle oyalanadursunlar, ABD emperyalizminin ekonomik durgunluk tehlikesine karşı savaş makinesini nasıl körüklediği ortadadır.” (Elif Çağlı, Uzak ve Yakın Tarihin Prizmasından Yansıyan Gerçekler, MT, Ekim 2008)
Başta ABD olmak üzere tüm dünyada son yıllarda hızla tırmanışa geçen silahlanma harcamaları, bu gerçeği tüm çıplaklığıyla gösteriyor. Emperyalist savaşı sona erdireceği yanılsaması yayılan Obama, koltuğa oturuşunun üzerinden daha bir ay geçmeden Afganistan’a 17 bin asker daha gönderme kararı aldı. NATO ise tüm üye ülkelere Afganistan’daki asker sayılarını arttırma çağrısı yaptı. Savaş Afganistan’da sona ermek bir yana her geçen gün bir parça daha yayılarak Pakistan’a sıçramış bulunuyor. Ortadoğu’da Irak ve Filistin ateşi hiç sönmeyen cepheler haline gelmişken, her türlü emperyalist kışkırtmayla Suriye ve İran da savaşın içine çekilmeye çalışılıyor. İran’ın ve Suriye’nin Hamas’ı silahlandırarak İsrail devletine karşı ölümcül bir tehdit oluşturduğunu iddia eden ikiyüzlü emperyalistler ise, milyarlarca dolarlık silah satışlarıyla bölgeyi bir cephanelik haline getirdikleri gerçeğini gözlerden saklamaya çalışıyorlar.
Emperyalist savaşın yayılıp derinleşmesine paralel olarak son on yılda hızla artmaya başlayan silahlanma harcamaları dünya ölçeğinde İkinci Dünya Savaşından bu yana görülen en yüksek düzeye ulaştı. “Soğuk Savaş”ın sona ermesini takip eden yaklaşık on yıllık dönemde silahlanma harcamalarında gözle görülür bir düşüş yaşanırken, 1998’de bu eğilim tersine dönmüş, 2001’de ise yükseliş eğrisi belirgin bir biçimde dikleşmeye başlamıştı. 2007 yılında dünyada askeri harcamaların toplamı 1,3 trilyon doları geçti. Aynı yıl, ABD 547 milyar dolar; İngiltere 59,7 milyar dolar; Çin 58,3 milyar dolar; Fransa 53,6 milyar dolar; Japonya 43,6 milyar dolar; Almanya 36,9 milyar dolar; Rusya 35,4 milyar dolar; İtalya 33,1 milyar dolar; Hindistan 24,2 milyar dolar; Avustralya 15,1 milyar dolar; Kanada 15,2 milyar dolar; İspanya 14,6 milyar dolarlık askeri harcama gerçekleştirdi.
Ortadoğu’da ise 33,8 milyar dolarla askeri harcama rekoru kıran Suudi Arabistan’ı, 12 milyar dolarla İsrail; 11 milyar dolarla Türkiye; 6,5 milyar dolarla İran; 5,7 milyar dolarla Suriye ve 2,7 milyar dolarla Mısır takip etti.[*] Bu tablo, ABD’nin, Suudi Arabistan, İsrail ve Türkiye’yi Büyük Ortadoğu Projesinde bir koçbaşı olarak kullandığının da çarpıcı bir kanıtıdır. ABD’nin Ortadoğu’daki kuklası Suudi Arabistan, askeri harcamalar bakımından Rusya, İtalya ve Almanya gibi büyük emperyalist güçlerle boy ölçüşürken, İsrail ve Türkiye, bölgenin diğer cephanelikleri konumundadır.
Türkiye Savunma Sanayii Müsteşarlığının 2009 yılı “performans programı”na göre, sözleşmesi imzalanıp uygulamaya konulan 74 adet “tedarik projesi”nin toplam bedeli 15 milyar dolar civarındadır. Benzer şekilde İsrail ordusu da, 2009-2012 yılları arasında toplam bedeli 60 milyar doları bulacak devasa bir askeri harcama yapmayı (ABD silah tekellerinden, tanesi 500 milyon dolar civarında olan savaş gemilerinin alımı) planlamaktadır. Sadece bu rakamlar bile, ABD’nin bölgedeki müttefikleriyle beraber Ortadoğu halkları için nasıl bir ölümcül tehdit arz ettiğini çıplak bir şekilde göstermeye yetiyor.
Silah tekelleri daha fazla kan istiyor
ABD Başkanı Eisenhower, 1961’de başkanlıktan ayrılırken yaptığı veda konuşmasında şunları söylüyordu: “Müthiş bir askeri yapının ve büyük bir silah sanayiinin ekonomik, siyasi ve hatta manevi etkisi, her kentte, her meclis binasında, federal hükümetin her ofisinde hissedilmektedir. Bu durumun ağır sonuçlarını kavramalıyız. (…) Bu sınai-askeri yapının hükümet üzerinde sınırsız etki sahibi olmasına karşı uyanık olmalıyız. İktidarın yanlış ellere kaymasının yaratacağı felâket ihtimal dahilindedir ve bu ihtimal her zaman var olacaktır.”
En Büyük 10 Silah Tekelinin 2006 Yılı Satışları (milyar $) | |
Boeing (ABD) | 30,7 |
Lockheed Martin (ABD) | 28,1 |
BAE Systems (İngiltere) | 24,0 |
Northrop Grumman (ABD) | 23,7 |
Raytheon (ABD) | 19,5 |
General Dynamics (ABD) | 18,8 |
EADS (Fransa, Almanya, İspanya) | 12,6 |
L-3 Comm. (ABD) | 9,9 |
Finmeccanica (İtalya) | 8,9 |
Thales (Fransa) | 8,2 |
Eisenhower, silah tekellerinin tüm devleti kuşatan devasa bir güç olduğunu itiraf etmekle birlikte, sanki o sırada iktidar “yanlış eller”de değilmiş ya da söz konusu felâket tüm korkunçluğuyla defalarca yaşanmamış gibi, bir “felâket ihtimali”nden söz ediyordu. Oysa o zaman da, tıpkı öncesinde ve sonrasında olduğu gibi, gerçek iktidar, tekellerin ve bunların en güçlüsü olan savaş tekellerinin elindeydi ve yüzyılın başından ortasına kadar 100 milyondan fazla insanın ölümüne yol açan iki dünya savaşı felâketi yaşanmıştı. Bunun yanı sıra sayısız bölgesel savaşta milyonlarca insan katledilmişti. Şimdilerdeyse her gün bir yenisinin patlak verdiği bir bölgesel savaşlar zinciri biçimine bürünen üçüncü büyük emperyalist paylaşım savaşı yine aynı güçler tarafından körüklenmekte ve dünyanın her köşesi cehenneme çevrilmektedir. Atılan bombalar, kullanılan silahlar, tanklar, toplar, uçaklar, füzeler, milyonlarca emekçiye korkunç felâketler yaşatırken, tüm bunlar savaş baronları açısından daha fazla talep, daha fazla satış, daha çok kâr anlamına gelmektedir.
Silah tekelleri için savaşlar aynı zamanda bir deney ve gösteri alanı niteliği de taşıyor. On binlerce insanın üzerinde test edilen yeni silahların yanı sıra, mevcut silahların da canlı yayınlardan reklâmının yapıldığı bir gösteri sahnesidir söz konusu olan. Son Gazze katliamı bunun en yakın örneğidir. 1,5 milyon Filistinlinin yaşadığı Gazze, üzerinde kocaman harflerle USA yazan yeni bombaların insanlar üzerindeki etkilerinin denendiği bir test sahasına dönüştürülmüştür. Geceyi gündüze çevirircesine ve bir havai fişek gösterisi yapılıyormuşçasına ışık saçan ABD menşeli fosfor bombaları yüzünden yaşamını yitirip ağır yanıklarla yaralanan binlerce Filistinli, emperyalist savaşın kirli amaçları uğruna kurban edilmelerinin yanı sıra bir de bu bombalar için kobay olarak kullanılmışlardır.
Emperyalizm tekellerin egemenliğindeki kapitalizm demektir ve çağımızda silah tekelleri bu tekellerin en güçlüleri arasında yer almaktadır. AEG, Daimler-Benz, Man, Krupp, General Motors, General Electric, IBM, Simens gibi adını çok farklı alanlardaki üretimleriyle duyurmuş dünya devleri, aynı zamanda silah üretimi alanında faaliyet gösteren büyük tekellerdir. Bunların hisse senetleri ise kârlı yatırım araçları olarak tüm dünyada yüzlerce şirketin portföylerine dağılmıştır.
Emperyalizm çağında, savaş, bir yandan körüklenen askeri meta üretimi sayesinde ekonomik canlanma sağlarken, diğer yandan yeni pazarlar elde edilmesini ya da mevcut pazarların derinleştirilmesini sağlayan bir araçtır da. New York Times gazetesinde Amerikan emperyalizminin borazanlığını yapan Thomas Friedman, McDonald’s gibi en masum görünen tekellerin büyümesi için bile McDonell Douglas gibi silah tekellerinin varlığının zorunlu olduğunu şu sözlerle dile getiriyordu: “Küreselleşmenin işleyebilmesi için Amerika sınırsız bir süper güç olarak hareket etmekten korkmamalıdır. Piyasanın gizli eli, gizli bir yumruk olmadan asla işleyemez; McDonald’s, F-15’leri imal eden McDonnell Douglas olmaksızın büyüyemez. Ve dünyayı Silikon Vadisi teknolojileri için güvenli kılan gizli yumruk ABD ordusudur…”
Böylece “piyasanın gizli eli”nin gerçekte ne olduğuna da açıklık getirmiş olan Friedman, Irak savaşını, “Marshall Planından bu yana ABD’nin en önemli liberal, devrimci, demokrasi inşa projesidir” diyerek selamlıyor ve “ABD’nin şimdiye dek dışarıda giriştiği en soylu işlerden birisi” olarak niteliyordu. Bu “soylu iş” sayesinde silah tekelleri milyarlarca dolar kâr etti, Irak halkının geleceği onyıllar boyunca Amerikan ve İngiliz petrol tekellerine ipotek edildi, silah tekelleri büyürken bir yandan da onların “F-15”leri aracılığıyla inşaattan gıdaya her alanda emperyalist tekellere yeni pazar alanları yaratıldı. Friedman’ın sözünü ettiği “gizli yumruğun” 1 milyondan fazla Iraklıyı katletmesi ve binlerce yıllık uygarlık mirasını yerle bir etmesi ise söz konusu “demokrasi inşa projesi”nin kefareti olsa gerekti!
Tekellerin çıkarları için yüz binlerce insanın katledilmesini “soylu bir iş” olarak değerlendirenlerin egemenliğinin cisimleştiği kapitalizmden insanlık adına en ufak bir hayır beklenebilir mi? “Hamburger” satmak için bombardıman uçaklarını seferber etmekten çekinmeyen böylesi korkunç bir sömürü sisteminin barışçıl olmasını ummak mümkün müdür? Emperyalizm çağıyla birlikte tarihsel olarak tüm ilerici misyonunu yitirip toplumsal yaşamı çürüten kokuşmuş kapitalizmden, barış, demokrasi, özgürlük ve vicdan bekleyenler, son bir asırda milyarlarca insanın bizzat bu sistemin yarattığı felâketlere kurban edilmelerine göz yuman ikiyüzlülerdir. Böylesi kapitalizm özürcülerinin tek misyonu, bu kanlı sistemi emekçi kitlelerin gözünde aklayarak, onların yaşadıkları acılara sessizce katlanmalarını ve egemenlere boyun eğmelerini sağlamaktır.
Bu sistem kendi haline bırakılırsa, üreteceği tek şey, insanlık için daha fazla acı, daha fazla felâket ve sınırsız bir yıkım olacaktır. İnsanlığı yeni felâketlerden ve sonsuz yıkımdan kurtarabilecek tek güç, kapitalizmi alaşağı etmek üzere ayağa kalkacak devrimci işçi sınıfıdır. Ve onun tek bir bedende cisimleşmiş güçlü yumruğu karşısında hiçbir “gizli yumruk” ayakta duramayacaktır!
link: İlkay Meriç, Emperyalist Savaş Makinesi Körükleniyor, 1 Mart 2009, https://marksist.net/node/2072
Bolivya ve Venezuela Referandumları
İşsizler Hareketinin İmkân ve Sınırları