

Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat), 2024 yılı haftalık çalışma saatlerine ilişkin bir rapor yayımladı. Rapora göre 43,1 saatlik ortalamayla Türkiye, Avrupa’nın en uzun mesai yapan ülkesi oldu. Avrupa Birliği’nde (AB) ortalama çalışma süresi 36 saat. OECD ülkeleri arasında da Türkiye’de haftada 60 saatten fazla çalışanların oranı %15 iken, OECD ortalaması %4’lerde.
Çalışma saatlerinde Avrupa birincisi olan Türkiye, iş cinayetlerinde de dünyada üçüncü, Avrupa’da birinci sırada. Yine Eurostat verilerine göre 2022’de Avrupa genelinde 3286 işçi çalışırken yaşamını yitirdi. Aynı yıl Türkiye’de İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisine göre en az 1843 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. İSİG Meclisinin verileriyle hazırlanılan raporlarda AKP iktidarı döneminde en az 33 bin işçinin iş cinayetinde yaşamını yitirdiği ifade ediliyor. Bu on binlerin içinde henüz hayatının baharında gençlerimiz, küçücük bedenleriyle çocuklarımız ve 65 yaşın üstünde emeklilerimiz var!
İSİG Meclisinin son raporuna göre 2025’in ilk dört ayında iş cinayetlerine kurban gidenlerin sayısı 611’e ulaştı. Nisanda kaybettiğimiz en az 152 işçinin 8’i çocuk işçiydi. 65 yaş ve üstünde de 9 işçi öldü. Yine bu ayda ölen işçilerin 4’ü kadın, 7’si göçmen işçiydi. İşçilerin sadece 6’sı bir sendikanın üyesiydi. İSİG Meclisinin 2013 yılı ile 2025 yılının ilk 4 ayına ait “Genç İşçiler İş Cinayetleri” raporu da çarpıcı veriler içeriyor. Rapora göre söz konusu tarih aralığında en az 2728 genç, iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Yaşamını yitiren gençlerin 284’ü mülteci ya da göçmen.
Görülen o ki, Türkiye’deki mevcut çalışma rejimini “ölümüne çalışma” diye betimlemek abartı olmaz. Ne var ki bu ölümüne çalışmaya karşın, ücretler alabildiğine düşük. Ekonomik krizin derinleşmesi, alım gücünün dibe vurması emekçilerin iktidar ve sermaye eliyle sürüklendiği darboğazı büyütüyor. Dünyadaki en uzun çalışma saatleriyle gece gündüz sermayeye artı-değer üreten işçilerin posası çıkıyor ama yine de en temel ihtiyaçların dahi karşılanabileceği ücretler verilmiyor. Asgari ücretin en düşük olduğu ülkelerden biri Türkiye. İşçi sınıfının ezici çoğunluğu asgari ücretle ya da ona yakın ücretlerle çalışıyor. Güncel rakamlarla kıyaslandığında asgari ücret 74.552 lira olan yoksulluk sınırının kıyılarına dahi ulaşamıyor. Ücretler hiçbir temel ihtiyacı karşılamazken, iktidarın bilinçli politikalarıyla azgınlaşan “enflasyon canavarı” ücretleri yutmaya devam ediyor. DİSK-AR’ın geçtiğimiz ay yayınladığı bir araştırmada enflasyonun 2025’in sadece ilk dört ayında ücretlerde 177 milyar lira kayba yol açtığı vurgulanıyor.
Hal böyle olunca işçi ve emekçiler tek çare olarak cüzdanlarındaki kredi kartlarına yenilerini eklemeyi akıllarına getiriyorlar. Çeşitli araştırmalar, bankaların bireysel kredi ve kredi kartı borcundan dolayı icra takibine aldığı kişi sayısının her ay yüz binlerce arttığına işaret ediyor. Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi verilerine göre, Mart 2024 itibarıyla 42 milyon 159 bin kişinin bankalara veya finans kuruluşlarına kredi kartı, bireysel kredi ya da kredili mevduat hesabı borcu bulunuyor. 2025 yılında icra dairelerine eklenen yeni dosya sayısı 3 milyon 448 bini aşmışken devam eden dosya sayısı ise 23 milyon 329 bin oldu. Bu veri 85 milyonluk Türkiye’de neredeyse ortalama her 4 kişiden birinin icra dairelerine yolunun düştüğünü gösteriyor. Çocuklar ve 18 yaş altı nüfusu hariç tutarsak kişi başına düşen icra dosyası sayısı 3-4’e çıkıyor. Kısacası aşırı çalışma, düşük ücretler ve iş cinayetlerinin olağanlaştığı Türkiye’de işçi sınıfı aynı zamanda borç batağında yüzüyor.
Tüm bu ağır koşullara kapitalizmin alâmetifarikalarından işsizlik illetini de eklemek gerek. Sermaye birikim sürecinin kaçınılmaz sonucu olan işsizlik belası hem Türkiye hem dünyada işçi sınıfının en önemli sorunlarının başında geliyor. DİSK-AR’ın 30 Mayısta kamuoyuyla paylaştığı İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu, işsizliğin vahim boyutlarını gözler önüne seriyor. Raporda 13 milyon kişiye çıkan geniş tanımlı işsiz sayısının 2014 Ocaktan beri en yüksek düzeyine ulaştığı vurgulanıyor. Raporda tespit edilen yüzde 32’lik oran son 136 ayın rekoru! Buna göre, Nisan 2024’te yüzde 27,4 olan geniş tanımlı işsizlik oranı Nisan 2025’te tarihi zirvesini yaparak yüzde 32’yi aştı. Geniş tanımlı işsiz sayısında bir yıllık artış 2 milyon 229 binken, sadece son aydaki artış 1 milyon 240 bin oldu.
Genç işsizlik tablosu daha da vahim. Malûm artık literatürde “ev genci” diye bir tanım var. NEET gençliği olarak da ifade edilen bu tanım eğitimde ve istihdamda olmayan gençleri ifade ediyor. Araştırmalara göre Türkiye’nin NEET oranı AB üyesi ülke ortalamasının 2,4 katı. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana gençlerde geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 26’dan yüzde 37,5’e yükseldi. Genç kadınlarda geniş tanımlı işsizlik ise daha yüksek oranda seyretmeye devam ediyor. TÜİK’in şaibeli verileri dahi Türkiye’de gençliğin geleceksiz bırakıldığının kanıtıdır.
İşçi sınıfını aşırı çalışmaya ve yaygın işsizliğe mahkûm eden bu can yakıcı tablo elbette bir anda oluşmadı. Küresel ölçekte uygulanan neoliberal saldırıların kapitalizmin tarihsel sistem kriziyle birlikte iyice azgınlaşması ve mevcut rejimin faşist niteliği bu tablonun oluşmasında önemli etmenlerdir. Ancak esas belirleyen her zaman olduğu gibi sınıfsal güç dengeleri ve onu da belirleyen örgütlülüktür. Türkiye işçi sınıfı 12 Eylül askeri faşist darbesinden bu yana çeşitli sebeplerle örgütsüzlük duvarını henüz kıramadı. İşçiler sınıf bilincinden yoksun örgütsüz yığınlar halinde rejimin ve kapitalizmin her türlü saldırısına karşı savunmasız durumdalar. Emekçi kitleler nice zorlukla, engelle, sorunla boğuşmaktadırlar. Ancak asıl engelin kapitalizm olduğu her alanda ayan beyan ortadadır. Ve bu engelle birlikte sermayenin saldırılarına son verecek olan işçi sınıfının örgütlü gücüdür.
Tersinden söyleyecek olursak, bilinç ve örgütlülük düzeyinin geriliği, burjuva iktidar ve sermaye açısından yıllardır nimetlerin en büyüğü oldu. Bu sayede faşist rejim ve sermaye sınıfı işçi sınıfını her anlamda mümkün olan en yoğun biçimde sömürmekte hiçbir zorluk çekmedi, çekmiyor. Aynı şekilde başta CHP olmak üzere burjuva muhalefet bu geriliğin yarattığı boşluğu meşrebince doldurmak için bugünlerde kendi siyasetinde vites yükseltmiş durumda. Ancak tarih burjuvazinin hiçbir kanadından işçi sınıfına hayır gelemeyeceğinin örnekleriyle doludur. Bugün de işçi sınıfı kendi öz gücüne, tarihine ve siyasetine yabancılaştırılarak egemen sınıfın kuklası haline getirilmeye çalışılıyor. İktidarından muhalefetine burjuva siyaset bu amaca hizmet ediyor. Ve sadece ekonomik olarak değil, siyasi ve toplumsal olarak da yıkımın ve çürümenin bedelini işçi sınıfı topyekûn ödüyor.
Türkiye’de işçi-emekçilerin hali pür melali böyle. Ancak Türkiye’den görece daha iyi durumda olmaları dünyanın kalanında hayatın güllük gülistanlık olduğu anlamına gelmiyor. Aksine mevcut tarihsel kriz ve emperyalist savaş koşullarında Türkiye özelinde sıraladığımız tüm bu sorunlar küresel niteliğe bürünmüş durumdadır. Dünyanın hiçbir ülkesinde emekçiler huzur içinde bir yaşam sürmüyorlar. Her yerde ekonomiden politikaya, kamusal yaşamdan gündelik hayata değin sistemin çürümüşlüğünün semptomu sayılabilecek nice kriz ve hastalık pıtrak gibi çoğalıyor. İşçi sınıfı neredeyse her ülkede egemen sınıfların ekonomik, sendikal ve siyasal baskılarına maruz kalıyor. Bu açıdan düşündüğümüzde Türkiye özgün koşullarıyla birlikte çürüyen kapitalizmin minyatüründen başka bir şey değildir. Türkiye somutunda aktardığımız tablo kapitalizme ve onun akıldışı doğasına ayna tutmaktadır.
Kapitalizm öylesine akıl dışı bir sistemdir ki, bir yandan yapay zekâ teknolojileriyle uzaya koloniler kurma planları yapan kapitalistler öte yandan dünya nüfusunun büyük bir bölüğünü vahşi kapitalizm dönemlerini aratmayan kölelik koşullarına mahkûm ediyorlar. En az işçiye en fazla işi yaptırma mottosuyla hareket eden burjuvazinin dünyanın her yerinde ücretli kölelik cehennemleri yarattığını görüyoruz. Örneğin en basitinden mevcut koşullarda dahi işgününün birkaç saate inmesi mümkün. Bunun için tüm işlerin çalışabilir durumdaki herkese paylaştırılması dışında hiçbir şey yapılmasına gerek yok. Ama kapitalizm buna izin vermiyor. Yüz milyonlarca insan işsizken yüz milyonlar aşırı çalışarak ömür tüketiyor. Hele de kayıt dışı çalışmanın yaygın olduğu, göçmen emeğinin sınırsızca sömürüldüğü işkollarında çalışma süresi insani süreleri fazlasıyla aşıyor.
Haftalık ve günlük çalışma sürelerinin düşürülmesi burjuvazi tarafından ara ara gündeme getiriliyor. Hatta kimi ülkelerde bu doğrultuda denemeler yapılıyor. Fakat kapitalizmin kriz dönemlerinde yaygınlaşan bu arayışlar, canlanma yaşanmaya başladığında geri çekiliyor. Mesela günümüzün riyakârlık abidelerinden Bill Gates katıldığı bir programda inovasyon teknolojileri sayesinde artık çoğu şey için insanlara ihtiyaç duyulmayacağını ve bu nedenle işyerlerinin neye dönüşeceğini yeniden düşünmek gerekeceğini söylüyor. Gates’e göre yapay zekâ sayesinde 10 yıl içinde insanlar haftada sadece iki gün çalışabilecek. Gates, haftada üç gün çalışmanın norm haline geldiği bir duruma ulaşılabileceğini daha önce de açıklamıştı ve eklemişti: “Dünyanın daha fazla boş zamanla ne yapacağını bulması gerekecek.”
Kapitalistlerin işgününü kısaltmaktan bahsederken kendi ideolojilerinden bağımsız düşünmediklerini, sınıfsal meşreplerince meseleye yaklaştıklarını biliyoruz. Bir yandan ideolojik manipülasyonlarını devam ettirerek teknolojiye “kerameti kendinden menkul şeyh” rolü biçip alttan alta kapitalizm güzellemeleri yapıyorlar. Öte yandan kendi şirketlerinde insanca yaşam koşulları isteyen işçileri nankörlükle suçlayıp çok çalışmanın erdemlerinden söz ediyorlar. İşlerine gelmeyince de verimlilik bahanesiyle binlerce işçiyi gözlerini bile kırpmadan kapının önüne koyuyorlar. Kriz derinleşirken, kapitalistler çareyi yine işçi çıkarmakta, ücretleri düşürmekte, krizin yükünü her şekilde işçi sınıfının sırtına yüklemekte arıyorlar. Gates’in sahibi olduğu ABD’li teknoloji devi Microsoft da çalışan sayısını yüzde 3 azaltacağını bildirdi.
Emek üretkenliğinde gelinen aşamayla birlikte günde 3-4 saatlik çalışma bugün de mümkün. Ancak kapitalizmin yasaları var oldukça bu sadece temenni düzeyinde kalabilir. Kapitalizmin yarattığı mevcut koşullarda sınıf mücadelesiyle yasalaşan 8 saatlik işgünü dahi işçi sınıfının büyük çoğunluğu için hâlâ hayal düzeyindedir. Uzayan iş saatleriyle, düşük ücretlerle, iş cinayetleriyle, işsizlik illetiyle kapitalizm tarafından hayatı çepeçevre kuşatılmış işçi sınıfının kendini ve gezegeni kapitalizmden kurtarmaktan başka şansı yoktur. Kapitalizm engeli ortadan kaldırıldığında “insanlık, sınıfların olmadığı, üretici güçlerin gelişiminin önünde doğa dışında hiçbir engelin bulunmadığı, çalışmanın zevk haline geldiği, insanların kendilerini sınırsızca geliştirebilecekleri bir topluma, komünist topluma doğru ilerleyecektir. İşte o zamandır ki, bugün kapitalist üretim tarzı nedeniyle bir dolap beygiri haline getirilmiş ve kendi doğasına yabancılaşmış insanın insan olmasının önündeki her türlü engel de ortadan kalkmış olacaktır. Ve insanlık, Engels’in dediği gibi, zorunluluklar dünyasından özgürlükler dünyasına sıçrayacaktır.”[*]
[*] İlkay Meriç, Zorunluluklar Dünyasının Uzun Çalışma Saatleri, 15/9/2005, https://marksist.net/node/7180

link: Can Aytekin, Ölümüne Çalışmak, Düşük Ücretler, İşsizlik… Kapitalizm Yıkılmalı!, 11 Haziran 2025, https://marksist.net/node/8528
İzmir Belediye İşçilerinin Grevinin Açığa Çıkardıkları