Ey şiir, bugün dinlenebilirsin.
Açlığın mahvettiği bir dünya şiirsel değildir.
Dolunay yanmış ekmeğe benziyor.
1943 yılında henüz İngiliz sömürgesi olan Hindistan’ın Bengal eyaleti, 1 ilâ 3 milyon insanın ölümüne yol açan “Büyük Kıtlık” günlerini yaşadı. Dünyanın en bereketli toprakları, İngiliz egemenlerinin acımasız toprak politikaları yüzünden açlığı, kıtlığı ve vahşeti gördü. Kıtlık günlerinde bu dizeleri kaleme alan Bengalli şair Sukanta Bhattacharya “ben kıtlığın şairiyim” diyordu, henüz 19 yaşındayken. 18’inde Hindistan Komünist Partisine katılan Sukanta 21’ine varamadan tüberküloza yenildi. Genç ömründen geriye açlığa, kıtlığa, zulme ve yoksulluğa savaş açan, sömürüsüz dünya özlemi kuran dizeler bıraktı.
O kıtlık ve savaş yıllarından bugüne şiirselliğini tümden yitirmiş bir dünya, uçurumun ağzında bir insanlık, yok oluşun eşiğinde bir doğa kaldı. Üretici güçlerin ilerleyişiyle, teknolojinin muazzam ölçülerde gelişmesiyle geçen yıllar ne açlığı, yoksulluğu ve savaşları bitirdi ne de kıtlık tehlikesini. Bolluk ve bereket üreten dünya işçi sınıfının acılarına her gün yenisi eklendi. Bugün insanlığın önünde köhnemiş bir duvar gibi duran kapitalist üretim düzeni, insanlığa en çelişkili, en çetin çağı yaşatıyor. Bir tarafta zenginlik yoğunlaşırken diğer tarafta yoksulluk alabildiğine yaygınlaşıyor. Açlık ve yoksulluk bozkırları tutuşturan bir yangın gibi dünyayı kasıp kavuruyor.
1867’de Karl Marx, “bir kutuptaki zenginlik birikimi, aynı zamanda, öteki kutuptaki, yani kendi emeğinin ürününü sermaye olarak üreten sınıfın yer aldığı karşı kutuptaki sefalet, acı, kölelik, cehalet, vahşileşme ve manevi bozulmanın birikimidir” demişti. Marx’ın kapitalist sistemin işleyişini derin analizleriyle ortaya koyduğu eseri Kapital’de geçen bu satırların kaleme alınmasının üzerinden 155 sene geçti. Tarihi sonuna doğru ağır aksak yürüyen kapitalist sistem öyle bir dönemece girdi ki Marx’ın anılmadığı, Marksizmin haklılığının ortaya serilmediği bir gün bile geçmedi.
“Emek zenginler için harikalar, ama işçi için yoksunluk üretir. Saraylar, ama işçi için inler üretir. Güzellik, ama işçi için solup sararma üretir. Emeğin yerine makineleri geçirir, ama işçilerin bir bölümünü barbar bir çalışma içine atar ve öbür bölümünü de makine durumuna getirir. Us, ama işçi için budalalık, aptallık üretir.” 1844 Elyazmaları’nda yer alan bu satırlarıyla Marx yine “anlatılan senin hikâyendir” der. Kapitalist üretim düzeninde yoksulluğun, bolluğun kendisinden doğduğunu anlatır. Çünkü kapitalizm, üretim ilişkilerinin niteliği gereği bir tarafta zenginliği yoğunlaştırıp diğer tarafta yoksulluğu yaygınlaştıran ve sürekli olarak toplumsal eşitsizlik üreten bir ekonomidir.
Marx’tan bu yana kapitalizmin temel işleyiş yasaları değişmedi. Eşitsizlik uçurumu genişleyerek ve içine milyonları çekerek büyümeye devam etti. Bugünü yüz yıl öncesiyle kıyaslayarak ve işçilerin yaşam standartlarındaki artışa bakarak sefaletin azaldığını söyleyen safsataların aksine bolluk ile yokluk arasındaki tezatlık genişledi. Elif Çağlı’nın Büyüyen İşçi Sınıfı adlı çalışmasında dile getirdiği gibi,
“… kapitalist gelişmenin doğal bir sonucu olarak, işgücünün kendini yeniden üretebilmesi için gerekli ihtiyaç maddelerinin kapsamı genişledi. Böylece proletaryanın tüketim kalıpları da kapitalizmin ilk dönemlerine oranla büyüdü. Fakat kapitalist düzenin eşitsizliğinin ve adaletsizliğinin somutlandığı göreli (nispî) yoksullaşma ortadan kalkmadı. Tersine kapitalizm geliştikçe işçi sınıfının nispî yoksullaşması da arttı. Çünkü işgücünün değerini yalnızca fiziksel ihtiyaçlar değil, toplumsal ihtiyaçlar da belirler. Kapitalist gelişme emeğin üretkenlik gücünü arttırıp artı-değer sömürüsünü yoğunlaştırırken, toplumsal ihtiyaçları da çeşitlendirmektedir. İşçiler kendilerinden önce gelen işçi kuşaklarına oranla daha iyi bir durumda olsalar da (ve kimi dönemler bunun tersi de pekâlâ mümkündür), içinde yaşadıkları dönem itibarıyla gerçeklik kazanmış bulunan toplumsal ihtiyaçlarını karşılamak bakımından göreli bir yoksullaşma içindedirler.”
Üstelik önceki işçi kuşaklarıyla karşılaştırıldığında bugün işçi sınıfı yaşam standartlarını derinden sarsan küresel bir hayat pahalılığı krizi eşliğinde mutlak bir yoksullaşma da yaşıyor. Kapitalizm, “vahşi” dönemlerden bugünün “modern dünya”sına, Marksizmi doğrulaya doğrulaya tarihsel sonuna yaklaşıyor. Ama insanlığı da bir var oluş mücadelesinin içine itiyor. Jack London’ın anlattığı 1900’lü yılların başındaki Londra’nın Doğu yakasındaki “uçurum insanları”, bugün dünyanın her yerine yayılıyor. Milyonlarca insan açlık ve yoksulluk girdabına sürüklenirken, zaten var olan milyarlık orduyu daha da büyütüyor. Tüm dünyada yoksulluk girdabı büyürken tepedeki bir avuç azınlık en iyi zamanlarını yaşıyor. Dev şirketler kâr rekorları kırmaya, “en zenginler” servetlerini astronomik ölçülerde katlamaya, kapitalist ekonomi çarkı dönmeye devam ediyor. Peki, milyarderlerin serveti ne pahasına büyüyor?
Milyarderlerin serveti, milyarların sefaleti
Forbes dergisine göre, şu anda dünya çapında 12,7 trilyon dolar gibi akıl almaz bir servete sahip 2668 milyarder var. Uluslararası yardım kuruluşu Oxfam’ın “Acıdan Kâr Ediyorlar” başlıklı son raporuna göre ise, en zenginler listesinin Bezos, Musk gibi daimi üyeleriyle birlikte 40 plütokrat, nüfusun %40’lık kısmının yani 3,1 milyar insanın toplam servetine sahip. Milyarlar için işsizlik, hastalık, ölüm getiren Covid-19 pandemisi, en tepedekiler için tam anlamıyla bir lütuf oldu. Milyarderlerin serveti salgının ilk 24 ayında son 23 yılın toplamından daha fazla artış gösterdi; salgın döneminde 573 kişi daha dolar milyarderleri listesine eklendi. Pandemi, yalnızca ilaç sektöründe 40 yeni milyarder yarattı.
Pandeminin ardından şimdi de enerji ve gıda krizi, dev şirketler için vurgun kapısı oluyor. Gıda ve enerji sektörlerine hâkim olan dev şirketler daha önce hiç olmadığı kadar büyük kârlar elde ediyorlar. Son iki yılda gıda ve enerji milyarderlerinin serveti 453 milyar dolar arttı, aynı dönemde 62 yeni gıda milyarderi ortaya çıktı. Gıda ve hammadde fiyatlarında yapay bir tırmanışa sebep olan finansal spekülasyonlar bu alanda vurgunu, dolayısıyla da yeni milyarderlerin sayısını arttırıyor.[1]Ukrayna-Rusya savaşı küresel gıda krizini şiddetlendiren sebeplerden biri iken, savaş perdesinin arkasında petrol ve doğalgaz fiyatlarında kesintisiz bir yükseliş başlatan dev enerji tekellerinin üretim ve fiyatlar üzerindeki kartel uygulamaları kâr rekorlarının peş peşe ilan edilmesiyle sonuçlandı.
“Amerikalılar benzin, gıda ve diğer ihtiyaç maddelerini karşılamak için mücadele ederken ABD’nin en büyük petrol şirketleri son birkaç ayda rekor kârlar kırdı. Cuma günü, ExxonMobil ikinci çeyrek için eşi benzeri görülmemiş 17,85 milyar dolarlık bir kâr bildirdi. Bu bir önceki yılın aynı dönemine göre neredeyse dört kat daha fazla. Chevron ise 11,62 milyar dolarlık rekor kırdı. Bu astronomik kârlar İngiltere’deki Shell’in kendi rekorunu kırmasından bir gün sonra açıklandı. … Rekor kârlar en büyük petrol şirketlerinin yılın ilk çeyreğinde elde ettiği benzer şekildeki büyük kazançların ardından geldi.”[2] 29 Temmuz 2022 tarihli bu haberde sözü edilen bu astronomik kârlar, Amerika’dan Avrupa’ya emekçilerin enerji faturalarının şimdiden kabardığı bir dönemde, ısınma sorununun can yakacağı kara kışın arifesinde gerçekleşiyor.
Oxfam’ın küresel eşitsizlikle ilgili son raporlarına göre konuşacak olursak; gıda ve enerji milyarderleri 2 günde bir 1 milyar dolar zenginleşiyor, aşı sektörünü elinde tutan Moderna ve Pfizer gibi şirketler saniyede bin dolar kâr elde ediyor. Saniyeler zenginlere daha fazla zenginlik, yoksullaraysa daha fazla yoksulluk getiriyor. Emperyalist tekeller kârlarını büyütürken kitlesel açlık, yaygın ve derin bir kıtlık tehlikesi kapıda bekliyor. Raporlara göre bu yıl 263 milyon insan daha aşırı yoksulluğa düşebilir. Bu da her 33 saatte bir kişinin aşırı yoksulluğa düşebileceği anlamına geliyor! Günde 1,9 doların altında bir gelirle yaşamak zorunda kalan kişi sayısının ise 860 milyona çıkacağı öngörülüyor. İşte milyarderlerin serveti milyarların sefaleti pahasına büyüyor!
Türkiye’de yoksulluk manzaraları
Nerede olursak olalım, evde, işyerinde, okulda, sokakta; konumuz yoksulluğumuz. Elektrik ve doğalgaza, ev kiralarına, temel ihtiyaç malzemelerine, gıdaya, giyime, her şeye fahiş zamlar yapılırken yoksulluk bir çığ gibi büyüyor, emekçilerin yaşam standartları tepetaklak geriliyor. Hayat pahalılığı tüm dünyayı kasıp kavururken Türkiyeli emekçiler dünya genelinin çok ötesinde bir yoksullaşmanın içine itiliyor. Türkiye’de mevcut rejimin izlediği politikalar yüzünden Türkiye işçi sınıfı görülmemiş boyutlarda işsizlik, yoksulluk, güvencesizlik kıskacında yaşam savaşı veriyor.
Öyle bir yoksullaştırıcı politikayla karşı karşıyayız ki, bugün Türkiye’de yıllık enflasyon yüzde 170’lerin üzerine çıkmış, emekçiler en yaşamsal ihtiyaçlarını bile karşılayamaz duruma gelmiştir. Rejimin uyguladığı iktisadi politikalarla, ülke tarihinde görülmemiş yağma ve talan dalgasıyla ekonomi çarkı sermayenin kârını katlayarak, eşitsizlik uçurumunu derinleştirerek dönmeye devam ediyor. Türk-İş Temmuz ayı açlık ve yoksulluk sınırını açıkladı. Açlık sınırı son bir ayda 448 lira artarak 6839 liraya, yoksulluk sınırı ise son bir ayda 1460 lira artarak 22.278 liraya yükseldi. Açlık ve yoksulluk sınırı sadece bir yılda yüzde 135 oranında artış gösterdi. Öte yandan gizlenen gerçek enflasyon karşısında ücretler eridikçe eriyor, her geçen gün daha da yoksullaşan işçi sınıfı ağır bir geçim sıkıntısı altında nefes alamaz hale geliyor.
Açlık ordusu büyüyor, egemenlerin korkusu da…
Dünyanın neresine gidersek gidelim, açlık ve yoksulluğun kara kıtası Afrika’dan en gelişmiş ülkelerin ışıltılı caddelerine, yoksulluk manzaraları her yerde. Dünya genelinde büyüyen yoksulluk raporların soğuk dilinin ötesine taşarak, kabaran faturalarda, gıda bankalarında uzanan kuyruklarda, işsizlikten evsizliğe düşen sayısız insanın çaresizliğinde kendini gösteriyor. Kapitalizm insanlık için varoluşsal bir tehdit oluşturuyor.
Uluslararası kuruluşların her biri bir öncekini aşan boyutlarda ve çarpıcılıkta veriler içeren raporları, küresel eşitsizliğin geldiği boyuta ve insanlığı bekleyen tehlikelere işaret ediyor. Ancak her bir raporun sonu, kapitalist efendilere seslenen harekete geçme çağrılarıyla ve sosyal ve ekonomik eşitsizliği dengeleyecek “çözüm önerileri” ile bitiyor. “En zenginlere servet vergisi”, “şirketlere kâr vergisi”, “daha adil bir ekonomi politikası” gibi kulağa hoş gelen öneriler sıralanıp duruyor. Fakat yoksulluğu üreten sistemden yoksulluğu azaltmasını beklemek, vahşetin kendisi olan düzeni “vicdanlı” olmaya çağırmak bir aslandan pençelerini yok etmesini istemek kadar akıl dışıdır! Bu çürümüş düzeni ve onun yarattığı yoksulluğu ortadan kaldırmak “hayırsever” zenginlerin ya da vergi rekortmenlerinin işi değil, bu sistemi tarihin çöplüğüne atacak dünya işçi sınıfının görevidir.
“Zenginler aslında yoksulların bir şey hakkında yüksek sesle şikâyet etmelerinden hoşlanmıyorlar; sinir bozucu, rahatsız edici buluyorlar! Ve yoksulluk her zaman sinir bozucudur. Açlık inlemeleri galiba uykularına engel oluyor!” der Dostoyevski, İnsancıklar adlı eserinde. Büyüyen açlık ordusunun açlık inlemeleri bugün de efendilerin uykusunu kaçırıyor. Kitlesel ve yaygın bir açlık tehlikesi insanlık için bir tehdit olduğu kadar burjuvazi için de tehlikenin habercisidir. İçine girdiği tarihsel krizi pandemiyle açıklayan, tam pandemiyi “kontrol” altına aldığı ve krizden çıktığı mavallarını sıralarken patlayan “enerji ve gıda krizi”ni ise Ukrayna’da patlak veren savaşa bağlayan, krizden krize savrulan, her krizini arızi bir krizmiş gibi sunsa da içinden çıkamadığı bataklıkta debelenen burjuvazi de büyük bir endişe içerisinde. Açlık ve yoksulluk homurtularının giderek büyük toplumsal patlamalara dönüşmesinden korkuyorlar. Ancak korkunun ecele faydası yok!
Bugün dünya meydanlarını dolduran, iktidarları deviren, sermayenin azgın saldırılarına karşı kitlesel grevlerle sınıf mücadelesini yükselten dünya işçi sınıfı egemenlere korku salıyor. Mülksüzleştirenlerin egemenliğinin son bulacağı, mülksüzlerin yani işçi sınıfının örgütlü mücadelesiyle yıkılacağı, açlığın ve yokluğun yok olup yerine insanlığın ve doğanın ihtiyaçlarının gözetildiği bolluk düzeninin geleceği günler çok daha yakın, çok daha mümkün! “Kapitalizmin yarattığı eşitsizlik, adaletsizlik ve zulmün geniş kitlelerin bağrında uyandırdığı isyan duygusu, dünyanın kaderini değiştirecek büyük toplumsal devrimler çağına girildiğini müjdeliyor. Toplumsal sorunların yegâne çözümünün kapitalizmin yıkılmasından ve dünya üzerinde sosyalist bölüşüm ilişkilerinin egemen kılınmasından geçtiği gerçeği gün geçtikçe daha da aşikâr hale geliyor. Tüm belirtileriyle birlikte kapitalist sistemin açmazlarının içinden sosyalizm insanlığa göz kırpıyor!”[3]
[1] Ayrıntılı bir okuma için bkz. Demet Yalçın, Gıda Krizinin Kaynağı Kapitalizmdir, marksist.com
[3] Elif Çağlı, Kapitalizm Çıkmazda, marksist.com
link: Suna Akaltan, Bizim Açlığımız, Onların Serveti , 8 Eylül 2022, https://marksist.net/node/7745
Gorbaçov Kimdi, Yıkılan Neydi?
“Bir de Düşün «Yok» Dediğini!”