Başbakan Ahmet Davutoğlu, seçimlere sayılı günler kala Türkiye’nin ekonomisini ellerinde tutan tekelci patronları toplayarak bir “zirve” gerçekleştirdi. 25 Mayısta Kibar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kibar’ın İstanbul Baltalimanı’ndaki evinde gerçekleşen toplantının basına yansıyan temel gündemlerinden biri muhalefet partilerinin asgari ücret ile ilgili vaatleriydi. AKP, her fırsatta kendisine oy veren yoksul kitlelere de, yandaşlarına da, sermaye çevrelerine de muhalefetin çılgınlık yaptığını, asgari ücretin zinhar yükseltilemeyeceğini söylüyor. AKP’nin Meclis’te büyük bir çoğunluk elde ederek yeniden iktidar olmasını isteyen Davutoğlu, bunun için bir fırsat daha yaratarak tekelci patronları bir gece yarısı topladı. Hem “büyük Türkiye” yolunda patronlara yapacağı kıyakları anlattı hem de muhalefetin vaatleri üzerinden işçilerin daha yüksek ücret taleplerine yönelik sınıf tavrını belirgin bir biçimde ortaya koydu.
Toplantıya katılan isimler arasında, pek çok fabrikasında eylemlerin ve Türk Metal sendikasından istifaların devam ettiği Koç Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç ile Yönetim Kurulu Üyesi ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali Koç vardı. Bunların yanı sıra Doğuş, Yıldız, Fiba, Ciner, Rönesans, Tahincioğlu, Karamancı gibi holdinglerin, Anadolu Grubu’nun, Akbank, Akfen ve Yandex Türkiye’nin yöneticileri de, işçi düşmanı politikalarını ortaklaştırmak için toplantıda yerlerini aldılar. Toplantının ayrıntılarına dair basına yansıyan bilgi sınırlı olsa da gündemlerin seçimin çok ötesinde bir anlam ifade ettiği açıktır.
Yaklaşan seçimlerde oy kullanacak yoksul kitleler, muhalefet partilerinin asgari ücrete zam yapma vaatlerine sempatiyle yaklaşıyor. Çünkü Türkiye ekonomisi büyürken kendilerine hiçbir şey düşmediğini, zenginler giderek daha da zenginleşirken kendilerinin daha da yoksullaştıklarını görüyor, günlük yaşamın her alanında hissediyorlar. Kitlelerin payına 940 liralık asgari ücreti kazanmak için köle gibi çalışmak, eline geçen parayı üç kuruş arttırmak için ömrünü, sağlığını törpülemek, durup dinlenmemecesine çalışırken insani muamele görmemek, makinenin bir parçası yerine konulmak düşüyor. En temel ihtiyaçları en asgari düzeyde karşılayabilmek için harcanan emek ve zaman, işçilerin yaşamını, katlanılması gereken zorunluluklardan ibaret hale getiriyor. Tüm bunlara artan baskılar, demokratik hakların kısıtlanması, emperyalist savaşın dehşeti de ekleniyor.
Dünyada ve Türkiye’de genel manzara bu. Elbette kitleler, bu genel manzaranın nedenlerini tam olarak idrak edemez. Bu manzaranın nasıl değişeceği konusunda kendiliğinden tutarlı fikirler yürütüp uygulayamaz. Ama diyalektiğin yasaları işledikçe kitlelerin huzursuzluğu artar ve patlamaya dönüşür. Emekçi kitlelerin kendileri onca yoksulluğa ve yoksunluğa katlanırken saraylılara, ayakkabı kutularında servetler saklayanlara, milyonluk Mercedesler tahsis edilmişlere ve bilcümle para babalarına, sömürücülere duydukları öfke içten içe birikir, belirginleşir ve zamanı geldiğinde açığa çıkar. İşte bu nedenle seçimlere kısa bir zaman kala Bursa’da, Kocaeli’de, Sakarya’da, Eskişehir’de, Ankara’da, Bolu’da, İzmir’de metal işçilerinin daha yüksek ücret ve demokratik bir sendika için verdikleri mücadele tekelci burjuvazi ve onun bir parçası olan AKP için dikkate alınması gereken bir tehdit oluşturuyor.
Nitekim gece 2’ye kadar devam eden söz konusu toplantıda ele alınan konular, patronların ve hükümetin böyle bir zamanda işçilere karşı ortak bir sınıf tavrı gösterme çabasını ortaya koyuyor. Davutoğlu, toplantıda en büyük patron örgütü TÜSİAD’ı muhalefet partilerinin asgari ücretin arttırılması vaatleri konusunda sessiz kalmakla suçladı. Asgari ücrete zam yapmanın son derece irrasyonel bir politika olacağını, Türkiye ekonomisini batıracağını, kârlılık ve rekabet gücünü azaltacağını, işsizliği arttıracağını bir kez daha tekrarladı. Muhalefet partilerinin bu tür vaatlerde bulunmamak üzere uyarılmasını, AKP’nin iktidarı dışında bir seçeneğin iş dünyasına zarar vereceğini ve engellenmesi gerektiğini bıkmadan yineledi.
Davutoğlu, daha önce de patron örgütlerine bu uyarıları ve çağrıları yapmıştı. “Asgari ücret, bir koruma ücretidir. Bunun altında maaş ödenmez anlamına gelir. Aksi takdirde sonunda ne olur biliyor musunuz? Eğer işverenlerimizin üzerindeki yük artarsa, işyerleri kapanır. Sayın Başkandan da (TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu) bu tür konularda, bu istişareleri ele almasını rica ederim, özellikle siyasi parti temsilcilerinin huzurunda. Böyle irrasyonel politikalarla, tezgâhların nasıl kapanacağını anlatın ki, Türkiye’de herkes söz verirken bir kere değil, beş kere değil, kırk kere düşünsün.”
Davutoğlu, asgari ücretin bir koruma ücreti olduğunu, patronların dilerlerse işçiye daha fazlasını verebileceklerini söylüyor. Öte yandan asgari ücreti 1500 lira yapmanın ülkeyi 1994’teki gibi bir krize sürükleyeceğini iddia ediyor. İşverenler için maliyetleri arttırmanın ne kadar tehlikeli olduğundan bahsediyor. İşverenler için maliyeti arttırmamak gerekiyorsa, hiçbirinin isteyerek asgari ücretin çok üzerinde bir ücret vermeyeceği açık değil midir? Sözde işçileri korumak için belirlenen düşük asgari ücretin milyonlarca işçiyi sefalete itmek olduğu açık değil midir?
Davutoğlu’nun çağrıları karşısında tekelci patronlar bir kez daha ikiyüzlülüklerini ortaya koydular. Ali Koç ve diğer sermayedarlar Davutoğlu’na yüksek asgari ücret konusundaki eleştirilerinde haklı olduğunu ancak seçim öncesi her partiye eşit mesafede durduklarını söylediler. Seçim vaatleriyle ilgili görüş bildiremeyeceklerini anlattılar. Türkiye’de asgari ücretin ve işçilik maliyetlerinin çok yüksek olduğunda hemfikir olan patronların bu tutumlarının elbette seçimlerle ilgisi var. Ancak asıl neden Ali Koç’un daha önce dile getirdiği endişeleri ve metal işçilerinin yükselen mücadelesidir. Seçim sonrası hükümet senaryoları, on binlerce işçinin 12 Eylül ürünü, patron sopası Türk Metal’e, MESS’e ve düşük ücretlere karşı verdikleri mücadele, patronları bu konuda açıkça görüş bildirmekten alıkoyuyor. Metal patronları başta olmak üzere tüm patronlar, seçim vaatleri konusunda sessiz kaldıkları bu sürede işçilerin taleplerini karşılamak yerine işçi sınıfını zapturapt altında tutma yöntemlerini güçlendirmeye çalışıyorlar.
İşçilik maliyetlerini sürekli olarak düşürmek, sömürüyü arttırmak zaten kapitalist düzeninin fıtratıdır. İşçiler, kapitalizmin tarihi boyunca büyük mücadelelere girişmeden ücretlerini anlamlı ölçüde arttıramamışlardır. Mücadele ederek hak elde eden, taleplerini patronlara kabul ettiren işçiler, yükselmiş bir moral ve azimle, daha ileri taleplerle yeniden mücadeleye atılabilirler. İşte bunu bilen metal patronları eylemlere katılan fabrikalarda işçilere zafer duygusunun hâkim olmasını istemiyorlar. Kısmi tavizler verseler de bunu işçilerin moralini bozarak, enerjilerini tüketerek, pişman ederek yapmak istiyorlar. Yeni bir mücadeleye kalkışmaktan korkar hale getirmeyi amaçlıyorlar. Birleşen işçiler karşısında, kendilerini çok fazla sarsmayacak ücret taleplerini bile “verirsek işçinin özgüveni daha da artar ve gerisi de gelir” düşüncesiyle reddediyorlar. Domuz topu gibi birleşerek daha yüksek ücret vermemekte ısrar ediyorlar. Aslında kapitalist sınıf olarak işçi sınıfı karşısında yekpare bir tutum sergiliyorlar.
Muhalefeti şikâyet etmek için toplantı çağrısı yapan Davutoğlu’nun açıklamaları bu sınıf tutumunun en açık göstergesidir: “İnşallah 2017’de Türkiye bütçe fazlası verecek. Bu konudaki ilkeli tutumumuzu devam ettireceğiz. Türk ekonomisinin mali ve finansal yapısı Ağrı Dağı kadar sağlam ve risklere karşı dirençlidir.” Ekonomi, Ağrı Dağı kadar sağlam. Ancak bu dağa sadece patronlar sırtını yaslayabilir! İşçilerin devede kulak talepleri ise çok büyük bir tehdittir! Metal işçilerinin isyanı çalı yangını gibi yayılırken işçileri terörist ilan eden, asgari ücretin yükseltilmesi vaatlerine sempatiyle bakan yoksul kitlelerle dalga geçen, onları nankörlükle suçlayan bu zihniyet kapitalistlerin sınıf tavrıdır. İşçi sınıfının mücadelesini sömürü düzeninin bataklığında boğmak isteyenlerin sınıf tavrıdır.
Şıracının şahidi bozacı misali AKP’nin ve patronların imdadına yerli ve yabancı ekonomistler, akademisyenler, gazeteciler, hatta sendikacılar yetişmeye çalışıyor. Asgari ücreti arttırma vaatlerinin iyi fikir olmadığını ve gerçekleşmesi halinde Türkiye ekonomisini olumsuz etkileyebileceğini iddia ediyorlar. Türkiye’nin pazarları daralacak, ihracat duracak, fabrikalar kapanacak, işsizlik artacakmış. Bütçe açık verecek, borçlar artacak, kriz derinleşecekmiş. Metal işçilerinin üretimi durdurması da bir o kadar tehlikeliymiş. İşçiler ciddi ücret artışları beklememeli ve tüm taleplerini üretim devam ederken ortaya koymalılarmış! Gerçek şu ki işçi sınıfı taleplerinden vazgeçse de krizden, işsizlikten, borçtan kaçıp kurtulamaz. 12 Eylül 1980’den bu yana tam 35 yıldır bu topraklar metal işçilerinin mücadelesi gibi bir mücadele görmedi. İşçi sınıfı üzerine serpilen ölü toprağının altında kaldı. Ancak ne sefaletten, ne işsizlikten ne de neredeyse 3-4 yılda bir tekrar eden derin krizlerden kurtuldu. Şimdi uykudan uyanan bir dev gibi işçi sınıfı, ayağa dikilmeye, yeni mücadelelere girişmeye hazır olduğunu gösteriyor. Tek tek işçiler bir sınıfın parçası olarak hareket etmeyi öğrenmeye başlıyor. Metal işçilerinin büyüyen, yayılan, öğrenerek yoluna devam eden, yeni atılımlar için güç veren mücadelesi büyük potansiyeller taşıyor. Sınıfa karşı sınıf tutumunu büyütmenin yolunu açıyor.
link: Ezgi Şanlı, Asgari Ücret, Azami Sınıf Çıkarları, 2 Haziran 2015, https://marksist.net/node/4283
Aşılması Gereken Bir Zirve: 15-16 Haziran Direnişi
FIFA, Yolsuzluk, Futbol ve Kapitalizm