

Erdoğan rejimi içeride yarattığı yıkımı büyüterek yoluna devam ederken, Ortadoğu ve Afrika başta olmak üzere savaşın olduğu birçok bölgede iktidarına can suyu taşıyabilecek ekonomik, siyasi, askeri ilişkileri güçlendirmek adına bu bölgelerdeki sorunları da içinden çıkılmaz hale getirmekte rol oynamaktadır. Sudan’da yaptıkları da bu politikaları birçok yönüyle somutlamaktadır. Türkiye’nin Sudan’da tarım yapma projesi için kiraladığı arazilerle[1] ya da Sudan halkını korkunç bir yaşama iten egemenler arasında yaşanan iktidar kavgasıyla ilgili son aylarda basında çıkan haberler de, faşist rejimin o bölgede yaşanan sorunlardaki payını yeniden gözler önüne seriyor. Sudan’la Türkiye’nin ilişkisi, tarım arazilerinin kiralanması ve bunun bir “fiyasko” olarak değerlendirilmesinin çok ötesindedir. Türkiye gibi tarıma uygun bir ülkede bakanlık verilerine göre 3-4 milyon hektarlık arazi ekilmezken, ülkenin gıda sorununu çözmek için neden Sudan’a gidilmişti? Muhalefetin yaptığı yavan tespitlerde olduğu gibi rejimin yanlış bir politikası veya boş bir macerası mıydı bu? Bunları dinlediğinizde/okuduğunuzda sanırsınız ki rejimin asıl niyeti ülke insanına hizmet etmekmiş de, herhangi bir emperyalist amaç gütmeden yapılmış yanlış hesaplar var ortada!
Olaylara, en tepede işleri organize eden egemenlerin gösterdiği haliyle bakıldığında, devleti ve düzeni korumayı önceliğine alan “muhalefetin” olayları değerlendirmesiyle yetinildiğinde, gerçekler doğal olarak yavan ve tersyüz görünecektir gözümüze. Yaşanan gelişmeler unutulmadığında, unutturulmadığında çok boyutlu, katmanlı halleriyle görüldüğünde ise birçok şeyin egemenlerin iddia ettiği gibi olmadığı ortaya çıkar. Sudan’ın bugünkü can çekişen hale nasıl ve neden geldiğine göz atıldığında da Türkiye de dâhil birçok emperyalist ülkenin burnunu soktuğu Sudan’da tarım projelerinin yalnızca buz dağının görünen çok küçük bir kısmı olduğu anlaşılır. Sudan’da yaşananlara bakıldığında, Erdoğan rejiminin yalnızca Türkiye işçi ve emekçilerinin ümüğünü sıkıp posasını çıkarmakla kalmadığını, elini değdirdiği her yerde, egemenleriyle “kardeşçe” ilişkiler kurduğu her ülkede halkların büyük acılar yaşamasına tuz biber ektiği anlaşılır!
Sudan’da neler yaşanıyor
1956 yılında İngiltere’den bağımsızlığını kazanan Sudan devletinde o tarihten sonra askeri darbeler birbirini kovaladı. Ömer El Beşir de 1989’da albayken darbeyle yönetimi ele geçirdi, başbakanlığı lağvederek başkanlık sistemini getirip kendini başkan ilan etti. Tüm parti ve birlikleri yasaklayarak şeriat ilan etti. Muhalif gazeteleri kapatarak gazetecileri ve çok sayıda siyasi lideri zindanlara attı. Muhalefetin boykotu nedeniyle her seçime tek aday olarak girip defalarca “kazandı” ve 30 yıl boyunca tek parti diktatörlüğüyle terör estirdi. En vahşi yüzünü ise 22 yıl boyunca sürdürdüğü iç savaşta gösterdi. “2 milyondan fazla insanın hayatına malolan bu iç savaş, güneyli güçlerle yapılan anlaşmanın ardından 2005 yılında sona ermiş ve Güney Sudan 2011’de ayrılarak bağımsız bir devlete dönüşmüştü. Ne var ki bu arada rejim, 2003’ten itibaren ülkenin batısındaki Darfur’da, Arap olmayan halklara yönelik bir etnik temizlik harekâtı yürüterek, altı yılda 300 bin kişiyi katletmiş ve yaklaşık 3 milyon kişiyi topraklarından sürmüştü.” [2] Bugün hâlâ, Sudan’ın altın rezervlerine, uranyum gibi değerli madenlere, petrol kaynaklarına sahip olması, hem içerdeki egemenlerin hem emperyalist güçlerin sorunları daha da büyütmesine yol açmaktadır. Egemenler ülkenin zengin kaynaklarını sömürürken, emekçilere yaşanan sorunların altında kıvranmaktan başka bir şey düşmüyor!
2008 küresel krizinin ağır sonuçları Sudan dâhil birçok Kuzey Afrika ülkesinde milyonlarca emekçiyi 2011 yılında devrimci isyanlarla ayağa kaldırmıştı. Bu ilk isyan dalgasında Sudanlı emekçiler Ömer El Beşir rejimine karşı ayağa kalkmış ama rejimi yıkamamışlardı. Ancak ilerleyen süreçte emekçilerin yakıcı sorunları büyüdükçe, sönmüş görünen devrim ateşinin küllerinden yeniden kıvılcımlar parlayarak tek adam diktatörlüğünü temellerinden sarsacaktı. 2011 yılında Güney Sudan’ın ayrılmasının ardından petrol gelirlerinin dörtte üçünü kaybeden Sudan’da ciddi ekonomik kriz yaşandı. Krizi aşmak isteyen Beşir hükümeti emekçilerin gırtlağına yapıştı ve sefalet koşulları daha da ağırlaştı. Enflasyon %100 arttı. Sudan parası dolar karşısında hızla değer kaybetti, bankalarda nakit sıkıntısı yaşandı. Kamu hizmetleri geriledi. Gıda ürünlerine, akaryakıta zam üstüne zam geldi. Ve sabrı tükenen emekçiler 2018’in Aralık ayında sokağa döküldü. Ekonomik taleplerle başlayan hareket kısa sürede siyasallaşıp, beşinci kez seçilmesinin önünü açacak bir anayasa değişikliği de yapacak olan Beşir diktatörlüğünü hedef alarak 2019 Nisanına kadar süren bir devrimci isyana dönüştü. Örgütlü güce dönüşmeye başlayan bu hareketi durdurmak için her türlü engelleme, baskı ve şiddet uygulandı. İnternet kesildi, gazeteler kapatıldı. Binlerce kişi tutuklandı, onlarca kişi katledildi, eylemcilere işkence yapılarak gözdağı verildi. Rejim altında her türlü baskı ve ayrımcılığa uğrayan, eylemci kitlenin yüzde 60’ından fazlasını oluşturarak öfkeleriyle meydanları diri tutan kadınlara kırbaç cezaları verildi. Tüm bunlara rağmen kitle geri çekilmedi ve milyonlar meydanlara akmaya devam etti. Erler ve düşük rütbeli subayların da emekçi kitlelerden yana tutumlarıyla öne çıkmaya başladığı isyanın dördüncü ayında rejimin devrilmesi an meselesiyken, halka bu zaferi yaşatmak istemeyen Yüksek Güvenlik Komitesi (ordu, polis, istihbarat teşkilatı ve Hızlı Destek Güçlerinden –RSF– oluşan komite) 11 Nisanda Beşir’i tutuklayıp yoksul halkın yanında olduklarını belirterek, 2 yıllık bir süre için olduğu söylemiyle yönetime el koyup olağanüstü hal ilan ettiler. Buna rağmen Sudanlı emekçiler kararlı davranıp geri çekilmeyip sivil bir hükümet talebiyle sokaklara çıkmaya devam ettiğinde, darbeciler fiilen hükümsüz hale gelen sokağa çıkma yasağının kaldırıldığını, sivil hükümetin şartlarının konuşulacağını, siyasi tutukluların serbest bırakılacağını, eski hükümet üyelerinin tutuklanacağını, protestocuları öldüren kolluk güçlerinin yargılanacağını, medya sansürünün kaldırılacağını duyurdular. Ancak kısa bir süre sonra gerçek yüzlerini göstererek eski rejimin devamından başka bir şey olmadıklarını ortaya koydular.[3]
Ordunun yaptığı darbeden sonra Sudan’da gelgitli süreç devam etti. Yükselen devrimci hareketi bastırmak için Beşir’i tutuklayarak sorunu çözermiş gibi yapan darbeciler, sivil bir geçiş hükümeti oluşturmak üzere yeni bir anayasayla seçime gidileceği vaadi ile kitleleri evine döndürmeye çalıştı. Emekçi kitleler tüm baskılara rağmen buna izin vermek istemezken, burjuva ve küçük-burjuva güçler ise bedelini uzun vadede yine emekçilerin ödeyeceği cuntayla uzlaşma yoluna sürüklediler kitle örgütlerini. Yönetimin sivillere devredileceği sözü ile 2021 yılına kadar iktidarı eline alan cunta, iktidarı devredeceği tarihten bir ay önce kolayından gitmeyeceğini yaptığı darbeyle ortaya koymuştu. Cuntanın böyle bir girişimde bulunacağını bilen kitleler bu darbe karşısında tekrar ayağa kalktı. Ama devrimci önderlikten yoksun Sudanlı işçi ve emekçiler yine burjuva ve küçük-burjuva unsurların uzlaşmacı ve pasif tutumları yüzünden cuntayı alaşağı edemedi.
Diktatör Ömer El Beşir’i deviren Sudanlı işçi ve emekçilerin iktidarı ele almalarını önlemek için blok olarak hareket eden darbeci güçlerin ittifakları da çok uzun sürmedi. Ülkede yürüttükleri baskı rejimiyle işçi ve emekçileri paralize ettikten sonra bu defa kendi aralarında güç çatışmasına girdiler. 2023 Nisanından bu yana Egemenlik Konseyinin tepesindeki en yetkili kişi olan General Abdul Fettah el-Burhan ile Hemedti olarak nam salan Muhammed Hamdan Dagalo’nun başında olduğu iki büyük silahlı güç, Sudan Silahlı Kuvvetleri (SAF) ve RSF (Darfur’da katliamlar yapan canilerden devşirilmiş paramiliter rejim güçleri) kanlı bir çatışmaya girmiş durumdalar. Cancavid milislerinin lideri olan Dagalo 2019 yılına kadar Beşir rejimi için çalışmış, tüm karşı-devrimci bastırmalarda görev almış bir kişiydi. Bugün her ikisi de Sudan’ın zenginliklerinin başına geçmeyi ve daha fazla güç sahibi olmak istiyor.[4]
Ekim 2021’de Sudan’da ortak bir şekilde darbe yapan bu güçler 2023’ten beri birbirlerinin elindeki bölgeleri, sivil veya savaşçı ayrımı gözetmeksizin bombalayıp, insanları katletmekten çekinmiyorlar. RSF, Darfur’un bazı bölgelerinde Arap olmayan etnik gruplara karşı yürüttüğü operasyonlarla, Cancavid milislerinin 20 yıl önce yaptığı gibi etnik soykırım suçu işliyor. SAF ve RSF arasında yaşanan silahlanma yarışı bu savaşın yakın bir zamanda bitmeyeceğini de gösteriyor. Her iki tarafta da daha fazla sivilin ölümüne yol açabilecek güçlü silahlar bulunuyor. Ülkede silah satışı öylesine olağan bir hale gelmiş durumda ki, bir haftalık market alışverişi fiyatına silah alınabiliyor! Her iki askeri gücün de arkasında emperyalist devletlerin yer alması, bu savaştaki mühimmat, araç ve yakıt miktarını arttırıyor. İç savaştan veya bununla ilişkili şiddet olayları ya da tıbbi yetersizlikler sonucunda kaç kişinin öldüğü kesin olarak bilinmese de, bu sayının 150 bine kadar çıkabileceği düşünülüyor.[5]
Sudan’da egemen sınıfın tepesindeki iki askeri güç arasındaki savaş boyutlanarak kanlı bir şekilde devam ediyor. Mart ayının sonunda Sudan ordusu başkent Hartum’u ve diğer bölgeleri RSF güçlerinden alsa da çatışmalar bitecek gibi görünmüyor. İki yıldır, iki rakip kontrol bölgesine ayrılmış durumda olan Sudan’da ordu güçleri, RSF’yi Hartum’un merkezinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. İki güç arasında çatışmalar başladığında, Sudan ordusu hava gücü de dahil olmak üzere daha iyi olanaklara sahipti. RSF ise Hartum’daki mahallelere daha derinden yerleşmiş, başkentin çoğunu elinde tutuyordu. Ayrıca RSF, ana kalesi olan Darfur’un ve Hartum’un güneyindeki büyük bir tarım alanı olan El Gezira eyaletinin kontrolünü ele geçirmek için hızla ilerliyordu. Mart ayında ordu başkentteki konumunu yeniden sağlamlaştırırken Sudan merkezindeki konumu için de yeni bir hamle yaptı.[6]
Egemenler kapışırken Sudan halkı yok oluyor
Sudan’da bitmeyen bu savaş iki yılı geride bırakırken BM’nin en büyük insani kriz olarak adlandırdığı tablo ortaya çıktı. 12 milyon insan yerinden olurken, birçoğu komşu ülkelere sığındı. Ülkede kalanlar katliamlardan, soykırımlardan kurtulmaya çalışıyor; kıtlık, açlık ve salgın hastalıklarla mücadele ediyor. Herhangi bir yasanın geçerli olmadığı ülkede, siviller her gün şiddete, zulme ve bu yönetimlerin keyfi infaz ve işkencelerine maruz kalıyor. İki taraf da savaş suçları işlemekten çekinmiyor ve uydu görüntülerinde tespit edilen toplu mezarların sayısı giderek artıyor. RSF, fidye karşılığında sivilleri rehin alıyor, aylarca esir tuttuğu kadınlara, kimi henüz yedi yaşında olan kız çocuklarına tecavüz ediyor ve onları seks kölesi olarak tutuyor. Hava kuvvetleri Darfur’da köy ve pazar yerlerini bombalıyor. Ordunun geri aldığı bölgelerde yoksul siviller RSF’ye yardım ve yataklık yaptıkları gerekçesiyle öldürülüyor. RSF mültecilerin kaldığı kamplara saldırıp, insanları öldürüyor. Her iki güç tarafından da saldırıya uğrayan, kimi zaman bombalanan, salgın hastalıkların hızla yayıldığı bölgelerden kaçan yüz binlerce Sudanlı, çocuk ölümlerinin giderek arttığı kamplarda günün büyük bir kısmını aç bir şekilde geçirerek hayatta kalma mücadelesi veriyor. 48 milyon civarında nüfusu olan Sudan’da 25 milyondan fazla insan açlıkla boğuşuyor. Neredeyse yakılmadık, yıkılmadık yer bırakılmayan ülkede altyapı, fabrikalar, havaalanı, elektrik ve su tesisleri, köprüler, yollar, üniversiteler, okullar, hastaneler ve konutlar tahrip edilerek milyarlarca dolarlık zarar yaşandı.
Yaşanan iktidar savaşının yalnızca iki kamp arasında yürümeyip işin içinde çeşitli boyutlarıyla birçok emperyalist gücün de yer alması, önümüzdeki yıllarda Sudan’da bu sorunların daha katmerli bir şekilde devam edeceğini, krizin daha da derinleşeceğini gösteriyor. Ömer El Beşir, iktidarı döneminde birçok emperyalist güç ile sıcak ilişkiler kurmaya çabalamış, çelişkili bir pozisyon içinde işlerini yürütmeye çalışmıştı. Yemen savaşı sırasında Beşir, İran’la ilişkilerini kesip Suudi Arabistan’a destek vermişti. ABD 2017’de Sudan’a yönelik yaptırımlarını kaldırma kararı almış, böylece Sudan’a IMF yardımlarının kapıları açılmıştı. AKP iktidarı da Afrika açılımında önemli bir yeri olan Sudan’da “Darfur kasabı” olarak bilinen Beşir’i kırmızı halılarla karşılayıp, çok kapsamlı anlaşmalar imzalamıştı. Ticaret hacmini arttırma hedefi, havalimanı dâhil büyük altyapı inşaatları, sulama projeleri, enerji, madencilik ve tekstil dahil olmak üzere çeşitli anlaşmalar yapmıştı. Türkiye’nin bölgede güvenliği sağlama gerekçesiyle Sudan’a askeri üs kurmasına da yeşil ışık yakmıştı Beşir. Sudan köylerinde tarım ve hayvancılığın desteklendiği projeler de Türkiye’nin Sudan’da nüfuz elde etme planlarının yalnızca bir parçasıydı! Beşir’in devrilmesinden sonra ABD ve Avrupalı emperyalistler, Suudi Arabistan, BAE, İsrail ve Mısır darbecileri desteklerken, Rusya ve Çin bu destekten uzak durmuşlardı. Türkiye ve Katar daha önce Beşir’i destekledikleri halde önce açık bir şekilde taraf tutmaktan kaçınmış, daha sonra rejimin başına geçen darbecilere yanaşmışlardı. RSF, Suudi Arabistan, Mısır ve BAE gibi güçlerden destek alırken, Türkiye de dâhil Sudan’daki savaşın tarafı olan güçler, emperyalist açgözlülükle ülkenin zenginliklerini kontrol etmeye çalışıp, Sudan’ı daha da karıştırıp halkı yakan iç savaş cehennemini körüklüyorlar. Geçtiğimiz Mart ayında Türkiye, devam eden çatışmalarda orduya destek vererek Sudan ordusunun 23 ay sonra ilk kez Hartum’u ele geçirmesini sağlayarak dengelerin değişmesine yol açtı. Mayıs başında ise Sudan ordu yönetimi BAE’yi RSF’ye verdiği destek nedeniyle “saldırgan güç” ilan ederek diplomatik ilişkileri kestiğini duyurdu.
Sudan’da savaşan ve bu savaşın kanlı bir şekilde devamını sağlayan tüm güçlerin Sudan’ın zenginliklerinden yararlanmak dışında ortak bir noktası daha var, o da demokratik bir Sudan görmek istememeleri! Sudan’da emekçilerin daha iyi bir yaşam ve demokrasi özlemleri yıllardır sürüyor. Beşir döneminde çeşitli sınıflardan muhalefetin ortaklaştığı konu, yerine ne konacağı belli olmayan bir rejim karşıtlığı idi. İşçi ve emekçiler yalnızca Beşir’in değil tüm rejimin gitmesi için bir kalkışma içine girdi ama burjuva ve) küçük-burjuva önderliklerin hareketi yolundan saptırmasıyla sorunlar daha da büyüyerek, katmerli bir hale geldi. Bugün dünyanın birçok ülkesinde egemenlerin çıkarları uğruna işçi ve emekçi kitleler türlü türlü acılar içinde kıvranırken en yaşamsal gerçek kendini her defasında derinden hissettirmektedir: Kapitalizme karşı isyan bayrağını çeken işçi sınıfını devrim yolundan saptırmayacak doğru bir önderliğe sahip olmak!
[1] İlk olarak 2013 yılında, tarımsal üretim yapılacağı, gıda güvenliği ve Türkiye’nin geleceği açısından bunun çok önemli olduğu, tarım teknolojilerini öğretmek açısından da bir işbirliğine gidileceği gerekçeleriyle Sudan’da 780 bin 500 hektar tarım arazisinin 99 yıllığına kiralama çalışması başlatılmıştı. On yıl boyunca 276 milyon lira ödendiği halde bir gram üretim yapılmayan bu proje 2023 yılında Cumhurbaşkanlığı kararı ile sonlandırıldı. Türkiye’de çiftçiler yüksek maliyetler ve yetersiz destekler nedeniyle üretim yapamaz, üretim yapanlar da hasat edemez hale gelirken, çiftçiler pazara ulaştıramadığını çöpe dökerken, hasat ettiğini sattığında bile geçinebileceği bir para kalmazken, emekçiler yüksek gıda enflasyonuyla boğuşurken, Sudan’da tarım projelerine yüz milyonlarca lira harcanıyordu.
[2] İlkay Meriç, Sudan’da Halk İsyanı ve Askeri Darbe, 17 Nisan 2019, https://marksist.net/node/6642
[3] İlkay Meriç,age
[4] İlkay Meriç, Sudan’da Egemenler Arasında Kanlı Kapışma, 28 Nisan 2023, https://marksist.net/node/7972

link: Aylin Dinç, Sudan’da Emekçiler Egemenlerin Kanlı Kapışmasına Kurban Gidiyor, 8 Haziran 2025, https://marksist.net/node/8527
Bizi Bileyleyen Bir Hafızamız Var