Üçüncü Dünya Savaşını Avrupa’ya taşıyan Ukrayna savaşı iki yılı geride bırakırken, bölgedeki alevler daha da harlanıyor. Bir süredir kilitlenme halinin yaşandığı bu cephede Rusya’nın yeniden harekete geçmesi karşısında Zelenski’nin NATO ittifakını harekete geçirme çabaları da yoğunlaşıyor. Dahası NATO güçlerinden de Rusya’dan da gerilimin dozunu tırmandıran açıklamaların gelmediği bir gün bile yok. Nükleer savaş tehdidi ağızlara sakız edilirken, her iki emperyalist kutupta da militarist yığınağı arttırmak için hummalı bir üretim yürüyor. Bunun yanı sıra her türlü yalan ve manipülasyonun dizginsizce boca edildiği bir propaganda makinesi aralıksız çalışıyor. Ukrayna savaşının patlak verdiği ilk haftalarda kaleme aldığımız bir yazımızda şöyle demiştik:
“… emperyalist kapitalist propaganda makinesi tüm dünyada insanları savaşın daha şiddetli ve yüksek bedelli biçimlerine doğru hazırlamaya çalışıyor. Kabul edilemez görülen şeyler giderek bu propagandayla kabul edilebilirin sınırları içine çekiliyor. Militarizm, başta silahlanma olmak üzere askeri harcamaların hızla yükseltilmesi, Ukrayna’ya yardım kisvesi altında savaşa doğrudan dâhil olma çağrıları, savaşçı gönderme ya da bu yönde çağrılar yapma, Ukrayna’da savaşanlar üzerinden neo-Naziliğin şirin gösterilmesi vb. hepsi şimdi eskiye göre çok daha fütursuzca savunulabiliyor ve daha «makul» gösterilebiliyor. Bunlar esasen savaş zamanlarında toplumların gündemine yaygın ölçüde giren olgulardır.”[*]
Nitekim 22 Martta Moskova’daki Crocus Konser Salonuna yapılan silahlı ve Molotof kokteylli saldırının ardından propaganda makinesi her iki emperyalist cephede de bir kez daha gazlanmıştır. 140’tan fazla insanın hayatını kaybettiği bu katliamın ardından Tacik uyruklu saldırganlar ve onlarla ilişkisi olduğu iddia edilen çok sayıda kişi gözaltına alınırken, henüz ayrıntıları netleşmeyen bu saldırıyla ilgili spekülatif yorumlarla bir toz bulutu yaratılmıştır. Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, kimler tarafından yapılmış, yönlendirilmiş, hangi motivasyonla gerçekleştirilmiş olursa olsun bu saldırı “terör saldırısı” denilip geçilecek bir olay olmayıp, tıpkı daha önce çeşitli ülkelerde gerçekleşen benzerleri gibi, yürümekte olan emperyalist savaşın doğrudan parçasıdır. Dolayısıyla gerek Rus gerekse Batı emperyalizminden gelen açıklamaların manipülatif olduğunu daha baştan veri olarak almak ve esas olanı gözden kaçırmamak gerekir. Emekçilerin odaklanmaları gereken nokta, yürüyen savaşın niteliğini doğru olarak kavramak ve mücadele hattını buna göre örmektir.
Bu vahşi saldırı yaşanır yaşanmaz ABD fail olarak IŞİD-Horasan grubunu işaret ederken, Rusya saldırının arkasında Ukrayna istihbaratının ve Batı’nın parmağı olduğunu dillendirerek bu olasılığı devre dışı bırakmaya çalışmıştır. Tetikçilerin ve arkalarındaki parmağın kimler olduğundan bağımsız olarak, bütün burjuva güçlerin böylesi sarsıcı olaylardan kendi çıkarları doğrultusunda yararlanmaya çalıştıklarını sayısız örnekten biliyoruz. Moskova saldırısına da, başlangıçtaki hesaplar ve şimdiden sonra yaşanacaklar bir yana, daha sıcağı sıcağına benzer bir fırsatçılıkla yaklaşılmıştır.
Saldırıdan birkaç gün önce yapılan seçim oyunundan ezici zafer ilan ederek çıkan Putin, bu saldırının yarattığı psikolojik ortamdan öncelikle Ukrayna’ya yapılan ve yapılacak şiddetli saldırıların meşrulaştırılması için faydalanmaya çalışmaktadır. Rusya’nın ağır bir saldırı altında olduğu algısını güçlendirmeye çalışan Putin, bunun elini içeride de dışarıda da rahatlatacağını düşünmektedir. Rus ordusunun Ukrayna cephesine sürülecek asker bulmakta zorlandığı, savaşın finanse edilmesi için kamu hizmetlerinde daha fazla kesintiye gidildiği ve halktan daha fazla “fedakârlık” beklendiği bir ortamda, milliyetçi ve güvenlikçi politikanın etki alanının genişleyeceği açıktır. Bu sadece kafalarında her gün tonlarca bomba patlayan Ukraynalı emekçileri değil Rusya’daki emekçileri de daha ağır bir yıkımın beklediği anlamına gelmektedir.
Yürüyen emperyalist savaşta kutup başlarından birini oluşturan Rusya sadece Ukrayna’da da savaşmamaktadır. Suriye’de Esad yönetiminin bir numaralı destekçisi olarak, Batı’nın ve aralarında Türkiye’nin de olduğu kimi bölge ülkelerinin desteklediği cihatçı güçlere karşı bizzat sahada savaşmaktadır. Dolayısıyla Crocus saldırısı uzun bir süredir rölantide olan Suriye cephesinde de yeni bir hareketlenmeye yol açabilir. Örneğin Rusya cihatçıların üslendiği İdlib’e yönelik planlarını hızlandırabilir. Tacikistan başta olmak üzere cihatçıların üslendiği ülkelere yönelik yeni siyasi ve askeri hamleler de gelebilir.
Emperyalist savaşın diğer kutbuna, yani emperyalist Batı ittifakına bakacak olursak, aslında bir taşla birkaç kuş vuranın esas olarak bu cephe olduğunu görebiliriz. Kışkırtılmış bir Rusya’nın Ukrayna’da saldırganlığını arttırması, savaş politikalarına güçlü bir destek yaratma çabası içindeki ABD ve AB’nin yanı sıra nicedir sesini duyuramaz olan Ukrayna yönetiminin ve dikkatleri Gazze’deki katliamlarından başka yöne çevirip tepkileri azaltmak isteyen İsrail’in de işine gelmektedir.
Bilindiği gibi, İsrail’in Gazze’ye saldırması NATO ittifakının bu cepheye yoğunlaşmasına ve uzun bir süredir tıkanma hali yaşanan Ukrayna cephesinin ittifak nezdinde iyice geri plana düşmesine neden oldu. Zelenski’nin uluslararası desteği arttırmak üzere ülke ülke gezmesi de zayıflayan yardım akışını hızlandıramadı. Ukrayna ordusu, dört aydır şiddetli çatışmaların yaşandığı Avdiivka’dan Şubat ortasında çekilmek zorunda kaldı. Donetsk yakınlarındaki bu şehrin düşmesi Putin tarafından “önemli bir başarı” olarak duyuruldu. Nitekim Ukrayna’nın kuzeydoğusunda ele geçirdiği bölgeleri elinde tutmayı başaramayan ve doğu ve güney hattına çekilen Rus ordusu Ukrayna’da uzun bir aradan sonra ilk kez yeni bir bölgeyi ele geçirmişti. O günlerde gerçekleştirilen Münih Güvenlik Konferansında Zelenski, Batı’nın Putin’e karşı durmaması halinde Moskova yönetiminin önümüzdeki birkaç yılı daha pek çok ülke için “felâket”e dönüştüreceğini söyleyerek acil harekete geçme çağrısı yapmıştı. İşte Crocus saldırısı, ABD’nin 60 milyar dolarlık askeri yardım paketinin Cumhuriyetçilerin ağırlıkta olduğu Temsilciler Meclisine takıldığı, Trump’ın başkanlık seçimlerini kazanması durumunda Amerikan desteğinin tümüyle kesilmesinin Ukrayna’da ciddi bir endişe kaynağı haline geldiği, AB içindeki görüş ayrılıkları nedeniyle Avrupa’dan da istediği desteği alamayan Ukrayna’nın direncinin iyice zayıfladığı ve Rusya’nın atağa geçtiği böylesi bir dönemde geldi. Saldırının ardından Putin’in okları Ukrayna’ya yöneltmesiyle, Ukrayna’ya daha fazla askeri yardımda bulunulmasını ve NATO’nun daha aktif şekilde devreye girmesini savunan burjuva kesimler el ovuşturmaya ve seslerini daha yüksek perdeden çıkarmaya başladılar.
Özellikle Avrupa medyası, Crocus saldırısını Ukrayna’ya daha ağır saldırılarda bulunabilmek içinbizzat Putin’in organize ettiğine ilişkin iddiaları yaygın olarak dillendiriyor. Bunlara göre Rusya başta İskandinav ülkeleri olmak üzere tüm Avrupa için büyük bir tehdit kaynağıdır. Bu propagandayla Finlandiya ve İsveç’i NATO üyesi haline getirenler, savaşı asıl kışkırtanın ABD-NATO olduğu gerçeğinin üstünü örtmektedirler.
İki yılda AB ve ABD’den yüz milyarlarca dolarlık askeri ve finansal yardımın akıtıldığı Ukrayna’da Rusya’nın ilhak ettiği bölgelerden atılamaması, Batı’yı iki seçenekle karşı karşıya getirmiş durumda: Ya mevcut tabloyu kabullenerek Ukrayna’yı yalnız bırakmak ya da çok daha aktif bir şekilde devreye girerek savaşı harlamak. Bu konuda burjuva klikler içinde görüş ayrılıkları yaşandığı görülüyor ve Ukrayna cephesindeki tıkanıklığın en önemli nedenini de bu oluşturuyor. Ne var ki bir süredir savaşı harlama taraftarlarının atağa geçtiği görülüyor. Macron NATO’nun Ukrayna’ya askeri birlikler göndermesi gerektiğinden dem vuruyor. Polonya Başbakanı Donald Tusk “gerçek bir savaş ihtimali var ve Avrupa hazır değil” diyerek daha fazla silahlanmaktan söz ediyor. Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ise, meşhur söze atıfta bulunarak şunları söylüyor: “Ben dâhil herkes her zaman tereyağını topa tercih eder, ancak yeterli top olmazsa, yakında kendimizi tereyağsız da bulabiliriz.” Egemenlerin savaş çığırtkanlıkları her zaman olduğu gibi “barış” ve “güvenlik” sosuyla servis ediliyor: “Barış istiyorsanız savaşa hazırlanın!” Bu sözü emperyalist güçlerin sözcülerinin yanı sıra Erdoğan’ın ağzından da sıkça duymaya başlamamız tesadüf değildir. Militarizm dört bir koldan körüklenmektedir.
Savaşın Avrupa’ya yayılmasına yönelik hazırlıkların her türlü kışkırtıcılıkla ve toplumun militarize edilmesiyle eşgüdümlü yürüyen bir operasyona dönüştüğünün en çarpıcı örneklerinden biri de Almanya’da yaşananlardır. İktidardaki Sosyal Demokrat Parti-Yeşiller-Hür Demokrat Parti koalisyonu, bu ülkenin uzun zamandan beri gördüğü en militarist hükümet olarak dikkat çekmektedir. Ekonomi Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Almanya’nın kara savaşına hazırlanması çağrısında bulunmakta, Savunma Bakanı ise beş ilâ sekiz yıl içinde savaş beklediğini, bu savaşa hazır hale gelmek için silah gücünü arttırmanın yanı sıra zorunlu askerlik sistemine de geri dönülmesi gerektiğini söylemektedir. Bu hazırlığın bir boyutu da militarizmin okullara sokulmasıdır. Eğitim Bakanı bunun için subayların okullara gelip, ülkeye yönelik tehditler ve ordunun savaş hazırlıkları konusunda öğrencileri bilgilendirmesini önermektedir. Üniversitelerde askeri araştırma yasağının kaldırılması da gündemdedir.
NATO güçlerinin Ukrayna savaşına daha aktif bir şekilde katılma tartışmaları yürürken, burjuvazi medyadan akademiye tüm ideolojik aygıtlarını seferber etmiş durumdadır. “Marksist düşünür” olarak pazarlanan ve kimilerinin yere göğe sığdıramadığı Slavoj Zizek gibiler de kendilerine biçilen rolü oynamaktan geri durmamaktadır. Yürüyen emperyalist savaşta açıkça NATO ittifakının yanında saf tutan Zizek, iyice zıvanadan çıkarak Ukrayna’ya nükleer silahların dahi verilmesi gerektiğini söylüyor.
Savaşın çok daha geniş ölçekte yayılma potansiyelinin her geçen gün arttığı, emperyalist güçlerin attıkları her adımla bu süreci hızlandırdıkları ve emekçi kitleleri de psikolojik olarak buna hazırlamaya çalıştıkları görülüyor. Türkiye’de de iktidar bir yandan militarizmi körüklerken bir yandan da Irak ve Suriye Kürdistanı’na yeni askeri operasyonlarla savaşı daha da şiddetlendireceğinin mesajını veriyor. Sadece bu da değil, son olarak Moskova saldırısının da gösterdiği gibi, Türkiye çok geniş bir coğrafyada paralı asker olarak kullanılan İslamcı çetelerin üssüne dönüştürülmüştür ve bu durumun kendisi bile büyük bir tehlike kaynağıdır.
Ortada kanlı bir emperyalist paylaşım kavgası yürümektedir ve bu kavganın yol açtığı savaşın kaybedenleri ister Avrupalı olsun ister Rus, Ukraynalı, Türk, Kürt ya da Arap, emekçilerdir. Ama bu savaşı durdurabilecek güç de onların örgütlü gücüdür. Emekçiler ancak militarizmi ve savaşı körükleyen kendi hükümetlerine ve egemenlerine baş kaldırarak kirli oyunları bozabilirler. Aksi halde oyuna gelenler hep ezilenler olacaktır.
link: İlkay Meriç, Ukrayna Savaşı, Moskova Saldırısı ve Körüklenen Militarizm, 5 Nisan 2024, https://marksist.net/node/8233
Unutma!
Gençliğin Kurtuluşu Kapitalizmden Kurtulmakla Mümkün