“ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir”
(Nazım Hikmet)
Son aylarda generallerden siyasetçilere, ulusalcılardan liberallere kadar herkes muarızlarını “psikolojik savaş yürütmekle” suçluyor. Liberal çevreler askeri bürokrasinin ve ulusalcıların psikolojik savaş uygulamalarını ve planlarını “kısmen” teşhir ediyor. Öte yandan generaller de, TSK’ya karşı “asimetrik yıpratma harekâtı” yani “psikolojik savaş” yürütüldüğünü ilan ederek ortalığa saçılan pisliklerinin kokusunu perdelemeye çalışıyor.
Türkiye’de askeri vesayet rejimini sürdürmek, toplumu kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek, darbe koşulları hazırlamak, hükümetleri yıpratmak, Kürtlerin meşru taleplerini ve örgütlenmelerini karalamak, işçi hareketini ve devrimcileri karalamak gibi amaçlarla tüm toplumu hedef alan psikolojik savaş stratejileri hazırlayıp uygulamak, Genelkurmay’ın başlıca faaliyetleri arasındadır. Genelkurmay bünyesinde faaliyet gösteren Psikolojik Harekât Daire Başkanlığı, TC devletinin Türkiye halklarına karşı yürüttüğü psikolojik savaşın önde gelen komuta merkezlerinden biridir. Psikolojik Harekât Dairesi’nin işlevinin açığa çıkması üzerine adının “Bilgi Destek Daire Başkanlığı” olarak değiştirilmesi bile tipik bir psikolojik savaş uygulamasıdır. Dolayısıyla generallerin, hükümeti yıpratma hedefiyle yürürlüğe soktukları planların bir kısmı deşifre edilince veya işlenen cinayetler açığa çıkınca “TSK’ya karşı psikolojik savaş yürütülüyor” diye feveran etmeleri ironiktir.
Devletin resmi ideolojisi ve psikolojik savaş
İktidarı elinde tutan ayrıcalıklı bir azınlık, kendi kesimsel çıkarlarını toplumun bütününün çıkarları gibi gösterebilmek için yalanlar ve çarpıtmalar üzerine kurulu çok yönlü bir ideolojik faaliyet yürütür. Burjuva düzenin eğitim kurumlarından dinsel organizasyonlara ve medyaya kadar çeşitli düzeydeki aygıtları, sömürü düzenini meşru kılacak fikirsel çerçeveyi bireylerin zihnine yerleştirme işlevini üstlenmiştir. Devletin ideolojik aygıtları, düzeni ayakta tutacak fikirleri topluma benimseterek, kurulu düzeni statüko duvarları arasında koruma altına alırlar. Düzen kendi egemenlik simgelerini kutsal halelerle sarar, bu simgeler üzerine efsaneler türetir. Böylelikle toplumun tüm bireylerinin ve siyasal örgütlenmelerinin düşüncelerini çerçeveleyecek “kırmızı çizgiler” çekilmiş olur. Burjuva düzen, toplum tarafından kayıtsız şartsız benimsenmesini istediği fikirleri bazı kavramları kutsallaştırarak, onları tartışılmaz kılarak destekler; tek dil, millet, devlet, vatan, bayrak, şehitlik, üniter devlet, bölünmez bütünlük, kurtuluş savaşı, Atatürk vb.
Belirli bir coğrafya üzerinde egemenliğini ulus-devlet olarak örgütleyen burjuva sınıf, hâkimiyet kurduğu topraklar üzerinde varlığını meşru kılacak bir fikirler dizgesi de oluşturur. Böylelikle “resmi ideoloji” hayat bulur. Ancak resmi ideolojinin topluma benimsetilmesi, düzenin devamı için yeterli olmaz. Düzenin çelişkileri resmi ideolojiyi yıpratır.
Egemen sınıf kliklerinin, gerek kendi aralarındaki iktidar savaşımları, gerekse de işçi sınıfı ve ezilenler üzerinde tahakkümlerini sürdürmek üzere yürüttükleri ideolojik faaliyetler, psikolojik savaş yöntemleri ile desteklenmektedir. Psikolojik savaş yöntemlerinin uygulanması burjuva siyasetinin istisnası değildir. Bilakis, burjuva düzen, varlığını ve gündelik siyasi uygulamalarını toplum nezdinde meşrulaştırılabilmek için kitlelerin zihinlerini kontrol altına almaya ve iradesini yönlendirmeye ihtiyaç duyar. Kirli oyunlar tezgâhlayarak toplumu mevcut düzene muhalefet edenlere veya hasım devletlere karşı kışkırtmak, burjuvazi açısından gerekliliktir.
Rakip egemen güçlerin veya hasım devletlerin birbirlerine karşı yürüttükleri psikolojik savaş, birbirleriyle çatışmalarının olağan bir parçasıdır. İşçi sınıfının ve tüm toplumun farkına varması ve uyanık olması gereken husus, burjuva devletin toplumun bütününe karşı yürüttüğü psikolojik savaştır. Psikolojik savaş; halkın düşünce ve duygularını kontrol etmek, değiştirmek veya yönlendirmek üzere uygulanan kirli yöntemlerin genel adıdır. Devlet bu savaşımı profesyonel yöntemlerle ve üstü kapalı bir biçimde yürütür. Psikolojik savaşın hedefi olan işçi kitleler, eğer devrimci örgütlülükten ve siyasal bilinçten yoksun iseler, kendilerine karşı yürütülen savaşın farkına bile varamazlar.
Burjuva devletin psikolojik savaş taktiği, düşmanını insanlık dışı olarak göstermek ve ona karşı nefret yaratmaktır. Medya organları bunun için sistematik biçimde kullanılır. Örneğin haberlerde kullanılan kelimeler ve sıfatlar bile özenle seçilir. Hakları için isyan edene “cani”, “terörist”, isyan liderlerine “teröristbaşı” “bebek katili” gibi sıfatlar yakıştırılabilir. “Düşman” hiç yapmadığı şeyler için suçlanabilir. Hatta provokasyon eylemleri tertiplenip “düşmanın” üzerine yıkılabilir. Devlet ne pahasına olursa olsun toplumu kendi haklılığına inandırmalıdır. Resmi propagandanın etkili olabilmesi için inandırıcı, basit, tutarlı vurguların sık sık tekrar edilmesi gerekir. Toplum öyle bir zihinsel cendere altına alınır ki, “düşman” olarak benimsetilen güçlerin ne istediğini tartışmak isteyenler bile “hain” veya “işbirlikçi” olarak damgalanabilir.
Devlet, tüm psikolojik savaş uygulamalarına rağmen gerçekliği bütünüyle gizleyemez. Gerçekler direngendir ve güçlüdür. Lenin’in vurguladığı gibi “gerçeğin kendisi devrimcidir”. Muhalif bir hareket uzun bir süre boyunca alt edilemezse; muhalif hareketin talepleri ve mücadelesi toplumsal bir taban bulabilirse, devletin yalanlar ve çarpıtmalar üzerine kurduğu propagandalar giderek inandırıcılığını yitirmeye başlayacaktır. Devlet propagandalarının etkisizleşmesi mevcut siyasi yapının sorgulanmasını ve resmi ideolojinin krizinin giderek derinleşmesini beraberinde getirecektir.
Resmi ideolojinin değişmeksizin ilelebet ayakta kalması mümkün değildir. Çünkü ne toplum durağandır, ne de siyasal yapı durağan kalabilir. Devletin, toplumun değişik kesimlerinden yükselen yakıcı talepleri sürekli şiddet ve karalama yöntemleri ile bastırması meşruiyetini tümüyle kaybetmesine yol açacaktır. Biriken sorunların çözülmesi ve gerilimin azaltılması ihtiyacı, resmi ideolojinin revize edilmesini ya da yeniden kurgulanmasını dayatabilir.
Egemen sınıfın bir kesimi, çıkarlarını zedelemeyecek, hatta daha da geliştirecek biçimde değişim sürecini kendi kontrolü altında yönetmeye soyunurken, değişimle birlikte güç yitirecek kesimler statüko cephesinde mevzilenirler. Egemen sınıfın statükocu kanadı resmi ideolojiyi kendine siper edinir. Resmi ideolojinin dokunulmaz kıldığı kavramları kullanarak saldırıya geçer. Geçtiğimiz günlerde CHP’li Onur Öymen’in Kürtlerle müzakereye karşı çıkarak 1938 Dersim katliamını olumlaması bunun tipik bir örneğiydi. Öte yanda AKP ise süreci kendi çıkarları doğrultusunda yönetmek ve Kürt kitlelerini siyasi iradelerini temsil eden örgütlenmelerden uzaklaştırarak kendi saflarına kazanmak istiyor. Bu yüzden başbakan, devletin 1937-38’de Dersim’de gerçekleştirdiği kitlesel kıyımı katliam olarak tanımlamaktan çekinmedi.
Statükonun devamını sağlamak üzere kurgulanan resmi ideoloji egemenlerin değişimden yana kesimi için ayak bağı haline gelmiştir. Bu yüzden statükonun savunucusu kurumların ve resmi ideolojinin bazı öğelerinin tartışılması gündeme gelmektedir. Ancak burjuva cephede yer alan siyasi güçler, resmi ideolojiye yönelik toptan ve köklü bir sorgulamaya girişmeye cesaret edemezler. Böyle bir sorgulama, sömürü düzeninin bütününü tehlikeye sokacaktır.
Egemenler arası it dalaşı karşılıklı psikolojik savaş hamleleri eşliğinde sürüyor!
İçerisinden geçmekte olduğumuz dönemde, askeri bürokrasinin konumunun giderek daha fazla sorgulandığına şahit oluyoruz. Bunun sebebi açıktır. Türkiye’de rejimin, burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda reorganize edilebilmesi, bu temelde iktidar bloku içerisindeki güç ilişkilerinin yeniden tanımlanabilmesi, statükonun devamında ayak direyen askeri bürokrasinin direncinin kırılmasını gerektiriyor.
Askeri bürokrasi, askeri vesayet rejiminin zayıflatılmasına karşı direniyor. Ordu içerisinde cuntacı örgütlenmelerin ardı arkası kesilmiyor. Bu cuntaların hükümeti yıpratmak üzere hazırladıkları psikolojik savaş plan ve uygulamalarının önü alınamıyor. Bu durum, askeri bürokrasinin direncinin kırılması gereğini daha da acil kılıyor. İşte bu yüzden, burjuva düzenin “koruyucusu ve kollayıcısı” olan ordunun düne kadar örtbas edilen suçları şimdi kısmen teşhir ediliyor. Bu hamleler karşısında askeri bürokrasi, “TSK’ya karşı asimetrik yıpratma harekâtı yürütülüyor” diyerek suçlarını inkâr ediyor; böylelikle iktidar aygıtı içerisindeki konumunu ve dokunulmazlığını korumaya çalışıyor.
Ordunun kabaran suç dosyaları ve karargâhtan üflenen yalan rüzgârları
Psikolojik savaş uzmanı Albay Dursun Çiçek’e hazırlatılan AKP’yi devirme planının fotokopisi medyada yayınlandı. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ bu belgeye “kâğıt parçası” diyerek belgenin gerçekliğini inkâr etti, yani tüm kamuoyuna açıkça yalan söyledi. AKP ise belgenin ıslak imzalı aslının elinde olduğunu gizledi. Söz konusu belgenin ıslak imzalı aslı, zamanı geldiğinde şantaj aracı olarak kullanılmak üzere bekletiliyordu.
AKP “demokratik açılım” söylemini Kürt kitleleri nezdinde inandırıcı kılabilmek ve PKK’lilerin dağdan inişine açık kapı bırakabilmek için Habur’dan giriş yapan PKK’lilerin serbest bırakılmalarını sağladı. Hükümet bu adımı atarak “açılım” söylemine inandırıcılık kazandırmayı ve DTP’yi destekleyen Kürtlerin bir kısmını yanına çekmeyi hesaplıyordu. Ancak Kürt kitleleri AKP’nin hesabını bozdu. PKK’li barış heyetini karşılamak üzere 1 milyonun üzerinde Kürt, 3 gün boyunca sokaklara döküldü. Kürt kitleleri, kimlik taleplerini ve barış özlemlerini muhteşem bir karşılama töreniyle ifade etti. Gerilla kıyafetleriyle halkı selamlayan PKK’lilerin Kürt halkı tarafından coşkuyla karşılanması TC egemenlerini kudurturken, AKP’nin Kürt örgütlerini marjinalleştirme ve tasfiye etme planları da bir kez daha suya düştü. Bu gelişmeler üzerine ulusalcı kanat, başta asker-sivil bürokrasi, CHP ve MHP olmak üzere, denetimleri altındaki medyayı, kitle örgütlerini ve faşist çeteleri seferber ederek AKP’ye karşı yeni bir taarruz başlattı. AKP bu taarruza, şantaj için beklettiği Dursun Çiçek imzalı belgenin aslını ortaya çıkartarak yanıt verdi. Aynı günlerde Genelkurmay’ın içerisinden gelen ve generallerin olayı örtbas etme manevralarını teşhir eden bir ihbar mektubu da medyaya yansıtıldı.
İlker Başbuğ, Genelkurmay bünyesinde halen hükümeti yıpratmak üzere planlar yapıldığı belgelenince, TSK’ya karşı psikolojik savaş yürütüldüğünü öne sürerek kendisinin ve “silah arkadaşlarının” yıpranmasını engellemeye çalıştı. Başbakan ise “demokratik açılım”da frene basarken, İlker Başbuğ ile aralarında güven sorunu olmadığını beyan ederek askeri bürokrasiyle uzlaşmaya hazır olduğunun sinyallerini verdi. Hükümeti yıpratmak üzere psikolojik savaş planları hazırlayan üst rütbeli komutanlar, suçlarının cezasını çekmekten yine kurtuldular. Nitekim Albay Dursun Çiçek, ikinci kez ifadesi alındıktan sonra 43 saat içerisinde serbest bırakıldı. Her iki taraf da kirli uzlaşmalar temelinde aralarındaki çatışmanın tansiyonunu düşürmek istiyor ama bir türlü uzlaşamıyor.
Marksist Tutum sayfalarında defalarca dile getirildiği üzere, çatışmanın geçici ateşkeslerle soğutulması, egemenler arasındaki çatışmanın uzlaşmalar temelinde çözülebileceğini göstermez. İktidar bloku içerisindeki güç ilişkilerinin yeniden tanımlanması sürecine siyasal çalkantıların ve şiddetli çatışmaların eşlik etmesi kaçınılmazdır. Nitekim ulusalcı kanat, yargı mensupları ve devlet görevlilerinin telefonlarının dinlendiğini gündeme getirerek yeni bir taarruz başlatmakta gecikmedi. Ulusalcılar, AKP’nin iktidarını korku ve şantaj üzerine kurduğunu propaganda etmeye başladılar. Ancak AKP karşı hamlede gecikmedi ve “Kafes Operasyonu Eylem Planı” teşhir edildi. Hemen ardından Deniz Kuvvetlerinden 2 muvazzaf albay ve bir yarbay tutuklandı.
Genelkurmay’ın “TSK’ya karşı psikolojik savaş yürütülüyor” söyleminin ardına sığınması sadece Dursun Çiçek vakasında yaşanmadı. Diyarbakır Lice’de 12 yaşındaki Ceylan’ın bomba atar silahı ile hunharca katledilmesi; bir subayın nöbette uyuyan erin eline pimi çekilmiş el bombası vererek cezalandırması ve 4 askerin bu yüzden ölmesi gibi kamuoyuna yansıyan olayların ardından da benzer açıklamalar yaptı Genelkurmay.
Planları “kısmen” deşifre edenlerin, yani AKP’nin başını çektiği kanatta yer alanların da masum oldukları sanılmamalıdır. Medya kanalıyla kamuoyuna sızdırılan psikolojik harekât planları, yürürlülükteki planların küçük bir kısmını, özellikle de hükümeti yıpratmaya odaklanan kesitini oluşturmaktadır. İşçi hareketini, devrimcileri ve Kürtleri hedef alan planlar halen yürürlüktedir ve egemen sınıfın tüm kesimleri tarafından sahiplenilmektedir. TSK’nın kirli planlarını “kısmen” teşhir edenler de, kendi çıkarları doğrultusunda psikolojik savaş yöntemlerini uygulamaktan geri durmamaktadırlar. Toplumu kandırmaya ve manipüle etmeye yönelik egemenlerin ortak plan ve uygulamaları örtbas edilirken, teşhir edilen kısım, cuntacıların doğrudan hükümeti hedefleyen planlarıyla sınırlı tutulmaktadır.
Psikolojik savaş sadece Genelkurmay bünyesindeki örgütlerce yürütülmüyor. Aslına bakılırsa burjuva siyasi partilerden işveren derneklerine kadar burjuvazinin tüm örgütleri, çıkarlarını temsil ettikleri kesimler adına farklı içerik ve kapsamda psikolojik savaş yöntemleri uyguluyorlar.
İşçi sınıfının egemen sınıfın rakip güçleri arasında yürüyen mücadeleyi bilince çıkarması, bağımsız sınıf çıkarları doğrultusunda hareket edebilmesi açısından hayati bir önem taşımaktadır. İşçi sınıfı, kendi bilinci üzerinde oynanan oyunların bilincine varmadığı sürece, burjuvazinin şu ya da bu kesiminin yalanlarının etkisinde kalmaktan kurtulamayacaktır. Bu bağlamda, burjuvazinin psikolojik savaş uygulamalarını güncel ve tarihsel örnekler eşliğinde gündeme getirmek boynumuzun borcudur.
link: Serhat Koldaş, Psikolojik Savaş: Kirli Düzenin Kirli Yöntemleri, 1 Aralık 2009, https://marksist.net/node/2327