Haziran seçimlerinden Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku önemli bir başarı elde ederek çıkmıştı. Blok adaylarının seçilmesiyle, TC’nin ezilenlerin önüne diktiği seçim barajında 36 gedik açıldı. TC egemenleri bu başarıyı hazmedemediler ve Blok vekilleri üzerinden yeni bir saldırı stratejisini devreye soktular. YSK’nın ayak oyunlarıyla Hatip Dicle’nin vekilliği düşürüldü, üstelik yerine Dicle’nin dörtte biri kadar oy almış bir AKP adayı milletvekilliğine getirildi. AKP güdümlü yargı, Ergenekon davasından tutuklu CHP’nin 2, MHP’nin 1 vekilini de hapisten çıkartmadı. Saldırının asıl hedefi ise Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’ydu. Düşüncelerini ifade ettiği için hapiste tutulan 6 Blok milletvekili hapisten çıkarılmayarak gerilim tırmandırıldı. Bu saldırılar karşısında Blok milletvekilleri 6 arkadaşlarının vekillik hakları tanınana kadar meclisi boykot etme, milletvekili yeminini etmeme ve Diyarbakır’da toplanma kararı aldılar. Askeri operasyonlara ve bugünkü çatışmalara uzanan son sürecin başlarında “yemin krizi” önemli bir başlık olarak karşımıza çıkmıştı.
CHP de hapisteki Ergenekon tutuklusu milletvekilleri Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay’ın salıverilmesi talebiyle bir süre yemin etmeme tavrı gösterdi. Ancak kurulu düzen açısından “günaha girme” anlamına gelen bu tavrı sürdüremedi. MHP ise hapisteki Ergenekon tutuklusu 1 milletvekili için zinhar “yemin etmeme” günahını işlemekten kaçındı. Hem CHP’nin hem de MHP’nin hapisteyken seçtirdikleri darbeci milletvekillerini sahiplenebilmelerinin sınırları da görülmüş oldu. AKP, CHP ile MHP’nin, devletin açık saldırı ve provokasyonlarına maruz kalan Kürt hareketiyle kader ortağı görünmekten kaçınmak zorunda kalacaklarını iyi hesaplamıştı. Seçim sonrası hapisteki vekillerin çıkartılmamasını sağlayarak CHP’yi ve MHP’yi provoke etti. Bu partilerin AKP’nin YSK ve yargı üzerinden geliştirdiği bu hamleyi karşılıksız bırakmaları teslimiyet anlamına gelecekti. Boykot ya da yemin etmeme türünde bir tepki ise bu partileri çıkmaza sokacaktı. MHP teslimiyetin daha az zarar vereceğini hesap ederek, “devletin bekası için sağduyulu davranan parti” rolünü oynamayı, böylece teslimiyetin olumsuz etkilerini telafi etmeyi tercih etti. Devletin kutsiyetini zedelemeyen parti imajı çizmek faşist partinin ideolojik zeminine daha uygun düşüyordu.
CHP ise AKP’nin karşısındaki “ana muhalefet” olma iddiasını sürdürebilmek için AKP’nin hamlesine daha sert bir yanıt geliştirmek zorundaydı. Üstelik seçim sonucunun CHP açısından beklentilerin çok altında kalması parti içi muhalefeti harekete geçirmiş, partiyi olağanüstü kurultaya götürmek için imzalar toplanmaya başlanmıştı. Kılıçdaroğlu yönetiminin tutuklu vekiller serbest kalıncaya dek milletvekili yeminini etmeyerek AKP’ye kafa tutması, parti içi muhalefeti susturmak için girişilmiş bir manevraydı. Aynı zamanda
AKP, CHP’yi Blok milletvekilleriyle aynı kefeye koyan bir propagandaya girişti. Burjuvazinin istikrar talebini de iyi kullanan AKP, CHP’yi darbecilikten tutuklanan vekilleri kollamakla ve istikrarsızlık yaratmakla suçladı. AKP sanki YSK’ya ve yargıya müdahale etmiyormuş gibi yargı bağımsızlığından dem vurarak “yargıya müdahale etmemizi istiyorlar” yaygarası kopardı. AKP, meclis iç tüzüğüne dayanarak yemin etmeyenlerin milletvekilliğini düşürme, ardından da ara seçime giderek meclis aritmetiğini tek başına anayasa yapabilecek biçimde lehine çevirme tehdidini de ileri sürdü. CHP’nin yemin etmekten başka seçeneği kalmadı. CHP iyice köşeye sıkışmış geri adım atmanın yolunu aramaya başlamıştı. Yemin krizini kendi lehine çevirmeyi başaran Erdoğan, CHP’nin tükürdüğünü yalayacağını, meclise gelip yemin edeceklerini ilan ederek CHP’yi iyice madara etti. CHP yönetimi AKP’ye horozlanarak parti içi muhalefeti savuşturmuştu. Ancak CHP milletvekilleri sürecin sonunda kuyruğunu kıstırıp yeminlerini etti. BDP ise karşılaştığı muazzam basınca rağmen şimdiye kadar tavrını sürdürmeyi başardı. Hatta özerkliği fiilen örgütleyeceğini kamuoyuna açıklayarak meclis boykotunu da aşan bir tavır geliştirdi.
Burjuva kurumların kutsanması ve burjuva yeminlerin ideolojik özü
“Yemin” kavramı dinsel bir öze sahiptir. Kapitalizm öncesi toplumlarda hükümdar, yönetme yetkisini tanrıdan aldığını iddia ediyordu. Yemin törenleri, krallara tanrısal yetkilerin bahşedilmesini simgeleyen dinsel bir ayin idi. Devlet hiyerarşisinin hemen hemen tüm basamaklarında iktidar yetkisini tanrıya dayandırmak üzere çeşitli yemin törenleri kurgulanmıştı. Mesleğe kabul edilmekten evliliğe kadar kişiler hemen her toplumsal rol ya da görev için o role özgü yeminler ediyorlardı.
Burjuvazi, feodal aristokrasiye karşı giriştiği siyasal mücadele sürecinde, iktidarın üzerindeki tanrısallık örtüsünü yırtıp atmaya girişmişti. İktidarın kaynağını gökyüzünden yeryüzüne indirmek, kralların tanrı adına yürüttüklerini iddia ettikleri iktidar yerine, halkın onayına dayalı cumhuriyeti kurmak burjuvazinin siyasal çıkarınaydı. Ancak gelişen kapitalist sistem de nihayetinde toplumun mülk sahibi bir azınlığının mülksüz çoğunluk üzerindeki egemenliğini tesis etmek zorundaydı. Burjuvazi yoksul sınıfları yönetmek üzere kendi rejimini kutsallaştırmaya, böylelikle de sömürü düzeninin temel kurumlarını eleştirilemez hale getirmeye girişti. Burjuvazi hâkimiyet kurduğu coğrafyaya diktiği bayrağı ve kendi hâkimiyet bölgesini yani milli bayrak ve vatanı kutsadı. Toplumu “ulus kimliği” altında örgütlerken ulus kavramını kutsallaştırdı. Vatan, millet, bayrak kavramları milliyetçilik ideolojisinin yapıtaşlarıydı artık. Burjuvazi kendi sınıf egemenliğini de “ulusal egemenlik” şalıyla süsledi. Toplumsal eşitsizliğin sürekli derinleştiği kapitalist toplumda karşıt sınıfların uzlaşmaz çelişkileri milliyetçilik ideolojisiyle perdelendi.
Türkiye’de halen yürürlülükteki yemin metinleri faşist rejimlerden esinlenerek hazırlanmıştır. İtalya’da Mussolini liderliğindeki faşist rejim iktidara geldiğinde üniversitedeki öğretim görevlilerini bile faşizme bağlılık yemini etmek zorunda bırakmıştı. Bugün Türkiye’de halen ilkokul öğrencilerinden Cumhurbaşkanı’na kadar hemen herkes Türk milliyetçiliğine, Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlılık vurgusunun öne çıktığı yeminler etmek zorunda bırakılıyor. Milletvekilleri, askerler ve her kademedeki memurlar göreve başlayabilmek için öncelikle devlete ve resmi ideolojiye bağlılık yemini ediyor. Bu yeminler sadece sembolik bir niteliğe sahip değildir. Yemin etmeyen milletvekili meclis genel kurulunda oy bile kullanamıyor. Seçilmiş bir milletvekili rejime bağlılık yemini etmezse göreve başlatılmıyor. Oy veren yurttaşların siyasi iradesi tamamen hiçe sayılabiliyor.
TC devleti yemin kurumu üzerinden iktidar aygıtlarını kutsallaştırıyor. Rejimin çerçevesini çiziyor ve bu çerçevenin dışına çıkmaya kalkanı da aforoz ediyor. 1991 genel seçimlerinde milletvekili seçilen Leyla Zana, milletvekili yemininin en sonunda Kürtçe “Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum” dediği için burjuvazinin linç kampanyalarının hedefi haline getirilmiş ve on yıl hapis yatmıştı.
Demokrasi mücadelesinin hedefleri arasında ilkel yemin ayinlerine son vermek de vardır. İlkokuldan itibaren çocukların beynini yıkamaya yönelik bayrak törenlerine de, milletvekillerinin politik fikirlerine çerçeve çizmeye kalkışan milletvekili yemininin varlığına da karşı çıkmak gerekiyor. Devrimci işçi sınıfı sömürü düzeniyle birlikte resmi ideolojiye tapınma içerikli yemin törenlerini de ortadan kaldıracaktır.
link: Zehra Aras, Yemin Krizi ve Resmi İdeolojiye Tapınma Ayinleri, Eylül 2011, https://marksist.net/node/2743
Kadınlar Barış İçin Ankara’da Buluştu
İngiltere’de İsyan