Son haftalarda Türkiye’nin politik gündemini sarsan gelişmelerin ardı ardına gerçekleşmesi kamuoyunun zihnini fena halde karıştırmış durumda. Ordu ile kirli bir ittifak kurmaya giriştiği anlaşılan Erdoğan’ın, hükümeti, gerilimi yükseltmeye, Kürt sorununu inkâra, görüşme masasını devirmeye ve Kürtlere yönelik saldırılar ve provokasyonların devreye gireceği yeni bir döneme zorlaması, hükümet kanadından da Erdoğan’a karşı çatlak seslerin yükselmesine vesile oldu.
Erdoğan, cumhurbaşkanlığı yetkilerinin sınırlarını tanımayacağını ve hükümetin yetki alanındaki her konuya müdahale edeceğini cumhurbaşkanı seçilmeden önce ilan etmişti. Erdoğan’ın bu tutumunun, cumhurbaşkanı seçildikten sonra gerilimlere ve krizlere yol açacağı Marksist Tutum sayfalarında dile getirilmişti. Yürütmeye ait yetkilerin hükümet ile Saray arasında paylaşılamaması; AKP saflarında “açıkça dile getirilemese de” başkanlık sistemine gönülsüz yaklaşanların olması; Erdoğan’ın Merkez Bankası’na ve ekonomi yönetimine müdahaleleri yüzünden TL’nin değer kaybetmesi gibi gelişmeler de AKP içerisindeki fay hatlarını derinleştirdi. Önümüzdeki günlerde AKP’nin milletvekili adaylarını belirleyecek olması, kamuoyu yoklamalarının AKP’nin seçmen desteğinin azalmaya başladığını ve HDP’nin %10 barajını aşacağını göstermesi gibi hususlar AKP saflarında gerilimi iyice tırmandırdı.
İki yıldır devam eden ateşkes süreci Kürt hareketinin güçlenmesine yarıyor. HDP, Türkiye’nin batısındaki demokratik dinamikleri kendi çatısı altında yan yana getiriyor, özerklik talebinin meşruluğunu kamuoyuna duyuruyor ve toplum nezdinde meşrulaşma süreci ilerliyor. Suriye Kürdistanı’nda IŞİD ile yürüyen savaş, hem AKP saflarındaki Kürtleri Kürt ulusal hareketine doğru çekiyor, hem de Kürt hareketinin uluslararası düzeyde meşruiyet kazanmasını sağlıyor. Buna mukabil AKP’nin İslami söylemle Kürtleri kandırma siyaseti kan kaybediyor. Sürecin bu biçimde ilerlemesi ve “provokasyonlarla kesilmemesi” durumunda HDP’nin %10 barajını geçip 60 kadar milletvekili ile meclise girmesi ve Erdoğan’ın başkanlık hayallerini suya düşürmesi kesin görünüyor. Üstelik bu gidişat, AKP’ye oy veren bir kesimin de MHP’ye kaymasına ve AKP’nin oy kaybına yol açıyor.
AKP’nin bölgesel emperyalist hesapları, özellikle “Arap Baharı” sonrasında izlediği politikalar ABD ile arasının açılmasına yol açmıştı. Müslüman Kardeşler ile kurduğu ortaklık, İsrail ile gerilim, Suriye politikası gibi etkenler, tercihini ABD’den yana kullanan Gülenciler ile AKP’nin kapışmasına yol açmış, ABD’nin de desteğiyle AKP’nin kirli çamaşırları ortaya saçılmıştı. Gülenciler ile mücadele süreci Erdoğan’ı ordu ile uzlaşma arayışlarına itti. Daha birkaç yıl önce Erdoğan-Gülen ittifakı, darbe planlayan subaylardan başlayıp halka halka genişleyerek bir bütün olarak ordu üst bürokrasisini hizaya getirmeye yönelik yargı operasyonları yürütmüştü. Ergenekon operasyonları sürecinde siyaseten etkisizleştirilen ve baskı altına alınan ordu üst bürokrasisi, Erdoğan-Gülen kapışması sayesinde yeniden toparlanma fırsatı yakaladı. Erdoğan, Gülencileri tasfiye etmenin bedelini ordu üst bürokrasisinin önünü açarak ödüyor. Bir süre önce Ergenekoncuları hapisten çıkartan Erdoğan, Ergenekon operasyonlarıyla ilgili Harp Akademisinde yaptığı konuşmada “kandırıldık”, “milli ordumuza ve milli kurumlarımıza kumpas kuruldu” gibi özürcü manevralar yaparak ordu ile arasını ısıtmaya girişti.
Kürt hareketine yönelik provokasyon ve çatışma politikalarına dönüş, Erdoğan’ı ordu bürokrasisinin etki ve gücünü daha da arttırmak zorunda bırakıyor. Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur” yönlü açıklamaları, müzakere sürecini dinamitlemek üzere hükümetin attığı adımlara karşı çıkışı, Genelkurmay’ın PKK ve YPG’yi terörist, Öcalan’ı teröristbaşı olarak tanımlamasıyla ve ordunun “terör örgütüne” karşı silahlı mücadeleyi sürdürdüğünü ilan eden açıklamalarıyla birleşiyor. Genelkurmay uzun bir aradan sonra ilk defa iç siyasete doğrudan müdahale niteliği taşıyan açıklamalarla gündeme geliyor. Mazıdağ ve Dağlıca’daki askeri operasyonlar, askeri uçakların keşif uçuşlarını arttırması ve PKK’ye saldırmaya yönelik hazırlıklar tabloyu tamamlıyor.
Öcalan’ın Newroz’da verdiği barış mesajları ya da PKK’nin Türkiye’ye yönelik silahlı mücadeleyi sona erdirme kararının alınacağı bir kongre toplanmasına yönelik çağrıları, HDP cephesinden gelen tansiyonu düşürmeye, provokasyona gelmemeye yönelik açıklamalar ve ateşkes sürecinde ısrar eden tutumlara rağmen yeniden çatışmalı bir sürece doğru gidiliyor. Erdoğan’ın ve ordunun politik hesapları kan dökmeyi gerektiriyor.
Türkiye ekonomisinin iyiye gitmediği malûmdur. Erdoğan’ın dış politikadaki hesapları da tutmadı. Erdoğan, AB nezdinde kredisini tüketti, ABD’nin ise artık istemediği adam… Yolsuzluklarla kirlenmiş durumda. Geçmişte politik etkisini kırdığı ordu bürokrasisinin etkisini şimdilerde arttırıyor. Darbecileri aklıyor. AB uyum yasalarıyla gelen demokrasi kırıntıları çoktan çöpe atıldı. İç güvenlik yasası ile baskı rejimi tahkim ediliyor; tek adam rejimi hayalleri kuruluyor. 12 yıl boyunca ekonomi ve siyasetteki göreli istikrar yerini Erdoğan’ın yürütmeye müdahale ederek yarattığı çift başlılığa, tetiklediği ekonomik çalkantılara ve AKP içerisindeki yarılmalara-siyasi çarpışmalara bırakıyor. Kürt hareketinin güçlenmesi ve AKP’nin kandırabildiği Kürt nüfusunun giderek daralması, HDP’nin barajı geçebilecek duruma gelmesi AKP’ye kan kaybettiriyor. AKP’nin hükümetten düşmesi Erdoğan için ciddi bir tehdit demektir. Yolsuzluklar, Suriye’deki çetelerle ilişkiler, savaş suçları gibi Erdoğan ve ekibini ömür boyu hapse tıkacak onlarca suç dosyası mevcut.
Kısacası bugüne değin AKP’ye dokuz seçim kazandıran dinamikler tersine işlemeye başlamıştır. Erdoğan bu çöküş sürecine son vermek üzere riskli bir politik manevraya girişiyor. Ordu ile kurmaya çalıştığı ittifak üzerinden Kürtlerle savaşı canlandırarak, şovenizmi körükleyerek ve belki de 7 Haziran seçimlerinin olağan koşullarda yapılmasını engelleyerek koltuğunu korumanın hesabını yapıyor. Yaptığı açıklamalarla Kürtleri kışkırtmaya çalışmasının, ateşkes sürecini askeri operasyonlarla imha etmeye girişmesinin sebebi budur. Erdoğan’ın daha ne kadar süreyle başta kalacağı bilinmez ama Erdoğan iktidarının başta kalmasının başta işçiler, emekçiler ve ezilenler olmak üzere topluma ödettiği bedel günden güne ağırlaşmaktadır.
link: Serhat Koldaş, Erdoğan-Ordu Uzlaşması ve Tehlikeli Provokasyon Süreci, 2 Nisan 2015, https://marksist.net/node/4102
Bonapartlaşan “Başkan Baba” ve 8 Mart
Hükümet Engelli ve Yaşlıların Maaşına da Göz Dikti