Batı Şeria’daki Gush Etzion yerleşim biriminde üç Yahudi yerleşimci gencin Hamas tarafından öldürüldüğünü iddia ve bahane eden İsrail, 8 Temmuzda Gazze’ye denizden ve havadan füze ve bomba yağdırmaya başladı. İsrail’in “Koruyucu Hat Operasyonu” adını verdiği bu katliam, 17 Temmuzdan bu yana kara harekâtı ile devam ediyor.
Ölen üç Yahudi genci Hamas’ın öldürdüğüne dair hiçbir kanıt yok. Ancak İsrail Filistin’e saldırmaya karar verdiğinde Mossad gerekli bahaneleri üretmekte zorluk çekmiyor. İsrail, Temmuz 2001’de de İsrailli sivillerin öldürülmesini bahane ederek “Haklı İntikam Operasyonu” adı altında saldırıya geçmiş, çatışmalarda binlerce Filistinli ve yüzlerce İsrailli ölmüştü. Ne ilginçtir ki, dönemin Mossad şefi Dagan, Filistin’e saldırı planlarını İsrailli sivillerin ölümünden çok önce hazırlamıştı. Bugün de savaş İsrail istediği için başlamıştır, üç genç öldürüldüğü için değil.
İsrail basınında IŞİD’e bağlılık yemini etmiş yeni bir Filistinli cihatçı örgütün ortaya çıktığı, 3 genci bu grubun kaçırıp öldürdüğü yönünde haberler de yayınlanıyor. İsrail’in Suriye’deki Esad yönetimine karşı El Nusra ve IŞİD gibi cihatçı gruplara destek verdiğine dair haberler de aylardır İsrail medyasında yer alıyordu. Hatta basında yer alan bir fotoğraf üzerine de çeşitli spekülasyonlar yapılıyor. Şubat 2014’te Netanyahu, İsrail’in işgal altında tuttuğu Golan Tepelerinde, Suriye’de savaşan cihatçı gruplara hizmet veren bir hastaneyi ziyaret etmiş, hastanede yatan bir El Kaide militanı ile el sıkışırken çekildiği iddia edilen fotoğraf gazetelerde yayınlanmıştı. İsrail, Esad’ı ve İran’ı düşman olarak görüyor, Suriye’deki muhalif grupları ise özgürlük savaşçısı kabul ediyordu. Üç İsrailli gencin kaçırılıp öldürülmesinin IŞİD’in gerçekleştirdiği bir Mossad operasyonu olduğu da iddia ediliyor. Tüm bu veriler, Ortadoğu’daki emperyalist savaş cangılında kimin elinin kimin cebinde olduğunu ayırt etmenin zor olduğunu ortaya koyuyor.
İsrail, Yahudi vatandaşlarına, Hamas’ın İran ve Hizbullah gibi güçler ve Mısır’a uzanan tüneller sayesinde silah ve kazanç elde ettiğini, roketler atarak İsrail’in ve Yahudi halkın güvenliğini tehdit ettiğini propaganda ederek saldırganlığını Yahudi kitleler nezdinde haklı göstermeye çalışıyor. 2009’da “Dökme Kurşun”, 2012’de “Bulut Sütunu” operasyonlarını gerçekleştiren İsrail, birkaç yıl arayla her fırsat bulduğunda Hamas’ın gücünü kıracak ve Filistinli kitleleri yıldıracak operasyonlar yapıyor. İsrail Başbakanı Netanyahu son saldırılar devam ederken, askeri operasyonu İsrail vatandaşlarının huzuru için yaptıklarını, kara operasyonunu Gazze ile Mısır arasındaki roket rampalarının gizlendiği tünelleri yok etmek için başlattıklarını iddia etti.
Gazze’de yönetimi elinde tutan Hamas, İsrail ordusunun saldırılarına roket atışları ile karşılık vermeye çalışıyor. İsrail’in “demir kubbe” adını verdiği hava savunma sistemi roketleri havada imha ediyor. Buna rağmen İsrail, gerek içerde gerekse Batı kamuoyunda ağır saldırı altında olduğu izlenimi yaratarak katliamcı politikalarını meşrulaştırmaya çalışıyor.
Çatışmaların başladığı ilk günlerde, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin desteğini arkasına alan Mısır, taraflara ateşkes çağrısı yaptı. Çağrıya Gazze’deki Hamas yöneticileri olumlu yaklaşırken, Hamas’ın Katar’daki lideri Halit Meşal, bazı şartlar öne sürerek ateşkesi kabul etmedi. Meşal’in Mısır’dan gelen ateşkes önerisini doğrudan kabul etmemesini bahane eden İsrail, 17 Temmuzda kara harekâtına girişti. Harekât güya Hamas’ın kurumsal gücünü ve yönetim altyapısını çökertmeyi hedefliyor. Ama bütün bir Gazze füzelerle, bombalamalarla ve kara harekâtıyla yıkıma uğruyor. Binlerce ev yıkılmış, on binlerce Gazzeli evsiz kalmış durumda.
İsrail Gazze’de, kumsalda top oynayan çocukların üzerine savaş gemisinden füze atacak ve çocuk bedenleri paramparça edecek kadar kanlı ve zalim bir katliam yürütüyor. İsrail, savaş suçlarına ve insanlık suçlarına her gün yenilerini ekliyor. Hastaneler, ambulanslar, “belki vurulmaz” diye sığınılan Birleşmiş Milletler’e ait okullar bile hedef alınıyor. Siyonist rejim, kara harekâtının 3. günü Gazze’nin Şecaiyye mahallesinde kanlı bir katliama daha imza attı. Gazze’den yanmış ve parçalanmış insan cesetlerinin, kolları bacakları kopmuş acıyla çırpınarak ölümü bekleyen çocukların görüntüleri geliyor.
Temmuz sonu itibarıyla, ölen Filistinlilerin sayısı 1400’ü, yaralıların sayısı 8000’i aşmış durumda. Ölenlerin yarıya yakınını kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Batılı emperyalist devletler, İsrail’in giriştiği katliamlar karşısında alçaklığın ve ikiyüzlülüğün tarihine yazılacak politikalar izliyorlar. 18 Temmuzda toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, katliamları durdurmak bir yana, katliamları sessiz kalarak onaylayan bir tutum sergiledi. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, Hamas’ın İsrail’e yönelik roket saldırılarını kınayarak, bu saldırıların “kabul edilemez” olduğunu açıkladı. ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa’nın sessiz onayı sayesinde İsrail, katliamlarını pervasızca sürdürüyor. Fransa kendi ülkesinde İsrail karşıtı protestoları yasaklayacak kadar ileri gitmiştir.
Başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist güçlerin Ortadoğu halklarının bağrına sapladığı bir hançer işlevi gören İsrail, ABD tarafından yeni silahlanma paketleriyle donatılıyor. ABD emperyalizmi bazı dönemler politik hesapları gereği İsrail’in aşırılıklarını frenliyor. Ancak Ortadoğu’daki sadık müttefikini her daim silahlandırıyor; ihtiyaç duyduğu ya da sakınca görmediği dönemlerde tasmasını gevşetip Filistin’e saldırmasının önünü açıyor.
Elbette Gazze’de başlayan katliam, Ortadoğu’daki emperyalist paylaşım savaşından, Irak ve Suriye’de son dönemde yaşanan gelişmelerden bağımsız değildir. Bir süredir “İslam Devleti” adını kullanmaya başlayan IŞİD, Suriye’nin ve Irak’ın orta kesimlerini ve Suriye’nin doğu ve kuzeydoğu kesimlerini ele geçirerek hâkimiyet alanını giderek genişletiyor. Müslümanların Şii-Sünni ekseninde giderek kutuplaşıp çatıştığı, Türkiye’nin Sünni gruplara örtülü destek sunduğu, bölgedeki radikal İslamcı terör gruplarının giderek güçlendiği bir konjonktürde, ABD’nin ve Batılı emperyalist güçlerin bölgedeki en güvenilir müttefiki durumundaki İsrail, Hamas’ın yönetimi altındaki Gazze’ye saldırmak için uygun bir zemin buldu. İsrail’in başlattığı savaş, Batılı emperyalist güçlerden destek gördü. Batılı emperyalistler Gazze’deki sivil katliamlarını bile görmezden gelerek İsrail saldırılarının önünü açık tutmayı tercih etti.
Filistin Yönetimi 2007 yılında El Fetih ile Hamas arasında ikiye bölünmüş, Batı Şeria El Fetih’in, Gazze ise Hamas’ın kontrolünde kalmıştı. El Fetih İsrail’in yanı başında bağımsız bir Filistin devletinin olabileceği noktasından hareketle İsrail karşısında uzlaşmacı tutum sergiliyor ve taleplerini 1967 savaşından önceki sınırlara geri dönülmesi ile sınırlandırıyordu. Müslüman Kardeşler (İhvan) örgütünün Filistin kolu olarak kurulan Hamas ise İsrail devletinin meşruiyetini kabul etmiyor, İsrail’le uzlaşmaya yanaşmıyordu. İsrail’in saldırgan tutumları Filistinli kitleleri El Fetih’ten uzaklaştırmış, Hamas’ı umut haline getirmişti. İsrail’in Hamas ile El Fetih’i karşı karşıya getirecek politik manevraları, nihayetinde iki örgütü silahlı çatışmalara sürüklemişti. Zaten coğrafi olarak birbiriyle sınırı olmayan iki bölgeye bölünmüş durumdaki Filistin, yönetim itibarıyla da iki güç arasında paylaşılmış oluyordu.
Mısır’da Müslüman Kardeşler’in seçimi kazandığı 2012 yılında Hamas lideri Şam’dan ayrılarak günlerini Katar, Mısır ve Türkiye’de geçirmeye başlamıştı. Şam’daki Esad rejimi sallanırken Hamas yönetimi Esad rejiminden daha fazla destek alamayacağını görmüş, dümeni İhvan’ın hükümete seçildiği Mısır’a doğru kırmıştı. Mısır’daki Müslüman Kardeşler, Hamas’ı daha ılımlı bir çizgiye çekmeye başlamıştı. Suriye ve İran’dan uzaklaşmaya başladığı bu süreçte Hamas, El Fetih ile uzlaşma görüşmelerine de başlamıştı.
Hamas ile El Fetih’in uzlaşma görüşmeleri 2 Haziran 2014’de nihayet anlaşma ile sonuçlandı. 2007’den bu yana yönetimi ikiye bölünmüş olan Filistin’de uzun bir aradan sonra birlik hükümeti kurulması kararı alındı. Ancak Hamas-El Fetih anlaşması, İsrail’in son dönemdeki saldırganlığının en önemli sebebi haline geldi. El Fetih ile Hamas’ın iktidar çekişmesine girerek birbiriyle çatışması ve Filistin’i bölmesi İsrail egemenlerinin yıllar boyunca arzuladıkları ve kışkırttıkları bir gelişmeydi.
Filistin’in bölünmüşlüğünü devam ettirmek, gasp ettiği Filistin toprakları üzerinde yeni Yahudi yerleşimleri kurmak ve Filistin halkını yaşadığı topraklardan göç etmek zorunda bırakmak, İsrail’in devlet politikasıdır. İsrail’in Filistinlilere telefon ederek ya da uçaktan bildiriler atarak sivillerin yerleşim yerlerini terk etmelerini, bölgeyi bombalayacağını bildirmesi, Filistin halkını yıldırmak ve göçe zorlayarak yerinden etmek için izlenen taktiklerdir.
Türkiye-İsrail ilişkileri
Türkiye’nin bölgede nüfuzunu arttırmak amacıyla kimi dönemler İsrail’e esip gürlemesi kimseyi yanıltmamalıdır. AKP önderliğindeki Türkiye burjuvazisi bölgesel emperyalist hesapları gereği ABD ile ters düşse de, İsrail’e yağmadan gürlese de, Türk devletinin çıkarları, ABD ve İsrail ile askeri-stratejik ve ekonomik ortaklıkları devam ettirmekten yanadır.
Erdoğan, İsrail’in zulmettiğini, terör estirdiğini, soykırım uyguladığını, hiçbir zaman İsrail hakkında olumlu düşünemeyeceğini söylüyor. Erdoğan, Türkiye’de kitlelerin İsrail’e karşı tepkisini iç politikada kendisine tedavül edecek belagati ile Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde oy devşiriyor. Ancak İsrail devletine karşı diplomatik yaptırımların ötesine geçecek adımlar atmaktan kaçınıyor.
İsrail’in Gazze saldırısı üzerine Venezuela, İsrail Büyükelçisini kovdu. Şili, İsrail ile tüm ekonomik ilişkilerini dondurduğunu açıkladı. Türkiye ise Erbil petrolünü İsrail’e satıyor. Erdoğan hükümetine yakınlığıyla bilinen Star Gazetesi’nin %50 hissesi Azerbaycan devletinin petrol şirketi olan SOCAR’a ait. Petkim’in de sahibi olan SOCAR, Azerbaycan petrolünü Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı üzerinden İsrail’e satıyor. Ceyhan’a kadar borularla gelen petrol, gemilerle İsrail’e taşınıyor. İsrail’e petrol taşıyan gemiler arasında Erdoğan’ın oğlunun gemiciklerinin de olduğu söyleniyor. Bu boru hattından gelen petrol, İsrail’in petrol ihtiyacının %30’unu karşılıyor.
Erdoğan hükümetinin 2008-2009 yıllarında İsrail-Gazze savaşını kınaması üzerine diplomatik ilişkiler gerilmişti. 2009 yılı başlarında Dünya Ekonomik Forumu’nda Erdoğan’ın “one minute” şovu gerçekleşti. 2010 Mayısında abluka altındaki Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara gemisine İsrail’in yaptığı kanlı baskından sonra ise iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler resmen kesildi. Tüm bunlar yaşanırken ekonomik ilişkiler ise farklı bir seyir izliyordu. 2010 yılının ilk yarısında 1,59 milyar dolar olan İsrail-Türkiye arasındaki ticaret hacmi, 2011 yılının ilk yarısında %26 artarak 2 milyar dolara yükselmişti. İsrail’in Türkiye’ye ihracatı %39 artarak 950 milyon dolara, Türkiye’nin İsrail’e ihracatı ise %16 artarak 1 milyar 50 milyon dolara çıkmış; Türkiye İsrail’in en büyük altıncı ihracat durağı haline gelmişti. Türkiye İsrail’den kimyasal maddeler, damıtılmış petrol ürünleri, ileri teknolojiye sahip savaş araçları satın alıyor; İsrail’e botlar, üniformalar, gıda ürünleri, meşrubat ve tütün satıyor.
2013 yılına gelindiğinde, Suriye’deki gelişmeler ABD’nin, Ortadoğu’daki iki müttefikini yeniden yakınlaştırmasını zorunlu hale getirmişti. 22 Mart 2013’te İsrail Başbakanı Netanyahu ile Erdoğan arasındaki telefon görüşmesinde Netanyahu, Mavi Marmara müdahalesi dolayısıyla özür diledi ve tazminat taleplerini karşılayacaklarını taahhüt etti. ABD’nin isteğiyle yapılan bu görüşmenin ardından diplomatik ilişkiler normalleşmeye başlamıştı. Kıbrıs açıklarındaki doğalgazın çıkarılması konusunun uzlaşmayla sonuçlanması da, burjuva cenahta, ilişkilerin yakın zamanda tümüyle normale gireceği beklentisini arttırmıştı. Fakat Gazze saldırısı yeniden iplerin gerilmesine neden oldu. İki ülke diplomatik ilişkilerini karşılıklı olarak en alt düzeye indirdi.
Erdoğan Gazze saldırılarını kınayan açıklamalar yaptı. Dünya devletlerini duyarsızlıkla suçladı. Bu doğrudur. Ancak “Müslüman dünya nerede” diye devam ederek meseleyi “Müslüman kardeşliği” üzerinden koyması ideolojik bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Gazze’de katliam devam ederken kimi Müslüman ülkelerde Müslümanlar Sünni-Şii karşıtlığı temelinde çatışmakla ve birbirlerinin kanını dökmekle meşgul. Bu kamplaşma ve çatışmalara Sünni eksene destek vererek taraf olan Erdoğan hükümetinin Müslüman ülkelerin nerede olduğunu sorması abestir. Malatya Kürecik ve Adana İncirlik’teki NATO üsleri de yerli yerinde duruyor. Dışişleri Bakanlığı 2010 yılından sonra İsrail ile yeni anlaşma yapılmadığını açıkladı. Fakat eski anlaşmalar da iptal edilmedi, sadece askıda bekletiliyor.
Ne emperyalist güçlerin, ne Türkiye’nin, ne de diğer bölge devletlerinin hiçbirinin Filistin halkının yaşadığı acıları gerçekten dert edindiği yok. Tüm devletler bölgedeki paylaşım kavgalarından ve hegemonya mücadelelerinden kendilerine pay çıkarmaya çalışıyor, Filistin sorununda kendi çıkarlarına göre pozisyon alıyor. İran, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ya da Mısır gibi devletler Filistin halkının çektiği acıları sömürerek bölgesel çıkarlarını korumanın hesabını yapıyorlar. ABD emperyalizmi de yeri geldiğinde İsrail’i kontrolü altında tutmak için Filistin sorununu kullanıyor. Filistin sorunu, kapitalist devletlerin ezilen ulusların acılarını umursamadığını 65 yılı aşkın bir süredir ispat ediyor.
Yahudilerle militarist İsrail devletini ayırt etmek zorunludur
İslami kesimlerden İsrail’e yönelen tepkilerin bir kısmı Filistin halkına sahip çıkma ve İsrail devletini kınamanın ötesine geçerek ırkçı ve anti-semitist renklere bürünüyor. Yahudi soykırımı yapan Hitler’i özlemle anımsayanlardan Türkiye’deki Yahudileri hedef gösterenlere kadar uzanan, Yahudilerin lanetli millet olduğu efsanelerine sarılıp tüm Yahudileri düşman ilan eden nefret dolu ırkçı-şoven söylemler ortalığa saçılıyor. Oysa İsrail’deki Siyonist militarist rejim, Yahudi düşmanlığından besleniyor. İsrail egemenleri, tüm dünyanın Yahudilere düşman olduğunu, Müslümanların ve Hıristiyanların fırsatını buldukları anda tüm Yahudileri öldüreceğini, etraflarını çeviren Müslüman Arapların tüm Yahudiler için tehdit oluşturduğunu sistematik olarak propaganda ediyor. Hitler Almanyası’nda yaşanan Yahudi soykırımının anıları, insanların zihinlerinde canlı tutuluyor.
Kısacası, İsrail’deki egemen burjuva sınıf, Yahudi halka karşı psikolojik savaş yürütüyor. Yahudi işçi ve emekçileri milliyetçilikle zehirlemeye çalışan İsrail egemen sınıfı, Yahudi düşmanlığı yapanların katkıları sayesinde bu emellerine önemli ölçüde ulaşıyor. İsrail, Filistin sorununu alevlendirerek iç politikasındaki tıkanıklıkları aşabiliyor, Filistinli kanı dökerek toplumsal muhalefeti zayıflatmayı ve burjuva egemenliğini konsolide etmeyi başarıyor. İsrail egemenleri Filistin sorununun sona ermesini istemediği için çözümsüzlük politikasını ısrarla sürdürüyor.
İşçi sınıfı, militarist İsrail rejimine karşı haklı bir öfke duyarken ve ezilen Filistin halkıyla dayanışma gösterirken ırkçılığın ve anti-semitizmin bataklığına asla sürüklenmemeli, Yahudi düşmanlığına prim vererek İsrail rejiminin ekmeğine yağ sürülmesine göz yummamalıdır. Tüm ezilen halkların haklı davalarına ve taleplerine sahip çıkmak, işçilerin birliğini ve halkların kardeşliğini ısrarla savunmak, siyasi görevimizdir.
Kapitalizm var olduğu sürece ulusal ve etnik sorunlar tekrar tekrar üretilecek, emperyalist rekabetin kızıştığı coğrafyalarda ezilen uluslar çok daha ağır bedeller ödemek zorunda kalacaklardır.
“Özlemlerine kavuşmak Filistinli işçi ve emekçilerin kendi ellerindedir. Bu yolda onların en temel görevi, bu mücadelenin önderliğini kendi kaypak ve uzlaşmacı burjuvalarının elinden almak ve ulusal kurtuluşu toplumsal kurtuluş mecrasına sokmaktır. (…) Tüm halkların ve azınlıkların ayrılma hakları da dahil olmak üzere bütün demokratik haklarını güvence altına almış, gönüllü birlik temelinde oluşturulmuş bir Ortadoğu İşçi ve Emekçi Sovyetleri Federasyonu’nun kurulmasına yol açacak bir Ortadoğu devrimi olmaksızın, bölgedeki sorunlar yumağına kalıcı, yaşayabilir, adil ve demokratik bir çözüm bulmak olanaksızdır. Bu ise ancak işçi sınıfının enternasyonalist bilinç ve örgütlülük düzeyinin yükseltilmesiyle mümkündür.” (Zeynep Güneş, Filistin Sorununa Marksist Yaklaşım, Eylül 2003, www.marksist.com)
Devrimci seçeneği ufukta göremedikleri için burjuva uzlaşmalara bel bağlayanların, Filistin sorununun burjuva çözümünün 66 yıldır gerçekleşemediğini akıllarından çıkarmaması gerekiyor.
link: Serhat Koldaş, İsrail Yine Katlediyor, 7 Ağustos 2014, https://marksist.net/node/3494
Yüz Yıl Sonra Dünya Savaşının Akla Getirdikleri