Genelkurmay karargâhındaki “kozmik oda”da yürütülen arama faaliyeti geçtiğimiz günlerde sona erdi, ancak gelişmeler ve tartışmalar gündemi işgal etmeye devam ediyor. Burjuva kamplardan biri aramalara ilişkin Türkiye’deki bütün gizli karanlık işler aydınlığa çıkacakmış gibi büyük beklentiler yayarken, diğer kamp da “en gizli devlet sırları ortalığa saçılıyor”, “asker ve ordu yıpratılmaya çalışılıyor” diyerek canhıraş feryatlarla ortalığı ayağa kaldırmaya çalışıyor.
Tüm bu gelişmelerin burjuvazinin iç hesaplaşma sürecinin bir parçası olduğu ve sadece iç politika alanıyla sınırlı olmadığı, uluslararası siyasal konjonktürle de göbekten bağlı olduğu, daha önce de çeşitli yazılarımızda ifade edilmişti. Bu tür iç kapışmalarda sola düşen görevin bir tarafın kuyruğuna takılmak veya bu kapıya çıkacak pozisyonlara düşmek olmadığını da vurgulamıştık. Askeri vesayet rejimine karşı liberal burjuvazinin giriştiği kapışma dolayısıyla düzenin kirli çamaşırlarının açığa çıkmasının (bazı kontrgerilla yapılanmalarının ve eylemlerinin, planlarının açığa çıkartılması, darbe planlarının teşhir edilmesi vb.) rahatsız olunacak değil, aksine olumlu karşılanması gereken bir şey olduğunu belirtmiştik. Bu temelde, sosyalistlerin görevinin bu tür yapılanmaların ve eylemlerin daha fazla teşhir edilmesi ve arka planda kalan asıl güçlerin açığa çıkartılması için basınç oluşturmak olduğunu dile getirdik. Dolayısıyla meselenin bu boyutunu bir yana bırakıp, bir başka yanını ele alalım.
Burjuva medya konuyu tartışırken her zamanki gibi yine bir kavram kargaşası yaratmış, cevaplanması gereken asıl soruları cevapsız bırakarak daha ikincil yönleri öne çıkarmış ve bir yandan da çok önemli bazı kavramların altını kendi ideolojisine uygun şekilde doldurarak propagandasını yapmıştır. Biz ise hem kavramları yerli yerine oturtmaya ve gerçek anlamlarını ortaya koymaya, hem de bu yolla üstü örtülmeye çalışılan gerçeklerin aslında ne kadar vahim meselelere işaret ettiğini anlatmaya çalışacağız.
“Kozmik oda” da ne ola?
“Kozmik oda” meselesi, Aralık ayının sonlarına doğru Bülent Arınç’a yönelik suikast iddialarıyla gündeme girmişti. Burjuva medyada, konu hakkında bilgisi olmayanlar açısından hiçbir şey ifade etmeyen bu kavramın nereden türediği ve ne anlama geldiğiyle ilgili doğru dürüst hiçbir açıklama yer almadı. Halkın anlayabildiği tek şey, bu odada, adı gibi anlaşılmaz ve gizli devlet sırlarının bulunduğuydu.
Ardından bu devlet sırlarının bir kısmının darbe planları olduğu ve birçok faili meçhul cinayetin yahut katliamın bilgilerini içerdiği konuşulmaya başlandı. Statükocu Kemalistler feveran halinde devletin böğrüne hançer saplandığını, devletin yatak odasına girildiğini ve en mahrem devlet sırlarının ortalığa saçıldığını haykırırken, kimi burjuva liberaller de derin devletin bütün sırlarının bu odada saklı olduğunu ve bunların ele geçmesiyle birlikte derin devletin sonunun geldiğini söylemeye başladılar.
Gerçekte her iki burjuva kampın sözcülerinin söyledikleri de bilinçli bir abartmadır. Ne AKP’nin devlet sırlarını ifşa etmek gibi bir niyeti vardır, ne de bir tek odaya girilmesiyle veya buradaki bilgilerin açıklanmasıyla “derin devlet” çökecektir.
Aslında “kozmik oda” denilen yerler, orduda hemen her karargâhta bulunan, ya “gizli” sayılan belgelerin arşivlenmesi amacıyla ya da bazı özel durumlarda (örneğin karargâh saldırı altındayken vb.) kumanda merkezi olarak kullanılması düşünülen yerlerdir. Bu tür odaların varlığı TSK’ya mahsus bir uygulama olmayıp, neredeyse tüm devletlerin ordularında benzer odalar mevcuttur. Zaten “kozmik oda” kavramı da NATO’ya mahsus bir adlandırma olup, “kontrollü evrak bürosu” anlamında kullanılmaktadır ve “kozmik” kelimesi de askeri belgelerin sınıflandırılmasında en üst seviyeyi teşkil eden çok gizli belgeleri nitelemek içindir.
Aramalara konu olan “kozmik oda”yı bu denli önemli kılan şey ise, Özel Kuvvetler Komutanlığı bünyesindeki Seferberlik Tetkik Kuruluna bağlı bir “kozmik oda” olmasıdır. Özel Kuvvetler Komutanlığı bildiğimiz Özel Harp Dairesidir, yani NATO’ya üye her ülkede varolduğu iyi bilinen ve adına Gladio denilen kontrgerilla örgütlenmesinin Türkiye’deki karşılığıdır. Seferberlik Tetkik Kurulu ise bu kontrgerilla örgütlenmesinin komuta merkezinin yasal adı ve aynı zamanda kılıfıdır. Dolayısıyla içinde soruşturma yapılan “kozmik oda”, Türkiye’de 1950’lerden beri kesintisiz olarak faaliyet gösteren kontrgerilla örgütlenmesinin arşivlerinden biridir. Ve bu bağlamda, orada bulunan bilgi ve belgelerin teşhir edilmesinin, kontrgerillanın on yıllardır işlediği kanlı cinayetlerin, katliamların, eylemlerin, darbelerin ve planlarının gerçek faillerinin halka gösterilmesi bakımından ciddi önemi vardır.
Devlet neden sır saklar?
İşte tam da bu sebeple başta askerler olmak üzere tüm statükocu Kemalistler kuyruklarına basılmış kedi misali bağırıyorlar. Adına “derin devlet” ya da kontrgerilla denilen bu örgütlenmeler burjuva devlete içkin yapılardır, ondan bağımsız düşünülemez. Geçmişte yaşanan pek çok cinayetin ve katliamın sorumlusu burjuva devletin ta kendisidir. Bunu yasal veya yasal olmayan yollardan yapmış olması bir şeyi değiştirmez. Ve bu kontrgerilla örgütlenmeleri de bizzat orduya bağlı olarak çalışmışlardır, adına Seferberlik Tetkik Kurulu denilen komuta merkezinin genelkurmayın göbeğinde olması, bunun en birinci kanıtıdır. Bu merkezdeki sırların açığa çıkması, en başta bu statükocu Kemalist takımının deşifre olmasına yol açacaktır. Feryad-ı figan etmeleri bu yüzdendir.
Önde gelen kimi asker-sivil bürokratların, bazı burjuva siyasetçilerin, akademisyenlerin, medya mensuplarının bu kontrgerilla operasyonlarında aktif veya pasif görev aldıkları burjuva basında da yazılıp çizilmiştir. Şimdi bunlar devlete içkin “derin” yapıların kanlı ellerini ve gerçek yüzlerini gizlemek için de, bu cinayet, katliam ve darbe belgelerinin “devlet sırrı” olduğunu söylemekte, bu yüzden de asla ortaya çıkmamasını istemektedirler. AKP hükümetinin bu gerçekleri tümden ifşa edeceği zaten beklenen bir şey değildir, ama bu sırların karşıt burjuva kampın eline geçmesi ve gerektiğinde koz olarak kullanılabilmesi ihtimali bile statükocu Kemalistlerin yüreğini hoplatmaya yetmektedir.
Ancak tam da bu noktada, bir yandan hükümet, bir yandan yandaşı medya, devlet sırlarının açıklanmayacağı üzerine garanti üstüne garanti verirken, bizler şu soruyu sormalıyız: devlet neden sır saklar? Bu soru, liberalinden statükocusuna tüm burjuva ideologlarının etrafından dolaştığı sorudur. AKP, eline geçirdiği kozlardan kendisine ucu dokunmayacak olanlarını ifşa etme tehdidini kullanmakla yetinmektedir. Yani olsa olsa bazı gerçekler, o da kısmen ortaya konabilir. Liberaller ise, devlet sırrı kavramının hukuki bir düzenlemeye tâbi olması gerektiğini, yani isteyen generalin istediğini devlet sırrı ilan etmesinin önüne geçilmesini savunmakla yetinmektedirler. Burjuva kesimlerin hepsinin ortaklaştığı husus, devlet sırrı diye bir mefhumun olması gerektiğidir.
O halde sorumuzu tekrar soralım ve biraz da genişletelim: devlet neden ve kimden sır saklar? Bunun nedenini anlayabilmek için, şu veya bu şekilde açığa çıkartılmış yahut bizzat devletlerin kendileri tarafından açıklanmış devlet sırlarına bir göz atmak yeterli olacaktır. Örneğin ABD’de, 50 yıllık aralıklarla bu sırlar açıklandığında ortaya çıkmıştır ki, bu emperyalist devlet toplu katliamlardan planlı cinayetlere ve suikastlara, çeşitli ülkelerde darbe tezgâhlamaktan savaş çıkartmaya kadar yüzlerce insanlık suçu işlemiştir. Ve bu gerçekler on yıllar boyu insanlardan devlet sırrı denilerek gizlenmiş, devletin gerçek yüzünün görülmesi engellenmiştir. Bu sırların açıklanmasının asıl sebebi Amerikalıların ifadesiyle “kalın bağırsakları temizlemek” ve böylelikle devletin demokrasi makyajını tazelemektir.
TC devleti de bu açılardan en sabıkalı devletlerden birisidir. Üstelik Türkiye’de devlet sırları, ABD’deki gibi zaman aşımına uğradıktan sonra bile açıklanmamaktadır. Bildiklerimiz, çeşitli şekillerde açığa çıkartılanlarla ve artık üstü örtülemez hale gelenlerle sınırlıdır. Ergenekon davası süresince ortalığa saçılan devletin kirli çamaşırları, fikir vermek açısından önemli örneklerdir. Bunların büyük bir kısmı sol cenahta zaten bilinen ve yıllardır söylenen şeyler olsa da, geniş halk kitleleri nezdinde de aşikâr hale gelmesi önemlidir. Sondan geriye doğru gidecek olursak, Kürt hareketine karşı devletin yürüttüğü haksız savaşta işlenen nice cinayetin ve katliamın sorumlusunun bizzat devlete içkin “derin” yapıların olduğu ve bu eylemlerin, sonrasında nasıl da Kürtlerin üzerine atılmış olduğu hatırlanabilir. Yine son dönemde tartışma konusu olan Dersim katliamında devletin işlediği suçlar, ki belgeleri halen devlet sırrı olarak saklanmaktadır, ortadadır. Buna, henüz medyanın gündemine gelmediği için tartışma konusu olmayan Kürt ayaklanmalarına yönelik diğer katliamlar da eklenmelidir. Sayısı binleri bulan ve aralarında birçok ünlü ismin bulunduğu “faili meçhul” cinayetleri de bizzat kontrgerilla güçlerinin işlediği artık herkes tarafından bilinmektedir. Ama bu bilgiler de devlet sırrı olarak saklanmaktadır. Kontrgerilla tetikçilerinden Ağca’nın yakın zaman önce salıverilmesiyle bu konular da epeyce gündeme gelmiştir.
Benzer şekilde ordu içindeki cuntalarca planlanan darbeler de halen devlet sırrı denilerek korunmaktadır. Ardı ardına duyduğumuz Ayışığı, Sarıkız, Kafes, Balyoz vs. sadece birkaçıdır. Darbe planlarında yer alan ve darbeye “meşru” zemin sağlamak için yapılması hedeflenen eylemler öylesine ciddi boyutlardadır ki, içlerinde bir başka ülkeyle savaş çıkartmaktan cami bombalamaya kadar birçok plan yer almaktadır. Ve kuşkusuz bunlar gibi niceleri de devlet sırrı olarak gizli arşivlerde saklanmaktadırlar. En önemlisi ve es geçileni de, bu ülkede “üç buçuk” askeri darbenin yaşandığı ve bu darbe süreçlerinde, şimdiki planlarda yer alanlardan çok daha fazlasının hayata geçirildiğidir. 12 Eylül 1980 darbesine giden süreç göz önüne alınırsa, 1 Mayıs 1977 katliamı ile tırmandırılan sürecin Maraş ve Çorum katliamlarıyla devam ettiği, her gün onlarca insanın kontrgerilla güçlerince öldürüldüğü ve nihayetinde bilinçsiz halkın nasıl olup da darbe çağrıcısı haline düşürüldüğü hatırlanacaktır.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ve sadece ABD’yle yahut Türkiye ile sınırlı olduğunu da zannetmemek gerekir. Demokratik olanından faşist olanına kadar tüm burjuva devletlerin sırları vardır ve burjuva devlet devam ettiği sürece de olacaktır. Kapitalist devletler arasında bu açıdan bir ayrım yapmak mümkün değildir. En “şeffaf” olduğunu iddia edenlerin bile yediği herzeleri anlatmaya sayfalar yetmeyecektir. Burjuva devlet, burjuvazinin emekçi sınıflar üzerindeki tahakkümünü sürdürmesinin bir aracı olduğuna ve bu devletin sadece “hukuki ve demokratik yollardan” bu tahakkümü sürdürmesi mümkün olmadığına göre, burjuvazi hukuk ve demokrasi dışı yol ve yöntemlere her zaman ihtiyaç duyacaktır. Bu bağlamda, AKP veya bir başka burjuva hükümetin devlet sırlarını tümden açıklamasını yahut devlet içindeki bu tür yasadışı örgütlenmeleri toptan temizlemesini beklemek bir ham hayaldir.
Öte yandan devlet sırları sadece yasadışı örgütlenmelerin yaptıklarıyla sınırlı değildir. Hangimiz devletler arasındaki anlaşmaların, açıklananlardan öte detaylarını biliyoruz? Orduların veya istihbarat örgütlerinin birbirleriyle kurdukları ilişkileri ve muhtevalarını biliyor muyuz? Devletlerin “ulusal çıkar veya güvenlik” adı altında gizledikleri ve halka en ufak bir biçimde bile danışmadan yaptıkları savaş planlarından haberdar mıyız? Tabii ki değiliz. Bunların neden gizlendiğini sorduğumuzda alacağımız cevap bellidir: başka devletlerin ve ulusal çıkarlarımıza zarar verebilecek kişi ya da kuruluşların öğrenmesinin engellenmesi. Oysa “ulusal çıkar ya da güvenlik” denilen şeyler her zaman için egemen sınıfların çıkarları ve bu çıkarların güvenliğidir. Ve çoğu zaman da egemen sınıf bizzat kendi halkının çıkarlarına aykırı olduğu için gerçekleri gizleme ihtiyacı hisseder. Örneğin Dersim katliamına yahut 1 Mayıs 1977 katliamına ait bilgilerin saklanmasını başka nasıl açıklayabiliriz? Emperyalist güçlerle kurulmuş ilişkilerin halktan saklanması, bu ilişkilerin ne derece kirli ilişkiler olduğunun bir göstergesi değil midir?
Devlet sırlarının bir bölümü de başka ülkelerin işçi ve emekçilerine yönelik kötü emelleri ve planları içermektedir. Örneğin, TC’nin de başta komşuları olmak üzere başka ülkelere yönelik tertipler, gizli operasyonlar, iç savaş kışkırtıcılığı, darbe planları ve hatta bu doğrultudaki girişimleri son dönemlerde çok sık tartışma konusu olmuştur. Azerbaycan, Kıbrıs, Irak, Çeçenistan gibi ülkelere yönelik kirli faaliyetler bunun en bilinen örnekleridir. Dolayısıyla devlet sırrı denilen şeylerin tamamı egemen sınıfların çıkarları gereği halktan gizlenen ve halkın zararına olan şeylerdir. İşçi ve emekçi halktan özenle saklanmaları da bu yüzdendir.
Devletin “kozmik” sırları açığa çıkarsa ne olur?
Türkiye’de kapalı kapılar ardında saklanan “devlet sırları” bir şekilde ortaya çıkarılırsa göreceğiz ki, burjuva devlet, egemen sınıfın çıkarları için her şeyi yapabilen, eli kanlı, kıyıcı, ceberut, adaletsiz, kendi koyduğu kuralları bile hiçe sayan, son derece zalim bir baskı aygıtından başka bir şey değildir. Tıpkı diğer burjuva devletler gibi, o da, varlığını ve yaptıklarını halkın gözünde meşru kılabilmek için her yola başvurmuş, tarihini yalanlar ve sırlar üzerine kurmuştur. Halktan gizlenen bu arşivler bir kez açıldığında, Ermeni katliamının, 6-7 Eylül olaylarının nasıl her şeyiyle devlet mekanizmaları tarafından planlandığını tüm kanıtlarıyla göreceğiz. İç düşman olarak görülen Kürt halkına, işçi önderlerine, devrimcilere yönelik nice katliamın burjuva devlet tarafından tezgâhlandığı da yine belgeleriyle ortaya çıkacaktır.
50’li yıllarda, bizzat CIA yardımıyla kontrgerilla örgütlenmeleri hayata geçirilmiştir. Ordunun bazı “güzide” subayları Amerikalarda kontrgerilla eğitimlerine gönderilerek Soğuk Savaş çerçevesinde solculara karşı nasıl çeşitli açılardan sistematik mücadele örgütleyeceklerini öğrenmişlerdir. Bu “güzide” subaylar arasında MHP’nin kurucusu Alparslan Türkeş gibi aleni faşistlerin yanı sıra, solcu olarak bilinen ve 70’li yıllarda Halkevlerinin genel başkanlığını yapmış olan Ahmet Yıldız gibiler de vardı. Seferberlik Tetkik Kurulu adı altında kontrgerilla merkezleri kurulmuş, CIA’nın eğitiminden geçmiş bu generaller ve subaylarla 27 Mayıs 1960 darbesi gerçekleştirilmiştir. Sonraki dönemde faşist terör bizzat devlet eliyle örgütlenerek güçlendirilmiştir. 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle kurulan faşizm döneminde, bütün bir işçi-emekçi halk, en başta da devrimciler olmak üzere, ağır bir silindirin altında ezilmiştir. Aynı terör ve baskılar, ’80 sonrasında da Kürt hareketine yönelmiştir. Köy yakmalar, köy basmalar ve boşaltmalar, “faili meçhul” cinayetler, insanları asit kuyularına atmalar, işkenceler vs. bilinçli ve sistemli biçimde yapılmıştır. Devlet sırları bir kez ortaya çıktığında, sol tarafından yıllardır ifade edilen bu gerçeklerin hepsi de belgelerle ve detaylarıyla ortaya konabilecektir.
Benzer şekilde, “yurtta sulh cihanda sulh” gibi tumturaklı sözlerin arkasına gizlenen dış politika alanında da Türkiye’nin hiç masum olmadığı, halk kitleleri nezdinde anlaşılacaktır. Sömürgeci ve despotik Osmanlı’nın mirasçısı olan TC’nin de bal gibi emperyal emeller beslediği, bu yüzden dört bir yanındaki komşularını sürekli dış düşmanlar olarak nitelendirdiği, bugün ulaşmış olduğu alt-emperyalist konumda bu emellerini hayata geçirmek için nasıl da “barış elçisi” pozlarına büründüğü ve aslında kuzu postuna bürünen bir kurttan farkının olmadığı herkesin gözünde açık bir hal alacaktır.
Kısacası devlet sırları bir kez açığa çıktığında, işçi ve emekçi halk anlayacaktır ki, bu devlet sadece burjuvazinin çıkarlarını koruyan bir aygıttır. Kendi devleti değildir. O durumda da burjuvazi artık gerçek yüzünü gizleyemez hale gelecek ve yıkılıp atılması kaçınılmaz bir hal alacaktır. Bu yüzden işçi sınıfı kozmik odalardaki devlet sırlarının teşhir edilmesi ve her tür kontrgerilla örgütlenmesinin dağıtılması için mücadele etmek zorundadır.
Burjuva devlete öldürücü darbeleri vurabilecek ve onun her türlü sırrını açığa çıkartabilecek güce sadece işçi sınıfının sahip olduğunu tarih de göstermektedir. Bunun en güzel örneği Ekim Devriminin ardından, işçi iktidarının tüm devlet sırlarını halka açıklamasıyla yaşanmıştır. İşçi iktidarı, devrimin hemen ertesinde gizli arşivleri açarak ve Rus Çarlığının dâhil olduğu bütün gizli anlaşmaları gazetelerde yayınlayarak halka açıklamıştı. Böylece I. Dünya Savaşının öncesinden başlayarak emperyalistlerin dünyayı (ve bu arada “hasta adam” olarak niteledikleri Osmanlı’yı) paylaşmak yolunda nasıl planlar yaptığı ayan beyan ortaya çıkmış oldu. Tüm kapitalist devletler, elçiler, politikacılar şok oldular. Çünkü bir anda hepsinin kirli çamaşırları ortalığa dökülmüş oluyordu. Ardından Çarlığın gizli polis örgütü Ohrana’nın arşivleri açıldı ve hem devrimcilere hem de işçilerin mücadelesine yönelik pek çok eylem açığa çıkartıldı. Bunlar arasında polis güdümündeki sendikaların nasıl kurulduğu, işçi ve devrimci örgütlere nasıl ajanlar sokulduğu, suikastların ve cinayetlerin nasıl tertiplendiği, Yahudilere yönelik pogromların nasıl kışkırtıldığı, kitlesel işçi eylemlerinin nasıl provoke edilmeye çalışıldığı gibi örneklerin yer aldığı binlerce sayfalık dokümanlar vardı.
Bu iş burjuva medyadaki yazar-çizer takımına, stratejistlere, akademisyenlere, liberallere, yani burjuva ideologlara yahut burjuva politikacılara bırakılırsa, havanda çok su dövülecek ve fakat sonuçta hiçbir ciddi ilerleme sağlanamayacaktır. Ne AKP ve benzeri burjuva hükümetler ne de liberaller, bu işi nihayetine erdirebilirler. Onlar darbe ve muhtıralar devrinin kapandığından dem vurmakta, kontrgerillanın kökünün kazındığından bahsetmekte ve devlet sırlarının hukuksal düzenlemelere tâbi tutularak azaltılmasını yeterli görmektedirler. Oysa burjuvazinin iç kapışmasının uzun bir süreç olduğu muhakkaktır. Ve bu süreçte sona gelinene kadar, taraflar birbirlerine karşı daha çok hamleler yapacak, kozmik odadan çıkan darbe planları gibi kozlar da kullanılıp bir kenara kaldırılacaktır. İşçi sınıfı, bu tür meselelerde, burjuva kampların kuyruğuna takılmadan, kendi bağımsız sınıf çıkarları doğrultusunda taleplerini ortaya koyabilmeli ve savunabilmelidir. Aksi takdirde, burjuvazinin kirli ve kanlı oyunlarının aleti olmaktan kurtulamaz.
link: Kerem Dağlı, Burjuva Devletlerin “Kozmik” Sırları, 1 Şubat 2010, https://marksist.net/node/2370
Eşitlik mi? Külahıma Anlat!
Linç Kampanyalarının İçyüzü