

Kapitalist sistem çürüdükçe, yarattığı sorunları katmerli bir şekilde büyütüyor ve ömrünü uzatmak için derdine çare olarak emekçilere dönük her türlü hak gaspını hayata geçiriyor. Sermaye sınıfı çeşitli politikalarla, emekçi sınıfları doğumdan yaşlılığa kadar bütünüyle güvenceden yoksun bir hayata mahkûm kılıyor. Emeklilik birikimine ve sosyal sigortaya güvenerek ömrünün son dönemini huzur içinde yaşama hayalleri, yerini nicedir “yaşlanınca ne olacağım” korkusuna bırakmış durumda! Buna, kapitalizmin yarattığı yabancılaşma ve toplumsal atomizasyonun doruğa çıkartılmasıyla yardımlaşma, dayanışma gibi en temel toplumsal ihtiyaçların alabildiğine aşındırılması da eklendiğinde, özellikle yaşlıların içine sürüklendikleri çaresizlik iyice artıyor.
Son yıllarda burjuva medyada “yaşlı nüfus artıyor” haberleri oldukça sık yapılır oldu. Burjuvazinin ideolojik bombardımanının bir parçası olan bu haberlerle, emeklilik yaşının uzatılması, emekli maaşlarının daha çok düşürülmesi, sosyal güvenlik primlerinin arttırılması, Tamamlayıcı Emeklilik Sigortası ve son zamanlarda çıkarılması hedeflenen yeni soygun planları meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bu çabaları destekleyen algı operasyonu, emeklilerin bütçe üzerinde büyük bir yük oluşturduğu yalanlarıyla besleniyor. Hem dünyada hem Türkiye’de nüfusun giderek yaşlandığı gerçeği, sermaye sınıfını işçi sınıfının sırtına daha fazla yük bindirmenin yollarına sevk ediyor. TÜİK verilerine göre 2019 yılında Türkiye’de 65 yaş ve üzeri nüfus, 7 milyon 550 bin kişiydi. 2024 yılında bu sayı 9 milyon 112 bine ulaştı. Bu nüfus içindeki 75 yaş ve üstü olan kişi sayısı ise 3,5 milyona ulaşmış durumda.[1] Bu yaş grubundakilerde ciddi sağlık sorunları ve uzun süreli bakım ihtiyacı yaygın bir şekilde görülüyor ve iyi beslenmeleri, daha özenli bakılmaları hayati bir önem taşıyor. Siyasi iktidar uyguladığı politikalarla bir yandan açlık sınırının çok altına indirdiği emekli maaşlarıyla en temel besin maddelerini alamayacak duruma gelmiş olan emeklileri ve bir bütün olarak yaşlıları günden güne sefalete sürüklerken, diğer yandan onların toplumun sırtına binmiş, kurtulunması gereken ağır bir yük olarak algılanmasını sağlamaya çalışıyor. Genel sağlık sigortasının kapsamını sürekli daraltan, emeklileri de çalışanları da ağır prim yüklerine rağmen yaşamsal hizmetleri alamaz hale getiren rejim, şimdi de ek bir sigorta soygununu hayata geçirmeye hazırlanıyor.
Geçtiğimiz haftalarda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, “Uzun Süreli Bakım Sigortası” adı verilen bu sistemin kısa süre içinde uygulanmaya başlayacağını duyurdu. Bu özel sigorta sistemi, bireylerin yaşlılık dönemindeki bakım ihtiyaçlarının güvence altına alınacağı, böylelikle ailelerin maddi yükünün hafifletileceği ve devletin de sigorta primlerine katkıda bulunacağı propagandasıyla emekçilere yutturulmaya çalışılıyor. Bununla, yaşlılık dönemindeki bakım hizmetlerinin “daha sürdürülebilir hale getirilmesi” hedefleniyormuş. Malûm, “sürdürülebilirlik” sözcüğü burjuvazinin en sevdiği sözcüklerden biri! Bu sözcüğü duyduğumuzda anlayalım ki, bunun için bize çok iş yükü düşecek ve daha fazla “fedakârlık yapmamız” (yani sermaye için daha fazla çalışmamız, haklarımız elimizden alınırken susmamız...) gerektiği söylenecek! Nitekim şimdi de, yaşlı bakım hizmetlerinin “sürdürülebilmesi” için elinizi daha fazla cebinize atmanız gerek diyorlar. AKP’nin iktidarda olduğu son 22 yılda emekli maaşlarını kişi başına milli gelirin yüzde 57’sinden 37’sine indirdikten, emekli maaşıyla bıraktık geçinmeyi ev kirasını bile ödeyemez hale getirdikten sonra bu yeni “sigorta” için vermeyi vaat ettiği “destek”le toplumun aklıyla oyun oynuyor adeta!
Bugünün sorununu kamusal politikalarla çözmeye odaklanmaktan kaçan egemenler, geleceğin sorununu çözmek adına emekçileri ek bir özel sigortaya yönlendiriyorlar. “Yaşlılığınıza yatırım yapın” diyerek yeni soygun kapıları açıyorlar. Yaşlıları sürükledikleri çaresizliği de para kapısına dönüştürüyor, “sigorta, bakım masraflarınızı isterseniz evde, isterseniz bakımevinde karşılayacak” diyorlar. Fakat SGK’ya ödenen onca prime rağmen, emeklilerin bile yaşlılıkta hiçbir bakım güvenceleri bulunmuyor. Devlete ait huzurevlerinin ve bakımevlerinin sayısı çok yetersizken, özel kurumların aylık ücretlerini emeklilerin de, emekçi ailelerinin de karşılayabilmesi mümkün değildir. Tüm bunların yanı sıra bu kurumlardaki hizmet kalitesinin kötülüğü ve kimi zaman yaşlıların hayatının bile hiçe sayıldığı biliniyor. Devletin sosyal görevlerinden biri de yaşlılara insan onuruna yaraşır şekilde yaşama ve bakılma güvencesi sağlamaktır. Oysa anayasa ve yasaların bu doğrultudaki maddeleri yalnızca kâğıt üstünde kalıyor.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının 2024 verilerine göre, geçinmekte zorlanan yaşlıların huzurevlerine yaptıkları başvuru sayısında yüzde 156 oranında artış oldu. Alzheimer, demans, felç gibi ağır hastaları da olan yoksul aileler çaresizlik içinde kıvranırken, kamudaki huzurevi eksikliğinden[2] dolayı birçok yaşlı, başvuru yaptığı halde sırasını beklerken bu dünyadan göçüp gidiyor. Gerçek ihtiyacı karşılamak üzere bakımevlerinin sayısını arttırmaktan uzak duran siyasi iktidarın yaşlılar için geliştirdiği programların temelinde özel kurumların teşviki ve evde bakım için aile fertlerine bakım ücreti ödenmesi politikaları yatıyor. İktidar, yaşlılarına kendi evlerinde bakanlara “evde bakım yardımı” adı altında son derece düşük bir ödemede bulunarak bu kamusal sorumluluğu yoksul emekçi ailelerin üzerine yıkıyor. Bakanlık verilerine göre 2024’te 120 bin yaşlı evde bakım hizmeti aldı.[3] En ucuz huzurevinde bakım ücreti aylık 40 bin lira civarındayken, Bakanlık evde bakım hizmeti için yalnızca 7600 lira aylık ödeme yaptı. Bu rakam 2025 yılında 10.125 lira olarak güncellendi. Siyasi iktidar bu evde bakım yardımını pek çok koşula bağlayarak (sağlık kurulu raporlarına ekletilen “kısmi bağımlılık” şartı gibi) mümkün olduğunca az kişiye vermeye ve bu sorumluluktan kurtulmaya çalışıyor. Nitekim söz konusu yardımı alanların sayısının bir önceki yıla göre 20 bin azaldığı görülüyor, yani insanlar özel bakımevlerine yönlendiriliyor. Ancak emekçilerin özel bakımevlerinin fahiş ücretlerini karşılayabilmeleri mümkün değil.
Burjuvazi giderek artan yaşlı nüfusu yük olarak değerlendiriyor ve bu “yük”ten kurtulmak için önlemler alıyor. 2000’lerin başında 600 milyon kişi olan 60 yaş ve üstü yaşlı nüfusun 2050’de 2 milyar kişi olması bekleniyor ve bu burjuvazi için sömürecek işgücünün azalması anlamına geliyor. Bu durumda da yaşlı bakımı, emekli maaşı, sağlık giderleri gibi harcamaları tümüyle aktif işgücünün sırtına yüklemek ve buna razı etmek için çeşitli yol ve yöntemler düşünüyor. Yaşlıların tıbbi bakımı tüm dünyada sermaye sınıfı için bir yük olarak görülüyor. “Nasıl olsa çok yakında ölecekler, kaynakları onlar için harcamaya gerek yok” diye düşünülüyor. Almanya’da maliyetleri azaltmak için yaşlı insanların kendi yaşam alanlarından kopartılıp, maliyetin daha düşük olduğu Polonya ve Macaristan gibi ülkelere gönderilmesi tartışma konusu olmuştu. Kapitalizmin emekçi sınıfın sorunlarına karşı ürettiği tüm çözümler insanlık dışı![4] Koronavirüs salgını sırasında da ölenlerin çok büyük çoğunluğunu 70 yaş üzerindeki insanlar oluşturdu. Özellikle Avrupa’da ölenlerin büyük bir kısmı huzurevleri ve bakım evlerinde kalanlardı. Salgın gündeme girer girmez zengin kesimin yaşlıları özel doktorları ve hemşirelerini yanlarına alarak Yeni Zelanda gibi ülkelerin lüks sığınaklarına koştular. O dönem koronavirüs korkusuyla lüks konutlar gibi düzenlenen İkinci Dünya Savaşından kalan kimi sığınakların satışında patlama yaşandı. Avrupa’da ölümlerin en az yarısı (2020 Mayıs ayı başındaki verilere göre İspanya %67, Fransa %38, İtalya %28) huzurevlerinde meydana geldi. İspanya’da ve Kanada’da da, çalışanların terk ettiği bakımevlerinde beslenme ve sağlık desteği alamadıkları için bazı yaşlıların öldüğü günler sonra ortaya çıkmıştı. Aynı dönemde 400 binin üzerinde yaşlının bakımevlerinde yaşamak zorunda olduğu İngiltere’de beslenme, bakım ve birçok ihtiyaçları yeterince karşılanmayan binlerce yaşlı salgın bahanesiyle ölüme terkedildi. Herhangi bir sağlık sorunu sebebiyle hastanelere başvuran birçok yaşlının tedavisi kabul edilmedi. Birçok ülkede uzun yıllar çalışarak tükenmiş yoksul emekçi sınıfın yaşlı insanları, harap olmuş bedenlerine uygulanan yanlış tedavi yöntemleriyle, sağlık hizmetlerinin yeterli düzeyde verilmemesi nedeniyle, dışarı çıkmalarının engellenmesiyle, izole edilip terk edilmişlik duygusu yaşatılarak adeta ölümün pençesine itildiler.
Türkiye’deki huzurevlerinde de pandemi döneminde birçok ölüm yaşandı. Yaşlılar bakımsız bırakılarak ölüme terkedildiler adeta! Türkiye’de aileleriyle yaşayan yaşlılar, onların bakımından sorumlu olan evlatları her gün işe gitmek zorunda kalsa da, huzurevlerindekiyle kıyaslanmayacak oranda hayatta kalma şansına sahip oldular. Devletin “gözetimindeki” bu kurumlarda yaşlılara bakmakla sorumlu olan emekçilerin de korona bahanesiyle hakları gasp edildi, çalışma koşullarında değişiklikler (mesela 14 gün evlerine gönderilmemeleri) yapıldı. Bu gibi durumlar sorunları daha da katmerli hale getirdi ne yazık ki![5] Koronavirüs salgını sonrası salgın korkusu geride kaldıkça açlık korkusu daha ağır basmaya başladı ve yetersiz beslenen, yeterli sağlık hizmeti alamayan yoksul emekçi kesimlerin yaşlıları en basit gripleri bile atlatamayacak hale gelerek ölümün kucağına itildiler.
Sermaye sınıfı, emeklilere yönelik saldırıları tüm dünyada ortak bir politika olarak hayata geçiriyor ama pek çok ülkede emekliler ve toplumun birçok kesimi bu saldırılara karşı kitlesel bir karşı duruş da sergiliyor. 2023 yılında Fransa’da “Sarı Yelekliler” emeklilik yaşının kademeli olarak yükseltilerek 64’e çıkarılmasını, kolluk güçlerinin şiddetine rağmen protesto etmişlerdi. Arjantin’de son zamanlarda yaşanan emekli eylemleri de dikkate değerdir. Nüfusun yüzde 15,7’si emeklilerden oluşan (7,5 milyon emekli) Arjantin’de geçtiğimiz ay emekliler başkent Buenos Aires’te emekli maaşlarının arttırılması talebiyle sokağa çıktılar. Faşist Javier Milei hükümetinin politikalarından etkilenen emeklilerin emekli maaşlarının arttırılması, ilaçların ücretsiz olması talebiyle gerçekleştirdikleri eylemi toplumun büyük bir kesimi, gençler, futbol taraftarları, sendikalar ve kitle örgütleri destekledi. Türkiye’de emeklilik hakkına dönük olarak 1999 ve 2008 yıllarında yapılan saldırılar örgütsüz işçi kitleleri tarafından durdurulamamıştı. Bu saldırılar gerçekleştiğinde o dönem çoğunluğu genç ve örgütsüz olan işçiler, aradan geçen yıllar içinde emeklilik yaşına geldiğinde saldırının boyutlarını yaşayarak öğrendiler. İktidarın kolayından vermeyeceği hakkı söke söke alabilmek için Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) adı altında dernekleşerek mücadeleye atıldılar. Ciddi bir kitle desteğine ulaşan EYT mücadelesi, “asla” diyen Erdoğan rejimine geri adım attırmayı başardı ve kısmi kazanımlar elde edildi.
Sermaye sınıfı yarattığı sistem karşısında herkesi güçsüz, yalnız, sahipsiz yani örgütsüz hale getirmeye çalışıyor. İşçi sınıfının her bir bireyinin gençliğini, tüm enerjisini iliğine kadar sömürürken, gençlik bitip yaşlanınca da paçavra gibi bir kenara atmak, mümkünse bir an önce mezara gömmek istiyor. Kendinden başka bir alternatif olmadığına kitleleri inandırdığını düşünen sermaye sınıfı, dünyanın her tarafında işçi sınıfının haklarına azgınca saldırıyor. Öylesine koşullar yaratmış durumda ki, dünyanın birçok yerinde artık yaşlılığı görebilmek bile bir hayal! Tarihsel krizinden kurtulmak için emekçi sınıflara açlığı, göçmenliği, ölümü reva görüyor, yaşam koşullarını günden güne sefalete sürüklemekten çekinmiyor. Anne karnındaki bebeği bombalarla yok eden, çocukluğun da gençliğin de en güzel yıllarını yarattığı sorunlarla karabasana çeviren, emekçi sınıfın yaşlılarına bir an önce ölüp kurtulma hayalinden başka bir şey bırakmayan kapitalizmde insanca yaşamanın imkânı yoktur. Ama bunca eziyeti çekmeden yaşayabilmek, başka bir dünya yaratarak yaşayabilmek ve üstelik, sınıfsız, sınırsız, savaşsız, sömürüsüz yaşayabilmek mümkün! İşçi ve emekçileri daha fazla sömürmek için türlü yol ve yönteme doymayan bu kapitalist sistemden kurtulmadan emekçi sınıfa huzur yok!
[2] 2024 verilerine göre Türkiye’de Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bağlı 169 huzurevinde 14 bin 700 yaşlının bakımı yapılıyor. Özel sektöre ait 272 huzurevinde ise yaklaşık 13 bin 300 yaşlı kalıyor.
[4] ayrıntılı bilgi için bkz. Derya Çınar, Kapitalizmde Yaşlılara Yer Yok!, Ocak 2014, marksist.net
[5] Derya Çınar, Yaşlılarımızın Ölüm Nedeni Koronavirüs Değil Kapitalist Çürümüşlüktür, 4 Temmuz 2020, marksist.net

link: Aylin Dinç, Güvenceli Bir Yaşlılık Ancak Mücadeleyle Gerçek Olur, , https://marksist.net/node/8503
Yalanlara Kanmamak İçin Örgütlü Mücadeleye!