

Bölüm 22: Kârın Bölüşümü. Faiz Oranı. “Doğal” Faiz Oranı
Marx, burada konunun ayrıntılı biçimde incelenemeyeceğini belirtir. Ayrıca, borç verenler ile borç alanlar arasındaki rekabet ve para piyasasında bundan kaynaklanan küçük ölçekli dalgalanmaların da incelemenin dışında bırakılacağını vurgular. “Faiz oranının sınaî çevrim sırasında izlediği devrenin sunulması, bu devrenin kendisinin sunulmasını gerektirir, ama burada bu da yapılamaz. Faiz oranının dünya pazarındaki şu ya da bu ölçekte gerçekleşen yaklaşık eşitlenmesi için de aynısı geçerlidir. Burada yalnızca, faiz getiren sermayenin bağımsız şeklini ve faizin kârdan bağımsızlaşmasını inceleyeceğiz.”
Buraya kadarki varsayımlara göre, faiz, faal kapitalistin elde ettiği kârdan para kapitalistine ödeyeceği kısımdır. Bu nedenle, faizin üst sınırı kârın kendisi olarak görünür; fakat bu sınıra ulaşılmış olsaydı faal kapitalistin payına düşen kısım sıfıra eşit olurdu. “Faizin alt sınırı ise hiçbir şekilde belirlenemez. Akla gelebilecek her tür düzeye düşebilir. Ama bu durumda her zaman karşıt yöndeki etkiler devreye girer ve faizi bu göreli en alt düzeyin üzerine çıkarır.”
Faiz oranı, ödünç verilen sermaye için ödenen faizin sermaye tutarına oranlanmasıyla bulunur. Marx, ilk olarak, toplam kâr ile ödenecek faiz arasında sabit bir oranın bulunduğunu varsayar. “Bu durumda, faizin toplam kârla birlikte yükselip düşeceği açıktır ve toplam kâr da genel kâr oranı ve onun dalgalanmalarıyla belirlenir.” Ödenen faiz ile toplam kâr arasındaki oranın az çok değişmez olduğu varsayıldığında, faal kapitalist, kâr oranıyla doğru orantılı olarak daha yüksek ya da daha düşük faizler ödeyebilecektir. Kâr oranının yüksekliğinin, kapitalist üretimin gelişmesiyle ters orantılı olarak değiştiğini görmüştük. Buradan çıkan sonuç, faiz oranındaki farklılık kâr oranlarındaki farklılığı ifade ettiği sürece, bir ülkedeki daha yüksek ya da daha düşük faiz oranının sınaî gelişmenin derecesiyle ters orantılı ilişki içinde olacağıdır. “Bu durumun her zaman geçerli olmasının hiçbir şekilde gerekmediğini daha sonra göreceğiz. Bu bağlamda, faizi kârın ve daha yakından bakıldığında genel kâr oranının düzenlediği söylenebilir. Ve faizin bu düzenlenme tarzı, onun ortalaması için bile geçerlidir.”
Marx, “her durumda, ortalama kâr oranı, faizin üst sınırının nihai belirleyicisi sayılmalıdır” der. Fakat dikkat edilmesi gerekir ki, karşılığı ödenmemiş emeğin sağladığı kârın büyüklüğünü belirleyen koşullarla, bu kârın ödünç sermaye veren kapitalistle faal kapitalist arasındaki dağılımını belirleyen koşullar çok farklıdır. “Bu farklı koşullar sıklıkla tümüyle karşıt yönlerde etkide bulunurlar.”
“Modern sanayinin hareketinin izlediği devir çevrimleri (hareketsizlik durumu, giderek artan canlanma, gönenç, aşırı üretim, çöküş, durgunluk, hareketsizlik durumu vb.; yani, daha geniş kapsamlı çözümlemeleri inceleme alanımızın dışında kalan çevrimler) ele alınırsa, düşük faizlerin çoğunlukla gönenç ya da ekstra kâr dönemlerine karşılık geldiği” görülecektir. Bunun yanı sıra, “faiz yükselişinin gönenç ile onun tersini birbirinden ayırdığı, ama en aşırı tefecilik düzeyindeki en yüksek faizin bunalım dönemine karşılık geldiği görülür”. Bu genel eğilime karşın, Marx, durgunluğa düşük bir faizin ve giderek artan canlanmaya ılımlı bir şekilde yükselen bir faizin eşlik etmesinin de mümkün olduğunu vurgular.
“Faiz oranı, ödeme yapabilmek için maliyeti ne olursa olsun borç almanın zorunlu olduğu bunalımlar sırasında kendi en yüksek noktasına ulaşır.” Faiz yükselişi değerli kâğıtların fiyatlarındaki bir düşüşe karşılık gelir. Bu durum, faiz oranı düşer düşmez yeniden ortalama fiyatlarına ulaşacak bu kâğıtları çok düşük fiyatlarla ele geçirmek isteyen kapitalistler için çok hoş bir fırsattır.
Marx, kâr oranındaki dalgalanmalardan tümüyle bağımsız olarak, faiz oranının bir düşme eğilimine sahip olduğunu vurgular ve bunun iki temel nedeni olduğunu belirtir. Birincisi hakkında, Marx, İngiliz iktisatçı Ramsay’dan bir alıntı yapar: “Bir ulus zenginleşme yolunda ilerlerken, atalarının emekleri sayesinde sadece faizle iyi bir şekilde geçinmelerine yetecek bolluktaki fonlara sahip olan bir grup insan ortaya çıkar ve bunların sayısı giderek artar. Gençlik ve orta yaş dönemlerinde aktif olarak iş yaşamında yer alan pek çokları da, ileri yaşlarında, biriktirdikleri tutarların faiziyle huzur içinde yaşamak için emekliye ayrılır. Her iki grup da ülkenin zenginliğindeki artışla birlikte büyüme eğilimi gösterir, çünkü orta ölçekli bir sermayeyle başlayanlar, küçük bir sermayeyle başlayanlara göre daha çabuk bağımsızlaşabilir. Bu nedenle, onu bizzat kullanma zahmetine katlanmak istemeyenlere ait olan ulusal sermaye miktarının toplumun toplam üretken sermayesine oranı, eski ve zengin ülkelerde, yerleşime yeni açılmış ve daha yoksul bölgelerdekine göre daha yüksek olur. İngiltere’de rantiyeler sınıfının nüfusa oranı ne kadar yüksek! Rantiyeler sınıfı büyürken sermayeyi ödünç verenlerin sayısı da artar, çünkü bunlar bir ve aynıdır.”
İkincisi ise, kredi sisteminin gelişmesi ve onunla birlikte, toplumun tüm sınıflarının tüm parasal tasarruflarının bankerler aracılığıyla sanayici kapitalistlerin ve tüccarların denetimine giderek daha fazla girmesidir. Bu tasarrufların para-sermaye olarak iş görebilecek miktarlara giderek daha fazla ulaşması da faiz oranını aşağıya çeken bir faktördür. Marx’ın yine Ramsay’dan aktardığı üzere, brüt kârın faize ve girişimci kazancına bölünme oranı sermayeyi ödünç verenler ile ödünç alanlar arasındaki rekabete bağlıdır. Gerçekleştirilmesi beklenen brüt kâr oranı, bu rekabeti hiçbir şekilde tümüyle düzenlememekle birlikte onu etkiler.
Ortalama faiz oranını bulmak için, birincisi, faiz oranının büyük sınaî çevrimlerdeki değişimleri sırasındaki ortalamasını hesaplamak; ikincisi, sermayenin daha uzun bir süreliğine ödünç verildiği yatırımlardaki faiz oranını bilmek gerekir. Marx, bir ülkede egemen olan ortalama faiz oranını belirleyen hiçbir yasanın bulunmadığını belirtir. “İktisatçıların sözünü ettiği doğal bir kâr oranına ya da doğal bir ücret haddine benzer bir doğal faiz oranı bulunmaz” der.
Marx konuyla ilişkili olarak rekabetin rolüne değinir. “Ortalama rekabet ilişkilerinin, borç veren ile borç alan arasındaki dengenin, borç veren kişiye sermayesi üzerinden yüzde 3, 4 ya da 5’lik bir faiz oranını ya da brüt kârın belirli bir yüzdesini, örneğin %20’sini ya da %50’sini vermesi için hiç bir neden bulunmaz. Rekabetin kendisi herhangi bir şeyi belirlediğinde, bu belirleme özünde rastlantısaldır ve bu rastlantısallığı gerekli bir şey olarak açıklama isteği, sadece bilgiçlikten ya da hayalcilikten kaynaklanabilir.”
Marx’ın belirttiği üzere, ortalama faiz oranının yalnızca bir ortalama sayı olarak değil gerçek bir büyüklük olarak var olması ölçüsünde, bu oranın belirlenmesinde, rekabetin kendisi kadar, alışkanlıklar, yasal gelenekler vb. de rol oynar. “Faizlerin hesaplanmasını gerektiren pek çok hukuki anlaşmazlıkta, bir ortalama faiz oranını yasal faiz oranı olarak kabul etmek gerekir. Daha da ileriye gidilip ortalama faiz oranının sınırlarının neden genel yasalardan türetilemeyeceği sorulacak olursa, cevap, basitçe, faizin doğasında yatar. Faiz, ortalama kârın bir kısmından başka bir şey değildir. Aynı sermaye, iki farklı rol üstlenmiş görünür: Borç veren kişinin elinde ödünç verilebilir sermaye ve faal kapitalistin ellerinde sanayi ya da ticaret sermayesi. Ama yalnızca bir kez iş görür ve kârı da yalnızca bir kez üretir.”
Faal kapitalistin kendi sermayesiyle mi yoksa ödünç aldığı sermayeyle mi iş gördüğü üretim sürecinin kendisinde herhangi bir rol oynamaz. Elde edilen kâr üzerinde hak iddia eden iki kişinin bunu ne şekilde paylaşacakları, özünde, tıpkı bir ticari işletmenin kârının farklı ortaklar arasında paylaşılması durumunda olduğu gibi, tümüyle rastlantılar dünyasına ait bir olgudur. Kâr oranının temel belirleyicisi artı-değerdir. Artı-değer ile ücret arasındaki bölünmede ise, tümüyle farklı iki öğe, yani emek gücü ve sermaye belirleyici rol oynar. “Bunlar, karşılıklı olarak birbirlerini sınırlandıran iki bağımsız değişkenin işlevleridir; ve üretilen değerin nicel bölünmesi, bunların nitel farkından kaynaklanır.” Faiz söz konusu olduğunda ise durum farklıdır. Elde edilen kârın faiz ve girişimci kârı şeklindeki niteliksel farkı, artı-değer ile ücret arasındaki farkın tam tersine, aynı artı-değer parçasının tümüyle nicel olan bölünmesinden kaynaklanır. “Buraya kadarki incelemelerden, «doğal» bir faiz oranın bulunmadığı sonucu çıkar.”
Marx, faiz oranının kâr oranıyla ilişkisinin, metanın piyasa fiyatının onun değeriyle ilişkisine benzediğini belirtir. Faiz oranının kâr oranıyla belirlenmesi ölçüsünde, burada, tek tek sanayi dallarında geçerli olabilecek olan özgül kâr oranları değil, her zaman genel kâr oranı belirleyicidir. Ancak, faiz oranı borç alanlar tarafından verilen güvencelerin türlerine ve borçlanma sürelerine bağlı olarak farklılaşabilir. “Ortalama faiz oranı her ülkede görece uzun dönemler boyunca değişmez bir büyüklük olarak görünür.” Bunun nedeni, genel kâr oranının görece uzun dönemlerde değişmesidir.
Faiz oranıyla genel kâr oranı arasındaki ilişkinin açıklanmasından sonra, bir de durmadan dalgalanan piyasa faiz oranına bakmak gerekir. “Bu oran, her bir anda, metaların piyasa fiyatı gibi, sabit bir büyüklük olarak verilidir, çünkü para piyasasında ödünç verilebilir tüm sermaye sürekli olarak faal kapitalistin karşısında durur, yani faizin her bir andaki piyasa düzeyi, bir taraftaki ödünç verilebilir sermaye arzı ile diğer taraftaki talep arasındaki ilişkiyle belirlenir.”
Marx bu noktada, kredi sisteminin gelişmesinin rolüne değinir. Kredi sisteminin gelişmesi ve bununla bağlantılı yoğunlaşması, ödünç verilebilir sermayeye genel bir toplumsal karakter kazandırır. “Ve onu tek seferde, eş zamanlı olarak para piyasasına sürmesi ölçüsünde, bu söylenen daha fazla geçerli olur. Buna karşılık genel kâr oranı her zaman yalnızca bir eğilim olarak, özel kâr oranlarının eşitlenmesi hareketi olarak var olur.” Bu eşitlenme hareketi, kapitalistler arası rekabetten kaynaklanır. Kapitalistlerin, kârın görece uzun süreler boyunca ortalamanın altında kaldığı alanlardan adım adım sermaye çekmeleri ve kârın ortalamanın üzerinde olduğu alanlara adım adım sermaye aktarmaları şeklinde gerçekleşir. Ya da, ek sermayenin söz konusu alanlara giderek daha farklı oranlarla bölünmesi anlamına gelir. “Burada söz konusu olan şey, hiçbir zaman faiz oranının belirlenmesinde olduğu gibi eş zamanlı bir yığınsal etki değil, bu farklı alanlardaki sermaye giriş çıkışlarının durmadan değişmesidir.”
Buraya kadar üzerinde durulan hususlar, faiz getiren sermayenin metadan mutlak olarak farklı bir kategori oluşturmasına karşın, kendine özgü bir meta haline geldiğini açıklar. Tıpkı metanın piyasa fiyatı gibi, her seferinde arz ve taleple sabitlenen faiz de faiz getiren sermayenin fiyatıdır. “Bu nedenle, piyasa faiz oranı, sürekli olarak dalgalansa bile, her bir verili anda, tıpkı metanın her bir andaki piyasa fiyatı gibi, hep sabitlenmiş ve tek biçimli olarak görünür.” Para kapitalistleri faiz getiren sermaye şeklindeki metayı arz eder ve faal kapitalistler onu satın alır, böylece onun talebini yaratır.
Eşitlenme yoluyla genel bir kâr oranının oluşumu farklı bir olaydır. Şöyle ki, bir alanda metaların fiyatları üretim fiyatının altında ya da üzerinde olduğunda, dengelenme, üretimin genişlemesi ya da daralması yoluyla gerçekleşir. “Tek tek kâr oranlarının genel ya da ortalama kâr oranından sapmaları, metaların ortalama piyasa fiyatlarının işte bu şekilde üretim fiyatlarına eşitlenmesi yoluyla düzeltilir. Bu süreç, hiçbir zaman, sanayi ya da ticaret sermayesinin kendisinin, faiz getiren sermaye gibi, bir alıcının karşısına meta olarak çıkması şeklinde görünmez.” Söz konusu süreç eğer böyle görünüyorsa, bu, ortalama kârın doğrudan doğruya sabitlenmesi şeklinde değil, yalnızca dalgalanmalarda ve metaların piyasa fiyatlarının üretim fiyatlarına eşitlenmesinde görünür. Genel kâr oranı, birincisi toplam sermayenin ürettiği artı-değerle, ikincisi bu artı-değerin toplam sermayenin değerine oranıyla ve üçüncüsü rekabetle belirlenir. “Dolayısıyla, genel kâr oranının temelindeki nedenler, doğrudan doğruya arz ve talep ilişkisiyle belirlenen piyasa faiz oranının temelindeki nedenlerden tümüyle farklı ve çok daha karmaşıktır ve bu nedenle de, genel kâr oranı, faiz oranı gibi, elle tutulur ve verili bir olgu değildir.”
Marx, faiz oranı ile kâr oranı arasındaki farkı vurgularken, faiz oranıyla ilgili iki noktanın göz ardı edildiğini belirtir. “1. faiz getiren sermayenin tarihsel olarak önceden var olması ve geçmişten devrolan bir geleneksel faiz oranının varlığı; 2. dünya pazarının, bir ülkedeki üretim koşullarından bağımsız olarak, kâr oranı üzerindeki etkisiyle karşılaştırıldığında, faiz oranının belirlenmesinde çok daha büyük bir dolaysız etkiye sahip olması.”
Ortalama kâr, ancak, karşıt yönlü dalgalanmaların eşitlenmesinin incelenmesiyle anlaşılabilir. Oysa faiz oranı için durum farklıdır. “Bu oran, en azından yerel düzeydeki genel geçerliliği kapsamında, her gün sabitlenen bir olgudur; hatta, sanayi ve ticaret sermayesi için, işlemlerinin hesaplanması sırasında bir ön koşul ve bir faktör olarak iş gören bir olgudur.” Günümüzde hava raporlarıyla yarışan borsa raporlarını çağrıştırırcasına, Marx ilginç bir hususa işaret eder: “Meteoroloji raporlarında verilen barometre ve termometre değerlerinin doğruluk dereceleri, borsa raporlarında, şu ya da bu sermaye için değil, para piyasasında bulunan, yani genel olarak ödünç verilebilir sermaye için verilen faiz oranlarının doğruluk derecelerinin gerisinde kalır.”
Para piyasasında birbirlerinin karşısına çıkanlar, yalnızca borç verenlerle borç alanlardır. Sermayenin farklı üretim ya da dolaşım alanlarına yatırılmasına bağlı olarak aldığı tüm özel biçimler burada silinmiştir. “Sermaye burada bağımsız değerin farksız, kendisine eşit şekli içinde, yani para şeklinde var olur. Farklı alanların rekabeti burada ortadan kalkar; bunların tümü para ödünç alanlar olarak aynı yerde toplanmıştır.” Para-sermaye, para piyasasında ortak bir öğe olarak, özel kullanılma biçiminden bağımsız ve her bir alanın üretim gereksinimleri doğrultusunda faal kapitalistler sınıfının üyeleri arasında bölünen bir şekilde bulunur. Büyük sanayinin gelişmesiyle birlikte, piyasadaki para-sermaye, sermayenin şu ya da bu parçasının sahibi tarafından temsil edilmez; yoğunlaşmış ve örgütlenmiş bir kütle olarak ortaya çıkar. “Bu kütle, gerçek üretimden tümüyle farklı bir şekilde, toplumsal sermayeyi temsil eden bankacıların denetimi altında olur. Böylece, hem talep biçimi söz konusu olduğunda ödünç verilebilir sermayenin karşısına bir sınıfın bütünü çıkar, hem de arz söz konusu olduğunda ödünç verilebilir sermayenin kendisi en masse [topluca] ortaya çıkar.”
Nasıl ki paradaki değer değişmeleri onun tüm metalar karşısında aynı değere sahip olmasını engellemiyorsa, faiz oranı da aynı düzenlilikle “paranın fiyatı” olarak kaydedilir. “Bu böyledir, çünkü burada, sermayenin kendisi, para biçiminde, meta olarak sunulur; dolayısıyla, onun fiyatının sabitlenmesi, tüm diğer metalarda olduğu gibi onun piyasa fiyatının sabitlenmesidir; bu nedenle, faiz oranı kendisini her zaman genel faiz oranı olarak, şu kadar para için bu kadar para olarak, belirli bir nicelik olarak ortaya koyar.” Fakat kâr oranında durum farklıdır. Bu oran, “metanın piyasa fiyatları aynıyken, tek tek sermayelerin aynı metayı üretme koşullarındaki farklılaşmalara bağlı olarak, aynı alanın sınırları içinde bile değişebilir; çünkü, tek bir sermayenin kâr oranı, metanın piyasa fiyatıyla değil, piyasa fiyatı ile maliyet fiyatı arasındaki farkla belirlenir. Ve önce aynı alanın sınırları içindeki ve ardından farklı alanlar arasındaki bu farklı kâr oranları, ancak sürekli dalgalanmalar yoluyla bir dengeye kavuşabilir.”
Marx bu bölümü bitirirken, daha sonra üzerinde durulmak üzere krediyle ilgili bir not koymuştur. “Kredinin özel bir biçimi: Para satın alma aracı olarak değil ödeme aracı olarak iş gördüğünde, metanın elden çıkarıldığı, ama onun değerinin ancak daha sonra gerçekleştirildiği biliniyor. Ödeme, metanın yeniden satılmasından sonra gerçekleşirse, bu satış, satın almanın bir sonucu olarak görünmez; aksine, satın alma, satış yoluyla gerçekleştirilir. Bir başka deyişle, satış, satın almanın bir aracı olur. - İkincisi: Borç senetleri, poliçeler vb. borç verenler için ödeme araçları olur. - Üçüncüsü: Borç senetlerinin takası paranın yerini alır.”
(devam edecek)

link: Elif Çağlı, Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /21, , https://marksist.net/node/8504