Dünya nüfusunun yaşlanması başta Avrupa olmak üzere gelişmiş kapitalist ülkelerin burjuvazisini derinden kaygılandırıyor. Doğum oranlarının düşmesi ve ortalama ömrün uzaması, yaşlı nüfusun oranının giderek artmasına yol açıyor. 2000’lerin başında 600 milyon olan 60 yaş ve üstü nüfusun, 2050’de 2 milyara çıkması bekleniyor.Bu durum, sömürecek taze işgücüne ihtiyaç duyan ve yaşlı bakımı, emekli maaşları, sağlık giderleri gibi harcamaları tümüyle çalışanların sırtına yıkmak isteyen burjuvazi için tehlike çanlarının çalması anlamına geliyor.
Türkiye burjuvazisi de Avrupa ülkelerinin başını çektiği bu kaygılı gruba dâhil olmuş durumda. Türkiye’de 60 yaşın üzerinde insan sayısı resmi verilere göre 7,1 milyon. Giderek artan bu sayı, 10-15 yıl sonra nüfusun yaklaşık %10’unun 65 ve üstü yaşlarda olması anlamına geliyor. Erdoğan “3-5 çocuk yapın” diye bas bas bağırarak bu tablonun değişmesi gerektiğini söylüyor. Doğum oranını yükseltmek amacıyla bir yandan gençler evlenmeye özendirilirken, öte yandan çocuk yardımı, doğum izninin arttırılması, part-time çalışmanın özendirilmesi gibi uygulamalarla kadınlar daha fazla çocuk yapmaya teşvik ediliyor. Gönüllülüğe dayalı bu teşviklere devlet eliyle zorla dayatma da eşlik ediyor ve gebe kalan kadının kürtaj hakkı resmi ve fiili engellerle gasp ediliyor.
Burada kapitalistler için temel kaygı elbette sömürülecek genç işçi kitlesinin ve yedek işçi ordusunun sürekliliğini sağlayabilmektir. Bunun yanı sıra, genç işçi demek uzun süre sigorta primi ve vergi ödeyerek sosyal güvenlik kurumlarını besleyen ve dolayısıyla emeklilerin maliyetlerini de sırtlanan işçi demektir burjuvazi için. Bu dengenin bozulması halinde ise suç yine işçi sınıfına atılır ve sosyal güvenlik kurumları iflasın eşiğinde denerek emeklilik yaşı yükseltilir, prim oranları arttırılır, sağlık hizmetleri sosyal sigorta kapsamından çıkarılır ve dolayısıyla yaşlı emekçiler sefalete ve ölüme mahkûm edilir. Burjuvazinin özellikle son 30 yılda büyük bir ideolojik propaganda eşliğinde yürüttüğü saldırılar ve bunların doğurduğu sonuçlar bunun tipik bir örneğidir. Tüm dünyada yaşlıların durumu giderek kötüleşirken, burjuvazi bu konuda ne kadar acımasız olabileceğini çeşitli vesilelerle göstermektedir.
Örneğin Japon maliye bakanı ve başbakan yardımcısı Taro Aso, açık açık, yaşlıların tıbbi bakımının maliyetli olduğunu, onlara harcanan paranın devlete yük olduğunu ve yaşatmak için uğraşmamak, durumu zorlamamak gerektiğini söylemişti. Yani özetle “bu ihtiyar halleriyle yaşasalar da burjuvaziye bir yararları yok, onlar için boşuna masraf ettiriyorsunuz, bırakın ölsünler” demeye getirmişti. Bunu diyen şahıs 72 yaşındaydı ve ülkedeki milyonlarca işçi ve emekçinin kaderini belirleyen bir makamda bulunuyordu. O yaşa kadar yaşamasının ve hâlâ o koltukta oturabilmesinin “topluma maliyetinin” ne kadar olduğundansa hiç söz etmiyordu!
Bugün başta Avrupa ülkelerinde olmak üzere tüm dünyada yaşlıların sağlık giderleri kapitalist devletler için büyük bir mali yük olarak görülüyor. Burjuvazinin bu “yük”ten kurtulmak için ürettiği çözümlerden biri Almanya’da gündeme geldi. Maliyetleri azaltmak için yaşlı insanların kendi yaşam alanlarından kopartılıp, maliyetin daha düşük olduğu Polonya ve Macaristan gibi ülkelere gönderilmesi tartışmaya açıldı. Bu ve benzeri planların böylesine kolayca gündeme gelmesi bile kapitalist sistemin ne kadar insanlık dışı olabileceğini gösteren ürkütücü örneklerdir.
Türkiye’de yaşlıların durumu
Türkiye’de yaşlıların üçte ikisi kentlerde ve yoksulluk içinde yaşıyor. Yarısından fazlası ise yalnızlığa mahkûm durumda. Huzurevi, bakımevi gibi kurumlarda yaşadıkları için yalnız olmadıkları varsayılanların ise durumu oldukça kötü. Bu kötü koşullara razı olsanız bile, mevcut yatak kapasitesine göre 340 yaşlıya 1 yatak düşüyor. Bu alanda hizmet veren kamu kurumlarının sayısı son derece yetersiz olduğu gibi, bu kurumların sunduğu hizmet de sadece açlıktan ölünmesini engelleyecek kadar. Yaşlılara karşı takınılan tutum ise içler acısıdır. Özel kurumların çoğu için de durum farklı değildir. Bu kurumlarda kalmanın maddi maliyeti çok yüksek olduğu gibi, ciddi bir denetim olmadığı için yaşlılara verilen hizmet çoğunda çok kötüdür.
İster devlet kurumlarının ister özel kurumların olsun, kendilerine emanet edilen ve bakımından sorumlu oldukları yaşlılara bakışı, kapitalizmin insanlıktan çıkmışlığını tüm çıplaklığıyla göstermektedir. Buralarda kalan yaşlı insanların araba yıkar gibi boya fırçası ve hortumla yıkanması, içmeyi unuttukları ve kimse de umursamadığı için susuz kalmaları, ilaçlarının gerektiği ölçülerde ve sürelerde verilmemesi, hastalıklarının takip edilmemesi, vücutlarının çeşitli yerlerinde uzun süre hareketsiz kalmaktan, yataklara ve sağa sola çarpmaktan yaraların açılmış olması, beslenmelerinin çok yetersiz olması, itilip kakılmaları vb, bu kurumların pek çoğunda yaşananların alenileşmiş örnekleridir.
Bugün Türkiye’de toplumun şiddete en fazla maruz kalan bölümünü yaşlılar oluşturmaktadır. Yaşlıların %98’i onur kırıcı söz ve davranışlara, %63’ü ise en az bir defa yakınlarının kaba kuvvetine maruz kalıyor. Sağlık sorunları göz ardı edilen, yetersiz beslenen, genel olarak temiz ve sağlıklı barınma olanaklarına sahip olmayan, kimi zaman zorla eve hapsedilen, gelirine el konulan yaşlıların oranı hiç de az değil. Yukarda saydığımız yaşam koşullarına tüm yaşlılar mı mahkûm? Elbette hayır. Yaşlılık, yoksul çoğunluğu oluşturan işçi ve emekçi sınıflar için sorundur; yaşamını onlardan gasp ettikleriyle en iyi koşullarda devam ettirme olanağına sahip olan burjuvazi için değil. Türkiye burjuvazisinin simge isimlerinden Koç gibi 83 yaşında dünya turuna çıkabilen bir insansanız yaşlılıktan niye korkasınız? Etrafınızda hizmetçilerin, doktorların, hemşirelerin fır döndüğü, en donanımlı hastanelerden anında sağlık hizmeti alabildiğiniz, en iyi besinlerle beslenebildiğiniz koşullara sahipseniz, sahip olduğunuz servet mıknatısın demiri çektiği gibi çevrenize eş, sevgili, arkadaş çekiyorsa yaşlılıktan neden korkasınız? Eğer bir korkunuz varsa, bu ancak böyle bir yaşamı geride bırakıp gitme korkusu olabilir, yaşlanınca ne olacağım korkusu değil!
Kapitalizm yaşlanan emekçileri yük olarak görür
Toplumun ezilen ve sömürülen çoğunluğu için yaşlanmak kaygı verici bir şeydir. Her şeyden önce, yaşamak için çalışmak zorunda olanlar için yaşlanmak çalışamamak demektir. Bu nedenle yaşlanınca nelerle karşılaşabileceğini düşünmek bir emekçi için endişe kaynağıdır. Hele de emeklilik garantisi yoksa –ki emekçilerin çoğu bu haldedir– durum hepten korkutucudur. Ne var ki kapitalist sistem, ıskartaya çıkarıncaya kadar hem fiziksel hem ruhsal olarak tükettiği işçiyi, emekli maaşı ile de yaşamını sürdürmesinin neredeyse imkânsız olduğu koşullara mahkûm etmektedir.
Kapitalist toplumda, işçiler için yaşlanmak, sermaye için artı-değer üretemez hale geldiğinden hiçbir işe yaramaz bir asalak olarak görülmek, yalnızlığa ve sevgisizliğe mahkûm edilmek de demektir. Bencilliğin, çıkarcılığın geçer akçe olduğu bu düzende, artık üzerinden hiçbir çıkar sağlanamayacak bir yaşlı sadece “yük” olarak görülmektedir. Sevgi, saygı, vefa gibi insani değerleri acımasızca yok eden kapitalist sistemde bu “yükü” taşımaya gönüllü kaç kişi bulursunuz?
Kapitalist üretim tarzı tüm toplumu yeniden dizayn etmiştir. Sermaye kendi ahlâkını, kendi değer yargılarını, kendi doğrularını egemen kılmış, aile ve insan ilişkilerini de buna uygun şekilde değişikliğe uğratmıştır. Kapitalist üretim kırın çözülmesini sağlamış ve eskinin geçimlik toprağa dayalı üretimini dağıtmıştır. Sanayinin ve üretimin merkezi haline gelen kentler nüfusun yoğunlaştığı yerler olmuştur. Kırın kalabalık aileleri yerini kentlerde çekirdek aileye bırakmıştır. Yaşamak için işgücünü satmak zorunda olan insanlar için artık ekmek aslanın midesine inmiştir. Yoksulluğun giderek arttığı, eve ekmek getirmeyenin ağır bir yük olarak görüldüğü koşullarda, eskiden sözüne itimat edilen, yaşlandıkça saygınlığı ve bilgeliğinin arttığına inanılan ve çoğu durumda ailenin kaderini belirleyen yaşlılar, önce ailenin, sonra toplumun dışına itilmiştir.
Paranın saltanatı ve sermayenin açgözlülüğü, tarihsel ve toplumsal güzellikleri değirmen taşı gibi ağır ağır toza dönüştürmüştür. Güzel olan ne varsa, yerini çirkin, kaba, vahşi ve acımasız olana bırakmıştır. Kâr için insan öğüten kapitalist sistemde, yaşlılarımız için gerçek bir sosyal korumanın sağlanması, koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerinin ücretsiz olarak verilmesi, bugünün bakım ve huzurevlerinden tamamen farklı, toplu ve konforlu yaşam olanaklarına sahip olabilecekleri kurumların oluşturulup ihtiyacı tümüyle karşılayacak yaygınlığa ulaşması, yılların bilgi ve deneyimle zenginleştirdiği insanlarımızın bu birikimlerini toplumun hizmetine sunmalarını sağlayacak olanakların yaratılması, yaşamını kendi başına idame ettiremeyenlere yardımcı olmanın gönüllü bir toplumsal göreve dönüşmesinin sağlanması mümkün değildir. Emekçi yığınlar bu en insani hakka bile kapitalizmi yıkmadan ulaşamayacaklardır.
İşçi sınıfının ekonomik ve sosyal koşullarının iyileşmesini sağlayan her değişim, burjuvaziyi bunu yapmaya mecbur eden mücadelelerle elde edilmiştir. Rusya’da yaşanan 1917 Ekim Devrimi, genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle tüm emekçi yığınları, kapitalizmin yarattığı karanlığı aydınlatan güneş hüzmeleri misali aydınlatıp ısıtırken, bu devrimin Avrupa’ya yayılması korkusu burjuvaziye ecel terleri döktürmüştü. Yükselişe geçen sınıf mücadelesi ve SSCB’nin varlığı koşullarında Avrupa burjuvazisinin devrimden duyduğu ölümcül korku, onu, gasp ettiği artı-değerin bir bölümünü işçi sınıfının taleplerini karşılamaya ayırmak, işsizlik sigortası, sosyal güvenlik sistemi ve sağlık sistemini geliştirmek zorunda bırakmıştı. “Sosyal devlet” uygulamaları diye nitelendirilen bu uygulamalar sayesinde görece daha iyi çalışma ve yaşam koşullarına kavuşan insanların ortalama yaşam süresi de uzadı. Nitekim dünya ölçeğinde ortalama ömür 1950-2000 yılları arasında 46’dan 66’ya çıkarak 20 yıl arttı.
Burjuvazinin gasp ettiği artı-değerin kırıntıları bile ömrümüze ömür kattığına göre, işçi devrimleri yoluyla insanın insana kulluğunu ortadan kaldırarak kuracağımız o yeni dünyada, insanların artık yılları saymayacağını, yaşlanmaktan endişe duymayacağını, hayatın tadını doya doya çıkararak yaşayacağını öngörmememiz için hiçbir sebep yoktur. Yaşlanmanın yıllar geçtikçe deneyim ve birikimi artan insanın değerini düşürmeyip tersine daha da arttıracağı, yaşlıların ölünceye kadar yaşamı üretebileceği, insanlığa birikimleriyle her gün biraz daha fazla katkı sunacağı, asla yalnızlık, çaresizlik içine düşmeyeceği bir dünyayı yaratmanın koşulları çoktandır mevcut. Kapitalizmin yıkıldığı, tüm bencilce hesapların insanlığın hafızasından silinip yok olduğu, tüm güzelliklerin eşitçe paylaşıldığı, insanın üretkenliğinin önündeki tüm engellerin ortadan kalktığı bir dünyada kim korkar yaşlanmaktan?
link: Derya Çınar, Kapitalizmde Yaşlılara Yer Yok!, Ocak 2014, https://marksist.net/node/3381
Viyana’da Faşistlerin Balosu Protesto Edildi
HDP İstanbul Adayları Halkla Buluştu