Oslo’da bomba patlatıldı! Paris’te eş zamanlı silahlı ve bombalı saldırılar! Brüksel’de havalimanı ve bir metro istasyonundaki intihar saldırıları! Fransa’nın Nice kenti kana bulandı! Berlin’de bir TIR Noel pazarına girerek, insanları ezdi! Devam ediyor. Manchester’da saldırı! Barselona’da minibüs insanların arasına daldı! Kanada, Kenya, İtalya, Yemen, Tunus, Rusya, Malezya, Bangladeş, ABD, Almanya, Suudi Arabistan, Belçika, Türkiye, Endonezya, Afganistan, Irak, Suriye, Mısır, Danimarka... Her biri farklı ülkeler ama yaşananlar hep aynı: Arabalarla, silahlarla, bombalarla “terör” saldırıları!
Son dönemlerde artarak süren bu saldırılarda hayatını kaybeden insan sayısı on binlerle ifade ediliyor. Peki neden “terör” saldırılarının sayısı giderek artıyor? Ve neden bu saldırılar dünyanın genelinde giderek yaygınlaşıyor? Aslında bu sorulara yanıt aramadan önce sorulması gereken ilk soru: Bu “terör” kavramını kim, neden kullanıyor? Yaşanılan olayın adını doğru koymadan, nedenlerine ve nasıl sonlandırılacağına ilişkin doğru cevaplar bulmak mümkün değildir. Bu sorulara ilişkin değerlendirmeler Marksist Tutum sayfalarında epey uzun süredir işleniyor ve cevaplanıyor. “Terör sözcüğü en geniş anlamıyla ve birebir kelime karşılığıyla dehşet ya da şiddet demektir. Ancak tüm sınıflı toplumlarda olduğu gibi kapitalist toplumda da, siyasal mücadele ve sınıf savaşı söz konusu olduğunda kavramlar tarafsızlığını yitirir. En objektif gibi görünen sözcükler bile, egemen sınıfın azgın çıkarlarına alet edildiğinde farklı «şifre»lere dönüştürülür. Tıpkı günümüzde burjuvazinin terör kavramı eşliğinde yürüttüğü «kanlı oyun»da olduğu gibi. O nedenle sorun, gündelik yaşamda artık sıkça duyduğumuz bir kavramın basitçe ne anlama geldiği değil; hangi sınıf tarafından ne amaçla kullanıldığıdır.” (Elif Çağlı, “Terör”ün Ardına Gizlenen Gerçekler, MT, Ağustos 2005)
Bugün, kapitalizmin sistem kriziyle sarsıldığı ve daha öncekilerinden farklı biçimler altında yürüyen yeni bir dünya savaşının yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Tam da böylesi gericilik dönemlerinde iktidar sahiplerinin özü tüm çıplaklığıyla gün yüzüne çıkıyor. Burjuvazinin kirli maskeleri artık vahşi yüzünü saklamaya yetmiyor, işçi-emekçi kitlelerden gelecek tepkilere karşı arkasına sığındığı yeni yalanlar peydahlıyor. Saldırganlığının yanı sıra riyakârlıkları da adeta tavan yapıyor. İçinde milyarlarca insanla birlikte dünyayı ateşe vermekten geri durmayan kapitalistler, yarattıkları vahşetin üstü örtülemeyecek derecede büyüdüğü böylesi dönemlerde, ekonomik ve demokratik anlamda giderek daha fazla sıkışmışlığa sürüklenen işçi-emekçi kitlelerin öfkesinin büyüyeceğini biliyorlar. Bu hoşnutsuzluğun kendisine yönelmesinden korkan egemen sınıf, kitlelerin öfkesini kontrol etmek ve sistem dışına yöneltmek için kelimelere yeni anlamlar yükleyip, bunu kitlelere benimsetmek için gayretle çalışıyor. Sözümona kapitalizmden bağımsız ortaya çıkan ve insanlığı tehdit eden bir “düşman” resmi çiziliyor. Egemenler bütün suçu üstüne yıkacakları yeni bir umacı arıyorlar ve bugün için bu umacı, tüm dünyayı tehdit eden “uluslararası terörizm” olarak karşımıza çıkıyor.
Ortadoğu’da tanklarla, uçaklarla, füzelerle açık bir şekilde yürüyen savaş, “terör” adı altında dünyanın farklı yerlerine sıçrıyor. Nükleer savaş tehdidi nedeniyle ordularıyla doğrudan karşı karşıya gelemeyen emperyalistler (en azından şu an için böyle), yürüttükleri savaşı, kendilerinden bağımsız olmayan örgütlerin üzerine yıkıyorlar. Ayrıca emperyalistlerin gücüne sahip olmayan savaş tarafları, kendi savaşlarını yürütebilecekleri yeni biçimler arıyor ve aynı anda yüzlerce kişinin hayatına malolan patlamalar, saldırılar gerçekleştiriyorlar. Elbette, Ortadoğu yanarken alevlerin sadece orada kalmasını beklemek safça olurdu. Şu an için yaşanan yeni emperyalist savaş dünyanın farklı yerlerinde bu biçimler altında yürütülmektedir.
Özellikle 2015’ten bu yana Avrupa’da bile bu kapsamda onlarca saldırı gerçekleşti. Bu saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısı yüzlerle ifade ediliyor, yaralılar ise çok daha fazla. Her an bir saldırı tehdidi altında yaşayan insanlar, burjuvazi eliyle yapılan propagandayla saldırıların gerçek nedenini öğrenmekten uzak tutuluyor. “Terörle mücadele” bahanesiyle başlatılan savaş, aynı bahanenin daha da pekiştirilmesiyle devam ediyor. Burjuvazi tarafından “terör” kavramı adeta yağlı ekmek görevi görmekte! Hem yarattıkları yıkımı üstüne yıkacakları bir çarpıtma hem de düzene karşı olan her türlü muhalefete karşı bir kalkan ve tabii mızrak olarak kullanılıyor. Yıkılan kentler, ölen binlerce masum insan mı? Söylenen hep aynı yalan: “Terörle mücadele!” Sadece bunlar değil, hakları için mücadele eden işçiler, demokratik taleplerle sokağa çıkan insanlar da tepelerine polis copları inerken aynı söylemle karşılaşıyorlar: “Terörle mücadele!”
Emperyalistler gericidir!
Patlayan bombaların, silahlı saldırıların amacının, Batı’nın “ileri medeniyetine” karşı açılan terör saldırıları olduğu çarpıtması, işçi-emekçi kitlelere benimsetilmeye çalışılmaktadır. Özellikle terör yuvası olarak gösterilen Ortadoğu özelinde İslam coğrafyasından çıkan bu “terör” örgütlerinin üstlendikleri dini kimlikler sivriltildikçe sivriltiliyor. Medeniyetlerinin bu örgütler tarafından yok edilmesine izin vermeme bahanesiyle Batılı devletlerin polis yetkileri arttırılırken, OHAL’ler ilân ediliyor. Bu bahanenin ardından güya bu ilerici Batılı devletler işçi-emekçilerin haklarına saldırıyor, içerideki baskının dozunu arttırıyor. Batı’nın “ileri medeniyetini”, demokratik taleplerle meydanlara inen kitlelere polis zorbalığıyla göstermiş oluyorlar. “Birlik olma zamanı” adı altında emekçilerin milliyetçilik duyguları kabartılıyor. Fakat aynı zamanda ikiyüzlü egemenler, Avrupa’da yaşayan Müslüman emekçileri bu sahte birlik ve beraberliğin dışında tutmaya çalışıyor. İslamafobi arttırılıyor, yıllardır birlikte yaşayan emekçiler şimdi de bu temelde düşmanlaştırılıp algıları çarpıtılıyor.
Özellikle Avrupa’da yaşanan her saldırı sonrası Müslümanları hedef alan karşıt eylemler gerçekleştirilmek isteniyor. Ya İslamofobik duvar yazıları, ya sokak ortasında hakaret ya da fiilen sataşmalar şeklinde, savaşın sorumlusu olmayan Müslüman emekçiler hedef alınıyor. Bu olaylar her geçen gün artarak sürüyor. Örneğin, geçtiğimiz haftalarda İspanya’da kanlı bir saldırı gerçekleşti. Yaşanan bu saldırı sonrası Müslüman karşıtlığı temelinde faşist propaganda beslendi. Kuyuya bilinçli bir şekilde atılan taşlar hedefini bulmuş ve katliamın sorumlusu tutulan Müslümanlara karşı faşist bir eylem girişimi gerçekleşmişti. Egemenlerin bilinçli olarak yarattığı bu ayrım, somutta kendini bu şekilde bulmaktadır. Bu tür faşist kışkırtmalar, toplumdaki huzursuzluğu arttırıyor, emekçiler birbirine düşürülürken burjuvazi istediği gibi at koşturmanın hesabını yapıyor.
Faşist kışkırtmalara karşı enternasyonalist mücadele
Burjuvazinin tüm saldırılarına rağmen henüz yeterince güçlü olmasa da işçi-emekçilerden karşıt tepkiler yükseliyor. Estirilmeye çalışılan İslamofobi dalgasına kapılmayan emekçiler anlamlı karşı duruşlar sergiliyorlar. Katalonya’da olduğu gibi çeşitli sol kesimler ve emekçiler, faşist salyalarını akıtmak isteyen bir grubun karşısına dikilerek eylem yapmalarına izin vermedi. Faşist grubun eylem yapacağı bölgeyi adeta kuşatan binlerce İspanyol emekçi “Faşistler Dışarı”, “Halklar Arasında Dayanışma!” sloganlarını yükseltti. Benzer bir tablo da ABD’de beyaz üstünlüğü temelinde gerçekleştirilmek istenen faşist eylemin bastırılması oldu. Boston’daki gösterilerde binlerce ABD’li emekçi, beyaz üstünlüğünü savunan ırkçı ayrımın yanı sıra İslamofobik görüşlere karşı da tepkiler gösterdi. Boston dışında farklı çok sayıda şehir, faşizmi lanetleyen eylemlere sahne oldu.
Faşist çetelerin ve partilerin güç kazanması, sokak ortalarında saldırgan eylemler gerçekleştirmeye çalışmaları, daha doğrusu bütün bunları yapabilme fırsatlarının olması, içinden geçtiğimiz dönemin niteliğinden kaynaklanmaktadır. Emperyalist savaşların sürdüğü dönemler olağanüstü dönemlerdir ve kapitalizm böyle dönemlerde olağanüstü iktidarlara ihtiyaç duyar.
En demokratik gibi görünen ülkelerde dahi bu gibi faşist saldırıların yükselmesi, aynı zamanda egemenlerin gerek duydukları kitle ruh halinin oluşturulması çabasıdır. Bu sebepledir ki burjuvazinin tüm ideolojik çarpıtmalarına, faşist ruh halini yaygınlaştırma çabalarına karşı işçi-emekçi kitlelerden gelen böylesi eylemler, işçi sınıfının alması gereken tutuma işaret ediyor. İşçi sınıfının cebelleştiği en ufak sorundan alevleri dünyayı kavuran emperyalist savaşa kadar her pisliğin kaynağı çürümüş kapitalist sistemdir. O halde işçi-emekçi kitleler, burjuvazinin tüm kirli oyunlarına rağmen aynı kaderi paylaştıkları sınıf kardeşlerine düşman olmak bir yana, yukarıdaki anlamlı örneklerde olduğu gibi sınıf dayanışmasını yükseltmelidir. Dünya işçi sınıfı olarak, enternasyonalist dayanışmayı yükseltmek, emperyalist savaşa karşı ortak mücadeleyi geliştirmek bugün için tutulması ve güçlendirilmesi gereken halka olarak karşımızda durmaktadır. Nasıl ki işçi sınıfı dünyanın her yerinde aynı acılara, sömürüye mahkûm ediliyorsa, ortak düşmana karşı yine birlikte mücadele ederek kurtulacaktır.
Enternasyonalist Sınıf Dayanışmasını Güçlendirelim!
Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Mücadelesi!
link: Pınar Şafak, Emperyalist Savaş “Terör” Adı Altında Yayılıyor, 10 Eylül 2017, https://marksist.net/node/5879
Bir Kurumun Anatomisi: “ÖSYM”
Nuriye ve Semih’e Savunma Gaspı, Tahliye Reddi