Kimilerinin şahsına çeşitli methiyeler dizip “21. yüzyıl sosyalizmi”nin mimarı olarak gösterdiği Chavez’in, ölmeden halefi ilan ettiği Maduro, Venezuela’da ikinci kez başkanlık koltuğuna oturdu. Giderek güçlenen burjuva sağ muhalefet, seçimlerin gayri meşru olduğunu ve sonucu kabul etmediğini ilan etti. ABD öncülüğünde gerçekleşen ambargonun etkisiyle, yoksulluğun ciddi boyutlara ulaştığı, hiper enflasyonun olduğu, emekçilerin büyük bir bölümünün açlıkla boğuştuğu Venezuela’da, ekonomik kriz ciddi boyutlara ulaşmış durumda. Emekçiler basit bir gıda ürünü alabilmek için poşet dolusu bolivarlarla markete gitmek zorunda kalıyor, tabii market reyonunda bir şey kalmışsa! İşsizliğin ve yoksulluğun artmasıyla çevre ülkelere göç yaşanırken, şiddet, hırsızlık gibi çeşitli suç vakalarının sayısı da her geçen gün artıyor.
20 Mayısta bu koşullar altında gerçekleşen ve muhalefetin boykot kararı aldığı seçimlere katılım, 2013 yılında yapılan son cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki %80’lik orandan %46’ya düştü. Bu kadar düşük katılımla gerçekleşen seçimde Maduro’nun aldığı oy oranı ise %67 olarak açıklandı. Kuşkusuz boykot çağrısının yanı sıra seçime katılımın düşük olmasının bir nedeni de, emekçilerin Chavezci iktidara olan güveninin giderek zayıflamasıdır. 20 yılı deviren Chavezci iktidar, son seçimlerde 5,8 milyon oy ile kendi tarihinin en düşük oyunu almış oldu.
Seçim sonrasında başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerden seçimin adil gerçekleşmediğine ve sonuçları tanımadıklarına yönelik açıklamalar geldi. Maduro ise hiçbir itirazın geçerli olmadığını belirterek, sonucu emperyalizme karşı kazanılmış bir zafer olarak ilân etti. Uygulanan ambargoya rağmen ülkenin ayakta kalmaya devam ettiğini ifade ederek, “anti-emperyalist” bir başkan olduğu imajını da sürdürdü. Ancak bu söylemine rağmen muhalif sağ burjuvaziyi pazarlık masasına çağırmayı da ihmal etmedi. Sonuçlar ilân edildikten sonra yaptığı konuşmasında “Venezuela’nın tamamı zafer kazandı! Demokrasi zafer kazandı!”, “Halktan bir başkanımız var! Çalışan bir başkan!” gibi sözler sarf eden Maduro, Venezuela halkını o gün her zamankinden daha çok sevdiğini de ekledi! Ne manidardır ki Maduro’nun halk sevgisinin kabardığı dönemde, emekçilerin ona olan desteği ve güveni oldukça azalmış durumda. Sandığa giderken Maduro’ya oy vereceğini söyleyen birçok emekçi bunun onun son şansı olduğunu da dile getirdi. Chavez’in emekçi kitlelerde yarattığı sempatiyi giderek tüketen Maduro, emekçileri bu darboğazdan kurtarma sözleri vermeyi sürdürdü.
Chavez’den başlayan vaatler ve gelinen durum
Ancak Chavez’den başlayan bu vaatler ne Venezuela işçi sınıfının sorunlarını çözmüştür ne de bu sorunun çözümüne ilişkin devrimci bir miras bırakmıştır. Aksine işçi-emekçiler için sorun devam etmiş ve giderek büyümüştür. Geçmişte Chavez, devletleştirme temelinde bir dizi reform programını “devrim” diye kitlelerin önüne koymuş ve yükselen devrimci dalganın önünü keserek, burjuvazinin çıkarlarına hizmet etmiştir. Burjuvazi ile işçi sınıfı arasında uzlaşma aracı olan reformizm, yoksul emekçi kitlelerin tek gerçek kurtuluş yolu devrimin önünü kesmiştir. Marksist Tutum olarak başından itibaren çeşitli yazılarla Venezuela’da yaşananların sosyalizmle bir alâkasının olmadığını ifade ediyoruz. Aksine yaşananların adını doğru koyarak, reformizme karşı Marksizmin devrimci özüne sahip çıkıyoruz: “Maduro ve onun sözde sosyalist partisi, tıpkı Chavez gibi, sosyalizmin ancak adını anıyor; bu tezgâhları kuran büyük sermaye kesimlerinden başlayarak finans-kapitali mülksüzleştirmek tek çareyken, Maduro yönetimi bundan ısrarla kaçınıyor, işçilerin buna fiilen girişmesini engelliyor ve büyük sermayeyle uzlaşmanın yollarını arıyor. Tüm bunlar onun arkasındaki halk desteğini erittikçe, o ve partisi tek dayanak olarak orduya ve devletin baskı aygıtlarına sarılıyor. Bu bir rastlantı da değildir, Maduro’nun masum bir hatası da! Gerçekte o burjuva düzen sınırlarının ötesine geçecek bir perspektifi olmayan burjuva solcu bir politikacıdır.”[1] Ancak çeşitli küçük-burjuva sol kesimler, son seçimlerde dahi işçilerin “devrimin” kazanımlarını korunması adına oy verdiklerini belirtip, inatla Chavez’in “mirasına” sahip çıktıklarını söylüyorlar.
Venezuela’daki sorunun nedeni, Chavez’in politikalarında değil, onu devam ettiremeyen politikacılarda, bürokraside aranıyor. Şaşılacak bir şeymiş gibi, Maduro’nun ve parti yöneticilerinin giderek işçi sınıfının çıkarlarından uzaklaştıklarından bahsediliyor. Yaşanan krizin nedeni, Maduro ve Bolivarcı liderliğin kapitalistleri mülksüzleştirmeye “isteksiz” oluşu olarak konuyor. Finans-kapitali mülksüzleştirme vasfından uzak Maduro’dan hâlâ bir beklenti içerisinde olarak, Maduro’nun kapitalistlere ülkeye yatırım yapmaları için çağrıda bulunması eleştiriliyor. Peki, eğitim, sağlık gibi temel ihtiyaçların da ötesinde yoksul emekçiler karınlarının gurultusunu bastıracak bir ekmek bulmanın derdine düşmüşken, Maduro’nun bu “isteksizliğinin” nedeni ne olabilir? “Devrim”in kazanımlarını korumak mı, kendi iktidarını korumak mı? Ya da Maduro, Chavez’in “mirasına” ihanet mi ediyor, bürokrasinin esiri mi oldu? Sorunu isteksizlik ya da Maduro’nun şahsında aramak ve bunu yapmadığı için onu eleştirmek, derininde ortada duran kocaman bir sorunu çözmesi için sahneye yine bir kahramanın çıkmasını arzulamak anlamına geliyor. Kimi sol çevreler bu kahramanı geçmişte Chavez olarak ilan edip, onun kuyrukçuluğuna soyunmuştu: “Endişemiz, kitlelerde yaratılan yanılsamaların göz kamaştırıcı etkisine kapılıp, Chavez’in kuyruğuna takılan küçük-burjuva sosyalistlerin, daha önce tarihte sayısız örneği görülen felâketlerin Venezuela işçi sınıfının başına gelmesine göz yummalarıdır. Gerçekte nesnel rolü kitle hareketini frenlemek ve düzen sınırları içinde tutmak olan Chavez’den, kitlelerin daha ileri gitmeleri için gerekenleri yapmasını bekleyenler, böylelikle işçi ve emekçi kitleleri uyarma ve devrime hazırlama sorumluluğunu tümüyle bir kenara bırakmış oluyorlar. Komünistlerin görevi, bu reformist rejimi her fırsatta teşhir ederek, kitlelerin onun daha fazla ileri gidemeyeceğini görmesini sağlamaktır.”[2]
Aradan geçen onca yıldan sonra Venezuela’da, iktidarın icraatları ve emekçilerin yaşadığı sorunun katmerleşmesi, bu sol popülist burjuva iktidarın sınırlarının ne olduğunu da göstermiş oldu. Aslında başından beri iki burjuva kanadın kapışmasının sahnelendiği Venezuela’da, finans-kapitalin desteğini arkasına alan geleneksel sağ muhalefetin gücü giderek artıyor. Sol görünümlü Maduro ise, iktidarını koruyabilmek için orduya ve baskı aygıtına güvense de, artık ekonomik sorunlara çözüm bulması gerektiğini de biliyor. Ancak tüm çağrılarına rağmen pazarlık masasına oturmayı reddeden burjuva sağ muhalefet, Maduro’yu bir süredir yeni “dost” arayışına itiyor. Batı özelinde sözde bir anti-emperyalist görüntü çizen Maduro, Rusya ve Çin’e el sallıyor. Türkiye’ye de aynı niyetlerle ziyaretler gerçekleştirilip, çeşitli ekonomik anlaşmalar imzalanmıştı. Bu görüşmelerden sonra Maduro’nun Erdoğan sempatisi dikkat çekerken, havuz medyasında iki ismin benzerlikleri sayfa sayfa yazılıp çizildi. İkisinin de halkın arasından çıkan, halkı temsil eden gerçek liderler olduğu vurgusu yapıldı. Sağı ya da solu fark etmeksizin ortak çıkarlar temelinde hemen ortak noktalar bulan kapitalist ikiyüzlüler demokrasi şalını da üstlerine örterek birlikte pozlar verdiler. Venezuela’daki seçim öncesinde, yeni dostuna kendisini hatırlatmak ve desteğini almak isteyen Maduro, tam bir Diriliş Ertuğrul hayranı olduğunu ilân etti! OHAL ile işçilerin haklarının yasaklandığı, anti-demokratik uygulamaların arttığı, cezaevlerinin muhalif insanlarla dolduğu, tek adam rejiminin hüküm sürdüğü Türkiye’de, mevcut iktidara inandıklarını ve saygı duyduklarını söyledi.
Tüm bunlar, emekçileri yıllardır oyalayan ve bunun sonucunda giderek yalnızlaşan Maduro ve partisinin sol maskesini de düşürüyor. Burjuva iktidar kapışmasının ağır bedelini ise Venezuela işçi sınıfı ödüyor. Kişilerin beceriksizliğini ya da bürokrasiyi eleştirerek, burjuva reformist rejimleri savunmakta ısrar edenlerin aksine, ne bugün yaşananlar ne Maduro’nun tercihleri bizleri şaşırtmalı. Venezuela işçi sınıfının gerçek kurtuluşu bizim açımızdan tıpkı dün olduğu gibi bugün de ancak işçi sınıfının devrimci mücadelesiyle gerçekleşebilir. Aksi durumda, emperyalizmin açık desteğini alan finans-kapital kesimleri eninde sonunda bu kapışmadan galip çıkacak, emekçiler ise ağır koşullarda yaşamaya devam edecektir.
[1] Oktay Baran, Venezuela ve Burjuva Solun Çıkmazı, Nisan 2017, marksist.com
[2] Zeynep Güneş, Venezuela’da Neler Oluyor?, Ekim 2004, marksist.com
link: Pınar Şafak, Venezuela’da Seçimler ve Maduro’nun “Zaferi”, 5 Haziran 2018, https://marksist.net/node/6388
Devrimin ve İşçi Sınıfının Şairi: Nazım Hikmet
İşçi Sınıfının Penceresinden AKP’li Yıllar