Irak işgalinin emperyalist niteliği, dünya kapitalizminin krizi, Büyük Ortadoğu Projesi gibi konularda sitede pek çok tahlil ve yorum yer aldı ve almakta. Savaşın bazı ayrıntılarına inildiğinde, karşımıza yine kapitalizmin vahşeti çıkıyor. İşte bazı ayrıntılar...
120 ölüye 1,8 milyar dolar ciro
ABD’nin Irak’ı işgalinden bugüne Irak’ta 120 Türkiyeli Şoför öldürülmüş. Buna karşılık geçen yıl TC burjuvazisinin Irak’la yaptığı ticaretin hacmi 1,8 milyar dolar. Türk-Irak İş Konseyi Başkanı ticaret hacminin arttırılması için “öncelikle güvenlik sorununun elbirliği ile çözülmesi gerektiğini” söylemiş.
Sermayenin sözcüleri ne kadar da utanmaz ve küstah! Burjuvaların güvenlikten anladığı şey ticaret özgürlüğünün –o yüce özgürlüğün– önündeki her türlü engelin kaldırılmasıdır. Kapitalistler, işsizlik ve yoksulluk içerisinde kıvranan, ekmeğini kazanabilmek için ölümü göze alarak Irak yollarına koyulan emekçi şoförlerin öldürülmesini sadece “maliyet unsuru” olarak ele alırlar. Onlar ticaretin –o tatlı kârlarının– baltalanmaması için “güvenlik” talep ediyorlar. Yani daha az şoförün ve daha fazla direnişçinin öldürülmesini istiyorlar.
Yaşadığı topraklar emperyalist güçler tarafından işgal edilmiş insanlar silahlı direnişe geçiyor. İşgalcilerin maddi çıkarlar için Irak’ta olduğunu bilen direnişçiler, bu ticari çıkarları baltalayarak işgalcileri yıldırmaya çalışıyor. Bu yüzden nakliye araçlarına saldırıyorlar. Direnişçiler açısından bakıldığında anlaşılır bir hedef. Ancak nihayetinde kaçınılmaz olarak kendileri gibi yoksul emekçileri hedef seçmiş oluyorlar.
Yasal Cinayet Şirketleri: “Savaşın Özelleştirilmesi”
Bir hasmınızı öldürtmek ya da dövdürtmek için birilerini kiralarsanız burjuva hukukuna göre hapse atılırsınız. Peki ya katili, işkenceciyi burjuva devlet kiralıyorsa? Bu kiralama işi bizzat kapitalist şirketler ve kapitalist devletler tarafından organize ediliyorsa? Kapitalizmde bu şirketleri kuranlara “girişimci” deniyor. Paralı asker kiralayan burjuva devlet ise girişim özgürlüğünün ve demokrasinin güvenliğini sağlamış oluyor.
Paralı askerlik profesyonel bir meslek haline gelmiş durumda. Paralı askerler geçmişte Güney Afrika’daki apartheid rejimi altında, beyaz azınlığın tüm haklardan mahrum siyah çoğunluk üzerindeki zulmünü sürdürmek için; Güney Amerika’da Kolombiya, Guetamala gibi ülkelerde baskıcı rejimlerin bekası için; Balkanlar’da halkların birbirini kırması için kullanıldılar. İşgal altındaki Irak’ta yasal kapitalist şirketler aracılığı ile çalıştırılan paralı askerler, devlet binalarının, büyükelçiliklerin, özel şirketlerin, petrol rafinerilerinin korumalığını üstleniyorlar. Paralı askerler, kukla hükümete bağlı oluşturulan Irak ordusunda eğitimci; Felluce benzeri katliamlarda tetikçi, Ebu Garip hapishanesinde işkenceci olarak karşımıza çıkıyor. Şu anda Irak’ta, en çok ihale alan ve en çok para kazananlar, güvenlik şirketleri ve bu şirketlerin paralı askerleri. İşgalciler adına çalışan bu güvenlik şirketlerine ödenen para Irak’ın kaynaklarından sağlanıyor. Güvenlik şirketlerine “müteahhit”, çalışanlarına “güvenlik elemanı” deniyor. Emperyalist savaş bu şirketlere ihale edilmek suretiyle “özelleştirilmiş” oluyor.
Paralı askerlerin ölümü, ABD’de gazetelere “Amerikalı müteahhit öldürüldü” şeklinde yansıyor çünkü paralı askerlerin ölümünün duyulması ABD kamuoyunda pek hoş karşılanmıyor. ABD ordusu paralı askerleri kendi askeri gibi kullansa da ölümlerini kendi kayıp hanesine yazmıyor. Yani paralı askerler öldüğünde ABD ordusunun Irak’ta verdiği kayıplara dahil edilmiyorlar. Kayıtları güvenlik şirketlerinde saklı bu askerler, kaçırıldıklarında savaş esiri olarak da kayda geçmiyorlar. Bu “hayalet” askerlerin bir kısmı, daha önce dünyanın değişik bölgelerinde diktatörlük rejimleri için gayri resmi olarak paralı askerlik yapmış “kirli isimlerden” oluşuyor.
Irak’ta askeri harcamalar için ayrılan 85 milyar doların üçte birini bu “güvenlik şirketleri” paylaşıyor. Bush’un gizli ordusu için ayrılan rakam dünyadaki birçok ülkenin askeri harcamalarından daha fazla. Sayıları net olmasa da Irak’ta 15 binin üzerinde paralı asker var. Maaşları 5 ilâ 15 bin dolar arasında. Titan, DynCorp, Blackwater, Custer Battles en çok kazanan savaş müteahhidi firmalar.
Paralı askerler genellikle orduda, ama ordunun özel bölümlerinde yetişmiş. Bir kısmı Afganistan ve Bosna savaşına katılmış; kim oldukları, isimleri bilinmiyor; ortaya çıkmaması kaydıyla öldürme ve işkence yapma yetkileri var; ama uluslararası anlaşmalardan muaflar, yani sorumlulukları yok. Yüksek düzey görevlileri koruyanlar, işkence yapanlar, emperyalist savaşların ve genel olarak kapitalistlerin en pis işlerini görenler çoğunlukla bu paralı asker gruplarından çıkıyor.
Kapitalistler, paralı askerleri ya da paramiliter (yarı askeri) grupları sadece savaş dönemlerinde kullanmıyorlar. “Barışın hüküm sürdüğü” kapitalist ülkelerde de işçi liderlerini, devrimcileri, sendikacıları vb. öldürtmek üzere parayla tutulan gayri resmi katillere başvuruluyor. Örneğin Kolombiya’da her yıl yaklaşık yüz sendika aktivisti, burjuvazinin kiralık para-militer gruplarınca öldürülüyor. Sendikal mücadeleye öncülük eden onlarca militan işçinin suikastlara kurban gittiği Coca Cola fabrikası, bu tür gruplarca terörize edilen fabrikalardan sadece biri.
Türkiye’de de, çoğunluğu ‘80 öncesinde olmak üzere, binlerce mücadeleci işçi ve işçi lideri patronların beslediği faşistlerce katledildi. ‘80 sonrasında ise Kürt halkına karşı yürütülen savaşta binlerce Kürt, TSK’ya bağlı yasal bir kurum olan Özel Harp Dairesi’nin örgütlediği yasadışı Hizbullah, JİTEM, Türk İntikam Tugayı gibi kontr-gerilla örgütleri tarafından öldürüldü. Paralı askerliğin Türkiye’deki yasal kılıfı ise koruculuktur. On binlerce yoksul Kürt, “koruculuk” adı altında paralı asker olarak kullanıldı; mücadele eden Kürtleri yani kendi kardeşlerini öldürmek için korucu olmaya zorlandı. Koruculuğu kabul etmeyen köylülerin köyleri yakılıp yıkıldı, zorunlu göçe tabi tutuldular. Kıyıcı Türk burjuvazisi Kürdü Kürde kırdırma politikasını izledi. En kirli işlerini yine bu paralı askerlere yani koruculara gördürdü. Bu işten tatlı kârlar elde edenler ise genellikle aşiret reisi olan korucu ağaları, yani bir avuç büyük toprak sahibi Kürt zengini idi.
Kapitalist TC’nin işçilere, emekçilere, yoksul Kürt halkına karşı işlediği suçların, diğer emperyalist-kapitalist devletlerin işgal ettikleri bölgelerde uyguladığı zulümden hiç de aşağı kalmadığını asla unutmamalıyız.
Kapitalizm sadece işçilerin emek-gücünü satın almıyor. İnsanların canını, bedenini, ruhunu, vicdanını ve hayatını da satın alıyor. Yoksulluk ve çaresizlik içerisinde bedenlerini satan milyonlarca fahişeden, canlarını, vicdanlarını ve hayatlarını satan paralı askerlere kadar insanlık, kapitalizmin boyunduruğu altında korkunç bir çürüme, yozlaşma, alçalma yaşıyor. Dünyada, her saat 35 kişi silahlı çatışmalar nedeniyle ölüyor. Kapitalizm yoksul insanları birbirine kırdırıyor. Sermaye, emekçilerin kanı ve alınteri ile besleniyor. Tüm dünya emekçileri olarak birleşmeyi ve silahlarımızı birbirimize değil kapitalizme doğrultmayı başarana dek, bugün olduğu gibi sömürü, kan ve zulüm bataklığının içerisinde debeleniyor olacağız.
Tüm bu pisliğe ve çürümeye rağmen Marksizmin tarihsel iyimserliğini kaybetmemek gerekiyor. Marksizm, sınıf mücadelelerinin zorunlu olarak proletaryanın iktidarına varacağını muştuluyor. Kapitalizm bataklığının bağrında, işçilerin birleşme ve mücadele çabaları, sömürünün, zulmün, baskıların işkencelerin, emperyalist savaşların ve kapitalizmden kaynaklanan daha saymakla bitmeyecek nice kötülüklerin mezarını kazıyor. İçinden geçmekte olduğumuz gericilik döneminin tüm ağırlığına rağmen, sınıfımızın mücadelesi, insanlık onurunu, doğruluğu, adaleti, özgürlüğü, eşitliği, halkların kardeşliğini, yani bir bütün olarak insanlığın kurtuluş umudunu temsil ediyor.
İşte Enternasyonal Marşının dizeleri, karanlığa inat gelecek güzel günleri haykırıyor:
Cellatların döktükleri kan
Bir gün onları boğacak
Bu kan denizinin ufkundan
Kızıl bir güneş doğacak
link: Kemal Erdem, Irak İşgalinden Yansıyan Bazı Ayrıntılar, 30 Mart 2005, https://marksist.net/node/556
8 Mart Ayrışması Hedefine Ulaştı mı?