Ukrayna’da 25 Mayısta gerçekleştirilen erken başkanlık seçimi, aylardır süren politik kargaşa ve belirsizliği ortadan kaldırmadı. Seçimlerden kısa bir süre önce ülkenin doğusundaki Donbas bölgesini oluşturan Donetsk ve Lugansk illeri Kiev’deki yeni yönetime karşı isyan bayrağı açarak düzenledikleri referandumlarla (11 Mayıs) kendi bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Bu hamle zaten merkezi yönetimin bu bölgelerdeki baskı ve terörünü arttırmış, direnen güçlerle çatışmaları sertleştirmişti. Seçimin, beklendiği üzere Batılı emperyalist güçlerden yana olan bir oligark tarafından kazanılması, merkezi yönetimin yeni baskı politikaları için elini güçlendirmiş durumda.
Merkezi hükümetin denetimi dışında olan söz konusu doğu illerinin büyük bölümünde seçimler yapılmadı, zira bu bölgelerde seçim ya boykot edildi ya da Rusya yanlısı milisler tarafından bilfiil engellendi. Bu bölgeler açıklanan resmi seçim verilerinin dışında tutuldu. Seçimlere katılım oranının yüzde 60 dolayında olduğu söyleniyor. Bu verilere göre, katılımın ülkenin batısından doğusuna doğru net biçimde azaldığı görülüyor. En batıda yüzde 80’lere kadar ulaşan katılım, doğuya gidildikçe derece derece azalarak en doğuda yüzde 40’ların altına düşüyor. Buna göre Petro Poroşenko yüzde 55 oranında oy alarak açık arayla birinci turda başkan seçilmiş bulunuyor. İkinci sırada gelen aday ise, eski başbakan olan ve bir süre öncesine kadar yolsuzluk nedeniyle hapiste olan Yulia Timoşenko oldu (yüzde 12).
Seçimi kazanarak başkanlık koltuğuna oturan Petro Poroşenko “Çikolata Kralı” olarak anılan bir milyarder. Seçilir seçilmez “ülkenin doğusunda bir savaştayız” diye açıklama yapan Poroşenko, ayrılık yanlısı olanların mutlak surette bastırılacağını ilan etti. Her ne kadar Poroşenko’nun Rusya ile perde arkasında pazarlıklar yaptığına dair bazı haberler söz konusuysa da, ne bu pazarlıkların içeriği bilinmekte ne de gerilimi sona erdirmeye yönelik somut bir adım atılmış durumda. Görünürde olan şey Poroşenko’nun Batı yanlısı olmakla birlikte Rusya’ya karşı tümüyle düşmanca bir tutum sergilemekten kaçınması ve Rusya ile ilişkileri düzeltme yönünde sözler vermesi. Poroşenko’nun bu tür mesajları Putin tarafından da olumlu mesajlarla karşılanmıştır.
Ancak seçimlerin Batılı emperyalistlerin istekleri doğrultusunda sonuçlanmasıyla, Ukrayna ordusu Donetsk ve Lugansk’a yönelik saldırılarını daha da arttırmıştır. Dahası seçimler öncesinde de sonrasında da, her iki tarafta silahlı faşist ya da şoven gruplar halkı hedef alan bazı vahşi saldırılar gerçekleştirmekte. Bu durum halk kitleleri içinde nefret tohumlarının ekilmesine yol açmakta.
Ukrayna’daki sorunun boyutları
Bugün Ukrayna’da yaşanan sürecin gerçek niteliğini doğru anlamak, dünya ölçeğinde yaşanan genel siyasal süreçleri doğru anlamak bakımından da özel bir önem taşımaktadır. Ukrayna’da yaşananlar ne salt Ukrayna’nın iç dinamikleri ile açıklanabilir ne de Ukrayna’ya özgüdür, aksine dünya siyasetindeki en büyük akıntıların yönünü gösteren temsili bir niteliğe sahiptir.
Ukrayna emperyalist kamplar arasındaki hegemonya ve paylaşım mücadelesinin en hassas ve belirleyici noktalarından birini oluşturuyor. Bu kapışma kaçınılmaz olarak bir jeopolitik mücadele biçimini almaktadır ve Ukrayna bu jeopolitiğin hassas sinir noktalarından biri konumundadır. Böyle olduğu için daha SSCB’nin çözüldüğü ilk evrede Brzezinski gibi çeşitli stratejistler bu tür belirlemeler yapmış ve Batı emperyalizmi için Ukrayna’yı Rusya’dan kopartılması gereken temel bir hedef olarak tanımlamışlardır. Daha somut olarak söylersek, elinde büyük bir nükleer cephanelik bulunan Rusya’nın, çöküş sonrası yeniden büyük bir dünya gücü olarak yükselmesi önlenmeli, zayıf ya da kontrol edilebilir bir konumda tutulmalı, dahası dünyanın bu geniş coğrafyası Batı emperyalizminin sömürü ve talanına açılmalıydı. Bu siyasi belirlemelerin üzerinden epeyce zaman geçmiş olmakla birlikte bunlara dayalı olarak izlenen politikanın genel çizgileri değişmemiştir. Değişen önemli bir husus olarak şunu kaydetmek gerekir ki, artık kapitalistleşen Rusya’nın egemenleri çöküş sonrası ilk yıllarda yaşanan kargaşayı belli ölçüde aşmayı ve Rusya’yı dünya siyasetinde etkili bir güç olarak toparlamayı başarmışlardır.
Batılı emperyalist güçlerin çevreleme çabaları ve Rusya’nın buna karşı direnişi neredeyse tüm SSCB sonrası bağımsızlaşan cumhuriyetlerin siyasi gidişatında temel belirleyici etmen olmuştur. Sadece geniş bir coğrafyayı oluşturan bu ülkeler değil, Ortadoğu gibi can alıcı bir coğrafyada yaşananlar da, hatta Çin ve Pasifik eksenli gelişmeler de bu temel jeopolitik dinamiğin güçlü etkisi altındadır. İşte Ukrayna hem Avrupa ile Rusya arasında sınır oluşturan en büyük ve önemli ülke olması, hem de Rusya için çeşitli bakımlardan hayati bir önem taşıması dolayısıyla bu oyunun en hassas noktalarından birini oluşturmaktadır. Rus emperyalizmi Ukrayna gibi ülkeleri kendi doğal hinterlandı ve nüfuz alanı olarak görmekte ve dünya üzerinde kaybettiği çeşitli mevzileri sineye çekse de buraları kırmızıçizgi olarak ele almaktadır.
Bu rekabet ve kapışmada hem Batılı emperyalist güçler hem de Rusya, bu ülkelerdeki halkların yaşadığı sorunları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışmaktadırlar. ABD’nin bu ülkelere yönelik olarak geniş bir örgütlenme çalışması yürütmekte olduğu ve yeri geldiğinde Rusya yanlısı yönetimlere karşı kışkırtmalara giriştiği bir sır değildir. Bu ülkelerde Batı emperyalizmine yakın yönetimlerin başa gelmesi ölçüsünde de aynı şeyleri Rusya yapmaktadır. Böylece emekçi halkların gerçek sorunları bile bu büyük jeopolitik oyunun gölgesi altında kalabilmektedir. Genel olarak bu ülkelerde “renkli devrim” diye adlandırılan süreçler bu kapışma ekseninde ve Rusya’ya karşı gerçekleşen hamlelerdi ve bu kapsamda Ukrayna’nın payına da 2004’teki “turuncu devrim” düşmüştü.
Bugün Ukrayna’da yaşanmakta olan siyasi bunalım ve kargaşa birden çok veçhesi olan karmaşık bir olgudur. Yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığımız emperyalist kapışma sürecinin doğrudan konusu olmaktan kaynaklanan sorunların yanı sıra, oligarkların hâkim olduğu azgın sömürü ve baskı düzeninin acılarını yaşayan sefalet içindeki emekçi kitlelerin doğrudan sınıfsal sorunları vardır. Ayrıca ülkenin etnik çeşitlilik içeren yapısı ile alâkalı sorunlar da bunların üzerine eklenmektedir. İşte geçtiğimiz Kasım ayından bu yana Ukrayna’da yaşanan politik kriz sürecinin içinde bu üç boyut da yer almaktadır.
İşçi sınıfının devrimci siyaseti açısından doğru bir politik hat geliştirebilmek için Marksizmin temel devrimci ilkeleri temelinde bu üç boyutu bütünlüklü biçimde ele alan ve hangi unsurların nasıl bir rolü olduğunu doğru biçimde tartan bir yaklaşım gerekmektedir.
Devrimci tutum
Öncelikle Batılı emperyalist güçlerle Rusya’yı birbirine göre daha çok ya da az suçlu gören ve birine doğru kaykılan yaklaşımların işçi sınıfının devrimci mücadelesi açısından yanlış olduğunu belirtmek gerekiyor. Asıl suçlu Rusya ya da Batı demek doğru değildir. Her iki emperyalist kutbun da Ukrayna halkının çektiği acılarda eş derecede büyük rolü vardır ve elleri Ukrayna’nın içindedir. “Meydan” hareketinin içinde başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist güçlerin parmağı olduğu gibi, Kırım’da ve Donbas bölgesindeki hareketlerin içinde de Rusya’nın parmağı vardır. Bunlara olgusal olarak işaret eden çeşitli gazetecilik verilerini aktarmak mümkündür, ama gerekli değildir. Bu kanıt gerektirmeyecek ölçüde açık bir olgudur. Üstelik sadece emperyalizm çağındaki kapitalizmin, yani çürüyen kapitalizmin doğasını bilmek bile yeterlidir.
1991’den bu yana Ukrayna egemenlerinin Batılı emperyalist güçler ve Rus emperyalizmi ile bağlantılı olarak yaptıkları bugünkü tabloyu ortaya çıkarmıştır. Çürümüş Stalinist despotizmin çöküşü ve SSCB’nin dağılmasından bu yana emekçi kitleler bu kez oligarklar olarak karşılarına çıkan egemenlerin azgın sömürüsü ve talanı sonucu sefaletin daha derin kuyularına sürüklenmiş ve bir çıkışsızlığa itilmişlerdir.
Emperyalist güçlerin karşılıklı olarak parmaklarının Ukrayna içindeki varlığı, Ukrayna’daki işçi-emekçilerin gerçek sorunlarının olmadığı anlamına gelmiyor. İşe yeni başlayan bir öğretmenin bile sadece 60 euro maaş aldığını söylemek emekçilerin nasıl bir sefalete mahkûm edildiklerini görmek için yeterli olmalı. Ukraynalı emekçilerin önemli bir bölümünün kendi dertlerinin çözümü olarak AB’yi görmeleri ve Ukrayna’nın bu yoldan kopmasının kesin bir işareti olarak gördükleri politika değişikliğine karşı isyan etmeleri bu sebepledir. Bunun bir yanılsama olması ayrı bir konudur. Geniş kitlelerin inandığı şey toplumsal hayatın içinde kendi başına somut bir etmen haline gelir. İşte kışkırtıcılar ve bunlar arasındaki faşist güçler bu hassasiyete ve bu temeldeki hareketlenmeye dayanarak rollerini oynayabilmişlerdir. Kitlelerde böylesi bir sorun ve bu temelde harekete geçmeye yatkın bir ruh hali olmasaydı, kışkırtıcıların anlamlı bir etkisi olamazdı.
Diğer taraftan ülkenin farklı bölgeleri ve etnik unsurları arasındaki ayrımlar da böylesi bir siyasal krizde kendilerini göstermişlerdir. Rusya’ya ve ülke içindeki etnik Ruslara düşmanlık besleyen güçlerin (bunlar arasında faşist güçlerin de) iş başına geçtiğini gören Rus kitlelerin bundan endişe duymaları ve kendi varoluşları için Rusya’nın güvencesini aramaya yönelmeleri doğal bir sonuçtur. Elbette bu tek yanlı bir hareket olmamıştır. Rusya bilfiil bu kitlelere bunları telkin etmiş ve bazı güçleri bizzat örgütlemiştir. Kırım’daki referandumu ve ardından Donbas bölgesindeki referandumları esasen el altından Rusya’nın tertiplediğine şüphe yoktur, ama bunların o bölgelerin halkı tarafından istenmediğini ya da desteklenmediğini, yahut hiçbir haklı gerekçesinin olmadığını söylemek de doğru değildir.
Bu çerçevede belirtmek gerekir ki, Kırım’da, Donetsk ve Lugansk’ta olanlara tertip ya da darbe deyip, daha önce Kiev’de olmuş olanlara dememek, ya da tersi, pek tutarlı değildir. Kiev’de Yanukoviç yanlısı parlamenterlerin bilfiil dayakla oylamaya sokulmayarak parlamentodan yeni rejime geçişin kararlarının çıkartılması, burjuva siyasi literatür açısından bile bir “parlamento darbesi” olarak anılmayı hak etmektedir.
İşçi sınıfının bağımsız devrimci siyasi örgütlüğünün olmadığı koşullarda, siyasal denklemde belirleyici olan, rakip emperyalist güçler arasındaki kapışmadır. Gerek ülkenin batısında gerekse daha sonra doğusunda yaşanan kitlesel hareket de rakip emperyalist güçlerin hâkimiyeti altında yürümüştür. Batıdaki hareket, tam da Batılı emperyalist güçlerin istediği gibi yeni bir oligarkın iktidara gelmesiyle sonuçlanmıştır. Doğudaki hareket ise Rusya’nın çıkarları doğrultusunda yönlendirilmektedir. Dolayısıyla bugün Ukrayna’da yaşananların ana dinamiğini emperyalist kapışma süreci olarak belirlemek gereklidir.
Bu bağlamda, söz gelimi, sorunun odak noktası olarak Ukrayna ile Rusya arasındaki anlaşmazlığı görmek gerçeği ıskalamak anlamına gelmektedir. Örneğin Ukrayna’nın Rusya karşısında kendi kaderini tayin hakkından dem vurmak bir zorlamadır. Ukrayna bir sömürge ya da yarı-sömürge değildir, neredeyse çeyrek yüzyıldır bağımsız bir kapitalist devlettir. Öte yandan henüz Rusya ile bir savaş yaşanmış ve ülke Rus işgali altına girmiş de değildir. Bu durumlar söz konusu olmadıkça bir ülkenin kendi kaderini tayin hakkından söz etmek Marksizmin ulusal sorundaki ilkesel yaklaşımlarıyla bağdaşmaz. Diğer yandan Ukrayna’nın Rusya’ya karşı kendi kaderini tayin hakkını merkezi politik talep haline getirmek Ukraynalı emekçilerin kendi egemenleriyle birlikte saf tutması politikasına da yol döşer. Oysa devrimci Marksist yaklaşım, işçi sınıfının emperyalist işgalciye karşı kendi bağımsız politikası temelinde mücadele yürütülmesini gerektirir. Bu mücadele aynı zamanda kendi egemenlerine karşı da bir mücadele olmak zorundadır. Bunun işçi sınıfının mücadele tarihinde anlamlı ve yol gösterici örnekleri mevcuttur. İşçi sınıfının ilk iktidar deneyi olan Paris Komününü doğuran 1870 Fransa-Prusya savaşında, savaş ve işgal durumu işçi sınıfının kendi iktidarını kurmasıyla sonuçlanan bir araca dönüştürülmüştür.
Dünya kapitalizmi emperyalist hegemonya kavgasını da içeren tarihsel bir kriz yaşamakta. Bu konjonktür bir savaş konjonktürüdür. Büyük emperyalist güçlerin açıktan ve doğrudan bir savaşı eskisi kadar kolay olmadığı için, biz bugün bu savaşı adeta zamana yayılmış ve dünyanın değişik bölgelerinde değişik aktörler üzerinden parça parça ilerleyen bir süreç olarak görüyoruz. Ancak bu emperyalist savaş süreci iniş-çıkışlarla ilerliyor olsa da, genel olarak gerilimin düzeyi artmakta, yeni çatışma örnekleri gitgide daha büyük kapışmaları kapı önüne getirmektedir. 2008’deki Gürcistan sorunu ABD emperyalizmi ile Rus emperyalizmi arasında ciddi bir gerilim yükselmesini ifade ediyordu. Bundan 5 yıl sonra patlak veren Ukrayna sorunu daha kapsamlı bir sorun olarak ortaya çıktı ve emperyalist gerilimleri yeni bir düzeye çıkardı. Bu bakımdan işçi sınıfının devrimci politikası her şeyden önce bu noktayı gözeten bir tutum ortaya koymak durumundadır. O nedenle öncelikle tüm emperyalist güçlerin Ukrayna’dan ellerini çekmelerini talep eden bir siyaset öne çıkmalıdır.
Öte yandan Ukrayna işçi sınıfı her iki tarafta da gerici güçlerin ön plana çıktığı bir siyasal açmaza hapsedilmiş durumdadır. Bir yanda Ukraynalı faşistler diğer yanda Rus şovenistleri siyasal sahnenin vurucu güçleri olarak işçileri düşmanlaştırıp ayrıştırıyorlar. Genel olarak ülkenin batısındaki emekçiler AB’ye sempati ve umut besleme, koşullarının iyileşmesinin yolunu AB’ye dahil olmakta görme eğilimindedirler. Buna mukabil ülkenin doğusundaki emekçilerde de kurtuluşun yolunun Rusya olduğuna dair bir eğilim mevcuttur. Doğuda Rusların nüfus yoğunluğunun daha fazla olduğunu düşündüğümüzde bu durum daha farklı anlamlar da kazanmaktadır. Nüfusunun çoğunluğu Rus olan Kırım’da yaşanan referandum ve ilhak bu durumun çarpıcı bir göstergesi olmuştur. Bu bakımdan işçi sınıfının devrimci politikası aynı zamanda Ukrayna işçi sınıfının birliğini sağlamaya dönük bir mücadele çizgisi ortaya koymalıdır. Ukrayna’nın batısındaki ve doğusundaki işçilerin çıkarları ortaktır. Bu çıkarlar hem Rus egemenlerin hem Batılı egemenlerin hem de Ukraynalı egemenlerin çıkarlarına zıttır. Tam da bu temelde bir yandan Ukraynalı faşistlere diğer yandan da Rus şovenistlerine karşı amansız bir mücadele yürütülmeli ve Ukrayna sınırları içinde değişik halklara yönelik her türlü baskıya karşı çıkılmalıdır. Bu bakımdan işçi sınıfının mücadele programında, ulusal talepleri olan halkların haklarının yer alması önem taşımaktadır. Şovenizme ve milliyetçiliğe karşı net bir mücadele çizgisi olmadıkça, değişik halkların emperyalist tertipler doğrultusunda yönlendirilmeleri için zemin muhafaza edilmiş olur. Bu konuda bizzat Ukrayna’nın uzak geçmişini de ilgilendiren olumlu bir örnek olarak Rus devriminin deneyimi yol göstermektedir. Devrimci Rus işçi sınıfı, Ukraynalılar da dahil olmak üzere Çarlık altında inletilen tüm halklara ulusal haklarını samimi biçimde tanımıştı ve bu politika sayesinde Rus şovenizminden nefret eden onlarca halkın çoğunluğu aynı devlet çatısı altında birleşmeyi tercih etmişti.
Ne emperyalist Avrupa Birliği ne de emperyalist Rusya Ukrayna işçi sınıfının kurtuluşu ya da ümidi olabilir. Rusya ile Batılı emperyalist güçler arasında geçici uzlaşmalar, ateşkesler olsa bile, Ukraynalı emekçileri bölüp parçalayacak bir çatışma zemini daima var olacaktır. Bu zemini ortadan kaldırmanın yolu, enternasyonalist devrimci bir politikanın işçi sınıfının örgütlü mücadelesi temelinde yükseltilmesidir. Aksi takdirde Ukraynalı işçi-emekçiler rakip emperyalist güçlerin ve bunların içerdeki ortakları durumundaki oligarkların elinde oyuncak olmaya devam edeceklerdir.
link: Levent Toprak, Ukrayna’da Seçimler ve Siyasi Krizin Boyutları, Haziran 2014, https://marksist.net/node/3474
NASA Raporu, Piketty’nin “Kapital”i ve Kapitalizmin Çıkmazı
Cam İşçilerinin Grevine AKP Yasağı