Iraklı emekçiler, işsizliğe, yolsuzluğa ve son derece yaşamsal olan kamu hizmetlerinin yetersizliğine karşı bir kez daha sokağa döküldüler. 1 Ekimde Şii kentlerinde patlak veren gösteriler kısa sürede Bağdat da dâhil pek çok kente yayıldı. Halkın son derece yakıcı taleplerle yükselttiği eylemlere hükümetin tavrı her zamanki gibi azgın bir devlet terörüyle yanıt vermek oldu. Emekçi kitleler sokağa çıkma yasağı ve polis şiddetiyle engellenmeye çalışılırken, sadece altı gün içinde 110 gösterici katledildi, 6 binden fazlası yaralandı. İnsanlar sadece meydanlardan değil evlerinden de toplanıp gözaltına alındı. Keskin nişancıların da devreye sokulduğunu ve bunların göstericileri hedef alarak ateş ettiklerini ifade eden bir eylemcinin, “artık korkacak bir şey kalmadı, çünkü kaybedecek bir şeyimiz yok” sözleri, emekçilerin içinde bulundukları koşulların ağırlığının yanı sıra ruh hallerini de yansıtıyor.
Hareketin yayılması ve ölü sayısının artması karşısında Şii lider Mukteda el Sadr liderliğindeki Sairun ittifakı başta olmak üzere çeşitli politik kesimler, başbakan Adil Abdül Mehdi’nin istifası ve erken seçimlere gidilmesi çağrılarını yükseltmeye başladılar.[1] Şii dini lider Sistani de, tıpkı daha önceki gösterilerde olduğu gibi, hükümeti şiddet kullanmamaya ve çok geç olmadan göstericilerin taleplerini karşılamaya çağırdı. Gerek kitlelerden gerekse çeşitli siyasi kesimlerden gelen bu basınç karşısında hükümet, beş gün sonra geri adım atarak bir “reform” programı uygulayacağını açıkladı. 17 maddelik bu “reform” programında, işsizlik ödeneği, “alternatif bulana dek gecekondu yıkımlarının durdurulması”, yeni konutların inşa edilmesi için bütçe sağlanması, gençlere mesleki eğitim programı, yeni memur alımı, son gösterilerde ölenlerin “şehit” sayılarak ailelerine yardım edilmesi gibi birtakım vaatlerde bulunuldu. Iraklı emekçiler benzer sorunlar nedeniyle 2015[2] ve 2018[3] yazlarında da sokağa dökülmüşler ve yine “reform” vaatlerinde bulunulmuştu. Ne var ki bu vaatlerin hiçbiri yerine getirilmemişti. Abdül Mehdi hükümeti de aynı taktikleri uygulayarak hareketi etkisiz hale getirmeyi amaçlıyor. “Sorunların giderilmesi için hükümetin elinde sihirli çözümler yok, hayallerin bir yıl içinde gerçekleşmesi mümkün değil” diyerek kendini savunan Mehdi, 2003’ten bu yana üst düzey kademelerde görev yaptığı ve bu 16 yıl boyunca emekçilerin değil, parçası olduğu sermaye sınıfının çıkarlarını koruduğu gerçeğini unutturabileceğini sanıyor. Benzer şekilde, Meclis başkanı Halbusi’nin “göstericilerin talepleri yerine getirilmezse sokağa inerek protestolara katılacağım” şovu da, “yolsuzluğun yılanbaşlarıyla savaşacağız” açıklamaları da hareketi yatıştırma girişiminden öte bir anlam taşımıyor.
Mehdi’nin “hayal” dediği şeyler, milyonlarca emekçi için hayati önem taşıyan en temel ihtiyaçlar. Onlar karınlarını doyuracak bir iş istiyorlar, sağlık hizmeti, elektrik, temiz su ve başlarına yıkılmak istenen gecekonduların yerine sağlıklı konutlar istiyorlar. Çoğu gençlerden oluşan emekçi kitleler bu talepleri yükseltiyorlar, çünkü nüfusunun %60’ından fazlası 30 yaşın altında olan Irak’ta genç işsizlik oranı %40’lara çıkıyor. Son yıllarda sokağa dökülen gençlerin önemli bir kısmını oluşturan üniversite mezunları arasındaki işsizlik oranı ise ortalamanın daha da üstünde seyrediyor. İş arayanlar ve bulamayanlar kervanına her yıl 30 bine yakın üniversite mezunu dâhil oluyor. Burjuva hükümetler, petrole bağımlı ekonomiyi çeşitlendirip yeni iş alanları yaratacak yatırımlar yapmak bir yana, ABD işgalinin ardından yıkıma uğrayan kamu hizmetlerini ayağa kaldırmak için gerekli adımları bile atmıyorlar.
ABD ordusu 2011 sonunda büyük ölçüde çekilse de, Irak’ta yarattığı kaos kronik hale gelmiş ve ülke devasa bir ekonomik-sosyal çöküşe uğramış durumda. Petrol rezervleri ve günlük petrol üretimi bakımından dünyada dördüncü[4] sırada yer alan bu ülkede halk sefalet içinde. Gelirlerinin %90’ını petrolden elde eden Irak’ta bu zenginlik, emperyalist tekeller ve yerli egemenler tarafından yağmalanmakta. Ekonomi neredeyse tümüyle petrole dayalı olduğu gibi, haricen bir sanayi de yok gibi. Burjuva hükümetlerin yarattığı tek iş olanağı devlet memurluğu; o da egemenlerin kamusal hizmetleri iyileştirip yaygınlaştırma amaçlarından değil, devrimci bir patlamayı engelleyebilmek için emekçi kitlelere bir gelir kapısı yaratma zorunluluğu duymalarından kaynaklanıyor. Irak’ta son yıllarda yaşanan isyanların özellikle yaz aylarında yaşanması da tesadüf değil, zira 50 dereceye çıkan sıcaklarda elektriksizlik ve susuzluk insanları tam anlamıyla çileden çıkarıyor. Milyarlarca dolarlık petrol gelirlerini “hokus pokusla” ceplerine indiren egemenlerse, sıra emekçilere geldiğinde “sihirli bir çözüm yok” nutukları atıyorlar.
Yıllardır Şii hükümetlerin işbaşında olduğu Irak’ta protestoların son üç büyük eylemde olduğu gibi Şii kentlerinde patlak vermesi, mezhep siyasetinin ağırlığını kaybetmekte olduğunu ve insanların yaşadıkları somut sorunlara sınıfsal temelde ortak bir tepki geliştirmeye başladıklarını gösteriyor aslında. ABD emperyalizmi 2003’te gerçekleştirdiği işgalin ardından Irak devletini mezhepsel ve etnik temellere dayanan bir siyasi yapılanma zemini üzerinde yeniden şekillendirirken bunun adına demokratik temsiliyet demişti. Böylece, Irak nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Şiilerin ve onyıllardır yok sayılan Kürtlerin haklarının, Baas rejimi altında azınlıkta olmalarına rağmen “ayrıcalıklı” konumda oldukları söylenen Sünniler karşısında korunacağı iddia edilmişti. Oysa cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve meclis başkanlığını etnik ve mezhepsel temellere göre belli parti ve kesimler arasında paylaştıran, her bakanlığa bir Sünni, bir Şii bir de Kürt danışman atayan, diğer devlet kurumlarında da benzer kotalar uygulayan bu sistem, emekçilerin çıkarları temelinde değil egemenler arasındaki iktidar kavgası temelinde şekillendirilmişti. Nitekim Şiiliği, Sünniliği ya da Kürtlüğü siyasi kimlik haline getiren bu yapının ürettiği sorunlar yıllar içinde derinleşerek büyürken, emekçi kitlelerin tepkisi de giderek arttı. Son eylemlerde de görüldüğü üzere, “din adına hırsızlar bizi soydular”, “mezhepsel yönetime son” diye haykıran emekçiler, dinsel ve etnik kimliklere değil halkın sorunlarına odaklanan bir politika istediklerini belirtiyorlar. Yaşanan son eylemlerde, bu mezhep siyasetinin uzantısı olarak İran’ın Irak siyasetine müdahalesine de tepki gösterilmiştir. Benzer tepkiler Irak Kürdistanı’nda da dile getirilmektedir.
Gerek Irak’ta gerekse Irak Kürdistanı’nda birbiri ardına patlak veren isyanlarda net bir şekilde ortaya çıkan bu olgu, işçi ve emekçileri yapay temellerde kutuplaştırarak kendi gemilerini yürütmek isteyen egemenlerin işine gelmiyor elbette. Onlar siyaseti bu temelde yürüterek ceplerini doldurmaya devam etmek istiyorlar ve bunun adına da demokrasi diyorlar. Ülkede siyaset, etnik ve mezhepsel temellerde bin bir parçaya bölünen burjuva fraksiyonların devleti yağmalama temelindeki kapışmalarının ötesine geçmiyor. Emekçilere hiçbir gelecek vaat etmeyen ve pek çoğu denenmiş burjuva partilerin birbirleriyle yarıştığı seçimler halk kitleleri tarafından bir umut kaynağı olarak görülmüyor. Bu durum seçim sonuçlarına, aşılamayan bir kördüğüm olarak yansıyor. Seçimlere katılım oranlarının %40’ları aşmaması, hatta Bağdat’ta %30’lara düşmesi de bunun bir ürünüdür. 2013 tarihli bir yazımızda, 2014 seçimlerinden de farklı bir sonuç beklenemeyeceğini belirtmiş ve yalnızca ülke içi dinamiklerin değil, bu dinamiklere burnunu doğrudan sokan ve kendi çıkarları doğrultusunda çatışmaları körükleyen bölgesel ve küresel güçlerin varlığının da bu kördüğümü güçlendirdiğini ifade etmiştik.[5] Nitekim bu tablo 2014’te değişmediği gibi mevcut hükümetin işbaşına geldiği 2018 seçimlerinde de değişmemiştir.
Saddam dönemindeki bastırılmışlıklarının acısını çıkarma fırsatına kavuşan ve işgalle birlikte bizzat ABD tarafından önleri açılan Şii egemenler, devlet kaynaklarını yağmalayarak zenginleşmenin ve her türlü ayrıcalığa kavuşmanın keyfini çıkarırken, emekçiler, Şiisiyle, Sünnisiyle, Kürdüyle aynı bataklık içinde debeleniyorlar. Iraklı emekçilerin yıllardır kurtulamadıkları bu bataklık, ABD’nin 2011 sonunda çekilirken “Irak’a istikrar getirdik” yönündeki açıklamalarının kuyruklu bir yalan olduğunu da göstermektedir. Bugün Irak’ta bahsedilebilecek tek istikrar, ekonomik, sosyal ve siyasal kriz halinin devamlılığındaki istikrardır. Aslında bu durum, ABD emperyalizminin bölgeye yönelik planlarını hayata geçirirken izlediği politikalarla son derece uyumludur. Daha önceki yazılarımızda da vurguladığımız gibi;
“ABD’nin bugün yalnızca Ortadoğu’da değil, ilgi alanına giren tüm bölgelerde izlediği çizgi, kendi istediği düzeni kurana dek muazzam boyutlarda ve derinlikte istikrarsızlık yaratmak, verili statükoyu temelinden sarsarak taşları yerinden oynatmak, tüm güç ve iktidar odakları arasında sonu gelmez gözüken bir çatışma yaratarak birbirlerini takatsiz bırakmalarını sağlamak ve böylece istediği gibi at koşturmaktır.” (Oktay Baran, Emperyalizmin Kıskacında Ortadoğu, MT, Eylül 2007)
“… ABD emperyalizmi Irak’ta kendi çıkarlarını garanti altına almış bulunuyor. Bugün Irak’ta yüzden fazla askeri üs kurulmuş durumda. Petrol alanları ve boru hatları, son derece güvenli hale getirilmiş olan bu askeri üsler tarafından korunuyor. Petrol alanları, üsler ve Bağdat’ta kurulan yeşil bölge dışındaki yerlerin kan banyosuna dönmesi ABD açısından ikincil önemdedir. Tam da bundan ötürüdür ki, ABD’nin gündeminde Irak’taki iç sorunlardan ziyade İran seferberliği vardır.” (Utku Kızılok, Dünden Yarına: Emperyalist Savaş Dünyayı Sarıyor, Ocak 2008)
Bugün varlığı birkaç bine inen ABD askerleri, Irak’ta tümüyle yukarıda vurgulanan işleve yoğunlaşmış durumdadır. Geri kalan birliklerini esas olarak Suriye’ye kaydıran ABD için İran da artık çok daha sıcak bir gündem oluşturmaktadır. Bu durum aslında Irak’ın iç politikasına yönelik emperyalist müdahalelerin önümüzdeki süreçte daha da artacağı anlamına gelmektedir. Zira son yıllarda Şii hükümetler İran’la çok yakın bir ilişki içine girmiş ve İran’ın Irak üzerindeki nüfuzu önemli ölçüde artmıştır. İran’a yönelik gerilimi sürekli tırmandıran ve bölgeyi bu temelde alabildiğine kutuplaştıran ABD açısından bu, eskisi kadar tolerans gösterilebilecek bir durum değildir. Bu yüzden her türlü baskı, müdahale ve provokasyona başvurarak Irak’a kendi politikalarını dayatmaya çalışacağına şüphe yoktur. Keza İran’ın da karşı hamlelerle kendi konumunu korumaya uğraştığı açıktır.
Burjuva güçler kendi çıkarları uğruna emekçi kitlelerin tepkilerini manipüle etmekten de geri durmamaktadırlar. Örneğin ABD bu gösterileri İran’la yakınlaşmaya son vermeyen Mehdi hükümeti üzerine basınç bindirmek için kullanmaya çalışmıştır. Eyleme katılanlar arasındaki kimi grupların, geçtiğimiz günlerde görevden alınan Terörle Mücadele Güçleri Komutanı general Saadi’nin resimlerini taşımaları, “İran dışarı” sloganları atmaları bunun bir ifadesidir. IŞİD’e karşı mücadelede “kahraman” ilan edilip parlatılan Saadi’nin pasif bir göreve kaydırılması, İran’ın baskısıyla ABD’ye karşı yapılmış bir hamle olarak değerlendirilmişti. Zira bu birimi eğitip donatan bizzat ABD idi. Ne var ki, pek çok Şii kentinde on binlerce emekçinin sokağa dökülmesini ABD’nin adamı olarak görülen Saadi’nin görevden alınmasına bağlamak, protesto gösterilerinin altındaki gerçek halk dinamiğinin üstünü örtmek anlamına gelmektedir.
Öte yandan İran da bu eylemleri kendi penceresinden okuyarak ABD’nin kışkırtması olarak lanse etmiştir. Hatta IŞİD tehdidini bertaraf etme misyonuyla Irak’ta faaliyet gösteren İran destekli Haşdi Şabi milislerinin şefi, “düzeni korumak ve olası bir darbeyi engellemek” için göreve hazır olduğunu duyurmuştur. Böylelikle, ABD’nin bindirdiği basınçla Haşdi Şabi milislerini tasfiye etmeye yönelen Mehdi hükümetine “bana her zaman ihtiyacın olacak” mesajı da vermiştir elbette.
Başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerin, bölge güçlerinin ve bizzat Iraklı egemenlerin çıkar çatışmaları ya da işbirlikleri, nihayetinde Iraklı emekçilere daha fazla yoksulluk, daha fazla sefalet olarak geri dönmektedir. Çürümüş kapitalist sistemin derinleştirip içinden çıkılmaz hale getirdiği sorunlar sadece Irak’ta değil tüm dünyada işçi ve emekçilerin hayatını çekilmez kılmakta ve bu yüzden dünyanın dört bir yanında her gün başka bir isyan patlak vermektedir. Iraklı emekçilerin, bizzat emperyalizmin ve yerli egemenlerin yarattığı bu tablo karşısında gösterdiği tepki de giderek daha radikal biçimler almakta, sloganlar ve talepler daha somut hale gelmektedir. Yoksulluk, yolsuzluk ve kamusal hizmetlerin çökme noktasına gelmesi yüzünden tekrar tekrar ayağa kalkan işçi ve emekçi kitleler, Arap isyanlarının temel sloganı olan “halk rejimin gitmesini istiyor” sloganıyla meydanları inletmektedirler. Ancak meselenin rejimin ötesinde, o rejimleri de doğuran bir düzen/sistem sorunu olduğu gün gibi açıktır. Başbakan Mehdi’nin “bu sorunların sihirli bir çözümü yok” sözleri düzen içi çözümler açısından son derece doğrudur. “Sihirli” ve ama aynı zamanda tek gerçekçi çözümse, işçi ve emekçilerin iktidarı kendi ellerine almasından geçmektedir. Elif Çağlı’nın dile getirdiği gibi, “aslında tarih önümüze istenirse çözümü pekâlâ mümkün olan sorunları koymuş bulunuyor. Dünya işçi sınıfı, emperyalist-kapitalizmin insanlığı uçuruma sürükleyecek topyekûn saldırısını püskürtecek tarihsel kudrete sahiptir. Bu muazzam potansiyel, dünyanın kaderini yoksul ve masum insan yığınlarının lehine değiştirmek üzere devrimci bilinç ve örgütlenmenin tılsımıyla fiili güce dönüşmeyi bekliyor.”[6]
[1] Şu anda Irak parlamentosunda en yüksek milletvekili sayısına sahip olan Sadr hareketinin Irak Komünist Partisiyle işbirliği temelinde oluşturduğu Sairun ittifakı, 2018 Mayısında yapılan seçimlerde değişim ve reform vaadiyle öne çıkmıştı. Ne var ki bu ittifak 329 milletvekilliğinin sadece 54’ünü kazanmış ve tek başına iktidar olabilecek bir çoğunluk sağlayamamıştı. Nihayetinde 2018 Ekiminde Adil Abdül Mehdi liderliğinde bir hükümet kurulmuştu. İşgal sürecinin başından itibaren çeşitli bakanlık görevleri üstlenen Mehdi, hem diğer partilerin hem İran’ın hem de ABD’nin memnun olabileceği bir aday arayışı nedeniyle bağımsız bir isim olarak başbakan yapılmıştı.
[2] 2015 yazında Bağdat, Necef, Basra ve diğer pek çok kentte 1 milyona yakın insan sokağa dökülmüş, gösteriler haftalar boyunca devam etmişti.
[3] Berdan Güney, Irak’ta Emekçilerin İsyanı, Ağustos 2018, marksist.com
[5] Oktay Baran, Irak, Petrol ve Kürt Sorunu, Mart 2013, marksist.com
[6] Elif Çağlı, Kapitalizmin Hal ve Gidişatı, Mart 2008, marksist.com
link: İlkay Meriç, Irak’ta İsyan Ateşi, 11 Ekim 2019, https://marksist.net/node/6765
İklim Krizi ve Kapitalizm
Sosyalist Bir Sanatçı: Käthe Kollwitz