Bazen bir şiir, bir şarkı, bir resim yaşanmakta olan acıyı, mücadeleyi cisimleştirir ve hafızalardan silinmeyecek bir anıta dönüştürür. Alman ressam Käthe Kollwitz’in resimleri de böyledir. Kollwitz desen, afiş ve heykelin yanı sıra geniş toplum kesimlerine ulaşabilme olanakları sunan gravür (baskı resim) teknikleriyle de yoğun olarak çalışmıştır. Sanatını toplumsal bir görev olarak gören Kollwitz, eserlerinde, yoksulluğu, açlığı, savaşı, mücadele ve direnişi konu alır. Eserleri Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının etkilerini sade bir şekilde, tüm gerçekliğiyle yansıtır.
Käthe Kollwitz 8 Temmuz 1867’de Königsberg’de sosyalist fikirlere sahip bir ailede doğdu. Kızının yeteneğini küçük yaşta keşfeden babası onun ünlü resim ve grafik ustalarından ders almasını sağladı. Sanat eğitimine 1884’te Berlin Sanat Okulunda başlar Käthe. Bu yıllarda Emile Zola, Dostoyevski, Tolstoy gibi dönemin gerçekçi yazarlarını okur. Bu yazarlardan etkilenerek resimler yapmaya başlar. Liman işçileri, yoksul insanlar bunlardan bazılarıdır. 1888-1889 yıllarında eğitimini Münih’te sürdüren Käthe 1890’da eğitimini tamamlar. O yıllarda kadınların sanatçı olmasının önü kapalı, üniversitede eğitim almaları zordur. Sanat okullarına alınmamakta, özel atölyelerde eğitilmektedirler. Käthe de bu nedenle özel ders alarak yeteneğini geliştirir.
1891’de Karl Kollwitz ile evlenir. Karl sosyalist bir doktordur, muayenehanesinde yoksul işçilere bakmaktadır. Orada gördüğü hasta, aç, yoksul insanlar Käthe’yi derinden etkiler. İşçi sınıfıyla yakından ilgilenmeye başlar ve eserlerinde işçi sınıfının yaşamını resmeder. 1892’de ilk oğlu Hans, 1896’da ikinci oğlu Peter doğar. İki çocuk annesi olan Käthe Kollwitz günlük ev işlerinden sonra resim yapmaya zaman yaratır.
19. yüzyılda Avrupa’da sanayi hızla gelişir. Sanayileşmenin gelişmesiyle işçi sınıfı da hem siyasal hem de sayısal olarak gelişir. Artık işçi sınıfı uyanmakta, kötü çalışma koşullarına karşı baş kaldırmaktadır. Aynı dönemde Alman burjuvazisi küçük çocukları fabrikalarda acımasızca çalıştırmaktadır. Uzun saatler boyu çalışan işçiler aldıkları ücretlerle geçinememektedirler. 1844 yılında Silezyalı dokumacılar insanca yaşamak için ayağa kalkarlar. Silezyalı dokumacıların mücadelesi şiirlere, şarkılara, resimlere konu olur. Silezyalı dokumacıların ayaklanmasını Käthe Kollwitz “Dokumacılar” serisinde resmeder. 1889’da, Berlin’de yılda bir düzenlenen Büyük Berlin Sergisinde “Dokumacılar” ödüle layık görülür. Ancak imparator II. Wilhelm, Kollwitz’e “kaldırım sanatçısı” der ve sergi yönetiminin Kollwitz’e verilmesini istediği madalyayı vermeyi reddeder. Käthe Kollwitz tüm baskılara rağmen eserlerinde yıllar boyu yaşadığı dönemin toplumsal sorunlarını, işçi sınıfının yaşadığı zorlukları, yoksulluğu, savaşı anlatmaktan geri durmaz. Silezyalı Dokumacılar’ın ardından yine seri halinde Emile Zola’nın Germinal adlı romanının, Alman köylü savaşının çizimlerini yapar.
Dokumacıların Yürüyüşü
Köylü İsyanı dizisinden
Yaptığı eserlerin insanlara hitap etmesini isteyen, belli bir amaca hizmet vermesi gerektiğine inanan Kollwitz, 1922’de güncesine şöyle yazar: “Sanatımın amaçları olduğunu kabul ediyorum. Ben insanların böylesine çaresiz ve yardıma muhtaç olduğu bir zamanda etkili olmak istiyorum. Yardım etme ve etki yapma isteğinin sorumluluğunu hissedenler çok, fakat benim yolum açık ve aydınlıkken, başkaları anlaşılmaz bir yol izliyorlar.”
1914’te Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı patlak verir. Milliyetçilik zehri toplumun damarlarına işlenir. Savaş işçi ve emekçilerin gözünde kutsallaştırılır. Böylece gencecik insanlar egemenlerin çıkarları için feda edilir. Käthe Kollwitz günlüğünde kitlesel sarhoşluktan bahseder ve “oğullarım böyle bir çılgınlığa katılmayacak” der. Ancak oğulları da milliyetçi duygularla zehirlenenler arasındadır, gönüllü olarak savaşa katılırlar. Kollwitz, savaşın başlamasından hemen sonra oğlu Peter’i kaybeder. Savaş etkisini giderek hissettirmeye başlamıştır. Ancak savaşın uzaması ve cephelerden gelen ölüm haberlerinin artmasıyla savaş karşıtı hareketler de yükselir. Artık kadınlar kocalarını ve çocuklarını savaşa feda etmek istemiyorlardır. Oğlunun acısıyla sarsılan Kollwitz acısını ve öfkesini hayatının sonuna kadar resim ve heykellere işlemeye devam eder. Savaşın etkilerini, geride kalanları, savaştan sakat dönenleri, açlık çekenleri, çoğunlukla da anaların ve babaların acılarını resmeder. Kollwitz sürekli yazdığı günlüğüne şu satırları not düşmüştür: “Hepimiz ihanete uğradık. Milyonlarca genç ve Peter de ihanete uğradı. Bu nedenle sakin olamam. İçim karmakarışık ve fırtınalı.”
Ana
Oğlunun ölümünden sonra savaş karşıtı afişler hazırlar Kollwitz. Almanya’da savaş karşıtı mücadelenin simge ismi, büyük işçi önderi Karl Liebknecht öldürüldüğünde derin üzüntü yaşar ve Liebknecht’in ölümünü resmeder. Bu afişlerin bir kısmı Sosyal Demokrat Parti (SPD) için tasarlanırken, bir kısmı da Almanya dışındaki ülke ve partiler için tasarlanmıştır. “Ekmek”, “Almanya’nın Çocukları Açlık Çekiyor”, “Savaş, Bir Daha Asla” bu afişlerden bazılarıdır.
Karl Liebknecht Anısına
Faşistlerin yayın organlarından olan Völkischen Beobachter (Halkın Gözlemcisi) gazetesi “Bir Alman Annesi böyle olmamalı” başlıklı haberler yapar. 1936 yılında eserleri Naziler tarafından rahatsız edici bulunur, tutuklanır. Eşinin doktorluk yapması yasaklanır. Dairesi bombalarla yıkılır ve eserlerinin bir kısmı yok olur. Berlin’i terk etmek zorunda kalır. Ancak o Nazileri ve savaşı sanat yoluyla eleştirmeye devam eder. Yetenekli olmanın insana sorumluluk yüklediğini söyleyen büyükbabasının yolunu takip eder, sorumluluklarını yerine getirmekten asla vazgeçmez.
Käthe Kollwitz, İkinci Dünya Savaşı sona ermeden 16 gün önce, 22 Nisan 1945’te hayata gözlerini yumar. Yaşamı boyunca emperyalist savaşın ve faşizmin yaşattığı acıları derinden yaşayan bir ana olarak onun eserleri bir çığlıktır. Onun çığlığı eserleri sayesinde bugün de bizlere ulaşıyor, emperyalist savaşlara ve kapitalizme karşı mücadelede yanımızda duruyor.
link: Ankara’dan MT okuru bir kadın işçi, Sosyalist Bir Sanatçı: Käthe Kollwitz, 14 Ekim 2019, https://marksist.net/node/6766
Irak’ta İsyan Ateşi
Filipinler’den Bir Diktatörlük Hikâyesi: Ferdinand Marcos