Küresel ekonomik krizin derinleştiği ve emperyalist paylaşım savaşının daha da kızıştığı bir dönemden geçiyoruz. Sermaye ekonomik krizden kurtulmak için bir taraftan emperyalist paylaşım savaşının dozunu arttırırken, diğer taraftan da işçi sınıfına acımasızca saldırmaktadır. Türkiye’de de işçi sınıfına yönelik saldırılar AKP hükümeti eliyle gerçekleştiriliyor. AKP’nin iktidar olduğu 2002’den bu yana, Türkiye işçi sınıfının yoğun sömürüsü temelinde alt-emperyalist bir güç haline geldi. AKP hükümeti sermayenin önündeki engelleri kaldırmak için işçi sınıfının kazanılmış haklarına yönelik planlı ve sürekli bir saldırı politikası izledi. Bu saldırı politikaları sonucu sermaye hızla büyürken, iş saatleri uzadı, ücretler düştü, iş kazaları katliam düzeyine yükseldi. Ancak işçi sınıfına yönelik bunca saldırı bile gözü dönmüş sermayeye yetmiyor.
Ekonomik krizin derinleşmesi ve büyüme oranlarının düşmesi sermayeyi daha da saldırganlaştırıyor. AKP hükümeti 2009 yılında uygulamayla koyduğu “ulusal istihdam stratejisi”yle sermaye için orta ve uzun vadede birtakım saldırı paketlerini hayata geçirmeye devam ediyor. Bu saldırıların başında, sermaye sınıfı için büyük bir yük olan kıdem tazminatının kaldırılması ve özel istihdam bürolarının kurulması geliyor. AKP hükümeti 2011yılında kıdem tazminatının gasp edilmesi için “kıdem tazminatı devlet güvencesine alınacak” şeklinde açıklamalar yaparak kıdem tazminatı meselesini şirin bir söylemle kamuoyu gündemine soktu. Ancak sendikalar ve işçilerden gelen tepkiler üzerine kıdem tazminatının kaldırılmasını ve özel istihdam bürolarının kurulmasını geçici olarak rafa kaldırdı.
1 Kasım seçimleriyle birlikte tekrar iktidar olan AKP, programına bu saldırı başlıklarını yeniden koydu. Her zaman olduğu gibi AKP hükümeti bu saldırıları şirin ve süslü ifadelerle hayata geçirmeye çalışıyor. Bunlardan birincisi özel istihdam bürolarıdır. AKP hükümeti saldırının amacını, “politika ve tedbirlerle Türkiye işgücü piyasasında yapısal sorunların çözülmesi, orta ve uzun vadede büyümenin istihdama katkısının arttırılarak işsizlik sorununa kalıcı çözüm sağlanması” olarak pazarlıyor. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek kölelik bürolarının kurulmasını işsizliğe çare olarak anlatıyor: “Türkiye’nin hızla reform yapması lazım. İşte bu nedenle «güvenceli esneklik» dediğimiz reform paketini Meclis’e gönderdik. Bu çok önemli, inşallah yakında yasalaşır. Türkiye reform yapmadan işsizlik oranını yüzde 10’un altına kalıcı olarak zor çeker. Biz şu anda işsizlik oranını ancak yüzde 10 civarında tutabiliyoruz. Kalıcı olarak yüzde 10’un altında tutabilmenin tek yolu var. O da dünyanın başarılı ülkelerindeki yoldur, reformla işgücü piyasasını daha çok esnek hale getirmemiz.”
İşgücü piyasalarının esnek hale getirilmesinin anlamı, işçilerin bugüne kadar zorlu mücadelelerle kazanmış olduğu hakların tamamen gasp edilmesidir. Kapitalizm altında işsizlik yapısal ve kronik bir sorundur ve özellikle de kriz dönemlerinde had safhaya ulaşır. İşsizliğin artmasının sebebi Bakanın dediği gibi işgücü piyasasının yeterince esnek olmaması değil sermayenin kâr hırsıdır. Daha fazla kâr etmek isteyen patronlar, yeni işçi almaz, işçilere sürekli fazla mesai yaptırır. Gelişen teknolojiyi iş saatlerini aşağı çekmek için kullanmaz, üç işçinin işini bir işçiye yaptırır, böylece iş saatleri uzar, iş kazaları artar, ücretler düşer.
AKP işçi sınıfının elinde kalan son kazanılmış haklardan biri olan kıdem tazminatını kaldırarak ve istihdam bürolarını hayata geçirerek işçileri tam anlamıyla köle haline getirmek istiyor. AKP her fırsatta sermayenin önüne koyduğu hedefleri sanki tüm toplumun çıkarınaymış gibi emekçilerin önüne koyuyor. AKP’nin işçilere ballandırarak anlattığı 2023 hedefleri işçilerin birer köle haline getirilmesinden geçiyor.
Yasa tasarısı ne getiriyor?
AKP kölelik bürolarıyla ilgili yasa tasarısını, “Güvenceli Esneklik Kanun Tasarısı” adıyla Meclis komisyonundan geçirdi. TBMM genel kuruluna sunulan tasarı büyük bir ihtimalle yasalaşacak. AKP işçileri köleleştiren tasarıyı 2008/104/EC Avrupa Birliği direktifine dayandırıyor. Tasarının gerekçe kısmında şöyle diyor: “Ülkemiz işgücü piyasasında özellikle genç işsizliğin ve işsizliğin yoğun olması nedeniyle bu kesimlerin işgücüne katılım oranının yükseltilmesi bakımından özel istihdam büroları tarafından yürütülecek geçici iş ilişkisi faaliyetine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu şekilde gerek gençlerin gerek kadınların işgücü piyasasına dâhil olmaları, tecrübe kazanmaları ve bu yolla daimi iş bulmaları hedeflenmektedir.”
Oysa gerekçede anlatıldığı gibi meselenin işsizliğe çözüm bulunmasıyla hiçbir alâkası yoktur. Halihazırda bazı sektörlerde, özellikle mevsimlik tarım işlerinde, işçiler işçi simsarları tarafından kiralanıyorlar. Yapılmak istenen, bunu yasal güvenceye alarak ve kapsamını daha da genişleterek bütün sektörlerde kiralık işçi çalıştırmayı sağlamaktır. Yasa tasarısına göre, özel istihdam bürosu kurmak isteyenler İŞ-KUR’a müracaat edecekler. İŞ-KUR gerekli kriterleri yerine getiren bürolara geçici iş ilişkisi yetkisi tanıyacak. Yetkiyi alan bürolar işyeri ve fabrikaların taleplerine göre işçileri kiralayacak. Çalıştırılacak olan işçilerin ücretini ve SGK primlerini istidam bürosu ödeyecek.
Tasarıya göre işveren kadrolu işçilerin dörtte biri oranında işçi kiralayabilecek, on kişiden az işçi çalıştıran işyerlerinde ise bu kriter uygulanmayacak. Böylece patronlar hiçbir işe karışmadan, hiçbir sorumluluk almadan işçileri istedikleri gibi çalıştırabilecekler. Kiralanan işçilerin çalıştıkları işyerlerinde diğer işçilerle aynı haklara sahip olduğu, 4857 sayılı İş Kanununun hükümlerinden aynı derecede yararlanacağı vurgulanmaktadır. Ne var ki mevcut durumda dahi 4857 sayılı kanunun birçok hükmü patronlar tarafından uygulanmamaktadır. Bu durumda, kiralanan işçinin hakları nasıl korunacaktır? Bu uygulamanın işçi sınıfı açısından çok büyük sorunlar doğuracağı açıktır. Birincisi, hiçbir işyeri belli vasıf gerektiren işler dışındaki bölümlerde daimi işçi çalıştırmayacak, işçi ihtiyacını kölelik büroları aracılığıyla karşılayacaktır. Kiralık olarak çalışan işçi, yaşadığı sıkıntılardan dolayı bir muhatap bulamayacaktır. Örneğin normal çalışan işçiler karşılaştıkları sorun karşısında sorunun giderilmesi için iş durdurma vb. eylemler yapabilirken, kiralık işçinin böyle bir şey yapma şansı olmayacaktır. Çünkü işi yaptıran işveren hiçbir sorumluluk taşımadığı için işçileri hemen işten çıkarıp yerine yine kölelik bürosundan yeni işçiler alabilecektir.
İkincisi, işçiler günlük, aylık takvimler halinde çalıştırılacağı için, kıdem ve ihbar tazminatı alma hakları da fiili olarak ortadan kalkmış olacak. Taşeronda bile sözleşmeler altı ayı geçtiği için ihbar tazminatı söz konusu olurken, istihdam bürosu aracılığıyla işe giren işçinin böyle bir şansı da olmayacaktır. Çünkü çalışacağı süre 5 gün de olabilir, 5 ay da.
Üçüncüsü, sendikal mücadeleye büyük bir darbe vurulmuş olacak. Kölelik bürolarına bağlı çalışan işçiler sendikaya üye olsalar bile toplu sözleşme yapmaları söz konusu olamayacak. Hangi işkoluna bağlı oldukları vb. büyük belirsizlikler nedeniyle son derece tartışmalı durumlar doğacak, o koşullarda sendika üyeliği bile neredeyse imkânsız hale gelecek.
Dördüncüsü, bürolar aracılığıyla sürekli bir sirkülasyon olacağından işçilerin fiili olarak bir araya gelmesi engellenmiş olacak.
Beşincisi, özel istihdam büroları aracılığıyla iş bulan işçinin bir köleden farkı kalmayacaktır. Çünkü hangi gün nerede, nasıl çalışacağını, kendisini nasıl bir akıbetin beklediğini bilemeyecektir.
Yasa tasarısında iş bununla da sınırlı kalmıyor. İşçilerin fiili olarak çalışma ortamında bir araya gelmelerini engelleyen uygulamalardan biri de “uzaktan çalıştırma” düzenlemesidir. Tasarıda uzaktan çalışma maddesi de şöyle tanımlanmış: “Uzaktan çalışma, işçinin mal ve hizmet üretmek amacıyla işyeri dışında, işverenin gözetiminden uzak bir mekânda iş edimini sunduğu ve bunun karşılığında işverenden ücret aldığı iş ilişkisidir.” Böylece patronlar uzaktan çalıştırma yöntemiyle bir taraftan işçilerin fiili olarak bir araya gelmesini engellerken, diğer taraftan da birçok sorumluluktan kurtulmuş olacaklar.
Örneğin masa başı işlerde patron işi kendi bürosunda yaptırmak yerine tek tek işçilere vererek, işçilerin yol, yemek gibi birçok masrafından kurtulmuş oluyor. Mühendislik ve mimarlık alanında proje üreten bir işyerini ele alalım. 100 kişilik bir kadrosu olan bir işyerinde işçiler işyerinde karşılaştıkları sorunlar karşısında örgütlü hareket edebilecekken, aynı işveren, işçileri uzaktan çalışma sisteminde çalıştırdığında bu imkân ortadan kalkacaktır. İşyerinden ve birbirlerinden yalıtık olduklarından, işçilerin verilen işi sorgusuz sualsiz yapmakla işsiz kalmak arasında bir tercih yapmaktan başka seçenekleri kalmayacaktır.
Köleliğe hayır, sendikalar göreve!
Kölelik bürolarının yasalaşması, bir taraftan işçileri kölelik koşullarına mahkûm ederken, diğer taraftan da örgütlenmenin önünde büyük bir set çekilmesi demektir. Tek tehlike sendikalaşmanın bundan sonraki süreçte zorlaşması değildir. Var olan sendikaların da büyük güç yitirmesi ve birçoğunun fiilen tasfiyesi söz konusudur. Aynı işyerinde, fabrikada senelerce bir arada çalışan işçiler binbir güçlükle örgütlenebiliyorken, işçilerin aynı iş ortamını paylaşmadığı durumda örgütlenmenin zorlukları ortadadır. Kölelik bürolarının kurulması aynı zamanda kıdem tazminatının fona devredilerek iç edilmesi için atılan ön adımdır. Kıdem tazminatı işçi sınıfı için hayati önem taşımaktadır. Eğer kıdem tazminatı da kaldırılırsa işçi sınıfının temel güvenceleri tamamen yok edilmiş olacak, patronların önünde ise hiçbir engel kalmayacaktır.
Ancak sınıfa yönelik bu tehlike karşısında sendikalardan gelen tepkiler yetersizdir. Kölelik yasası Meclis komisyonundan geçmesine rağmen, dikkate değer bir eylem örgütlenememiştir. Gerek DİSK gerekse Türk-İş’e bağlı bazı sendikalar yaptıkları basın açıklamaları ile bu saldırıya geçit vermeyeceklerini söyleseler de, bunun hükümet nezdinde bir yankı bulmadığı ve gerekli kamuoyu baskısının yaratılmadığı ortadadır. İşçi sınıfının geniş bir kesimi zaten örgütsüz olduğu için tehlikenin farkında değildir. Meseleyi işçi sınıfına taşıyacak, tehlikeye dikkat çekerek bu saldırılara karşı mücadeleyi örgütleyecek olan sendikalardır. Aksi takdirde AKP hükümeti Türk-İş ve Hak-İş örneğinde olduğu gibi sendikaları korporatif örgütlere dönüştürerek tasfiye edecektir. Bu anlamda DİSK ve Türk-İş genel merkezinin işbirlikçi tutumuna muhalif Türk-İş sendikaları daha güçlü bir mücadele örgütlemek zorundalar. Bu saldırılar karşısında sendikaların verdiği yetersiz tepki, sınıf devrimcilerinin yıllarca vurguladığı ve mücadelesini verdiği tabanın söz ve yetki sahibi olduğu militan sınıf sendikacılığının önemini bir kez daha ortaya koyuyor. Köleliğe, sömürüye karşı mücadele bayrağını yükseltelim!
link: Hakan Sönmez, Özel Kölelik Büroları, 28 Şubat 2016, https://marksist.net/node/4959
Cizre’den Sur’a Dayanışma Koordinasyonu Kuruldu
Emekçi Kadınlar ve Faşizm