Kapitalizm tarihsel bir krizin içinde debelenirken insanlığı da birçok büyük sorunla karşı karşıya getiriyor. Ekonomik yıkım, emperyalist savaş, göç sorunu ve ekolojik kriz gibi büyük sorunlar hayatı altüst etmeye devam ediyor. Son yıllarda hava sıcaklığının dayanılmaz noktalara gelişi, büyük sel baskınları, kasırgalar ve kuraklıkla kendini her geçen gün biraz daha hissettiren iklim krizi, tüm canlı yaşamı tehdit ediyor. Burada doğanın kendi döngüsü içinde gelişen bir krizden söz etmiyoruz. İklim krizi, kapitalist sistemin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Doğanın böyle hunharca katledilmesi karşısında Türkiye’de de tepkiler artmaktadır.
Özellikle AKP iktidarı döneminde doğanın katledilişi ayrı bir boyut kazanmıştır. Hiçbir kural tanımadan madenlerle, HES’lerle, termik santrallerle ve elbette kontrolsüz sınai kirlilikle doğanın dengesi bozulmuş, akarsular kirletilmiş, tarım arazileri çoraklaştırılmış, yapılan inşaatlarla şehirler beton yığınına çevrilmiş, ormanlar yok edilip denizler kirletilmiştir. Cerrattepe’den Akbelen’e Türkiye’nin birçok bölgesinde doğa katliamına karşı duranlar jandarma ve polis şiddetine maruz kalmış, 80 yaşındaki nineler bile bu şiddetten payını almıştır. Gözü dönmüş faşist iktidar ne mahkeme kararlarını ne de ÇED raporlarını dikkate almakta, bildiğini okuyarak yaşam alanlarına sahip çıkanları hain ilan etmektedir. Erzincan İliç’te yaşanan felâketin sonucu 9 işçi liç yığınının altında kalmış, işçilerin cansız bedenlerine ancak aylar sonra ulaşılmıştır. Ne hazindir ki katliamın sorumlularından hesap sorulmadığı gibi siyanürlü altın arama faaliyeti devam etmiştir. Faşist iktidardan güç alan talancıların, buna direnenlere silah sıkacak kadar gözleri dönmüştür. Artvin’in Hopa ilçesine bağlı Cankurtaran mevkiinde konaklamalı mesire alanı projesi adı altında yapılan ağaç kesimine karşı duran köylülere ateş açılmış, iki kişi yaralanmış, yöre halkından Reşit Kibar yaşamını yitirmiştir. Silahın sahibi olan şahıs serbest bırakılırken, hastane önünde açıklama yapan Artvin Halkevleri yöneticisinin tutuklanması ise faşist rejimin garabetlerine bir yenisini eklemiştir.
AKP iktidarı bu konuda müstesna bir yere sahipse de doğa katliamı Türkiyeli egemenlere özgü bir durum değildir. Tüm dünyada benzer şekilde sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda hareket edildiği için bugün dünyamız bir ekolojik krizle karşı karşıyadır. Yakın zamanda Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da on binlerce kişi, Jadar Vadisinde bulunan ve Avrupa’nın en büyük lityum yataklarından biri olan rezervlerin işletilmesine karşı protesto gösterisi düzenledi. Ülke adı değişse de sermayenin kâr uğruna doğayı ve işçi sınıfını sömürme güdüsü değişmiyor. Avrupa’nın elektrikli araç üretimi ve enerji depolama sistemleri için kritik öneme sahip olan lityum, elektrikli araç üretimine yatırım yapan Alman sermayesinin iştahını kabartıyor. İster Türkiye olsun ister Sırbistan veya bir başka ülke her yerde burjuvazinin doğa katliamına karşı ortaya koyduğu gerekçe aynıdır. Nasıl Türkiye egemen sınıfı “enerjiye ihtiyacımız var, dışarıya bağımlılığı azaltmak için bunu yapmak zorundayız” diyorsa, Sırp egemenler de bu projenin Sırbistan ve Avrupa için tarihi önemde olduğunu söyleyip, Jadar madeninin Avrupa’nın mevcut lityum ihtiyacının %90’ını karşılayabileceğini ve Rio Tinto’yu dünyanın en büyük lityum üreticilerinden biri haline getirebileceğini söylüyorlar. Oysa protestoya katılan binlerin de haykırdığı üzere bu projenin bölgedeki biyoçeşitliliği tehdit edeceği, tarım arazilerine büyük zarar vereceği, su kaynaklarını kirleteceği çok açıktır. Çevre dostu yeni teknolojilerle üretim yapılabileceğini savunan Alman burjuvazisinin 2,4 milyar dolarlık bir proje için çevre talanına iştahla koşmasındaki ikiyüzlülüğünün de altını çizmek gerekiyor.
İklim krizine dair yüzlerce uluslararası toplantı, konferans yapıldı. Bilim insanlarının hazırladığı raporlarla iklim krizine dikkat çekilip çözümler üretilmeye çalışıldı. Bilhassa gelişmiş ülkelerde bir duyarlılık oluştu ve sayısız eylem ve protesto gerçekleştirildi. Kyoto protokolünden Paris İklim Anlaşmasına kadar iklim krizini önleme adına onlarca karar alındı. Ancak gelinen noktada anlamlı hiçbir ilerleme kat edilmedi. Peki, iklim krizine bağlı olarak gelişen sıcaklık artışı, seller, kasırgalar, hava kirliliği vb. insanlığın ve canlıların yaşamını her geçen gün daha fazla tehdit ederken, geleceğe dair felâket senaryoları ortaya konurken neden bir ilerleme sağlanamıyor? İşte asıl mesele de burada başlıyor ve çözüm noktasında ise burjuvazi her türlü ideolojik araçla büyük bir manipülasyon yaratarak kafaları karıştırıyor. Bu bağlamda iklim krizinin nasıl doğduğunu, krizi önlemek adına alınan kararları ve çözüm önerilerini tekrar hatırlatmak yararlı olacaktır.
İklim krizi nasıl başladı?
Küresel ısınmaya bağlı olarak gelişen iklim krizi son 50 yıldır insanlığın gündemine girmiş olsa da esasında başlangıç noktası 1800’li yıllara yani sanayi devrimi ile başlayan sürece dayanmaktadır. Küresel ısınmaya ve bu konuda fosil yakıtların oynadığı role ilişkin ilk tespitler 1800’lerin sonunda yapılmaya başlansa da bu sesler bastırılmış ve ciddiye alınmamıştır. “1970’li yıllarda bilim çevreleri, bazı gazların atmosferdeki miktarının artmasının sera etkisi yaratarak güneş ışınlarını dünyaya hapsedeceği ve küresel ısınmaya neden olacağı konusunda hemfikir hale geldiler. 1979’da Dünya Meteoroloji Örgütü, bilim insanlarını Cenevre’de I. Dünya İklim Konferansı’nda bir araya getirdi. Konferans sonunda hükümetler sera gazlarının artışı konusunda uyarıldı, ancak bu uyarıyı umursayan devlet olmadı. 1988’de NASA’ya bağlı çalışan iklim uzmanı James Hansen, katıldığı bir toplantıda sera gazlarının artışının kuraklıkları, selleri ve olağanüstü doğa olaylarını arttırma olasılıklarını ortaya koydu. O güne kadar sera gazlarının artışından kaynaklı sıcaklık değişimini kabul etmeyen bilim insanları ve hükümetler, bu toplantının ardından «küresel bir ısınma» olduğunu kabul ettiler.”[1]
Aradan geçen yıllarda 1990’dan 1997 Kyoto Protokolüne kadar yapılan yeni konferanslarda küresel ısınmaya dair bilim insanlarının ortaya koyduğu veriler zorluklar çıkarılsa da kabul edilmek zorunda kalındı. Nihayet 1997’de Japonya’nın Kyoto kentinde düzenlenen konferansa katılan ülkeler, atmosfere karıştıklarında sera etkisi yaratan karbondioksit, metan, kloroflorokarbon, hidroflorokarbon, asitoksit gibi gazların salımını engelleyecek ya da azaltacak “önlemlerin” altına imza attılar. 1997’de kabul edilen anlaşmaya göre sanayileşmiş ülkeler genelinde baz yıl olarak kabul edilen 1990’daki sera gazı yayma oranının 2008-2012 yılları arasında yüzde 5,2 oranında azaltılması hedef olarak belirlendi. Ancak aradan geçen onca yılda bu hedefe yaklaşmak bir yana salım miktarı daha da arttı.
Üstelik Kyoto protokolünde imzalanan maddeler uygulanmazken aynı maddeler 2015 yılında düzenlenen Paris İklim Anlaşmasında tekrar edilip yeni hedefler konuldu. Buna göre, devletler küresel sera gazı emisyonunu 2030’a kadar 56 milyar ton düşürecek bir planlamaya gidecek ve beş yılda bir bu planlarını gözden geçireceklerdi. Gelişmiş ülkeler, küresel ısınmanın önüne geçecek teknolojilerin az gelişmiş ülkelere de taşınması için mali destekte bulunacak ve bunun için oluşturulan fona 2020’den itibaren her yıl 100 milyar dolar aktaracaklardı. Ancak bunların hiçbiri yerine getirilmedi Yapılan çalışmalar küresel ısınmayı durduracak veya azaltacak hedeflere ulaşılmadığını aksine hedeflerden uzaklaşıldığını gösteriyor. “50 bilim insanı tarafından hazırlanan kapsamlı bir iklim raporuna göre dünyada rekor düzeyde yüksek sera gazı emisyonları görüldü. Hava kirliliğinin de küresel ısınmada benzersiz bir hızlanmaya neden olduğu tespit edildi. Rapora göre 2013-2022 döneminde insan kaynaklı ısınma, her on yılda 0,2 derece gibi benzeri görülmemiş bir oranda artıyor. Ortalama yıllık emisyonlar, tüm zamanların en yüksek seviyesi olan 54 milyar ton karbondioksite (CO2) ulaştı. Bu, saniyede yaklaşık 1700 ton CO2 emisyonu anlamına geliyor.”[2] Aynı araştırmaya göre küresel ısınma konusunda ortalama sıcaklık yükselişinin 1,5 derece eşiğinin altında kalması için emisyon oranının 250 milyar tonu geçmemesi gerekiyor. Kısaca emisyon miktarındaki artıştan kaynaklı 1,5 derecenin altında kalma hedefinin gerçekleştirilmesi mümkün değildir.
Kapitalizmde iklim krizi çözülemez
İklim krizinin tek nedeni olmasa bile, başlıca nedenini fosil yakıtlar (kömür, petrol, doğalgaz gibi) oluşturuyor. Bugüne kadar alınan kararlara rağmen fosil yakıtların kullanılmasında herhangi bir sınırlama veya düşüş gerçekleşmemiştir. Alınan kararların aksine fosil yakıtlara dayalı enerji santralleri kurup işletmekle iştigal eden dev şirketlerin faaliyetlerini sınırlaması bir yana aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 60 ülkede yeni kömür santralleri inşa edilmesi planlanıyor. Dünyada karbon salımının %70’den fazlası 100 şirket tarafından gerçekleştiriliyor ve dünyadaki salımın neredeyse üçte birinden fosil yakıt endüstrisindeki 20 şirket sorumlu. Üstelik petrol ve gaz endüstrisine kısa zamanda 1,4 trilyon dolar daha yatırım yapılması planlanıyor.
Ne olursa olsun kapitalistleri ilgilendiren elde ettikleri kârlardır. Teknolojik gelişme ile birlikte yenilenebilir kaynaklara dayalı bir enerji üretimi pekâlâ fosil yakıtlara ya da nükleer fisyona dayalı üretimin yerini alabilir. Ne var ki yenilenebilir enerji üretimi büyük şirketler tarafından yeterince kârlı bulunmamaktadır ve bu nedenle de geçiş hızı olması gereken düzeye gelememektedir. Küresel kapitalizmin başlıca itibarlı yayın organlarından Financial Times bile başyazarının ağzından kapitalizmle yenilenebilir enerjinin pek bağdaşmadığını itiraf ediyor:“Yakın zamana kadar, hâlâ şanslı olabileceğimizi umuyordum: piyasa güçleri (artı Çin’in büyük yatırımları) dünyayı yenilenebilir enerjiye yeterince hızlı bir şekilde yönlendirebilirdi. Bu artık makul görünmüyor, çünkü yenilenebilir enerjiye geçiş hızının (diğer birçok gerekli yatırımdan oldukça ayrı olarak) büyük ölçüde hızlandırılması gerekiyor… Brett Christophers, The Price is Wrong: Why Capitalism Won’t Save the Planet adlı kitabında, yenilenebilir enerjiyle üretilen elektriğin düşen fiyatının bunları yatırımcılar için cazip bir yatırım haline getirmediğini savunuyor: önemli olan marjinal maliyetler değil, karlardır.”[3]
Teknolojik gelişme elbette ki küresel ısınmaya dair sorunları çözebilir. Burjuvazi de bu noktada yeni teknolojik yatırımlarla bir çözüm üretileceğine dair vaatlerde bulunmaktadır. Ancak teknolojinin yönetimi burjuvazinin elinde olduğu sürece bu mümkün değildir. “Oysa çevre sorunu teknolojinin daha da ilerlemesiyle çözülebilecek salt teknik bir sorun değil, temeli kapitalist kâr güdüsünde yatan toplumsal bir sorundur. Sorunun kaynağında teknolojinin geriliği değil, onun nasıl ve ne amaçla kullanıldığı yatmaktadır. Zira mevcut teknolojik gelişim düzeyiyle bile, felâkete doğru gidişi önce yavaşlatıp ardından durdurmak mümkündür. Bunun için hem enerji üretimi alanında hem de ürünlerin üretilme sürecinde bize yardımcı olacak teknolojik icatlar büyük ölçüde elimizin altında bulunuyor. Ama bu yenilikler kendileri için yeterince kârlı değilse, dev tekeller, onları daha da mükemmelleştirip hayata geçirmek için kıllarını bile kıpırdatmazlar. Temiz enerji sorununu çözebilecek füzyon teknolojisinin on yıllardır sürünen durumu çarpıcı bir örnektir. Bu enerji şu an fiziksel anlamda verimli olarak üretilebiliyor; ama bu «verimlilik düzeyi» kapitalistler için gerekli kârlılık düzeyinin altında kaldığı için bu teknolojiye yatırım yapılmıyor, daha da geliştirilmiyor ve hayata geçirilmiyor. İnsanlık mevcut kömür santrallerine, radyoaktif kirlilik üreten nükleer santrallere mahkûm ediliyor. Burjuvalar yıllardır yatırım yaptıkları alanlara koydukları sermaye kendisini amorti etmeden, kendilerine yeterli kâr kitlesini sağlamadan harekete geçmezler. Çoğu durumda, yeni teknolojik buluşları hızla hayata geçirmek şöyle dursun, bunların patentlerini satın alıp kasalarına kilitledikleri ve böylelikle başkalarının da hayata geçirmesine engel oldukları bilinen bir gerçektir.”[4]
Gerçek çözüm sosyalizmde
İklim krizinin aldığı boyut dünya çapında bir tepki doğurmuş durumdadır. 2018-2019 yıllarında önceki yıllara kıyasla çok daha kitlesel ve yaygın eylemler ve protestolar yapılmış, grevler örgütlenmiştir. Dünyanın pek çok ülkesindeki protestolara çocukların ve gençlerin yoğun katılımı dikkat çekmiştir.
Kuşkusuz iklim krizine karşı duyarlılığın yükselmesi son derece önemlidir. Ancak burjuvazi bu eylemler sürecinde dahi sinsi manipülasyonlara girişmektedir. Bizzat çevre kirliliğine neden olan büyük şirketlerin protestoları desteklemeleri ve sözüm ona çevre kirliliği ile mücadele eden vakıf ve kuruluşlara fon sağlamaları tam bir ikiyüzlülüktür. Gelinen noktada tatlı kârlarından feragat etmeyen burjuvalar sözümona çevreyle uyumlu, daha az kirleten çözümlerden dem vurmaktadırlar. Dünyanın en büyük petrol ve otomobil şirketleri biyoyakıt ve elektrikli arabalar üretimine yönelmeye başlamalarını çevre dostu üretim olarak lanse etmektedirler. Fakat temel güdü kâr olunca en temiz enerji kaynakları dahi doğaya ve canlı yaşama büyük zarar vermektedir. Örneğin biyoyakıt üretimi için milyonlarca hektar tarım arazisi talan edilebilmektedir. Türkiye’den örnek verecek olursak yapılan HES’lerle onlarca akarsunun yatağı kurutulmuş, geçtikleri bölgenin iklimi de değişmiştir. İhtiyaç temelli değil tamamen kâr güdüsüyle yapılan HES’ler nedeniyle onlarca sel felâketi yaşanmıştır, yaşanmaya devam etmektedir.
Tehlike ne kadar büyük olursa olsun sermayenin kârından vazgeçmeyeceği son derece nettir. O nedenle burjuvazi artan tepkileri, protestoları sistem içi sözde çözümlere hapsederek işin içinden sıyrılmaya çalışmaktadır. Dünyada ve Türkiye’de doğanın talanına karşı yükselen tepkileri kapitalizme karşı mücadelenin bir parçası haline getirmek büyük önem taşıyor. Bu noktada ideolojik manipülasyonlara yol vermeden kapitalizm altında iklim krizinin çözülmeyeceğini kavratmak yakıcı bir öneme sahiptir. Doğayla uyumlu ona zarar vermeden üretim yapmak ancak kâr temelli üretimin ortadan kalkmasıyla mümkündür. Kapitalizm ortadan kaldırılıp üretim araçları toplumsal mülkiyet haline getirildiğinde insanlık da doğa da yıkım tehdidinden kurtulmuş olacaktır.
[1] Serhat Koldaş, Küresel Isınma ve Doha’nın Doğası!, Ocak 2013, marksist.net
[4] Oktay Baran, İklim Krizi ve Kapitalizm, 4 Ekim 2019, marksist.net
link: Hakan Sönmez, Yağmalanan Doğa ve İklim Krizi, 13 Eylül 2024, https://marksist.net/node/8348
Direnç Çiçeğinin Gülleri Er Ya Da Geç Açacak!
Faşizm Gerçeği, Biriken Öfke ve Mücadele Kıvılcımları