Kapitalist sistem tarihsel bir krizin içinde debelenip duruyor. Düşen kârlar, tıkanan pazarlar ve artan istikrarsızlık, sermayeyi çok daha fazla para oyunlarına ve spekülatif alanlara yöneltiyor. Bunun başında hiç kuşkusuz borsa geliyor. Kriz dönemlerinde borsaların tam anlamıyla kumarhaneye döndüğünü biliyoruz. Üstelik kapitalist ekonominin dünya çapında yaşadığı krizin derinleşmesine ek olarak Türkiye’de faşist rejimin uyguladığı ekonomi politikaları mevcut ekonomik durumu iyice kötürüm hale getirmiştir. Hayat pahalılığı ve yüksek enflasyon karşısında ücretler erimiş, yaşam koşulları daha da ağırlaşmıştır. İşçi sınıfının örgütsüz olduğu koşullarda emekçiler, hızla değer kaybeden TL karşısında gelirlerini ve varsa eldeki küçücük birikimlerini koruyabilmek ve bir parça ek gelir elde etmek için şans oyunlarına, kripto para ve borsaya yönelmektedir. Son dönemde borsa yalnızca büyükler için değil, küçük ya da orta büyüklükteki şirketler için de “halka açılarak”, emekçilerden oluşan milyonlarca küçük “yatırımcı”nın parasını toplamanın kolay bir yolu olmuştur. Emekçileri borsaya çekmek için türlü oyunlar oynanmaktadır. Ama tıpkı diğer kumar çeşitlerinde olduğu gibi, bu alanda da emekçilere düşen genellikle hayal kırıklığı ve eldekinin de kaybedilmesi olmaktadır. Borsanın nasıl bir kumar tezgâhı olduğunu bilmeyen liseli öğrenciden fabrikadaki işçiye dek yüz binlerce emekçinin hisse senetlerine yatırdığı paralar büyük şirketlerin sermayesi haline gelmektedir.
Merkezi Kayıt Kuruluşunun (MKK) yayımladığı güncel verilere göre, borsada yatırımcı sayısı 11 Eylül tarihi itibariyle 7 milyon 140 bini aşarak yeni bir tarihi zirveye ulaşmıştır. Yılbaşından bu yana yatırımcı sayısındaki artış 4 milyon 500 bini aşarken, artış oranı yüzde 173 olarak gerçekleşmiştir.[1] Bu durum borsanın büyük şirketleri çekerek güçlendiği ve sürekli yükseldiğine dair yanılsamalar da doğurmaktadır. Oysa durum hiç de öyle değildir. “Rakamların detaylarına bakıldığında 4 milyonu aşkın yerli yatırımcının yarısının portföyü 10 bin TL’nin altında yoğunlaşıyor. İkinci en büyük yoğunlaşma ise 10-50 bin TL’lik hesap bakiyeli yatırımlarda. Toplam yatırımcıların yüzde 70’inin portföyü ise 50 bin TL’nin altında bulunuyor. 1 milyon TL ve üzerinde bakiyesi bulunan yatırımcı sayısı ise 125 bin 949 kişi ile toplam yatırımcıların sadece yaklaşık yüzde 3’ünü oluşturuyor.”[2]
Görüldüğü üzere borsaya yön veren, belirleyici olan yatırımcılar bu yüzde 3’lük dilimin içinde olan az sayıdaki büyük şirketlerdir. Bu süreçte büyük şirketler inanılmaz şekilde ceplerini doldurmuşlardır. Yaratılan manipülasyon ortamında çok sayıda şirket de “halka arz” yoluyla borsaya açılıp bu soygundan pay kapmaya çalışmaktadır. MKK verilerine göre yılın ilk 8 ayında 32 şirket halka arz olurken, halka arzlardan 42,86 milyar lira toplandı. Halka arz yoluyla borsaya açılan Astor Enerji en çok parsayı toplayan şirketlerden biri oldu. Şirketin borsadaki değeri öylesine büyüdü ki piyasa değeri, yıllardır enerji sektöründe yatırım yapan Sabancı Holdingin değerini dahi geçmiş oldu. Başka bir örnek olarak Söke Un’u verebiliriz. Ulusoy Un’u 180 milyon liraya satın alan Söke Un bu yılbaşında halka arz edilerek bunun karşılığında 2,9 milyar lira toplandı. Yani harcadığından tam 16 kat büyüklüğünde bir kazanç elde etti. Diğer bir örnek ise SASA Polyester A.Ş.’dir. 2022 yılında en çok değer kazanan şirketlerden biri olan SASA’nın piyasa değeri 20 milyar dolara fırladı.
Bu şirketlerin piyasa değerleri bu kadar artarken ortada bu değerle ilişkili ve orantılı bir üretim var mıdır? İşte sorun burada yatmaktadır. Normalde borsaya açılan şirketlerin hisselerinin gerçek değerlerini, o şirketin sermaye büyüklüğü ve yapısı, kârlılığı, cirosu ve diğer bir dizi veri belirler. 180 milyon değerle alınan bir şirketin bu kadar kısa sürede 2,9 milyar lira değere ulaşması normal değildir. Ya da başka bir örnek; 40 liraya alınan bir hisse senedinin fiyatı bir anda 200, 250 liraya sıçrayabilmekte, sonra 40 liranın da altına düşebilmektedir. Bu, ilk satan büyük yatırımcıların (yukarıda andığımız piyasayı yönlendiren %3’lük kesim) büyük para vurgunu yaptığı, geri kalanların ise sırf geç kaldıkları için varını yoğunu kaybettiği bir oyundur. O yüzden de emekçiler açısından borsaya para yatırmanın kumar oynamaktan hiçbir farkı yoktur.
Emekçilerin bu yola tevessül etmesi hiç kuşkusuz çıkışsızlığın, çaresizliğin bir sonucudur. Ekonomik durumun kendileri için her gün daha da kötüye gittiğini gören emekçi kitleler, haklarını örgütlü mücadele yoluyla almak bilincinden de bugün için uzak olduklarından, borsa, kripto para, bahis gibi şeylere yöneliyorlar. Çünkü burjuvazi sürekli yaptığı propagandayla onları “paradan para kazanmaya” davet etmekte, yani aslında tuzağa çekmektedir. SASA patronunun satın aldığı iki işyerinde sendikayı tasfiye etmesi ve buradaki işçilerin kurtuluşu SASA hisselerini satın almakta araması çarpıcı örneklerdir. Hatta bir işçinin ifadesi örgütsüzlüğün vahim boyutunu da ortaya koymaktadır: “Hisse alarak fabrikaya ortak oluyoruz. Eh artık hak istersek, grev yaparsak bizim kâğıtların da değeri düşer!”[3]
Paradan para kazanma meselesinin özü ise şudur: “Günümüzde büyük sermaye tehlikeli gördüğü bir alandan apar topar kaçıp daha kârlı addettiği bir başkasına atlarken, bir bütün olarak dünya piyasalarındaki oynaklığı ve istikrarsızlığı arttırmaktadır. İstikrarsızlık eğiliminin ortadan kalkmaması, tersine daha da ciddi boyutlara ulaşması, sanayide yatırım arzusunu baltalayan ve sermayeyi kısa dönemli, yüksek getirili para oyunlarına yönelten bir faktördür. Ancak, yaratılan toplam artı-değerde reel artış sağlanmadan paradan para kazanma hırsının bir kumardan başka bir şey olmadığı da açıktır. Dünya işçi sınıfının ürettiği toplam artı-değer kümesinin kâr, faiz veya rant biçimindeki paylaşımı için yürüyen çekişme muazzam bir spekülasyon kaynağı oluşturmaktadır. Para oyunları peşinde dünya borsalarında gezinen sıcak paralar temelinde ekonomiye dair rakamlar sanal olarak büyümektedir. Ne var ki, spekülasyonla şişen rakamlar er geç kendi gerçekliklerine dönerler.”[4]
Gelinen noktayı özetleyecek olursak kapitalizm tık nefes durumdadır. Bundan en çok emekçiler nasibini almaktadır. Tarihsel kriz toplumsal yaşamı ve insan ilişkilerini çürütmektedir. Örgütlü sınıf hareketinin zayıf olduğu koşullarda emekçiler de büyük bir çıkışsızlığın içinde sürüklenmektedir.
Sendikalı bir işyerinden sendikanın tasfiye edilmesi, işçilerin ise çözümü işverenin sattığı hisse senetlerinde araması sınıf mücadelesi açısından içler acısı bir durumdur. Bu acı tabloyu değiştirmek için sendikaların mücadeleci bir çizgiye çekilmesi şarttır. Sendikalar işçi sınıfının ekonomik, siyasal ve sosyal haklarını korumak için kurulan en temel mücadele araçlarından biridir. Ancak iktidarın yıllar içinde sendikaları etkisiz hale getirmesi, Hak-İş ve Türk-İş gibi sendikaların tamamen hükümetin payandası haline gelmesi sınıf mücadelesini felçleştirmiştir. Bugün sınıf mücadelesinin önündeki en büyük engellerden biri sendikal bürokrasidir. Sendikaların tepesine çöreklenmiş bu bürokrasi adeta iktidarın izdüşümü gibi hareket etmekte, en ufak bir mücadeleyi bile çeşitli yollarla engellemektedir. Kendine solcu diyen az sayıdaki bürokrat sendikacılar da göstermelik olsa bile işçileri alanlara taşıyamamakta, çoğunluğu işyeri temsilcilerinden oluşan dar kalabalıklara utanmadan nutuklar atabilmektedir. İşçilerin sadece sendikaya üye olmasını yeterli gören, işçilerin bilinçlenmesi için hiçbir çaba göstermeyen bu anlayışın bir sonucu olarak işçiler sendikalara dışsal bir varlık gibi bakmaktadır. Taban inisiyatifinin geliştiği, işçilerin kendilerini bir özne olarak gördüğü dönemlerde durum tam tersiydi. Kavel’den 15-16 Haziran’a, aylarca süren MESS grevlerine kadar pek çok mücadele bunun somut örnekleridir.
İşçi sınıfının sadece sendikal örgütlülüğünün değil mücadeleci bir çizgi doğrultusunda her düzeyde örgütlülüğünün geliştirilmesi şarttır. İşçileri umutsuz bireysel paçayı kurtarma çabaları yerine gerçek kurtuluş mücadelesine çekecek olan da, bu güçlü örgütlülük sayesinde yükselen sınıf bilinci olacaktır.
[4] Elif Çağlı, Çürüyen Kapitalizm, 29 Kasım 2007, marksist.net/node/1672
link: Hakan Sönmez, Borsa Tuzağı ve Emekçiler, 13 Aralık 2023, https://marksist.net/node/8145
Alevi Örgütlerinden Ortak Miting
Takiyeci Faşizme Aldanmayalım