Siyasi iktidarın hazırladığı sokak hayvanlarını itlaf etmeyi içeren yasa teklifi 17 Temmuzda Meclis Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonunda görüşülmeye başlandı. Vicdanlarını ve ruhlarını satılığa çıkarmış iktidar vekilleri, aldıkları talimat doğrultusunda görüşme sırasında söz hakkı almadılar. Çocukları köpek saldırısına uğramış ailelerle muhalefeti karşı karşıya getirdiler. 18 saat boyunca süren görüşmede muhalefet vekillerinin talebine rağmen yemek arası dışında mola verilmedi. İktidar bir an önce yasayı geçirmek için her şeyi yaptı ama yasanın yalnızca üç maddesi geçirilebildi. Sokak hayvanları yasası tartışılırken ekonomik saldırı paketleri de ilgili Meclis komisyonlarından sessiz sedasız geçti. Görüşmelere 22 ve 23 Temmuzda da gergin bir şekilde devam edildi. Bu kez de hayvan hakları savunucularının, avukatların görüşmeleri izlemesine engel olundu, hatta bu amaçla salon dışındaki ekran bile karartıldı.
Sokak hayvanları konusu, iktidar her sıkıştığında bir şekilde gündeme getirilen, kullanışlı bir gündem değiştirme, ayrıştırma ve kutuplaştırma aparatı oldu bugüne kadar. İhtiyaca binaen rejim medyasında aynı anda servis edilen sokak köpeği saldırısı haberleriyle, sözde uzmanlarla yapılan tartışma programlarıyla toplumun gündemi bir süre meşgul edilirken bu sırada emekçilerin esas gündemleri geri plana itildi. Sokak hayvanlarının toplatılması üzerinden yapılan tartışmalar köpürtüldü. Hayvanların insanlık dışı muamele görmesine, katledilmesine karşı çıkanlar, başta Erdoğan olmak üzere bizzat iktidar sözcüleri tarafından “elit” olmakla, “beyaz Türk” ya da “tuzu kuru” olmakla itham edildi. Daha da ileri giden troller sosyal medya üzerinden “itperest” gibi provokatif sıfatlar kullanarak gerilimi körükledi. Kimi “hayvanseverler” de sokak köpekleri sorununa akılcı bir çözüm bulunması gerektiğini, sokakta bu kadar çok sahipsiz köpek olmasının doğru olmadığını söyleyenleri “hayvan düşmanı” ilan etti. Karşılıklı keskin söylemlerin kutuplaşmayı daha da azdırdığı bu süreçlerde ne yazık ki sokak köpeklerine yönelik şiddet vakaları arttı, belediyeler tarafından toplatılarak ormanlık alanlara atıldılar, ölüme terk edildiler ya da zehirlendiler.
Ancak yıllardır devam eden ve artık neredeyse rutin haline gelen bu durum ilk kez hayvanların katledilmesi için yasa çıkarılması gibi caniyane bir düzeye taşındı. Mayıs ayında iktidarın sokak hayvanlarının katledilmesiyle ilgili bir yasa hazırlığı içinde olduğuna dair duyumlarla başlayan tartışmalar, nihayetinde yasa tasarısının Meclis komisyonuna getirilmesi ve oldubittiyle geçirilmek istenmesi noktasına geldi. Daha en başından belirtelim ki çıkarılmak istenilen yasa bir katliam yasasıdır. Rejimin yangından mal kaçırır gibi geçirmeye çalıştığı katliam yasasının hazırlanma biçimi, içeriği, zamanlaması, iktidar vekillerinin yasa görüşülürken aldığı tutum vb. rejimin faşist karakterine ayna tutmaktadır. İnsana, doğaya, hayvana düşman bu rejim, taleplere, uyarılara, çözüm önerilerine kulaklarını tıkayarak, her zamanki gibi oldubittiyle yasayı geçirmeye çalışmakta, daha doğrusu dayatmaktadır. Ne yasa hazırlanırken ne de görüşülürken ilgili STK’lardan, belediyelerden, veteriner hekimlerden görüş alınmıştır.
Karşımızda tek motivasyon kaynağı daha fazla zenginlik ve rant olan, zeytin ağaçlarını katletmekten, ormanları kesmekten, nehirleri kirletmekten zerre rahatsızlık duymayan bir rejim var. Ne orman yangınlarında ölen canlılar umurlarında, ne kediler, köpekler… Hatırlayalım, 2021’in yaz aylarında çıkan orman yangınlarında ölen yabani hayvanları canlıdan bile saymayan Erdoğan, tavuklar içinse “beyaz et” demişti. Nâzım Hikmet’in şiirinde dediği gibi “ümidin, akarsuyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı” iktidar sahipleri, şimdi de sokak hayvanlarının katledilmesini yasalaştırmak istiyorlar. Ancak ifadeyi yumuşatmak için itlaf yerine “ötanazi” kavramını kullanıyorlar. Oysa ötanazi, tıbben ağır ve umutsuz durumda olan bir kişinin yaşamının onun isteğiyle sona erdirilmesidir ve sanki durum buymuş gibi rejim bu kavramı muhalif kesimlerin bile diline pelesenk etmiş bulunuyor. Üstelik itlafı yoruma açık “şartlara” bağlayarak katliamın üzerini kapatmaya çalışıyorlar.
Örneğin yasa teklifinin ilk halinde katliam maddesinde “Bakımevine alınan hayvanlardan saldırgan olan, bulaşıcı veya tedavi edilemeyen hastalığı bulunan ya da sahiplenilmesi yasak olan hayvanlara yerel yönetimlerce ötanazi yapılır. Sahipsiz hayvan popülasyonunun; kamu güvenliği bakımından tehlike oluşturmasına veya hayvandan hayvana ya da hayvandan insana bulaşan hastalıkların görülmesine, su kaynaklarının, yaban hayatının ve biyolojik çeşitliliğin zarara uğramasına sebebiyet vermesi halinde” belediyelere “ötanazi” yetkisi tanınıyordu. Gelen tepkiler sonrası bu madde 22 Temmuzdaki komisyon görüşmesinde AKP’li vekillerin önergesiyle sözde değiştirildi. AKP’li ve MHP’li vekillerin oyuyla kabul edilen yeni katliam maddesi şöyle: “Bakımevine alınan köpeklerden insan ve hayvanların hayatı ve sağlığı için tehlike teşkil eden ve olumsuz davranışları kontrol edilemeyen, bulaşıcı veya tedavi edilemeyen hastalığı bulunan ya da sahiplenilmesi yasak olanlarına 11/6/2010 tarihli ve 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanununun 9’uncu maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen tedbir uygulanır.” Sonuçta ötanazi kelimesi kaldırılarak dolambaçlı olarak aynı kapıya çıkan veterinerlik kanununa atıfta bulunuluyor. Bu kanun hangi şartlarda veterinerlere hayvanlara “ötanazi” yapma yetkisi verildiğini düzenliyor. Kanunun üçüncü fıkrası ise şöyle: “Davranışları insan ve hayvanların hayatı ve sağlığı için tehlike teşkil eden ve olumsuz davranışları kontrol edilemeyen durumlarda, veteriner hekim tarafından ötenazi yapılmasına karar verilebilir. Ötenazi işlemi veteriner hekim tarafından veya veteriner hekim gözetiminde yapılır.” Sözün özü yoruma açık, çekiştirilebilir, dolayısıyla da katliama izin veren ifadeler olduğu gibi korunmuş oluyor. Bu insan aklıyla dalga geçmek değil de nedir? Mevcut hayvanları koruma yasasının varlığında bile sokak hayvanları toplanıp katledilirken, katliam yasasının çıkması halinde neler olabileceğini varın siz düşünün! Nitekim daha yasa çıkmadan kimi belediyelerin kısırlaştırma yapmayı bıraktığı, kimi semtlerde sokak köpeklerinin toplatıldığı ifade ediliyor.
Komisyona sokak köpeği saldırısına uğramış çocukların ailelerini getirerek, çocukların resimlerini taşıyarak ailelerin acılarını kullanmaktan çekinmeyen iktidar vekilleri ikiyüzlülüğün sınırlarını zorluyor. Bugüne kadar istismara uğrayan, katledilen çocukları zerre umursamayanlar, şimdi utanmadan “sokaklar çocuklarımız için güvenli değil” diyorlar. 2016-2023 yılları arasında 16 binden fazla işçi iş cinayetlerine kurban gitmişken işçi ölümlerini önlemek adına hiçbir adım atmayanlar, patronları denetlemeyenler, cezasız bırakanlar, ormanları, dereleri, dağları sermayeye peşkeş çekenler şimdi utanmadan “merkezinde insan, çevre ve hayvanları olan” bir yasayı getirdiklerini iddia ediyorlar. Toplumun hassasiyetlerini kullanarak kutuplaşmayı körükledikleri yetmezmiş gibi en savunmasız canlılara, sokak hayvanlarına karşı düşmanlık yaratarak şiddeti meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
Kuşkusuz sahipsiz hayvanların popülasyonunun kontrolsüz büyümesi bir sorundur. Yer yer sokak köpeklerinin saldırılarının olduğu da bir gerçektir. Özellikle kırsal bölgelerde, emekçi mahallelerinde, yoksul semtlerde gece ya da sabah erken saatlerde sokaklarda güvenle yürüme sorunu olduğu da doğrudur. Ancak bu tehdidin fazlasıyla abartıldığını da eklemek gerekir. Bu sorunlar yeni değildir ve bunların müsebbibi hayvanlar değil sorumluluğunu yerine getirmeyen iktidar sahipleri ve yerel yönetimlerdir. Bu sorunun bir boyutu insana dairse diğer boyutu sokak hayvanlarının, özellikle köpeklerin çöplüklerde, ormanlık alanlarda açlığa, susuzluğa mahkûm edildiği, şiddet gördüğü, istismara uğradığı, adı bakımevi olan ama koşulları ölüm evinden farksız olan barınaklarda acı çektiği, can çekiştiği gerçeğidir. Her iki boyutu da düşünüldüğünde bu sorunun çözülmesi gerektiği açıktır. Ancak toplumun çoğunluğu bu sorunun insani ve bilimsel yöntemlerle çözülmesini talep ediyor, katliamla değil. Nitekim Konda’nın Temmuz araştırmasına göre ankete katılanların yüzde 63’ü “devlet ve yerel yönetimler, uyutmak gibi sert yöntemler kullanmadan çözüm üretmeli” derken, yüzde 22’si sokak hayvanlarının sorun olduğunu düşünmüyor. Gerekli hallerde uyutulabileceklerini söyleyenlerin oranı ise yalnızca yüzde 15’tir.
Ne var ki rejim medyasında sanki toplumun çoğunluğunun sokak köpeklerinin toplatılarak itlaf edilmesi talebi varmış gibi haberler, programlar yapılıyor. Televizyonlarda köpek saldırısı haberleri yoğunlaşırken sosyal medyada her gün binlerce paylaşım yapılarak sorun köpürtülüyor. Keza kuduz vakalarının da arttığı söylenerek özellikle panik yaratılmaya çalışılıyor. Sokak kedilerinin tırmalaması, ısırması ya da köpek ısırması durumunda sağlık kuruluşlarına başvuranlar “temas” olarak kayda geçtiği halde, medyada buna özellikle “vaka” denilerek sanki yüzlerce kuduz vakası görülmüş gibi gerçekler çarpıtılıyor. Sağlık Bakanlığının verilerine göre son 10 yıldır kuduz vakası sayısı ortalamada yıllık 1 ilâ 2 adet civarındadır ve değişmemektedir.[1] Artış sağlık kuruluşlarına başvuran kişi sayısındadır. Türk Veteriner Hekimleri Birliği bu konuyla ilgili yaptığı açıklamada şunları söylüyor: “Ülkemizin kuduz açısından endemik bir bölgede bulunması, insanlarda farkındalığın gelişmesi ve aynı zamanda hayvanlara karşı şiddet dilinin giderek artması hayvanlar tarafından ısırılmış her olgunun kuduz yönünden şüpheli ısırık olarak kabul edilmesine neden olmaktadır. Kuduza karşı yıllardır düzenli olarak aşılanan ve evde beslenen hayvan tarafından ısırılan ya da oyun sırasında küçük sıyrıklar oluşanlar da dâhil tüm olgularda, bilgi kirliliği ve toplumda son zamanlarda oluşan hassasiyet nedeniyle kuduz aşısı olmak için sağlık kuruluşlarına başvuranların sayısı artmaktadır.”[2] Medya bunu söylemediği gibi Türkiye’de tek aşı üretim yeri olan Hıfzıssıhha Enstitüsünün 2011’de kapatıldığını, bu nedenle kuduz dâhil pek çok aşının ithalata bağlı hale geldiğini, geçtiğimiz yıllarda hastanelerde aşı bulunamadığını da hiç dile getirmiyor.
Diğer taraftan yasada yalnızca saldırgan ve hastalıklı olanların “uyutulacağı” söylenerek algı operasyonu yapılıyor. Çıkarılmak istenen yasanın toplu hayvan katliamlarına izin veren maddeler içerdiği gizleniyor. Aslında siyasi iktidar her zamanki manipülasyon yöntemini kullanıyor. Sorunu ortaya koyuyor ama nedenlerini çarpıtarak gerçekten çözmek yerine kendi çıkarına gelen “çözümü” dayatıyor, kelime oyunlarıyla, muğlak ifadelerle toplumu yanıltıyor. Mesela işçilerin önemli bir kısmının kıdem tazminatı alamadığını söyleyerek kıdem tazminatını ortadan kaldırmak istemesiyle sokak köpeklerinin sorun olduğunu söyleyerek onları ortadan kaldırmak istemesi arasında yöntemsel olarak özde hiçbir fark yok. Keza gerçek çözümü dile getirenleri susturuyor, hatta rezil bir demagojiyle kriminalize ediyor, farklı kesimleri suçlayarak kutuplaşma yaratıyor. Komisyon görüşmelerinde AKP’li vekillerin DEM Partililere “çocukların dağlarda ölmesine ses çıkarmayıp burada köpekleri savunuyorsunuz” diyerek sataşması en tipik örneklerden biridir. Bir diğer örnekse 2021’de 4 yaşında bir kız çocuğunun pitbull cinsi köpeklerin saldırısına uğramasının ardından Erdoğan hem belediyelerden sokak köpeklerinin toplatılmasını istemişti hem de “Beyaz Türkler, hayvanlarınıza sahip çıkın” demişti.
Erdoğan’ın 29 Mayısta yaptığı konuşma da rejimin yönteminin tipik örneklerinden biridir. Şöyle demişti Erdoğan: “2004 yılında Hayvanları Koruma Kanununu biz çıkardık. Sahipsiz köpek sayısını «yakala-kısırlaştır» metoduyla çözmek istedik ama bu bir çözüm olmadı. Veriler bu metodun dünyanın diğer ülkelerinde de sahipsiz hayvan nüfusunu azaltmadığını gösteriyor. Şu anda bizim artık bu sorunu köklü şekilde bir çözüme kavuşturmamız şart. Bu meseleyi çözmüş ülke örneklerini inceliyoruz, tüm taraflarla istişare halindeyiz.” Bu cümlelerin tamamı yanıltıcı ifadelerle doludur. Birincisi “yakala-kısırlaştır” metodu Türkiye’nin hiçbir yerinde doğru düzgün uygulanmadığı için çözüm olmamıştır. İkincisi Erdoğan’ın hangi verilerden söz ettiği belli değildir. 2004 yılında AB uyum yasaları çerçevesinde çıkarılan yasa zaten Avrupa ülkelerinden alınan görüşler ve veriler üzerinden hazırlanmıştı. Üçüncüsü bu metodun başarıya ulaştığı örnekler mevcuttur, itlafın başarılı olduğu örnek ise yoktur. Hollanda “Topla, Kısırlaştır, Aşıla ve Aldığın Yere Bırak” yöntemiyle sokak hayvanı sorununu çözen ülkelerden biridir. Dünya Sağlık Örgütü de çözüm olarak kısırlaştırmayı, insanların eğitilmesini, hayvanlarla sahiplerinin kayıt altına alınmasını ve hayvanlarını sokağa bırakanların cezalandırılmasını önermektedir. Tüm taraflarla istişare edildiği de doğru değildir, yukarıda da belirttiğimiz gibi konunun uzmanları, veteriner hekimler, STK’lar, belediyeler sürecin dışında tutulmuştur. Hatta 2019 yılında TBMM Hayvan Hakları Araştırma Komisyonunun hazırladığı rapor bile dikkate alınmamıştır.
Etkin bir kısırlaştırmayla birlikte hayvan üretiminin ve satışının yasaklanması ve evcil hayvanların sokağa bırakılmasının engellenmesi sokaktaki hayvan popülasyonunu düşürmenin en etkili ve insani yoludur. Üstelik bütün uzmanlar aşılanmış, kısırlaştırılmış, insana alışkın, uysal olan köpeklere ulaşmak daha kolay olacağı için ilk olarak onların sokaklardan toplanacağını, saldırgan, rehabilite edilmemiş köpeklerin ise onlardan boşalan yerleri dolduracağını ve sorunun daha fazla büyüyeceğini söylüyorlar. Tüm eksiklerine rağmen 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu gerçek anlamda uygulanmış olsaydı, 20 yıl içinde kontrolden çıkan sokak köpeği popülasyonunun büyük oranda azalmış olacağını belirtiyorlar. Söz konusu yasada “sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların en hızlı şekilde yerel yönetimlerce kurulan veya izin verilen hayvan bakımevlerine götürülmesi” ve “müşahede yerlerinde kısırlaştırılan, aşılanan ve rehabilite edilen hayvanların kaydedildikten sonra öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları” zorunlu tutuluyordu. Ayrıca nüfusu 25 binden fazla olan tüm belediyelere bakımevi kurulması zorunluluğu getirilmişti.
Geçen 20 yıl boyunca ne AKP’li yıllarda ne de faşist rejim altında belediyelere ve il özel idarelerine sokak hayvanları için yeterli bütçe verilmediği gibi belediyeler de bütçe ayırmaya yanaşmadılar. Diğer taraftan kanunun hayata geçirilmesini destekleyecek yasal düzenlemeler de yapılmadı. Mesela Veteriner İşleri Müdürlüğü kurulması il belediyelerinde zorunlu tutulurken büyükşehir, ilçe ve belde belediyelerinde isteğe bağlı bırakıldı. AKP’li Abdullah Güler, düzenlediği basın toplantısında katliam yasasını gerekçelendirirken son 20 yılda 2,5 milyona yakın sahipsiz köpeğin kısırlaştırıldığını söylüyordu. Ancak TBMM Hayvan Hakları Araştırma Komisyonunun 2019’da yayımladığı raporda yasanın çıkarılmasından o güne kadar geçen 15 yıllık sürede kısırlaştırılan hayvan sayısının yalnızca 1 milyon 288 bin 260 olduğu belirtiliyor. Güler’in iddia ettiği rakama ulaşabilmek için 2019’tan bu yana geçen yaklaşık 5 yıllık süreçte 15 yılda yapılan kadar kısırlaştırma yapmak gerekirdi ki bu mümkün olmadığı gibi, karşı karşıya olduğumuz tablo da böyle bir şeyin yapılmadığının somut kanıtıdır. Nitekim Tarım ve Orman Bakanı yaptığı paylaşımda son beş yılda belediyelerin yalnızca 260 bin kısırlaştırma yaptığını itiraf etmiştir. Bugün 1300’den fazla belediyeden yalnızca 250-300 kadarının hayvan bakımevlerini kurduğu belirtilmektedir. Bunların büyük bir kısmının koşulları sağlıksız, personel sayısı yetersizdir. Belediyeler görevlerini yerine getirmemiş, denetlenmemiş, yaptırım uygulanmamıştır.
Bütün bunlar yıllardır bilindiği ve hiçbir şey yapılmadığı halde şimdi getirilecek yasayla sokak hayvanlarını katletmeyen belediye yöneticilerine hapis cezası verileceği söyleniyor. Karşımızda öyle hesapçı ve kindar bir rejim var ki, bu maddenin yasaya eklenmesinde bu yılki yerel seçimlerde belediyelerin çoğunluğunun muhalefete geçmesinin etkisi olabileceğini düşündürtüyor. Diğer taraftan belediyelere 2028’e kadar barınak açmaları için süre tanınıyor. Ama bu süre zarfında toplanan köpeklerin nerede tutulacağı belirsiz. Yasanın geçmesi halinde barınakların inşası, köpeklerin toplatılması ve hatta ötanazi adı altında katledilmeleri işinin ihale yoluyla şirketlere verilmesi söz konusu olacaktır. Keza hayvanları öldürecek ilaçların temin edilmesi de şirketler için kârlı bir alan olacaktır. Yani hayvanların canı üzerinden sermayenin iştahını kabartan yeni bir rant kapısı söz konusudur. Nitekim yandaş medyanın örnek olarak göstermeyi pek sevdiği Romanya’da yaşananlar ne olabileceğine dair fikir vermektedir. 2013 yılında köpeklerin itlaf edilmesi yasasını onaylayan Romanya’da 11 yıl sonra durumun ne olduğunu hayvan hakları savunucusu ve gönüllü barınak çalışanı Mihai Gavril şöyle özetlemiş: “Köpek toplayan firmalar ortaya çıktı, belediyeler onlarla sözleşme imzalamaya başladı. Ancak bazen bu köpek toplayanlar köpekleri çoğaltıp serbest bırakıyorlar. Çünkü bu insanlar sokakta köpek olmazsa işsiz kalır. Dolayısıyla sistem, acımasız girişimcilerin hayvanları istismar edip kâr elde ettiği, devletin parasını israf ettiği ve başkanların yararlandığı deliklerle dolu.”[3]
Veterinerler, konunun uzmanları, etkin kısırlaştırmanın yanında üretim çiftliklerinin kapatılması, merdiven altı hayvan üretiminin ve internet üzerinden satışının engellenmesi gerektiğine dikkat çekiyorlar. Bunlar yapılmadığı takdirde hayvanları kitlesel öldürmenin insani olmaması bir yana popülasyon artışının önüne geçemeyeceğini belirtiyorlar. Ne var ki sözde çözüm olarak getirilen yasa teklifinde hayvanların üretimi ve satışı ile ilgili tek bir madde bile yer almıyor. 2021’de petshoplarda kedi ve köpeklerin satışı yasaklanmıştı ama internet üzerinden satış devam ediyor.
Kaldı ki itlaf yöntemi bu topraklarda da defalarca denenmiş ama toplum vicdanını yaraladığı gibi hiçbir şekilde çözüm olmamıştır. Bunlardan en büyüğü olan “Hayırsızada katliamı” tarihe kara bir leke olarak geçmiştir. 1910 yılında dönemin İttihat ve Terakki iktidarı, “Batılılaşma” sevdasıyla ve eski rejime karşı kendi iktidarını pekiştirmek amacıyla İstanbul sokaklarını köpeklerden “temizlemek” için harekete geçmiş, 80 bin civarında köpeği toplatarak Sivriada’ya (katliamdan sonra halk arasında Hayırsızada olarak anılmaya başlanır) “sürgün” etmiştir. Tek bir ağacın dahi olmadığı bu küçücük adaya götürülen on binlerce köpek burada aç susuz bırakılmış, ölüme terk edilmiştir. Açlıktan birbirini yiyen, acı içinde kıvranan köpeklerin ulumaları ve rüzgârın taşıdığı leş kokuları aylarca İstanbul kıyılarından duyulmuştur. İstanbul halkında derin bir sarsıntıya yol açan bu katliamın ardından da sokak köpekleri pek çok kez toplatılarak itlaf edilmiş, zehirlenmiştir. Ancak bu yöntemler hiçbir şekilde sorunu çözmemiştir.
Bugün dünyanın her yerinde şu ya da bu düzeyde hayvan katliamları yapıldığı da bir gerçektir.[4] ABD’de her yıl 3-4 milyon kedi ve köpek barınaklarda öldürülüyor. Belçika’da her yıl sokakta yaşayan kedilerin 1/3’ü, Fransa’da barınaklardaki kedilerin %80’i öldürülüyor. Ukrayna’da Euro 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası öncesinde on binlerce köpek yakılarak öldürülmüştü. Rusya’da Soçi’deki 2014 Kış Olimpiyatları öncesinde binlerce sokak köpeği ve kedisi katledilmişti. Azerbaycan’da da 2012 Bakü Eurovision Şarkı Yarışması ile 2015 Avrupa Olimpiyatları öncesinde binlerce sokak köpeği katledilmiş, bazıları diri diri yakılmıştı. Bunlar sayısız katliamdan sadece birkaçı. Örnek gösterilen Avrupa ülkelerinde ise 1800’lerden 1900’lere dek neredeyse 70-80 yıl boyunca sistematik olarak sokak hayvanları katledilmiştir. Ne var ki sokak kedilerinin ve köpeklerinin tümüyle ortadan kaldırılmasının kemirgenlerin ve çeşitli haşerelerin popülasyonlarında patlamalara yol açtığı, bununsa pek çok salgın hastalığa ortam hazırladığı tarihsel örneklerden de bilinen bir gerçektir.
Bugün Türkiye’de karşımıza bir katliam yasasıyla dikilen faşist rejimin gerçek niyetini teşhir etmek, insanlık dışı itlafa karşı çıkmak, insani ve bilimsel yöntemlerin kullanılmasını talep etmek ilk elden yapılması gerekendir. Meseleye siyasi ve ekonomik rant ve çıkar odaklı bakmayan bir yaklaşımla, hayvanları katletmeden, işkence etmeden sokak hayvanları sorununu çözmenin pekâlâ mümkün olduğunu görmek gerekir. Teknolojinin olanaklarından yararlanarak ve çözüme katkıda bulunabilecek veterinerler dâhil çok sayıda gönüllünün varlığıyla yeterli bütçe ayrıldığında ve merkezi bir kontrol ve denetim söz konusu olduğunda bu sorun çok hızlı bir şekilde çözülebilir. Ama insana değer vermeyenin hayvana değer vermesini, insanın yaşam hakkını tanımayanın hayvanın yaşam hakkını tanımasını bekleyebilir miyiz? Zaten mesele şu ki rejimin sokak hayvanları sorununu gerçekten çözmek gibi bir niyeti yoktur. Bütün bunlar, yalnızca insanlığın değil bir bütün olarak doğanın, canlıların, kedilerin, köpeklerin kurtuluşunun da ancak kapitalizmi yıkmakla mümkün olduğunu göstermektedir.
[4] Linkteki haritada ülkelerin sahipsiz köpek ve kedi sayısı ile itlaf edilen hayvan sayısı istatistikleri yer alıyor:
https://www.google.com/maps/d/viewer?ll=50.07137865911512%2C59.878744218...
link: Demet Yalçın, Sokak Hayvanları Sorunu Katliam Yaparak Çözülemez, 23 Temmuz 2024, https://marksist.net/node/8318
Trump’a Suikast Girişiminin Gösterdikleri
Tutum