Tam otomasyon veya robotlaşma tartışmaları yeni değil. Ancak teknolojik gelişmelerle birlikte bazı işlerin çok az sayıda işçi ile yapılabilmesi veya doğrudan makinelere, robotlara, bilgisayarlara yaptırılabilmesi bu tartışmaları her geçen gün daha da alevlendiriyor. Her zaman ilgi çeken bu konuya ilişkin tartışmalar 2016 yılında Davos zirvesinde yapılan “Sanayi 4.0” toplantıları ile level atladı diyebiliriz. Yakın gelecekte üretimin tamamen robotlarla yapılacağı iddia ediliyor. “Robotlar hangi sektörleri ele geçirecek?”, “Hangi meslekler sona erecek?” konulu haberler son yıllarda giderek artan ölçüde burjuva medyanın popüler başlıklarını oluşturuyor. Bu haberlere göre haberleri gazeteciler yerine yapay zekâ ile geliştirilmiş bilgisayarlar, ameliyatları doktorlar yerine robotlar yapacak, taksi şoförlerine gerek kalmayacak vb. Sürücüsüz otomobillerin test sürüşlerinin gerçekleştirilmesi, üretimin %90’ının robotlarla yapıldığı test fabrikalarının kurulması, sürülerin güdülmesinde çoban köpeği yerine robotik köpek kullanılması, bazı ameliyatlara operatör doktorlar yerine robotların girmesi gibi teknolojik deneyler ve çalışmalar kapitalizm altında tam otomasyonun gerçekleşebileceği yanılsamasını güçlendiriyor. Hele ki son haftalarda koronavirüs ile birlikte robotlaşma sürecinin hızlanacağını ve beklenenden daha kısa sürede tam otomasyona geçileceğini iddia edenlerin sesi daha çok duyuluyor. Ayrıca, şimdilerde ABD ve Avrupa’da yurtdışına giden sermayenin geri çağrılması tartışılıyor. “Sanayi 4.0”ın yüksek işgücü maliyetlerini sermaye için sorun olmaktan çıkaracağı ve böylece sermayenin işgücü maliyetlerinin düşük olduğu ülkelere kaydırılmasına gerek kalmayacağı iddia ediliyor.
“Sanayi 4.0” ile güncellenen ve çeşitli vesilelerle alevlenen “robotlaşma” tartışmaları bizim açımızdan teknik bir meselenin ötesindedir. Zira teknik olarak birçok sektörde daha fazla makine, bilgisayar ve/veya robot kullanarak üretim sürecinde insanın daha az rol alması mümkündür. Bilim ve teknoloji teknik olarak bunu mümkün hale getirmiştir. Üstelik üretici güçlerin gelişiminin önündeki özel mülkiyet engeli kaldırıldığında bugünün muhayyilesinin ötesinde bir teknolojik ilerlemenin söz konusu olacağı da gün gibi açıktır. Bu yüzden bizim açımızdan konunun toplumsal, ekonomik, politik ve ideolojik yönleri asıl tartışma alanlarını oluşturmaktadır.
“Sanayi 4.0” sermayenin derdine deva olabilir mi?
“«Sanayi 4.0» ya da «dördüncü sanayi devrimi» nitelemesi, kapitalizmin 18. yüzyıldan bu yana geçirdiği sınai gelişim evrelerinde yeni bir aşamaya atfen kullanılıyor. 18. yüzyılda üretimde su ve buhar gücüne dayalı makineleşmeye geçişe «birinci sanayi devrimi» deniyor. 19. yüzyılın sonundan itibaren elektrik enerjisine dayalı üretime geçiş “ikinci sanayi devrimi” olarak adlandırılıyor. 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren elektronik ve enformasyon teknolojisine dayanan üretim «üçüncü sanayi devrimi» olarak anılıyor. Üçüncünün üzerinde yükselerek yeni bir aşamaya işaret ettiği söylenen «Sanayi 4.0» ise internet, «bulut» teknolojisi, robot kullanımı, yapay zekâ, üç boyutlu baskı, otonom (sürücüsüz) taşıma araçları, birbirleriyle iletişim halindeki makineler, nanoteknoloji, biyoteknoloji gibi gelişmelere dayanan yeni bir teknolojik devrim olarak niteleniyor.”[1]
İşte “Sanayi 4.0” savunucuları bu teknolojik devrim sayesinde üretimin tam otomasyonla yapıldığı bir kapitalizm hayal ediyorlar. Böyle bir kapitalizmin neden mümkün olmadığını ele alacağız. Fakat en başta söylemek gerekir ki “robotlaşma” tartışmalarının günümüz dünyasında sıklaşması ve “Sanayi 4.0” şeklinde kavramsallaştırılması tesadüf veya zamansız değildir. “Robotlaşma” yüz yıl önce ancak bilim-kurgu romanlarında fantastik bir olgu olarak kendine yer bulabilirken, teknolojik gelişmeler ve buna eşlik eden propaganda ile birlikte bugün kapitalizm altında insansız üretim yapılabileceği düşüncesi çok daha fazla alıcı bulmaya başlamıştır. Bunun temel sebebi kapitalizmin içine girdiği krizden çıkış yolu bulma çabasından başka bir şey değildir.
2020 yılı kapitalizmin tarihsel krizinde önemli bir dönemeç noktası olmuştur. Kapitalizm içinde bulunduğu tarihsel krizden ötürü eşi görülmemiş bir durum yaratmış bulunuyor. Koronavirüs salgını gerekçesiyle alınan “tedbirler” yüzünden dünyanın dört bir yanında distopik manzaralara şahitlik ettik, etmekteyiz. Büyük Buhran’dan bu yana en büyük krizle karşı karşıya olduklarını açıklayan IMF, dünya ekonomisinin bu sene %3’ten daha fazla küçüleceğini tahmin ediyor. Oysa, IMF’nin daha önceki 2020 tahmini dünya ekonomisinin %3,3 büyüyeceği şeklindeydi. 2008 krizinde dünya ekonomisinin %1 oranında küçüldüğü düşünülecek olursa şu andaki krizin boyutu daha iyi anlaşılacaktır. Ülkeler bazında ise gelişkin ekonomilerin küçülme oranlarının daha büyük olacağı öngörülüyor. IMF’nin tahminlerine göre ileri ülkelerin ekonomisi ortalama %6,1 küçülecek.
Krizlerin mayalanmasında kâr oranlarının düşüş eğiliminin önemli bir rolü vardır. Kapitalistler düşen kâr oranlarını yükseltebilmek için yeni arayışlar içerisindeler. Akıllı fabrikalarla üretimdeki her bir veriyi toplayıp çok daha iyi analiz etmeyi ve “daha verimli iş modellerinin” ortaya çıkmasını umuyorlar. “Sanayi 4.0”ın avantajları olarak şunlar sıralanıyor: Üretim sisteminin izlenmesinin ve arıza teşhisinin kolaylaştırılması; üretim bileşenlerinin öz farkındalık kazanması; üretimin çevre dostu ve kaynak tasarrufu davranışlarıyla sürdürülebilir olması; daha yüksek verimliliğin sağlanması; üretimde esnekliğin arttırılması; maliyetin azaltılması; yeni hizmet ve iş modellerinin geliştirilmesi. “Sanayi 4.0” ile ulaşılacak teknolojik düzey ile fabrikalarda işçiye ihtiyaç duyulmayacağı için hem üretimi öznel koşullardan kurtaracaklarını hem de böylece işgücü maliyetlerinin bir sorun olmaktan çıkacağını iddia ediyor burjuvazinin ideologları. Ancak bu sav, kapitalizmin doğasına aykırıdır, saçmadır. Çünkü, kapitalistlerin peşinde oldukları kârın kaynağı, artı-değeri yaratan canlı emek sömürüsünden başka bir şey değildir.
“Makinenin kendisi, yani ölü emek artı-değer yaratmaz, fakat canlı emeğin daha fazla artı-değer yaratmasını mümkün kılar. Marx, iş araçlarının makine biçimine girmekle, işçiden bağımsız hareket eden ve çalışan otomatik nesneler halini aldığını ve böylece kapitalist üretim sürecine insan tabiatının koyduğu doğal engelleri en aza indirecek muazzam olanaklar sağladığını belirtir.
“Çok daha az sayıda işçiyle daha büyük ölçekte üretimi sürdürmeyi mümkün kılan muazzam teknolojik gelişme, sermayenin gücüne ilişkin bir yanılsamanın giderek daha geniş boyutlarda üretilmesine de neden olmaktadır. Bu yanılsama, üretken emeğin gücünün sermayenin bir niteliği gibi algılanmasından kaynaklanır. Canlı emeğin özelliği, yeni bir değer yaratırken geçmiş değeri, yani ölü emeği de ona aktarmaktır. Böylece canlı emek, durmadan artan bir sermaye değerini sürekli yenilenen bir şekil içinde korur ve ebedileştirir.”[2]
Elif Çağlı’nın devamında Marx’tan aktardığı gibi, “Emeğin bu doğal gücü, sanki, kendisiyle kaynaştığı sermayenin bir niteliği ve özelliği imiş gibi görünür; tıpkı, toplumsal emeğin üretken gücünün, sermayeye özgü nitelikler görünüşüne bürünmesi, ve gene tıpkı kapitalistlerin artı-emeğe durmadan el koymalarının, sermayenin devamlı olarak kendi kendisini genişletmesi şeklinde görünmesi gibi”.[3]
Bundan dolayı, kimileri teknoloji sayesinde kapitalizmin işçi sınıfı olmadan da var olabileceği gibi bir saçmalığı ortaya atabiliyor. Kimileri ise teknolojik gelişmelerle birlikte tüm insanlığı refaha ulaştırabilecek bir kapitalizmin mümkün olduğu yanılsamasını besleyebiliyor.
“…Oysa Marx yıllar önce bu sorunu nasıl da güzel aydınlatmıştır: «Makine yüzünden tüm ücretli-işçiler sınıfı ortadan kalkacak olsaydı, ücretli emek olmadıkça, sermaye olmaktan çıkan sermaye için bu ne korkunç bir şey olurdu!» Kapitalizmin olmazsa olmaz koşulu artı-değer üretimi olduğuna ve bunun kaynağı da canlı emek sömürüsüne dayandığına göre, salt robot kullanımı, artık değişim değeri değil kullanım değeri üretilen yeni bir sistem anlamına gelir. Bu da zaten kapitalizmin inkârı demektir.”[4]
Üretimde salt robot kullanımı veya “işçisiz kapitalizm” kapitalizmin inkârı anlamına gelse de, kapitalistler bilim ve teknolojiyi bu doğrultuda geliştirmek zorundadırlar. Çünkü rekabet savaşı içerisinde ürün maliyetini düşürmek için daha fazla makineleşmek zorundadırlar. Ne var ki, kapitalizm gibi çelişkili bir sistemde makineleşmenin bilim ve teknolojinin gelişmişliği dışında sınırları vardır:
“Salt teknik açıdan düşünüldüğünde bu ilerleyişin mutlak anlamda sınırları olmasa da, uzun dönemde kapitalist üretimin niteliğiyle giderek bağdaşmayan bir karakteri vardır. Üretim sürecinde mekanizasyonun yoğunlaşması, canlı emeğin ölü emek karşısında gerilemesi demektir. Bu durum üretici güçlerin gelişmesi bakımından bir ilerleme anlamına gelse de, kapitalist işleyişte sermayenin organik bileşimini yükselterek kâr oranlarını düşürür. Ayrıca, yeni teknik buluşlarla çalışma saatlerini en asgari düzeylere çekme olanağı, artı-değer üretme sürecinin özsel niteliğiyle çelişir. Birincisi, makineler artı-değer yaratmaz ve dolayısıyla robotların işçi sınıfının yerini aldığı bir kapitalizm düşünülemez. İkincisi, kapitalizm altında çalışma saatlerinin düşürülmesine rağmen artı-değer üretimini yükseltmek mümkün görünüyorsa da, bunun da tarihsel bir sınırı vardır. Çünkü işçi sınıfının düşen çalışma saatlerine karşın aynı ölçekte yükseltilemeyen toplumsal satın alma gücü, bu kez de yaratılan artı-değerin gerçekleşme sorununu çok daha büyük bir ölçekte gündeme getirecektir. Sermayenin kendini artan biçimde değerlendirebilmesi yalnızca daha çok canlı emeği sömürebilmesine değil, üretim sürecinde el konan artı-değeri piyasada kâra dönüştürebilmesine de bağlıdır. İşte bu nedenle üretici güçlerdeki gelişme giderek çok daha şiddetli biçimde kapitalist üretim tarzının öz niteliğiyle bağdaşmaz hale gelmektedir.”[5]
Kapitalizmde makineleşme işçiye ne getirir?
Adına ister şimdiki gibi “Sanayi 4.0” denilsin isterse başka bir şey, kapitalizmin kaçınılmaz bir olgusu olan makineleşme eğilimi gerek işçi sınıfı açısından gerekse kapitalizmin kendisini yadsıması bakımından çeşitli sonuçlar üretir. Üretim sürecindeki değişikliklerin dünden bugüne tarihi, kapitalistlerin planladıkları müstakbel değişiklikler hakkında yeterince fikir verecektir. Biz burada konumuz bağlamında Marx’ın tespitlerine ve aktarımlarına değineceğiz ama ayrıntılı bir okuma için Elif Çağlı’nın Marx’ın Kapital’ini Okumak çalışmasına başvurmak yararlı olacaktır.
Sanayi devriminin üretimde yarattığı değişiklikleri incelerken Marx, daha baştan, mekanik buluşların insanın günlük yükünü hafifletme potansiyeline sahip olduğunu ama kapitalizmde makine kullanımının, insanın günlük yükünü hafifletmek gibi bir amaç taşımadığını söyler. Çünkü, kapitalistin amacı, işçinin iş yükünü hafifletmek değil, işçinin sırtından daha fazla artı-değer üretmektir. Nitekim sanayi devrimi ile birlikte gelişen makinelerle daha öncesine nazaran daha az sayıda işçi ile çok daha fazla meta üretimi elde etmenin olanakları doğmuştu. İş makinesi insanın doğal sınırlarından kaynaklanan sınırları ortadan kaldırıyordu. “«İnsanın aynı zamanda kullanabildiği emek araçlarının sayısı, onun doğal üretim araçlarının, yani kendi vücudunun organlarının sayısı ile sınırlıdır.» Buna karşılık iş makinesinin aynı anda işlettiği aletlerin sayısı, işçinin elle alet kullanmasının dayattığı organik sınırdan kurtulmayı sağlamıştır. Örneğin Jenny (iplik makinesi) doğduğunda bile 12-18 iğle iplik eğiriyor, çorap örme tezgâhı aynı anda birkaç bin iğne ile çalışıyordu.”[6]
Üretimin toplumun ihtiyaçları esas alınarak gerçekleştirildiği bir sistemde üretici güçlerdeki gelişimin toplumun tüm bireyleri için olumlu sonuçları olur; temel ihtiyaçların çok daha az emekle karşılanması ve kültürel, sosyal gelişim için daha fazla serbest zaman kalması söz konusu olurdu. Ancak üretici güçlerin sermayenin emrinde olduğu kapitalizmde üretim sürecinin devrim niteliğindeki bu değişiminin sermaye birikimi açısından olumlu sonuçlarına karşın, toplumun çoğunluğunu oluşturan emekçi sınıflar için nasıl yıkıcı sonuçları olduğunu Marx çarpıcı bir şekilde ortaya koyar. Marx, Kapital’de sanayi devrimi ile birlikte gelişen makineleşmenin işçi üzerindeki genel etkilerini üç başlık altında toplar. Birincisi, adale gücünün vazgeçilmezliği ortadan kalktığı ölçüde kadın ve çocuk emeğinin sermayenin hizmetine koşulması; ikincisi işgünün uzatılması ve son olarak da çalışmanın yoğunlaşmasıdır. Yani meta üretimi için gerekli süreyi kısaltan sanayi devrimi, bununla tezat bir şekilde işçi sınıfının daha geniş kesimlerinin daha uzun saatler ve daha yoğun bir şekilde sömürülmesine yol açmıştır.
“Birinci” sanayi devriminin ardından sermayenin gittikçe artan ölçüde kadın ve çocuk emeği kullanmaya başlaması, kadınların ve çocukların hem fiziksel hem de manevi olarak yıkımına yol açmıştır: “Makinelerin fabrikalarda ve bütün sanayi kollarında sermayenin sömürüsüne tabi kıldığı kadın işçilerin, çocuklarla gençlerin uğradıkları fiziksel bozukluklar ve işçi çocukları arasında hayatlarının ilk yıllarında görülen korkunç yükseklikteki ölüm oranı çarpıcıdır. 1861 yılında yapılan resmî bir sağlık araştırmasının ortaya koyduğuna göre, ölüm oranlarının yüksek olmasının başlıca nedeni, annelerin dışarıda çalışmaları ve bunun neticesinde çocukların yetersiz ve afyonlu mamalar gibi uygun olmayan gıdalarla beslenmeye maruz kalmalarıdır. Ayrıca dönemin vahşi çalışma koşulları anneleri de çürüterek çocuklarına yabancılaştırmış ve bunun sonucunda çocukları bilerek aç bırakma ve zehirleme vakalarının sayısı artmıştır.”[7]
Sanayi devriminin işçi sınıfı üzerindeki ikinci olumsuz etkisi işgününün kapitalist tarafından uzatılmasıdır. Çünkü sermayenin bitmek bilmez bir artı-değer iştahı vardır ve tabiri caizse günün bir saniyesinin bile artı-değer üretmeden boşa geçirilmesine izin vermek istemez. “Kapitalist, yatırım yaptığı makinesi henüz manevi aşınmaya uğramadan ondan istediği verimi elde etmeye bakar. Bu yüzden de kapitalistin işgününü uzatarak, makinesi sayesinde işçiden daha çok artı-değer sızdırma güdüsü, makinenin ömrünün ilk döneminde kendini en şiddetli biçimde hissettirir. Diyelim diğer bütün koşullar aynı kalmak üzere ve işgünü uzatılmadan, sömürülen işçilerin sayısı iki katına çıkartılsın. Böyle bir durumda üretim artsa da değişmeyen sermayenin iki katına çıkartılması gerekirdi. Fakat bu durumdan farklı olarak, bu kez makinelere ve binalara yatırılan sermaye değişmeden kalırken şayet işgünü uzatılacak olsa üretimin hacminde yine bir büyüme olurdu. Açıktır ki, işgünü uzatıldığında artı-değer artmakla kalmaz, aynı zamanda bunun elde edilmesi için gereken harcamalar da azalır.”[8]
Kapitalist makineleşmenin en önemli sonuçlarından biri de büyük bir işsiz nüfusu yaratmasıdır: “…makinenin kapitalist biçimde kullanımı, bir yandan işgününün ölçüsüz bir biçimde uzatılması için güçlü yeni dürtüler yaratır. Diğer yandan, kısmen işçi sınıfının daha önce el atamadığı katmanlarını sermayenin hizmetine sunarak, kısmen de makineyle yerlerinden edilen işçilerin açıkta kalmalarına yol açarak sermayenin yasasına boyun eğmek zorunda bulunan bir artı-işçi nüfusu meydana getirir.”[9]
Makineleşmenin diğer önemli sonucu çalışmanın yoğunlaşması olmuştur. Çünkü, kapitalistin işgününü uzatması işçilerin başkaldırısı ve ardından gelen yasal işgünü engeline takılmıştır. “Marx işgününün kısalması neticesinde ulaşılan bu sonuçla birlikte makinenin rolünü açıklar: «İlk önce emeğin harcanma yoğunluğunu artırmanın öznel koşulunu, yani işçinin belli bir zaman aralığında daha fazla güç harcama yeteneğini yaratan işgünü kısalması, yasaya dayanan bir zorunluluk haline gelir gelmez, makine, kapitalistin elinde, aynı zaman aralığında sistematik olarak daha fazla emek sızdırmaya yarayan nesnel bir araç haline gelir.» Bu, iki biçimde olmaktadır: bir yandan makinelerin hızındaki artışla, diğer yandan aynı işçinin kontrolündeki makinelerin sayısının artması veya işçinin iş alanının genişlemesiyle. «Makinenin yapımının gittikçe iyileştirilmesi, kısmen, işçiyi daha fazla baskı altına alabilmek için gereklidir, kısmen de emek yoğunluğunun artışına kendiliğinden eşlik eder, çünkü işgününün sınırlandırılması kapitalisti üretim masraflarında en yüksek tasarrufu sağlayacak biçimde hareket etmeye zorlar.»”
Bir zamanlar sanayi devriminin hevesle desteklenmesini sağlayan güdülerle bugün “Sanayi 4.0” savunucularını güdüleyen şey aynıdır: daha kısa sürede daha az maliyetle meta üretimi ve kârlarını büyütmek. Ne var ki “Sanayi 4.0” savunucuları bugün olmayacak bir şeyi, işçisiz fabrikalarla üretimin gerçekleştirildiği bir kapitalizmi hayal ediyorlar. Eğer iddia ettikleri gibi tam otomasyon yaygın bir şekilde gerçekleşse, sanayi devriminin yarattığından çok daha büyük bir işsizler ordusu olurdu. McKinsey Global Enstitüsünün 800 meslekle ilgili 46 ülkede yaptığı araştırmaya göre yapay zekâ ve robotlar 2030 yılına kadar dünya genelinde 400 ilâ 800 milyon kişiyi işsiz bırakacak. Teknolojik gelişmelerin hayata geçeceği ülkelerin öncelikle gelişmiş ülkeler olduğu hesaba katıldığında bu çalışmanın sonuçlarına göre bu ülkelerde her üç çalışandan birinin işini kaybetme olasılığı var. Makineleşme, robotlaşma olgusu nedeniyle işsizliği olağan göstermek, işsizliğin nedeninin kapitalist üretim mantığı olduğunu gizlemek için robotlaşma ile bir yandan bazı mesleklerin ortadan kalkacağı söylenirken, diğer yandan yeni iş alanlarının doğacağı söyleniyor. Yazılım, enformasyon, elektronik gibi alanlarda yeni fırsatların doğacağı, geleceğin mesleklerinin bunlar olduğu pompalanıyor, emek güçlerinden başka bir geçim aracı olmayan milyarlar aldatılıyor.
Sanayi devriminin gerçekleştiği koşullar ile bugünün koşullarını karşılaştırdığımızda dünya nüfusunun geneli çok daha fazla bir şekilde üretim araçlarından koparılmış durumdadır. Kapitalizmin doğuşunda topraklarından, emek araçlarından koparılan emekçiler sermaye için hem gerekli işgücünü sağlamıştı hem de pazar oluşturmuştu. İngiltere’de “otlakların çevrilmesi” ve “kulübelerin temizlenmesi” ile kırdan kentlere akan kitleler ya ağır koşullar altında düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalmış ya da işgücünü satın alacak bir kapitalist bulamadığı için çok daha büyük bir sefaletin kucağına itilmişti. Günümüz koşullarında ise çok daha büyük bir kitle, geçim araçlarını elde edebilmek için sermayenin sultası altına girdiği gibi, en temel ihtiyaç maddeleri de aynı şekilde çok daha derinlemesine meta haline gelmiş bulunmaktadır. Yani, toplumun çok büyük bir kesimi için kendi üretim ve geçim araçlarıyla bir bireysel varoluş çok daha zor hale gelmiştir.
Bu aynı zamanda sermayenin muazzam oranda merkezileştiği anlamına gelmektedir. Bu merkezileşme Marx’ın veciz deyişiyle mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesinin saatini de getirmiştir: “Bu merkezileşme ya da az sayıda kapitalistin çok sayıda kapitalisti mülksüzleştirmesi ile birlikte, emek sürecinin el birliğine dayanan biçimi, bilimin bilinçli teknik kullanımı, toprağın planlı sömürüsü, emek araçlarının yalnızca birlikte kullanılabilen emek araçlarına dönüşümü, bütün üretim araçlarında, birleşik, toplumsal emeğin üretim araçları olarak kullanılmaları yoluyla tasarruf sağlanması, bütün ulusların dünya piyasası ağına sokulması ve böylece kapitalist rejimin uluslararası bir nitelik kazanması, giderek büyüyen ölçeklerde gelişir. Bu dönüşüm sürecinin avantajlarından yararlanan ve bunları tekelleri altında tutan büyük sermaye babalarının sayıları durmadan azalırken, sefalet, baskı, kölelik, soysuzlaşma, sömürü alabildiğine artar; ama aynı zamanda, sayıca gittikçe artan bir sınıfın, kapitalist üretim sürecinin bizzat kendi mekanizması ile eğitilen, birleşen ve örgütlenen işçi sınıfının öfkesi de artar. Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendisinin hükmü altında gelişen üretim tarzının ayak bağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla uyuşamadıkları bir noktaya ulaşır. Kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin saati çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilir.”[10]
[1] İlkay Meriç, Sanayi 4.0, Kapitalizm 1.0, marksist.com
[2] Elif Çağlı, Büyüyen İşçi Sınıfı, marksist.com
[3] Marx, Kapital, c.1, Sol Yay., 1975, s.644-645
[4] Elif Çağlı, age
[5] Elif Çağlı, Kapitalizmin Krizleri ve Devrimci Durum, marksist.com
[6] Elif Çağlı, Marx’ın Kapitalini Okumak, bölüm 14, marksist.com
[7] Elif Çağlı, age
[8] Elif Çağlı, age
[9] Elif Çağlı, age
[10] Marx, Kapital, c.1, Yordam Yay., s.729
link: Suphi Koray, Robotlaşma ve Kapitalizm, 10 Haziran 2020, https://marksist.net/node/6965
Kanada’da Siyah Kardeşlerimizle Birlikte Yürüdük
ABD’de İsyan Büyüyor, Tarihsel Kavga Devam Ediyor /1