Egemenler işçi sınıfına karşı, kafa karıştırma, yanlışa yönlendirme, irade kırma mekanizmalarını hep hazırda tutmuşlar. Aldatmanın, yalanın biçimi değişse de özü değişmemiş; egemenler işçiler emekçiler uyanmasın, başkaldırmasın istemiştir. Sözde “gerçekler” iktidardaki egemenlerin bekası için kılıktan kılığa, biçimden biçime sokulmuş. Emekçiler sistemin devamı için rıza göstersin diye büyük yalanlar her zaman önemli bir işlev görmüştür. Bu sebepten muktedirler, çeşitli aygıtlar vasıtasıyla büyük yalanlar icat etmekte, bu yalanlar türlü biçimlerle utanmazca söylenmekte, yayılmakta ve hatta ürettikleri yalanın dahi yalanını söylemektedirler.
Türkiye, ekonomisi iflasa sürüklenen, izlenen dış siyaset sebebiyle uluslararası alanda sıkışmış, iktidarı yolsuzluk, yozlaşma ve çürümeye batmış bir ülkedir. Erdoğangiller, günü kurtarmak, bir seçim daha kazanabilmek için toplumu yalan bombardımanına tutuyor. Emekçilerin yoksulluğu iyice derinleştiğinden beri iktidar temsilcileri hep az kaldığını, sabretmemizi, aslında ekonominin iyi olduğunu, başkalarına kulak asmamamızı söyleyip duruyorlar ya da “en zorunu geride bıraktık” diyorlar. Bir gün doğalgaz patronu bir ülke olmaktan söz ediyorlar, başka bir gün uzaya gidileceğini açıklıyorlar. Yetmiyor Türkiye’de halkın elektrik ve doğalgazı Avrupa ülkelerinden daha ucuza kullandığını, “nankörlük yapmamamız gerektiğini” ekranlardan tüm pişkinlikleriyle söylüyorlar. Televizyonlardan böyle konuşan burjuva siyasetçilerin yalanları aldığımız maaşlarda, ödediğimiz elektrik, doğalgaz, su, telefon vs. faturalarında ya da market ve pazar harcamalarında kendini gösteriyor.
Gerçekler gün gibi açık! Toplumsal eşitsizlik ve adaletsizlik yıllar içerisinde çarpıcı bir şekilde büyüdü. Tüm dünyada yaşanan ekonomik kriz elbette Türkiye’yi de etkiliyor. Fakat Türkiye egemenlerinin politikaları, ölçüsüzlükleri, dengesizlikleri, çapsızlıkları, kibirleri, açgözlülükleri ve hadsizlikleri ekonomik krizi katlıyor siyasi ve ahlâki krizi çığırından çıkartıyor. Televizyonlardan konuşurken yüzü haktan görünenler arkada kapitalistlerin en açgözlüsü sermaye kesimleri ile işçi sınıfına en yıkıcı politikaları dayatıyorlar. 2018 yılında dolar kuru 6 lira, resmi enflasyon ise yüzde 20’lerdeydi. Şimdiyse dolar kuru 18’i aştı, resmi enflasyon yüzde 80, gayri resmi enflasyon yani biz işçilerin enflasyonu ise %190’ı buldu. Herhalde durumun böyle olmadığını düşünen hiçbir işçi yoktur!
Elbette sorun tek başına, bir yalandan pek çok yalan türetilmesi değil. Çok daha önemlisi ve esas olan örgütsüz ve dağınık işçi sınıfının gerçeklerle, siyasetle olan ilişkisidir. Kim muhalif, kim iktidar yanlısı, kim egemen, kim işçi sınıfından yana, kim doğru, kim işçilere yalan söylüyor; emekçilerin kafası allak bullak durumda. Elbette patronlar bunu elbirliğiyle yapıyorlar.
Oysaki sömürenlerin ve ezenlerin bir tarafta, sömürülenlerin ve ezilenlerin diğer tarafta olduğu bir düzende yaşıyoruz. Biz işçiler için ne iyiyse patronlar için o kötü, patronlar için ne iyiyse bizim için o kötü. Patronlarla ne ortak çıkarlarımız vardır ne de aynı gemideyiz. Örneğin patronlar sermayelerini diledikleri ülkeye aktarabilmek ve oradaki işçileri de sömürebilmek, kârlarına kâr katabilmek için “özgürlük” mavalları okur. İşçiler içinse özgürlük, sendikalaşabilmek, yeri geldiğinde greve gidebilmek, örgütlenmenin önündeki engellerin kalkması, kısıtlanmadan hakkını arayabilmesi, sınırlara hapsolmamak, güvenceli çalışmak ve nihayet örgütlü olmakla başlar ve gelişir.
Dün doğalgaz, bugün ekmek, yarın grev yasağı, bir sonraki gün enflasyon, ardından hukuksuzluk; dahası koca ülkenin ürettiği bütün zenginlikleri kendi kasalarına akıtmalarına rağmen hâlâ asgari ücret civarında dolaşan ücretlerimizi enflasyonla, kur oyunlarıyla, borsa spekülasyonlarıyla, sahte istatistiklerle düşürmenin peşindeler. Elbette tüm bu oyunları oynamanın bir sınırı var. Öylesine zıvanadan çıkmışlar ki, gözleri öylesine dönmüş ki ne söylediklerinde ne yaptıklarında bir tutarlılık var. Sıra biz işçilerde, artık bunların söylediklerine bakarak yaşayamayız! Bizim, bizim gibilerle birlikte olmaktan, karşılarında yumruk olmaktan ve sınıfımızın siyasetini yapmaktan başka çıkar yolumuz yok. İşçi sınıfımız bu paha biçilmez doğruları mücadele tarihinde görebilir. Kralın çıplak olduğunu görenler bunu etrafındakilere de anlatmalı, yazmalı, konuşmalı. Zamanın dip akıntıları hızla yüzeye doğru yol alıyor. Haydi!
link: Gebze’den bir petrokimya işçisi, Yalanın Yalanı ve Sahibini Bekleyen Doğrular, 10 Eylül 2022, https://marksist.net/node/7747
“Bir de Düşün «Yok» Dediğini!”
Ukrayna Savaşı: Bir Yanlış Tutumun Eleştirisi