Türkiye özellikle son yıllarda katlamalı bir enflasyonla karşı karşıya. İzlenen ekonomi politikalarının doğrudan ürünü olan bu yüksek enflasyon olgusu karşısında, işçi sınıfının önüne ısıtılıp ısıtılıp kemer sıkma politikaları koyuluyor. Küresel kapitalizmin merkezleri olan Amerikan ve AB Merkez Bankaları ile IMF ve Dünya Bankasının yetkilileri aracılığıyla yaygınlaştırılan tezlere göre enflasyon tüketim talebindeki fazlalıktan kaynaklanıyor. “Yani tüketiciler daha çok tüketmek istiyorlar, bu da talebi ve dolayısıyla da tüketim mallarının fiyatlarını arttırıyor! Dahası, canlanmış tüketim nedeniyle yatırımlar da, üretim araçlarına dönük talep de artıyor ve bu yüzden onların da fiyatları artıyor! Böylelikle de birbirini besleyen bir döngü oluşuyor! Teşhis bu olunca tedavi de talebi kısmak oluyor. Talebi kısmak için de ücret artışlarının önüne geçmek, krediye ulaşım imkânını daraltmak ve işsizliği arttırmak gerekiyor, diyorlar. Bunun da yolu faizleri arttırmakmış. Bunun ekonominin yavaşlaması, üretimin düşmesi, işsizlikte artış ve ücretlerde düşme sonucunu doğuracağı kesindir ve zaten bu «dolaylı sonucu» arzu ettiklerini söylemekten de çekinmiyorlar. Yani, enflasyon başta gelmek üzere kendi yarattıkları krizin sonuçlarını emekçilerin sırtına bindirmenin teorisini yapıyorlar.”[1]
Tüm dünyada işçilerin gittikçe yoksullaştığı bir dönemde ne tespit ama! Oktay Baran’ın da dediği gibi gerçeklik bundan daha fazla ne kadar çarpıtılıp baş aşağı çevrilebilir ki! Türkiye’de alım gücü yerlerde sürünen işçiler doğal olarak başta asgari ücret olmak üzere maaş zamlarına artık daha fazla odaklanır hale geldiler. Asgari ücret açıklanmadan aylar önce işçilerin gündeminin ilk sıralarını işgal ediyor, memur maaşları, emekli maaşları ve sendikalı işyerlerindeki toplu iş sözleşmesi süreçleri daha yakından takip ediliyor. Bunu bilen burjuvazi ise boş durmuyor, maaş zamlarının yüksek olmasının enflasyonu arttıracağı yalanını işçilerin bilincine zerk ediyor. Özellikle zam dönemlerinde sıklıkla duyduğumuz “ücretler artarsa enflasyon da artar” benzeri cümleler sermaye sınıfı eliyle dolaşıma sokulan büyük bir yalandır.
Bunun yalan olduğu IMF’nin Temmuz 2023 tarihli raporundaki verilerden de açıkça görülebilmektedir. Rapora göre Avrupa’da son iki yıldır enflasyonun nerdeyse yarısı şirket kârları sebebiyle oluşuyor. Özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından ithalat maliyetlerinin artmasını bahane eden şirketler ürünlerini fahiş zamlarla emekçilere satıyor. Aynı raporun son paragrafında ise IMF’nin bir önceki değerlendirmesi referans gösterilerek para politikasının sıkı kalmasından, zayıf talebi sürdürmek gerektiğinden dem vuruluyor. Güya bu durum şirket kârlarını düşürecek, reel ücretler ise ölçülü bir şekilde toparlanacakmış.[2] Gerçekte ise kendisi rekor kârlar kırarken, emekçileri yoksullaştıran burjuvazi “kemer sıkma” politikasını uygulayarak faturayı işçi sınıfına kesmenin derdindedir. “Bu gerçeklik yalnızca Avrupa’ya mahsus değil kuşkusuz. Oxfam ve ActionAid tarafından Forbes dergisinin “Küresel 2000” listesine dayandırılarak yapılan analize göre, küresel ölçekte 722 şirket, hem 2021 hem de 2022 yıllarında, 1 trilyon dolar fazladan kâr etmiş görünüyorlar. Bu kârların kaynağında yatan şey ise söz konusu dev tekellerin, çoklu krizleri (enerji krizi, tedarik krizi, iklim krizi vb.) bahane ederek ürün ve hizmetlerin fiyatlarını aşırı şekilde şişirmeleri.”[3]
Yaşadığımız topraklardaki tablo ise daha yakıcıdır. TÜİK’in tüm çarpıtmalarına rağmen son 20 yılın zirvesini gören enflasyon toplumun büyük kesimini yoksulluk çukuruna itmiş durumdadır. Hal böyleyken en büyük 500 sanayi kuruluşunun kârı son iki yılda %425 artmıştır! Enflasyonun hızla yükseldiği bu dönemde büyük sermayenin kârı enflasyonun çok üzerindedir. Örneğin 2021’de resmi enflasyon %26 iken ilk 500 şirketin kârı %137 artmıştır. 2022 sonunda ise %64 olan resmi enflasyona karşı dev şirketlerin kârı %121 artmıştır. Son 5 yıla bakıldığında 500 büyük şirketin %814’lük kâr artışına karşın çalışanlara ödedikleri ücret ise yalnızca %250 oranında artmıştır. Diğer işyerlerinde de durum farklı değildir. 2019 senesinden bu yana işgücünün milli gelirden aldığı pay sürekli gerilemektedir; öyle ki geçtiğimiz yıl %23,6’ya kadar düşmüştür![4]
Rejim sermayeyi türlü yollarla fonlarken, izlediği düşük faiz politikasıyla da ihya etmiştir. 2023 sonbaharına kadar izlenen ekonomi politikasının başlıca unsuru olarak, bir taraftan gerçeklikle bağdaşmayan politika faizleri belirlenirken, öte taraftan bankalar daha yüksek faizler işletmeye devam etmiştir. Burada emekçiler açısından can alıcı nokta rejimin bir yandan Merkez Bankası eliyle emekçilerin vergileriyle, emeğiyle biriken milyarlarca doları bankalara ucuza satarken, bankaların bu ucuz kaynaklarla işçi sınıfını yüksek faizlerden borçlandırmasıdır. Bu faiz politikasının sonucu olarak bankalar %700’ü bulan kârlara ulaşmış, firmalar ciro rekorları kırmışlardır! Rejim, izlediği sermaye yanlısı ve emek düşmanı politikalarla, bu dönemde enflasyonu iyice patlatmış, resmi rakamlara göre %80’leri geçen enflasyon gerçekte ise %200’lere dayanmıştır!
Emekçiler enflasyon altında ezilirken, sermaye sınıfı artan maliyetleri ürünlere fazla fazla yansıtarak emekçileri bir kat daha soymuştur. Rejimin temsil ettiği MÜSİAD sermayesi de, kimi zaman muhalif çıkışlarda bulunan TÜSİAD sermayesi de bu dönemde kârlarına kâr katmışlardır. Örneğin 2022’de Tüpraş’ın net kârı bir önceki yıla göre %1042 artarak devasa bir yükseliş kaydetmiştir.
Doymak bilmeyen bir iştahla insana, doğaya saldıran burjuvazi rekor kârlar elde ederken, sıra işçi sınıfına geldiğinde ücretlerin artmasının enflasyonu daha da yükselteceğinden dem vuruyor. Açıklanan enflasyona göre değil beklenen enflasyona göre ücret artışları yapılması, asgari ücret zammının senede birle sınırlandırılması gerektiği söyleniyor. Her dönemeçte uyguladığı politikaları “rasyonel” olarak propaganda eden burjuvazinin daha çok palazlanmaktan, emekçilerin sırtından daha çok zenginleşmekten ve bu düzenin sürmesinden başka bir amacı yoktur. İzlenen ekonomi politikaları sonucunda devasa miktarlarda karşılıksız para basılarak enflasyon fırlatılmış, sermayeye bol kaymaklı teşvikler verilmiş, “kur korumalı mevduat” gibi milyarlarca doların burjuvaziye faiz yoluyla ve kolay yoldan akıtıldığı sistemler kurulmuş, borsa eliyle emekçilerin üç kuruşları da ellerinden alınmış, resmi kurumlar eliyle veriler emekçiler aleyhine düzenlenmiş, işçilerin en ufak bir hak talebi bile en sert baskılara maruz kalmıştır!
Tüm bu uygulamalar bir gerçeği açıkça ortaya koyuyor. Senelerdir işçi sınıfına inandırılmaya çalışılan, ücretlerin enflasyonu arttırması başta olmak üzere birçok yalan milyonlara yaşatılan zulüm düzenine karşı tepkiler çoğalmasın, emekçiler gerçeklere uyanmasın diyedir. Egemenlerin tüm bu uygulamaları rahatlıkla yapabilmesinin temel nedeni işçi sınıfının yeterli örgütlülüğe sahip olmamasıdır. İşçi sınıfının örgütlü kesimlerine düşen görev ise, burjuvazinin yalanlarını ve gerçekte yaşananları inatla ve sabırla emekçilere açıklamak, işçilerin haklı talepleri etrafında örgütlenmesinin olanaklarını oluşturmaktır.
[1] Oktay Baran, Düşen Ücretler, Artan Kârlar ve Enflasyon Olgusu, 4 Ağustos 2023, marksist.net/node/8032
[3] Oktay Baran, age
link: Engin Yüksel, Enflasyon Yalanları ve Emekçilerin Gerçeği, 9 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8159
Filistin’in İkinci “Nakba”sı
Kanser Tehlikesi Yayılıyor Ama Yoksullar İçin!