Bölüm 13: Yasanın Kendisi (devam)
Kapitalist üretim süreci özünde bir birikim sürecidir. Emeğin toplumsal üretici gücünün gelişimiyle birlikte, bir bölümünü üretim araçlarının oluşturduğu üretilmiş meta-değer miktarı daha da büyür. Bu sayede yaratılan ek servetin yeniden sermayeye dönüştürülmesini mümkün kılacak ek emek de, söz konusu üretim araçlarının (geçim araçları dahil) miktarına bağlıdır. Birikim ve ona eşlik eden sermaye yoğunlaşması, üretici güç artışının maddi bir aracıdır. Ne var ki, üretim araçlarının bu artışı işçi nüfusunun büyümesini ve fakat sermaye artışının gerektirdiğini aşan bir işçi nüfusunu beraberinde getirir. Kapitalist gelişmeyle birlikte nispi artı-değeri yaratan yöntemlerin kullanılması (makinelerin devreye sokulması ve iyileştirilmesi), çok daha büyük bir hızla yapay, nispi bir aşırı nüfus yaratır. Dolayısıyla, kapitalist birikim sürecinin doğasından kendiliğinden çıkan sonuç, yeniden sermayeye dönüştürülecek olan artmış üretim araçları kütlesinin, ona karşılık gelecek şekilde artmış ve hatta fazlalık içeren sömürülebilir bir işçi nüfusunu her zaman elinin altında bulmasıdır. “Demek ki, üretim ve birikim sürecinin gelişimi içinde, el koyulabilir ve el koyulan artık emek kütlesi ve dolayısıyla da toplumsal sermayenin el koyduğu kârın mutlak kütlesi artmak zorundadır.” Ne var ki, aynı üretim ve birikim yasaları, değişmeyen sermayenin kütlesiyle birlikte onun değerini de, sermayenin değişen kısmına oranla giderek artan miktarlarda daha hızlı bir şekilde yükseltir. “Demek ki, aynı yasalar, toplumsal sermaye için büyüyen bir mutlak kâr kütlesi ve düşen bir kâr oranı üretir.”
Kapitalist üretimin ve birikimin gelişimi, giderek daha büyük ölçekli ve dolayısıyla giderek daha büyük boyutlu emek süreçlerini ve buna uygun olarak da tek tek her bir kuruluş için giderek artan sermaye yatırımlarını gerekli kılar. “Bu nedenle, sermayelerin artan yoğunlaşması (buna, aynı zamanda, daha sınırlı bir ölçüde de olsa, kapitalistlerin sayısındaki artış eşlik eder), hem söz konusu gelişmenin maddi koşullarından biri, hem de onun tarafından üretilen sonuçlardan biridir.” Bu gelişim, küçük üreticilerin giderek artan mülksüzleşmeleriyle el ele gider ve karşılıklı etkileşim içinde gerçekleşir.
Marx burada çok önemli bir noktaya işaret eder. Şöyle ki, tek tek kapitalistlerin (değişen sermayeleri değişmeyen sermayelerine oranla azalsa bile) giderek büyüyen işçi ordularına komuta etmeleri, el koydukları artı-değer ve dolayısıyla kâr kütlesini büyütür. Fakat buna eş zamanlı olarak kâr oranlarındaki düşüş eşlik eder. Çünkü “işçi ordusu yığınlarını tek tek kapitalistlerin komutası altında toplayan nedenler, tam da, aynı zamanda, kullanılan canlı emeğin kütlesiyle karşılaştırıldığında, hem kullanılan sabit sermayenin hem de ham ve yardımcı maddelerin kütlelerini giderek artan oranlarda şişiren nedenlerdir”.
Marx bu noktada önemli bir soru sorar: “Peki, aynı nedenlerden dolayı kâr oranının azaldığını ve mutlak kâr kütlesinin eş zamanlı olarak arttığını ifade eden bu iki yönlü yasa, kendisini hangi biçimde ortaya koymalıdır?” Örnekler üzerinden konuyu açımlar Marx. Emeğin sömürülme derecesi aynı kalır ve hatta yükselirken, toplam sermaye içinde değişen sermaye oranının azalışına bağlı olarak kâr oranı ya da artı-değer oranı düşer. Ne var ki düşen yalnızca bu oranlar değildir, 100’lük toplam sermayenin soğurduğu artı-değerin veya kârın büyüklüğü de mutlak olarak düşer. Diyelim artı-değer oranı %100’ken, 60c + 40v’lik bir sermaye 40’lık bir artı-değer kütlesi ve dolayısıyla kâr kütlesi üretir. 70c + 30v’lik bir sermaye ise 30’luk bir kâr kütlesi üretir. Oysa 80c + 20v’lik bir sermaye söz konusu olduğunda kâr 20’ye düşer. Bu düşme, artı-değer kütlesiyle ve dolayısıyla kâr kütlesiyle ilgilidir. 100’lük toplam sermayenin, sömürü derecesi aynı kalırken daha az artı-emeği harekete geçirmesinin ve bu nedenle daha az artı-değer üretmesinin sonucudur. Örneklere bakılacak olursa, artı-değerin göreli düşüşü ile mutlak düşüşü genel olarak özdeştir. Yukarıdaki örneklerde kâr oranı %40’tan %30’a ve %20’ye iner, çünkü aynı miktar sermayenin ürettiği artı-değer kütlesi ve dolayısıyla kâr kütlesi mutlak olarak 40’tan 30’a ve 20’ye düşer. Örneklerle de sergilenen söz konusu azalmanın ortaya çıkması, daha önce gösterilmiş olduğu üzere, kapitalist üretim sürecinin gelişiminin doğasından kaynaklanır.
Ancak söz konusu kapitalist gelişme sürecinde konunun gözden kaçırılmaması gereken bir diğer yönü de vardır. Şöyle ki, verili bir sermayeye göre artı-değerin ve dolayısıyla kârın ve aynı zamanda kâr oranının mutlak olarak azalmasına yol açan aynı nedenler, toplumsal sermayenin (yani bir bütün olarak kapitalistlerin) el koyduğu artı-değerin ve dolayısıyla kârın mutlak kütlesinde bir büyüme yaratır. Peki, görünürdeki bu çelişkinin işaret ettiği koşullar hangileridir? Konu bütünsel olarak düşünüldüğünde açıktır ki, kapitalist gelişmeyle birlikte toplumsal toplam sermayenin büyüklüğü de, varsayılmış olan koşullara karşılık gelmesi için, değişen kısmının azalmasıyla ters orantılı olarak değişmek zorunda olan bir büyüklüktür. Burada kastedilen, daha önce üzerinde durulduğu üzere, toplam sermaye içinde değişen sermaye oranının giderek azalmasına rağmen, genişleyen sermaye birikimine bağlı olarak toplam sermayenin artmasıdır.
Marx tüm bu açıklamalardan ortaya çıkan sonuca işaret eder: “Demek ki, emeğin toplumsal üretici gücündeki aynı gelişme, kapitalist üretim tarzının ilerlemesiyle birlikte, kendisini, bir yandan kâr oranının giderek düşmesi yönündeki bir eğilimle ve diğer yandan el koyulan artık değerin ya da kârın mutlak kütlesinin sürekli olarak büyümesiyle ifade eder.” Bu çift taraflı etki, kendisini, yalnızca, toplam sermayenin kâr oranındaki düşüşe göre daha hızlı bir şekilde büyümesiyle ortaya koyabilir. “Buradan, kapitalist üretim tarzı ne kadar gelişirse, büyüyen bir emek gücü bir yana, aynı emek gücünü istihdam etmek için bile giderek daha büyük bir sermaye niceliğine gereksinim duyulacağı sonucu çıkar. Demek ki, emeğin artan üretici gücü, kapitalist temel üzerinde, kaçınılmaz ve sürekli olarak, görünüşte bir işçi nüfusu fazlası yaratır.”
Marx’ın derinlemesine ele aldığı bu önemli konu, onun vurguladığı üzere, politik iktisadın inceleme alanına girmemiştir. “Kâr oranının düşmesi yasasını açıklayamayan bugüne kadarki iktisat, tek tek kapitalistler için ya da toplumsal sermaye için artan kâr kütlesini, kârın mutlak büyüklüğündeki büyümeyi, bir tür teselli gerekçesi olarak gösterir; ama bu da, yalnızca basmakalıp sözlere ve olasılıklara dayanır.”
Kâr oranını düşüren nedenlerin birikimi, yani ek sermaye oluşumunu birlikte getirdiğini ve her bir ek sermayenin ek emek çalıştırarak ek artı-değer ürettiğini düşünelim. Diğer taraftan, sırf kâr oranındaki bir düşmenin, değişmeyen sermayede ve dolayısıyla da toplam sermayede bir büyüme anlamına geldiğini buna ekleyelim. İşte böylece bütün bu süreç gizemli olmaktan çıkar. Marx, bazı iktisatçıların, kâr kütlesinin artmasıyla eş zamanlı olarak kâr oranının azalması olasılığını örtbas etmek için hangi kasıtlı hesap hilelerine başvurduğunu ise daha sonra ele alacağını belirtir.
Şimdiye kadar ortaya konan örnekler temelinde, büyük bir sermayeye sahip olan bir kapitalistin, görünüşte yüksek kârlar elde eden küçük bir kapitaliste göre daha büyük bir kâr kütlesi elde ettiği açıktır. “Ayrıca, rekabet hakkındaki en yüzeysel bir inceleme bile, belirli koşullar altında, daha büyük kapitalistin, bunalım dönemlerinde olduğu üzere, piyasada kendisine yer açmak, daha küçük kapitalistleri yerlerinden etmek istediğinde, bundan fiilen yararlandığını, yani daha küçük kapitalistleri ortadan kaldırmak için kendi kâr oranını kasıtlı olarak düşürdüğünü gösterir.” Ayrıca tüccar sermayesi de, kârdaki azalmanın işlerdeki ve dolayısıyla sermayedeki genişlemeden kaynaklanıyormuş gibi görünmesine yol açan görüngüler sergiler. Serbest rekabet rejimine ya da tekel rejimine tabi olabilen farklı iş dallarında elde edilen kâr oranlarının karşılaştırılması da benzer yüzeysel görüşler üretir.
Marx, rekabeti yürütenlerin kafalarında yer alan tümüyle sığ düşünceyi Alman iktisatçı Friedrich Roscher gibilerde bulduğumuzu belirtir. “Ona göre, kâr oranının bu şekilde düşürülmesi «daha akıllıca ve daha insani»dir. Kâr oranının azalması, burada, sermayenin büyümesinin ve bununla bağlantılı olarak, kapitalistin, kâr oranı daha küçükken onlar tarafından cebe indirilen kâr kütlesinin daha büyük olacağı şeklinde hesap yapmasının sonucu olarak görünür.” Marx, bu tür düşüncelerin, kapitalist üretime içkin olan yasaların, rekabetin sınırları içinde kendilerini çarpık bir tarzda ortaya koymalarının kaçınılmaz birer ürünü olduğunu vurgular.
Marx önemli bir hususa değinir. Şöyle ki, konuyu üretici gücün gelişmesinin yol açtığı kâr oranı düşüşüne, toplam kâr kütlesindeki bir artışın eşlik etmesi yasası olarak da ifade edebiliriz. Üretici gücün gelişimi, sürekli olarak azalan bir emek niceliği aracılığıyla sürekli olarak artan bir üretim araçları niceliğinin harekete geçirilmesi anlamına gelir. Böylece, tek tek her bir meta ya da üretilen toplam kütlenin belirli meta miktarlarının her biri, daha az canlı emek soğurur. Dahası, hem kullanılan sabit sermayedeki aşınma ve yıpranma hem de tüketilen ham ve yardımcı maddeler cinsinden daha az nesnelleşmiş emek içerir. “Demek ki, her bir meta, üretim araçlarında nesnelleşmiş ve üretim sırasında yeni eklenmiş olan emeğin daha küçük bir toplamını içerir.” Bundan dolayı, genelde tek tek metaların fiyatları ucuzlar. Fakat mutlak ya da göreli artı-değer oranı yükselirse, tek bir metanın içerdiği kâr kütlesi buna rağmen büyüyebilir. Genel işleyiş açısından bakıldığında, üretici gücün gelişmesiyle birlikte, her bir metaya yeni eklenen canlı emek toplamı mutlak olarak muazzam ölçülerde azalır. Fakat bu canlı emeğin içindeki karşılığı ödenmemiş emek, karşılığı ödenmiş kısma oranla göreli olarak ne kadar büyümüş olursa olsun, bu gelişmeyle birlikte mutlak olarak azalacaktır.
Toplamları sermayenin toplam ürününü oluşturan tek tek metaların fiyatlarının düşmesi, verili bir emek niceliğinin kendisini daha büyük bir meta kütlesinde gerçekleştirmesi, yani her bir metanın eskisine göre daha az emek içermesi anlamına gelir. Değişmeyen sermayenin, hammaddeler vb. gibi bir kısmının fiyatı yükselse bile bu söylenen geçerlidir. Artı-değer oranının yükselmiş olmasına karşın, üretici güçlerdeki gelişmeyle birlikte toplam sermaye içindeki değişmeyen sermaye oranının artması nedeniyle kâr oranının düşmesi genel eğilimdir.
Ne var ki, kâr oranı yalnızca tek bir metanın fiyat öğeleri üzerinden hesaplansa, kendisini gerçekte olduğundan farklı bir şekilde gösterecektir. Bu husus, konuya ilişkin yanlış yaklaşımların başlıca nedenidir. Marx, kapitalizmde tek bir metanın ya da herhangi bir zaman diliminin meta-ürününün,toplam üründen yalıtılmış şekilde, yani kendi başına ele alınmasının yanlışlığına işaret eder. Konunun yalnızca tekil meta olarak değil, yatırılan toplam sermayenin ürünü metalar ve toplam sermayeyle ilişkili olarak ele alınmasının ne kadar önemli olduğunun burada da görüldüğünü vurgular.
“Sanayinin üretkenliği artarsa, tek tek metaların fiyatları düşer. Bunlar, daha az emek, daha az karşılığı ödenmiş ve karşılığı ödenmemiş emek içerir. Aynı emek, örneğin öncekinin üç katı kadar ürün üretse, tek bir ürüne 2/3 oranında daha az emek düşer.” Bu örnekte kâr tek bir metanın içerdiği bu emek kütlesinin yalnızca bir kısmını oluşturabileceğinden, bu tek metadaki kâr kütlesi azalmak zorundadır. Fakat genelde sermaye, eskisiyle aynı sayıda işçiyi aynı sömürü derecesiyle kullandığı sürece, kâr kütlesi hiçbir durumda başlangıçtaki kâr kütlesinin altına inmez. Ancak daha az sayıda işçi daha yüksek bir sömürü derecesiyle kullanılırsa, bu da olabilir.
Kâr kütlesi, yalnızca, aynı miktarda emek kullanılırken karşılığı ödenmeyen artı-emek büyürse ya da emeğin sömürülme derecesi aynı kalırken işçilerin sayısı artarsa büyüyebilir. Ya da, bu ikisinin birlikte gerçekleşmesi aynı sonucu doğurur. Soyut olarak ele alındığında, tek bir metanın fiyatı üretici güç artışı nedeniyle düşerken ve bundan dolayı söz konusu daha ucuz metaların sayısı eş zamanlı olarak artarken, kâr oranı aynı kalabilir. Hatta artı-değer oranındaki yükselişe, değişmeyen sermaye ve özellikle de sabit sermaye öğelerinin değerlerindeki ciddi bir azalma eşlik ederse, kâr oranı yükselebilir.
Meta fiyatlarının düşmesi ve ucuzlamış metaların büyümüş olan kütlesine karşılık gelen kâr kütlesinin artması, gerçekte yalnızca kâr kütlesinin artışıyla eş zamanlı olarak kâr oranının düşmesi yasasının bir başka ifadesidir. İyileştirilmiş, ama henüz genelleşmemiş olan üretim yöntemlerini kullanan kapitalist, piyasa fiyatından düşük ama kendi bireysel üretim fiyatından yüksek bir fiyatla satış yapar. Böylece, rekabet fiyatları eşitleyene kadar onun kâr oranı yükselir. Bu eşitlenme dönemi sırasında ikinci gereklilik, yani yatırılan sermayenin büyümesi kendisini gösterir. Bu büyümenin derecesine bağlı olarak, kapitalist, daha önce istihdam edilen işçi kitlesinin bir bölümünü, hatta belki de onun tamamını ya da daha büyük bir işçi kitlesini yeni koşullar altında istihdam edebilecek, dolayısıyla aynı ya da daha yüksek bir kâr kütlesini üretebilecek duruma gelir.
Değişik olasılıkları gözden geçirdiği bu bölümde Marx, nihayetinde ulaştığı sonucu vurgulayacaktır: “Ama görmüş olduğumuz üzere, gerçek yaşamda, kâr oranı uzun dönemde düşecektir. Tek bir metanın fiyatının düşmesi, hiçbir durumda, kâr oranı hakkında bir sonuca varılmasına yetmez.” Her şey metaların üretiminde yer alan toplam sermayenin büyüklüğüne bağlıdır.
Marx’ın kapitalist işleyişin derinlerine inen analizleriyle ortaya çıkarttığı bu gerçekler, yüzeydeki görüngülerle yetinen burjuva iktisadın konusu bile olmamıştır. Marx bu bağlamda, kapitalistin yanılsamalarıyla bunlara teorik kılıflar uyduran bayağı iktisat arasındaki ilişkiyi açık bir şekilde gözler önüne serer. Rekabette her şey kendisini yanlış bir şekilde, yani baş aşağı gösterir. Bu nedenle, bireysel kapitalist, fiyat düşürerek tek bir metaya düşen kârını azalttığını, ama sattığı meta kütlesinin daha büyük olması sayesinde daha büyük bir kâr elde ettiğini düşünebilir. İşte “bayağı iktisatçı, gerçekte, rekabetin tutsağı olan kapitalistin tuhaf tasavvurlarını, görünürde daha teorik, genelleştirilmiş bir dile çevirmekten ve bu tasavvurların doğruluğunu kanıtlamaya çalışmaktan başka bir şey yapmaz”.
link: Elif Çağlı, Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /11, 2 Temmuz 2024, https://marksist.net/node/8302