Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinden kozlarını paylaşmakta olan burjuvazinin iki kanadı, ellerine geçen bütün taşları birbirlerine atarak kayıkçı kavgasını sürdürmekteyken, mütekait cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, yarı provokatif, yarı alaycı bir tarzda gençleri de anımsayıverdi. Bilkent Üniversitesi öğrencileriyle bir söyleşiye katılan Demirel, öğrencilerin sorularını yanıtlarken, bir öğrencinin “Tartışmalı cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde üniversitelerde protesto gösterisi yapılmadı. ODTÜ’lü öğrenciler nerede, bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna, “Bu sorunun muhatabı onlar. Onlara aktaralım. Gerçekten nerede bu ODTÜ’lü öğrenciler” karşılığını vererek ODTÜ’lülere meydanlara çıkmadıkları ve protestoda bulunmadıkları için sitem etti.
Türkiye’nin yakın siyasi geçmişi hakkında bir parça bilgi sahibi olanlar, yani Demirel’in, içinde ODTÜ’lü devrimcilerin de bulunduğu devrimci öğrenci hareketine karşı kıyıcı marifetlerini hatırlayanlar için bu sözler gerçekten ironikti. Çünkü hazret, bir dönem hem ODTÜ’deki hem de diğer üniversitelerdeki öğrencilerin ve onların ardından gelen kuşakların depolitizasyonunu sağlayan sürecin mimarlarından birisiydi.
Herhalde, 70’lerdeki ODTÜ merkezli öğrenci eylemliliklerinin öğrenci liderleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam kararları mecliste oylanırken elini kaldırmayan var mı diye arkasına bakacak denli devrimci öğrencilere düşman ve Sinan Cemgil, Ertuğrul Karakaya gibi pek çok ODTÜ’lü devrimcinin dökülen kanının başlıca sorumlularından olan Demirel’in, ODTÜ’lülerin nerede olduğunu soracak son kişi olması gerekir. Çünkü siyasi sorunlar karşısında tavrını ortaya koyan devrimci öğrencilerin örgütlülüklerini dağıtan, onları asan, kurşuna dizen, işkence tezgâhlarından geçiren ve yıllarca zindanlarda çürüten bir rejimin başlıca yöneticilerinden olan Demirel “ODTÜ’lülerin” nerede olduğunu en iyi bilenlerden biridir!
Burjuvazinin birbiri ile itiş kakışı dolayısıyla ortalığa o kadar çok kirli çamaşır dökülmeye başladı ki, bu arada, öğrencilerin hükümete muhalefet eden burjuva cephenin peşine takılmasını umanların Demirel ile sınırlı olmadığını, eski deniz kuvvetleri komutanının ortaya çıkan günlüklerinde geçen cümlelerle öğrenmiş olduk. Zira 2004 yılında hükümete karşı darbe yapmaya uğraşan komutanlar, bu sürecin bir parçası olarak üniversite öğrencilerinin protesto gösterileri yapmalarını da planlarına eklemeyi unutmamışlar.
Görülüyor ki, Demirel’inden askerine, bir zamanlar öğrencilerin “siyasete” karışmasının yanlışlığına dair bir dolu laf söyleyenlerin ve bu “siyasete” karışanların başına olmadık işler getirenlerin asıl derdi, öğrencilerin hangi siyasete taraf olduklarıymış. Öğrencilerin, gençlerin burjuva siyaseti yapmalarında ise herhangi bir sorun yokmuş. Ancak burjuvazi 12 Eylül faşizmi ve ardından gelen depolitizasyon süreci ile gençliği siyasetten öyle bir uzaklaştırdı ki, bugün kendi iç dalaşmasına alet etmek için bile kullanabileceği aktif bir gençlik bulamıyor.
Devrimci öğrenci hareketine ne oldu?
60’lı yılların sonlarına doğru kendini hissettirmeye başlayan, 70’li yıllarda ise işçi sınıfı mücadelesi ile birlikte alabildiğine güçlenen devrimci öğrenci hareketinden, dolayısıyla Demirel’in kastettiği anlamıyla “ODTÜ’lülerden” şimdilerde eser yok. Özellikle 12 Eylül faşizmi tarafından işçi hareketi ile birlikte ezilen, sonrasında da dünyada esen neo-liberal rüzgârların etkisiyle ortadan kalkan öğrenci gençlik hareketinin neden hâlâ belini doğrultamadığı pek çok çevrenin sorduğu bir soru bugün. Özellikle üniversitelerde gençlik çalışması yürütmeye çalışan siyasi çevreler, onca çabalarına karşın buralarda anlamlı bir ilerleme sağlayamıyorlar. Kapitalist sistemin yarattığı derin haksızlıklara karşı çeşitli düzeylerde bir muhalefeti muhakkak hisseden ve bu yüzden henüz körelmemiş olması beklenen duygularıyla herkesten önce harekete geçmesi gerektiği düşünülen gençler devrimci siyasete uzaklar. Peki neden?
Bu sorunun yanıtı elbette pek çok yön içeriyor. Ancak, herhalde en önemli sebeplerden birisi işçi sınıfı hareketinin zayıflığı ve örgütsüzlüğüdür. Çoğu zaman işçi hareketini önceliyormuş gibi görünen gençlik hareketleri, dünyada ve Türkiye’de, aslında belirli bir mücadele düzeyine ulaşmış işçi hareketlerinin varlığında yeşerebilecekleri nesnel ve moral ortamlarını bulmuşlardı. Nitekim Türkiye’deki ’68 öğrenci hareketi de dünyadaki genel yükselişin ve Türkiye’de Kavellerin, Paşabahçelerin, maden işçilerinin mücadelelerinin olduğu bir ortamda yeşermişti.
İşçi sınıfının siyasal bir önderliğinin olmadığı, sendikal örgütlülüğünün bile dibe vurduğu koşullarda, dünyada ve Türkiye’de sınıf mücadelelerinin genel bir yükselişi yokken, öğrenci örgütlülüklerinin gelişmesini beklemek zaten mümkün değildir. Ve örgütsüzlük yüzünden, öğrenciler arasında kendiliğinden doğabilen anlamlı tepkiler de cılız eylemlerle sönüp gitmeye mahkûm olmaktadır.
Bugün dünyanın çeşitli bölgelerinde kıpırdanmalar yaşanıyor olsa da henüz Türkiye için işçi mücadelesinin yükseldiğini söylemek mümkün değil. 12 Eylül faşizminin işçi hareketi üzerindeki etkisi ortadan kalkmış değil. Tek tük direnişler yaşanıyor olsa da sınıfın moralini ve kendine güvenini yükseltecek düzeyde başarılı eylemlilikler bu süreçte ne yazık ki ortaya konamıyor. Bu yüzden öğrenci gençler arasında sistemin sorunlarını fark edebilenler olsa bile, pek çoğu feyz alabilecekleri bir umut ışığını ortada göremedikleri için burjuvazinin yalan rüzgârlarına kapılıp gidiyor.
Bir başka belirleyici etmen de üniversite öğrencilerinin sınıfsal yapısındaki belirgin değişiklikler olsa gerek. 60’lı ve 70’li yıllarda burjuvazinin yetişmiş, eğitimli eleman ihtiyacı yüzünden emekçi kitlelerin çocuklarına da açtığı üniversitelerde, bugün işçi sınıfının çocuklarını bulmak epeyce zor. Öğrenci hareketlerinde geleneksel olarak başı çekmiş ODTÜ gibi önemli ve büyük üniversitelerde ise bu sınıfsal kökenden gelenlerin sayısı iyice azalmış durumda. Bu nesnel değişim öğrenci eylemliliklerinin yaygınlığını da içeriğini de geriletiyor.
İşçi sınıfından gelen ve eğitim yaşamında başarılı olan gençler, türlü burslar sayesinde, bin bir güçlükle de olsa buralarda okuma şansına sahip olabiliyorlar elbette. Ancak onların çoğunluğu da burjuva ideolojisinin etkisi altında, sınıf atlayabilmek için ruhlarını kaybetmiş ve çeşitli korkularla üniversitelere geliyorlar ve bu yüzden de devrimci siyasetin yakınına bile uğramıyorlar. Bu duruma rağmen devrimci mücadeleye katılan öğrenciler ise en sınırlı eylemlilikleri yüzünden soruşturma terörü ile karşı karşıya kalıp en ağır cezalara çarptırılabiliyorlar. Bu durumun en yeni örneklerinden biri de hâlihazırda Demirel’in neredeler diye sorduğu ODTÜ’de yaşandı. Burjuva karanlığının sol eli Doğu Perinçek’i protesto ettikleri gerekçesiyle soruşturmaya uğrayan 30 öğrenciden 5’i bir yıl okuldan uzaklaştırılırken diğerleri de çeşitli cezalara çarptırıldılar. Bu ve benzeri cezalandırmaların yaygın olarak uygulanıyor olmasının caydırıcılığıyla “bin bir zorlukla üniversiteye gelmiş” öğrencilerin çoğu mücadeleden uzak kalmayı tercih ediyorlar.
Kendine yabancılaşma ile sonuçlanan ölesiye bir yarışmada ruhları törpülenerek üniversitelere gelen emekçi çocukları, bireysel bir var oluş kavgasının ve kurtuluş umudunun amansız pençesinde, burjuva saflara düşmektedir. Nesnel değişim, üniversite öğrencilerinden devrimci mücadeleye katılanların oranını geçmişle karşılaştırılamayacak ölçüde azaltmaktadır ve bu eğilim işçi sınıfı sahneye çıkıp boğucu havayı kırıncaya ve kapitalizmi yıkma umutlarını yeniden yeşertinceye kadar da değişecek gibi görünmemektedir.
İşçi sınıfı gençlerinin örgütlenmesi bir zorunluluktur!
Kapitalist ekonominin gelişmesi ve kapitalizmin toplumsal ilişkiler nezdinde derinleşmesiyle birlikte sınıfsal çelişkiler daha da belirginleşmektedir. Gençliğin işçi unsurlarıyla burjuva unsurları arasındaki ayrışma da bu çerçevede kuvvetlenmektedir. Bu yüzden bütün sorunlarda olduğu gibi gençliğe dair yaklaşımlar da sınıfsal bir temel üzerinde yükselmelidir. Farklı sınıflardan gençleri ve sorunlarını aynılaştırarak ele alan ve bu doğrultuda çözümler oluşturmaya çalışan bakış açılarının gerçeklik duvarına toslayacağı açıktır. Genç işçilerin ve işçi çocuklarının kaderi işçi sınıfınınkinden bağımsız değildir.
Bu noktada genç işçilerin örgütlenmesi, işçi sınıfının genel örgütlenme düzeyinin yükseltilmesi mücadelesi içinde özel bir anlam ifade etmektedir. Yenilgi psikolojisinin yarattığı moral bozukluğunun dışında kalmış olmaları itibarıyla geleceğin mücadelelerinin kadroları olma potansiyellerine sahip bu gençler, işçi sınıfı kavgasının da geleceğidir. Çünkü kapitalizmi alt edebilecek yegâne güç, ancak devrimci işçi sınıfı hareketiyle, devrimci gençlik hareketinin Marksizmin yol göstericiliğinde kaynaşmasıyla mümkün olacaktır.
İşçi sınıfının öğrenci gençliğinin örgütlenmesi de bu bağlamda önemlidir. Dünyanın pek çok ülkesinde öğrenci sendikalarında örgütlenen gençlerin mücadelesi örgütsel araçlar bakımından bir olanak kapısı açmaktadır. Örneğin bir yıl kadar önce Fransa Öğrenci Sendikası, 26 yaşından genç işçilere iki yıl deneme süresi öngören ve bu süre içinde patronlara bu işçileri hiç bir mazeret göstermeksizin işten atma hakkı tanıyan iş yasasına karşı büyük bir mücadele yürütmüş ve yasanın engellenmesini başarmıştı. İspanya başta olmak üzere daha az bilinen başka örnekler de mevcuttur.
İşçi sınıfı mücadelesinin bir parçası olma perspektifi ile hareket edecek olan böylesi bir öğrenci sendikasının varlığı, bir araç olarak çeşitli potansiyeller doğurabilir. Son aylarda DİSK’e bağlı olarak örgütlenmeye çalışılan öğrenci sendikası (Genç-Sen) da bu bağlamda ele alınması gereken bir girişim örneği olarak görünebilir. Ama henüz şekle şemale kavuşmayan bu girişimin daha baştan sağlıksız bir yola girmekte olduğuna dair işaretler bulunuyor.
Şu anda daha çok üniversite öğrencileri temelinde bir örgütlenme arayışı içinde olan bu sendikanın, üniversite öğrencilerinin sınıfsal bileşimindeki değişim nedeniyle çalışmasının ağırlığını liselere, özellikle de meslek liselerine kaydırması anlamlı olacaktır. Hem okuyan hem de okurken pek çok haktan yoksun biçimde çalıştırılarak azgın bir sömürüye maruz kalan meslek liseli öğrenciler, örgütlenmede önemli bir halka olabilir. Üniversitelerde ise sorunları bütün öğrencileri kapsayan genel sorunlar olarak algılamaktan vazgeçen ve buralardaki işçi-emekçi sınıf unsurlarının sorunları üzerinde yoğunlaşan bir çalışma ilerleme sağlayabilir. Sınıfsal ayrımların üzerini örtmeye çalışmak yerine onu iyice açığa çıkaran bir tutuma ihtiyaç vardır.
* * *
Kapitalist sistemin yoksullukla sindirdiği, derin bir yabancılaşma ile yüz yüze bıraktığı, bireysel kurtuluş hayalleri ile oyalayıp yozlaştırdığı ve içinde bulunduğu koşulların mutsuzluktan başka bir şey üretmediği gençliğin işçi unsurlarının, Marksizmin devrimci toplumcu düşünceleri doğrultusunda mücadele etmek dışında bir kurtuluş yolları yoktur. Gençliğin işçi unsurlarının feneri devrimci Marksizmdir. En büyük ihtiyaçları ise Marksizmle aydınlanmak ve örgütlü bir devrimci mücadele ile bütünleşmektir.
İşçi sınıfının eğitimli gençleri de, kişisel başarılarının onları parlak bir geleceğe taşıyacağı beklentisinin boş bir hayal olduğunu ergeç göreceklerdir. Çünkü kapitalizmin işçi-emekçi kitlelerin gençlerine genelde sağladığı tek şey, onların ücretli işgücüne katılmalarıdır. Bu yüzden bu gençlerin yerinin işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin safları olduğu artık tartışılmaz bir gerçeklik oluşturuyor.
link: Selim Fuat, “Gençlik Nerede?”, Mayıs 2007, https://marksist.net/node/1513
Düşün!
Mavi Gözlü Komünist Dev