Burjuva gazeteler “sosyalizm çöktü” başlıkları atıyorlar bir kez daha. Bu kez kastettikleri Venezuela’da yapılan seçimlerde Bolivarcı hareketin aldığı ağır seçim yenilgisi. Gerek burjuva basının gerekse de dünya sosyalist hareketinin yabana atılmayacak bir bölümünün Venezuela’daki Bolivarcı hükümeti bugüne kadar sosyalist olarak etiketledikleri düşünülürse, çok da şaşırtıcı başlıklar değil bunlar.
Chavez kuyrukçusu sosyalistler ise, “Venezuela seçimlerini karşı-devrim kazandı” diyerek ağlaşıyorlar. Öyle ya, Chavez’in ve Bolivarcı hareketin seçimlerle iktidara gelişi “devrim” olduğuna göre, onu yenilgiye uğratan seçimlerin de “karşı-devrim” olması gerekiyor. Bu iki zıt kavramın da gelişmeleri anlatmadığını belirterek ekleyelim; gerçekte ne devrim ne de karşı-devrim basitçe seçimlerden çıkacak olgular değildir, onun çok daha ötesindeki bir siyasal-toplumsal durumu anlatırlar.
Bolivarcı hareket hakkında yanılsamalar üretilmesine katkıda bulunan tüm sosyalistler devrimci dinamiklerin sekteye uğratılmasının vebalini taşımaktadırlar. Bizlerse, daha en başından itibaren, pek çok yazımızda, Chavez ve Bolivarcı hareketin sahte sosyalist söylemine karşı durmuş, onun devrimci dinamikleri ilerletici değil pörsütücü ve dolayısıyla eninde sonunda yenilgiye uğratıcı rolüne işaret etmiştik.[*] Bugün yaşanan yenilgi, devrimci söylemler arkasına sığınan reformist zihniyetin tarihsel iflasını bir kez daha doğrulamış oluyor.
Seçim sonuçları
Venezuela’daki seçim sonuçları, ABD’den Avrupa’ya emperyalist medyanın yalanlarını da aslında ortaya koyuyor. Bugüne dek Venezuela’da bir diktatörlüğün olduğunu, ifade özgürlüğünün olmadığını, rejimin otoriter olduğunu bıkmadan ve en abartılı söylemlerle tekrarlayan emperyalist medya, seçimler yoluyla nasıl olup da muhalefetin parlamentoda üstelik de ezici bir çoğunluk elde ettiğini açıklamaktan kaçınıyor.
Yüzde 75’e yaklaşan katılım oranı, bir önceki meclis seçimlerine göre 8 puanlık bir artışa işaret ediyor. 2,5 milyondan fazla seçmene karşılık gelen bu artışın esas olarak muhalefetteki Demokratik Birlik Koalisyonu adındaki sağcı cepheye aktığı görülüyor. 2010 seçimlerinde Bolivarcı partiler koalisyonu 5,4 milyon, muhalefet ise 5,3 milyon oy almıştı. Bu seçimlerde ise, Bolivarcı partilere 6 milyon, muhalefet partilerine ise 7,5 milyon oy şeklinde bir dağılım görülüyor. Bu durum bir önceki seçimlerde oy kullanmayanların ve bu seçimde ilk kez oy kullanan gençlerin ezici ağırlığının muhalefet partilerini tercih ettiğini gösteriyor.
Chavez’in ölümünün ardından yapılan 2013’teki devlet başkanlığı seçimleriyle karşılaştırıldığında, Bolivarcı hareketin seçim hezimeti daha da açığa çıkıyor. O seçimlere göre Bolivarcılar 1,5 milyon oy kaybetmiş görünüyor!
Oyların dağılımına sınıfsal açıdan baktığımızda da tablo Bolivarcılar için parlak gözükmüyor. Başta başkent Caracas’takiler olmak üzere kentlerin işçi mahallelerinde halen Bolivarcı hareket başı çekmektedir. Ne var ki bu yoksul mahallelerde Bolivarcıların aldıkları oy sayısı ya aynı kalmış ya da küçük oynamalar göstermişken, muhalefetin oyları ciddi miktar ve oranlarda artmıştır. Bir başka deyişle, işçi sınıfının ve özellikle yoksul gençliğin içinde muhalefete doğru bir eğilim gelişmektedir.
Neden?
PSUV’un (Chavez’in kurduğu iktidardaki Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi) seçim yenilgisini açıklamak için başta ABD olmak üzere emperyalistlerin ve onların Latin Amerika’daki ortaklarının yürüttüğü Bolivar karşıtı kampanyaya atıfta bulunmak topu taca atmaktan başka bir şey değildir. Sokaklarda artan şiddet ve suç oranlarındaki yükselişe vb. de açıklayıcı bir faktör olarak yaklaşmak doğru değildir. Zira Bolivarcı hareket bu faktörlere rağmen bugüne kadar girdiği tüm seçimlerden kazançlı bir şekilde çıkmayı başarmıştı.
Esas faktörü geniş emekçi kitlelerin 17 yıldır bir hayalle (“21. yüzyıl sosyalizmi”) aldatılıyor oluşunda aramak gerekir. Kitleler 17 yıldır bir “devrim yaşandığı” söylemiyle karın doyurmaya zorlanmışlardır. Kuşkusuz kapitalizmin doğurduğu sefaleti yumuşatmaya dönük birtakım reformlar yapılmış, devletin sosyal hizmetlere ayırdığı kaynaklarda belli bir artış yaşanmıştır. Ancak kapitalizmin doğurduğu sefalete karşı ayağa kalkan kitlelerin desteğini sürdürebilmek için bunların yeterli olmayacağı bir kez daha açığa çıkmıştır.
Bolivarcı hükümet, bugüne dek sosyal hizmetler alanında yaptığı reformları kitlelere ve bu arada dünyadaki birçok sosyalist çevreye de sosyalizm olarak yutturmayı başarmıştır. Söz konusu dönem boyunca, dünyanın önde gelen petrol üreticilerinden biri olan Venezuela, yüksek petrol fiyatlarının doğurduğu avantajı kullanarak yoksulların yaşam kalitesini yükseltecek kimi reformları gerçekleştirmişti. Ne var ki son yıllarda petrol fiyatlarındaki çok büyük düşüş, gerek bu reformların gerekse de gıda ithalatının finansmanını giderek zorlaştırmıştı. Sosyal politikalar için gerekli kaynak, ancak kapitalist özel mülkiyete dönük ciddi bir saldırıyla elde edilebilirdi. Fakat 17 yıllık dönemde, Bolivarcı hareket, kapitalist özel mülkiyete dönük hiçbir ciddi saldırıya girişmemiştir. Bu hareketin liderliğinin burjuva sol karakteri düşünülecek olursa, ondan kapitalizmi tasfiyeye dönük adımlar atmasını beklemenin abes olduğu Marksistler için zaten açıktı.
Çok yüksek enflasyon oranları, temel ihtiyaç maddelerinin tedarikinde yaşanan sıkıntılar, yolsuzluklar, adam kayırma, rüşvet ve karaborsa gibi olgular da Bolivarcı hareketin seçimleri kaybetmesinde büyük önem taşıyor. Ne var ki yalnızca bu dönemde değil geçmişte de mevcut olan bu faktörlerin dün değil de bugün belirleyici hale gelmesinde, önemli bir başka unsur öne çıkıyor.
Venezuelalı emekçiler, yıllardır, kapitalist sömürünün ortadan kalkacağı, emperyalistlerle işbirliği içindeki oligarkların tasfiye edileceği, “21. yüzyılın sosyalizminin inşa edileceği” inancıyla, Bolivarcı hareketi gönülden desteklediler. Bu harekete dönük tüm iç ve dış komplolar karşısında canlarını da ortaya koyarak sokaklarda Bolivarcı hükümeti savundular. Onlara hep sabırlı olmaları ve beklemeleri telkin edildi. Hareketi ilerletmek için emekçi kitlelerin kendiliğinden giriştiği tüm adımlar (fabrika ve toprak işgalleri, işçi yönetimi girişimleri, işyeri ve mahalle komitelerinin, “komün”lerin oluşturulması vb.) Bolivarcı hükümet ve kapitalist devlet bürokrasisi eliyle baltalandı, işlevsizleştirildi, kadükleştirildi. Kimi durumlarda bizzat işçi hareketinin sendikal öncülerine ve sosyalist devrimci öncülere dönük suikastler gerçekleştirildi. Bolivarcı hükümetin gerçek ve somut adımlar atmak yerine sürekli oligarklardan şikayet eden tavrı, emekçi kitlelerde, Bolivarcı hükümetin bir şeyler yapmak konusunda ya isteksiz ya da bunu yapmaya gücünün yetmediği yönünde haklı bir sezgiyi güçlendirdi. Bolivarcı hükümetin “iktidarsızlığı”, eylemsizlik, bürokratizm ve yolsuzluklar emekçi kitlelerde giderek artan bir hayal kırıklığı ve moral bozukluğunu da beraberinde getirdi.
Göstermelik olan ve çoğu kez emekçilerden gelen basınçla yapılmak zorunda kalınan devletleştirmeler, sosyal hizmetleri genişletmek gibi reformlarla kapitalizmin tasfiyesinin mümkün olmadığı yaşanan acı süreçle bir kez daha ortaya çıkmıştır. Toplumsal dönüşümün dün olduğu gibi bugün de hareket noktasını oluşturan şey, işçi sınıfının özörgütlenmeleri aracılığıyla kendisini siyaseten egemen sınıf olarak örgütlemesi, yani bürokratik burjuva devlet aygıtını son tuğlasına kadar yıkıp kendi sovyetik iktidarını kurmasıdır. Yaşananlar, bu olmadığı sürece, değil sosyalist toplumsal dönüşümün önünün açılması, kalıcı iktisadi ve siyasi reformların bile yapılamayacağını gösteriyor. Kapitalist toplum, sistemin sınırları içinde kalınarak, burjuva sol ya da reformist bir hükümet aracılığıyla dönüştürülemez. Mesele kapitalist sistemi ve burjuva devlet aygıtını reformlar yoluyla dönüştürmek değil, bunları proleter devrimci bir ayaklanmayla yıkıp yerle bir etmektir. Bu da ancak en geniş emekçi kitlelerin kendi özörgütlülüklerine dayanan bir seferberliği ile mümkündür, onlar adına hareket edip kitleleri pasif bir bekleme durumuna mahkûm eden kızıl şallara bürünmüş sahte kurtarıcıların bürokratik manevralarıyla değil.
Bolivarcı hareket, ekonomik ve toplumsal alanda sınıflar arasında bir denge kurmaya, siyasal alanda ise anti-Amerikan bir söylemle Latin Amerika sathında bir tür milliyetçilikle prim toplamaya dayanıyordu. Tarihsel açıdan bakıldığında, Bolivarcı hareket, işçi sınıfını ve yoksul emekçileri oyalayan, proleter devrim dinamiklerini çıkmaz sokaklara sürükleyen bir rol oynamıştır. Onun, devrimci dinamiği ilerletici değil frenleyici ve geriletici bir rol oynadığının bilincine varamayıp Chavez’in devrimciliğine ve Bolivarcılığa methiyeler düzen sosyalist çevreler için gerçek bir muhasebe ve özeleştiri zamanıdır.
Kuşkusuz bu yaşananlar, Venezuela’daki sosyalist hareket içinde de geniş tartışmalara yol açacak, yeni saflaşmalar, netleşmeler ve arınmalar ortaya çıkacaktır. Ne var ki, düne kadar “kitleler Chavez’i ve Bolivarcı hareketi izliyor” diyerek burjuva sol iktidarın peşine takılanlar, eğer bu kafayı değiştirmezlerse, politik mücadelede daha çok yenilgilerle yüzyüze gelir ve yıkımlar yaşarlar.
[*] Bu konudaki bazı yazılarımız için bkz. Elif Çağlı, Tehlikenin Ortasında, 28 Mayıs 2006; Elif Çağlı, Tehlikeli Bir Eğilim: Oportünizm, 23 Aralık 2006; Elif Çağlı, Enternasyonal Alanda Menşevizmin Yansımaları, Ocak 2008; Elif Çağlı, Bir Oportünistin Marksizm ve Devlet Sorununa Yaklaşımı, Mart 2010; Oktay Baran, Venezuela’da Chavez’in Pirus Zaferi, 1 Kasım 2010; İlkay Meriç, Chavez’in Ardından, 18 Nisan 2013
link: Oktay Baran, Bolivarcı Hayallerin İflası, 9 Aralık 2015, https://marksist.net/node/4696
Oku Ali, Oku!
Örgütsüzsek Güçsüzüz