Venezuela’da Chavez’in ölümünün ardından 14 Nisanda yapılan başkanlık seçimlerini, geçici olarak devlet başkanlığı görevini yürüten Nicolas Maduro kazandı. Chavez, ölmeden önce halefi olarak Maduro’yu seçmiş ve olası bir seçimde onun başkanlığa aday olmasını vasiyet etmişti. Karşısında ise, 2012’nin Ekim ayında yapılan başkanlık seçimlerine de Chavez karşıtı sermayenin temsilcisi olarak giren Henrique Capriles vardı. Seçim hazırlıkları bir ay gibi çok kısa bir süreye sıkıştı. Maduro, seçim mitinglerinde Chavez odaklı bir propaganda yürüttü. Venezuela halkının “Comandante”ye ihanet etmemesi ve Bolivarcı devrimi sürdürmesi gerektiğini, aksi takdirde lanetleneceklerini söylüyor; bu yüzden kendisine oy verilmesini istiyordu. Capriles ise artan suç oranlarına, yüksek fiyatlara ve enflasyona vurgu yaparak Bolivar yönetimini eleştiriyor ve Brezilya tipi bir sistemle bu sorunları ortadan kaldıracağını vaat ediyordu. Seçim öncesi anketlerde Maduro’nun %10 ile önde olduğu belirtiliyordu. Ancak Chavez endeksli propaganda Maduro’nun seçimleri kazanmasına yetse de, Chavezci hareket için tehlike sinyallerine son vermeye yetmedi. Katılımın %79 ile oldukça yüksek olduğu seçim sonuçlarına göre, Maduro oyların yüzde 50,7’sini, rakibi Capriles ise yüzde 49,1’ini aldı. Böylece, 235 bin oy gibi çok az bir farkla Maduro Venezuela’nın yeni devlet başkanı seçildi. Maduro’nun seçimi kıl payı kazanması, tartışmaları da beraberinde getirdi. Muhalefet seçim sonuçlarını kabul etmediğini açıkladı ve oyların tamamının yeniden sayılmasını istedi. Muhalefetin bu talebi CNE (Ulusal Seçim Konseyi) tarafından kabul edildi ama daha denetim sonuçlanmadan Maduro yemin ederek başkanlık görevine başladı.
Capriles cenahının seçimlerde yolsuzluk yapıldığı iddiası sadece tartışmalara yol açmakla kalmadı, aynı zamanda kanlı çatışmalara da sebep oldu. Seçim sonuçlarına itiraz eden muhalefetin yaptığı protesto eylemlerinde 9 kişi öldü, onlarca kişi ise yaralandı. Seçimlere hile karıştırıldığı için Maduro’nun başkanlığının meşru olmadığını savunan Capriles yanlıları, başta CNE binaları olmak üzere, hükümetle özdeşleşen sağlık merkezlerine ve PSUV bürolarına saldırdılar. Seçimlerin yapıldığı gece yapılan rutin denetimde oyların %53’ü kontrol edildi ve seçim sonuçlarına etki edecek bir farklılık tespit edilmeyince Maduro’nun başkan seçildiği ilan edildi. Venezuela’da seçmenler hem dijital ortamda oy kullanıyor hem de bilgisayarın verdiği oy pusulasını mühürlü sandığa atıyorlar. Rastgele seçilen oyların %53’ünün sandık ve dijital sonuçları karşılaştırılıyor. Bir farklılık yoksa dijital sonuçlar kesin sonuç olarak kabul ediliyor. Capriles ise oyların tamamının tek tek yeniden sayılmasını istiyor. Seçim sonuçlarının değişmesi çok düşük bir ihtimal olsa da CNE bir aydan uzun sürecek bu talebi kabul etti. Ancak bu da Capriles cenahını tatmin etmedi. Capriles CNE’nin denetimini boykot edeceklerini açıkladı ve seçimlerin iptali için ulusal ve uluslararası bütün hukuki yollara başvuracaklarını açıkladı. Muhalefet kanlı çatışmaların ardından protesto gösterilerini iptal etti. Ancak sular durulmadı. Muhalefet Maduro’nun başkanlığını tanımadığını ilan edince, Maduro’nun “başkanlığı kabul etmeyenlere konuşma yasağı”nı öngören yasa tasarısı meclise sunuldu. Tasarının kabul edilmesiyle meclis birbirine girdi ve vekiller birbirlerine saldırdılar. 1 Mayısta ise hem iktidar hem muhalefet, başta Caracas olmak üzere ülkenin çeşitli illerinde mitingler düzenledi. İki taraf arasında bir çatışma yaşanmaması için mitinglere katılımın kitlesel olduğu Caracas’ta farklı güzergâhlar belirlendi. Muhalefet seçim sistemini ve iktidarı protesto etti; özgürlük ve adil ücret talep etti. Chavezci hareket ise seçim sonuçlarını, asgari ücret zammını ve çıkarılan iş yasasını kutladı. Seçim sonrasında yaşananlar gösteriyor ki, bundan sonra muhalefet karşısında Bolivar yönetiminin işi daha da zorlaşacak.
Maduro kimdir?
1962 yılında doğan Maduro’nun babası bir sendika lideriydi. Solcu bir ailede yetişen Maduro politik hayatına Caracas yakınlarındaki bir işçi mahallesindeki lisede öğrenci sendikası liderliği yaparak başladı. Sonraki yıllarda Sosyalist Birlik Partisinin saflarına katılan Maduro, Caracas Metro şirketinde otobüs şoförlüğü yaptı. Devlete ait olan bu şirkette sendikal faaliyet yasaklanmış olmasına rağmen, Maduro gayrıresmi bir sendikanın kuruculuğunu yaptı. Maduro 90’ların başında MBR-200 hareketine katıldı ve Chavezci hareketin önde gelen isimleri arasında yer almaya başladı. 1992’deki başarısız darbe girişiminin ardından tutuklanan Chavez’in serbest bırakılması için yürütülen kampanyaların yöneticiliğini yaptı.
1998’de, Chavez’in başkan seçilmesinin ardından başlayan yeni dönemde önce senatoya seçilen Maduro, bir yıl sonra da Kurucu Meclis içerisinde yer aldı. Ardından ise ulusal meclise seçildi. 2006’da Dışişleri Bakanlığına getirildi ve Kolombiya ile ilişkilerin düzeltilmesinde önemli rol oynadı. 2012’de Chavez yeniden devlet başkanlığına seçilirken o da başkan yardımcılığı görevini üstlendi. Chavez, hastalığının ilerlediği son dönemlerde yetkilerinin bir kısmını Maduro’ya devretti ve onu şu sözlerle kendinden sonraki dönemin başkanlığına aday olarak gösterdi: “Devrimci, gençliğine rağmen muazzam tecrübeleri olan, büyük bir fedakârlık ve çalışma kapasitesiyle en zor durumların dahi üstesinden gelebilecek bir adam!”
Sosyalist Venezuela?
Venezuela’da yaşanan siyasi gelişmelerle ilgili olarak bugüne kadar çok sayıda yazı kaleme aldık. Bu yazılarda bir hususun altını kalınca çiziyorduk: Chavez Venezuela’daki devrimci sürecin önderi değil, tersine devrimin önündeki engeldir. Doktor ve öğretmen yüzü görmemiş, çocuklarının yetersiz beslenme yüzünden öldüğü, izbe konutlarda yaşamak zorunda kalan Venezuela halkının çoğunluğuna, Chavez’in reformları bir devrim olarak göründü. Eğitim, sağlık ve barınma konusunda yapılan reformlar, o güne kadar sefalete terk edilmiş halkı, ulusal ve uluslararası muhalefet karşısında Chavez’in en önemli koruyucusu haline getirdi. Zaten bu yüzden halk Chavez’i her defasında ipten almasını bildi. Ancak bu durum Chavez açısından aynı zamanda ciddi bir çelişkiyi de beraberinde getiriyordu.
“İktidarda kalmasının tek güvencesi işçi ve emekçi kesimlerin desteğidir. Bu desteğin sürekliliğini sağlamak için, reform sürecini ilerletmek ve verdiği sözlerin arkasında durmak zorundadır. Fakat bu durum onu burjuvaziyle çatışmaya girmek zorunda bırakmaktadır. Chavez’in önündeki diğer seçenek ise reform sürecinden geri adım atmaktır ki, bu durum kitle desteğini yitirmesi anlamına gelecektir.” (Zeynep Güneş, Venezuela’da Neler Oluyor?, www.marksist.com)
Nitekim 2004 yılında yazılmış bu satırlar adım adım doğrulandı. İlk olarak 2007 yılı sonunda yapılan referandum sonuçları Chavezcileri ve onların sosyalist destekçilerini hayal kırıklığına uğrattı. Anayasanın 69 maddesinin değiştirilmesine yönelik yapılan referandum %50,7’lik hayır oyu ile kaybedildi. Ağırlıklı olarak Chavez’in yetkilerini arttırmaya yönelik olan bu değişiklik paketinin emekçilerden geçer not alamaması, Venezuela halkının “21. yüzyıl sosyalizmi” retoriğine o kadar da itibar etmediğinin bir göstergesi oldu. Chavez’i iktidarda tutan sadece karizmatik kişiliği değildi, kitlelere devrim gibi gözüken reformlarıydı onu halkın gözünde bir kurtarıcı haline getiren. Bu reformlar yoksul halkın durumunu geçmişe oranla düzeltse de yeterli değildi. Kapitalist özel mülkiyetin devam ettiği, işçilerin konseyler aracılığıyla iktidarda olmadığı, yoksulluğun, yolsuzluğun, bürokrasinin devam ettiği bir düzene “21. yüzyıl sosyalizmi” demekle gerçeklerin üstünün örtülemeyeceği açıktı. Nitekim reformlar hız kaybettiği ve sorunlar çözülmediği ölçüde kitlelerin Bolivarcı harekete olan desteği azaldı ve anayasa değişikliği referandumu kaybedildi. Referandum öncesi Venezuela’daki tablo referandumun neden kaybedildiğini net bir biçimde açıklıyordu:
“Dokuz yıldır «devrim» yaşandığı ve «sosyalist» önlemlerle «sosyalizme» yürüdüğü söylenen Venezuela’da, halkın %34’ü yoksulluk sınırının altında yaşamaya devam etmektedir. Ekonomide petrole endeksli büyüme rekorları kırılırken, enflasyon oranı resmi verilere göre %20, işsizlik oranıysa %9 civarındadır. Gerçek işsizlik oranının resmi açıklamaların çok üzerinde olduğu ise kimse açısından bir sır değildir. Bankaların en kârlı yıllarını yaşadıkları, zenginlerin daha da zenginleştiği, lüks otomobillerin satış rekorları kırdığı Venezuela’da, yoksul işçi ve emekçilerin en temel problemlerinden biri olan konut sorunu hâlâ çözülememiştir. Nüfusun aş ve iş umuduyla aktığı başkent Caracas’ın etrafı, tepeleri kaplayan sefil durumdaki gecekondularla çevrilmiş durumdadır.
“Burjuvazi, son aylarda, temel besin maddeleri üzerinde uygulanmak istenen fiyat sınırlamasını kaldırtmak ve halkı yılgınlığa sürükleyerek Chavez karşıtı cepheyi güçlendirmek için, yapay bir kıtlık yaratmıştır. Bu kıtlık nedeniyle halkın %75’i et, süt, şeker, yağ gibi en temel ihtiyaç maddelerine ulaşamamakta ya da bu maddeleri fahiş fiyatlarla temin etmeye zorlanmaktadır.” (İlkay Meriç, Chavez’in Referandum Yenilgisi, MT, Ocak 2008)
Bu tabloda bir değişiklik meydana gelmeyince 2010 yılında yapılan milletvekili seçimleri de Chavez’e olan desteğin düşüşüyle sonuçlandı. Her ne kadar PSUV (Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi) ve PCV (Venezuela Komünist Partisi) koalisyonu seçimlerden galip çıksa da meclisteki üçte iki oranındaki çoğunluğunu kaybetti. Böylece Chavez istediği değişiklikleri kanun hükmündeki kararnamelerle yapma gücünü de kaybetmiş oldu.
2012’deki başkanlık seçimlerinde de benzer bir durum ortaya çıktı. Chavez rakibi Capriles karşısında %55’lik oy oranıyla ipi önde göğüsledi. Ancak önceki seçimlerle kıyaslandığında muhalefetin oy miktarı Chavez’e göre çok daha fazla artmıştı.
Seçim sonuçları ne anlama geliyor?
2007’den itibaren Chavezci hareket kan kaybetmeye başladı. Yukarıda saydığımız tüm olaylarda bu durum kanıtlanmışken, oportünistler Chavez’in devrimci bir önder, Venezuela’da yaşananın ise sosyalist devrim olduğunu söylemeye devam ettiler. Kabahati kimi zaman beceriksiz bürokratlara attılar, kimi zaman da başarısızlığı ABD emperyalizminin “devrimci önder” Chavez’e karşı yürüttüğü kampanyalara bağladılar.
Seçim öncesinde, Maduro’nun Chavez’in misyonunu yerine getirip getirmeyeceği Venezuela’da siyasi gündemin temel konularından birisiydi. Chavez-Maduro karşılaştırmaları yapılıyor ve özellikle muhalefet Maduro’nun yetersizliğini ön plana çıkararak fiziksel olarak kurtulduğu Chavez’den siyaseten de kurtulmak istiyordu. Yapılan anketlerde Chavez taraftarlarının %20’si Chavezsiz Chavezci hareket olmaz diyordu. Bolivar yönetiminin bu seçimleri kazanabileceğini geçen ay belirtmiştik. Nitekim çok az bir farkla Maduro başkan seçildi. Yukarıda Bolivarcı hareketin ana duraklarda nasıl bir grafik çizdiğini özetledik. 14 Nisan seçimleri de aynı çizgiyi devam ettirdi ve Bolivar yönetiminin kan kaybetmekte olduğu bir kez daha doğrulanmış oldu. Üstelik gidişat değişmezse bir sonraki raundu muhalefetin kazanması kuvvetle muhtemel gözüküyor.
Nitekim Chavez destekçisi “venezuelanalysis.com” sitesinde seçim sonuçlarını değerlendiren bir yazı da bu tehlikeye işaret ediyor: “İnsanların politik bilinci geri düzeyde olduğunda, yağ veya diş macunu yokluğu yüzünden biraz yılgınlığa kapılmaları işten bile değildir. Ya da bira fiyatının bir ayda iki katına çıkmasından. Ya da seyrek de olsa elektrik kesintilerinden. Hükümetin halkla iletişiminin ciddi bir biçimde iyileştirilmesi gerekiyor. Bundan da önemlisi, 14 yılda çok söylendi –hepimiz bu muazzam başarıları tek tek sayabiliriz– ama bürokrasi, suç ve yozlaşma gibi bazı problemler varlığını koruyor ve öyle gözüyor ki bazı insanlar bu problemleri başka birinin çözeceğine inanıyor…. Dün gece teknik olarak seçimlerden galip çıkmış olsak da, Maduro bile kabul etti ki aynı zamanda kaybettik.” (Tamara Pearson, Understanding the Venezuelan Presidential Election Outcome, 15 Nisan 2013) Meclis Başkanı Cabello da dâhil olmak üzere Chavezcilerin de bu durumu kabullenmeleri ve şapkayı önlerine koyup seçim sonuçlarını düşünmeleri gerektiğini söylemeleri artık gerçeklerin saklanmayacağı bir noktaya gelindiğini gösteriyor.
Elbette Bolivarcı yönetimin seçim sonuçlarını dikkate alarak esas sorunun kapitalizmde olduğunu kabul etmesini, kapitalizmin temel çelişki ve sorunlarının reformlarla ortadan kalkmayacağını itiraf etmesini ve “21. yüzyıl sosyalizmi” yerine gerçek bir işçi iktidarını hedeflemesini beklemek saflık olur. Tersine, Chavezci hareket gerek ulusal gerekse uluslararası sermaye ile daha da fazla uzlaşma siyasetine doğru kayacaktır. Chavez’in kendisine göre daha ılımlı ve uzlaşmacı bir kişiliğe sahip Maduro’yu halefi ilan etmesi de bunun emaresidir. Her siyasi hareket dönemin ihtiyaçlarına uygun siyasetçisini de ortaya çıkarır. Nitekim Maduro, yemin töreninde yaptığı konuşmada “anayurdumuzun adayına oy vermeyenlere de zeytin dalı uzatıyorum” diyerek yeni dönem politikasının sinyallerini de vermiş oldu. Ayrıca kimi kaynaklara göre Maduro ABD ile ilişkileri de düzeltmeyi düşünüyor.
Chavez’i Venezuela devriminin önderi olarak gören oportünistler ise görmek istediklerini görüyorlar, süreci farklı değerlendiriyorlar ve gelişmelerden farklı sonuçlar çıkarıyorlar. Örneğin PSUV içerisindeki kimi “Marksist” gruplar, Maduro’nun “burjuvazi ile anlaşma yapmayacağız, tersine devrimi radikalleştireceğiz” sözlerinden üretim araçlarının, bankaların ve büyük toprakların kamulaştırılmasını anlıyorlar. Burjuva devlet aygıtını yıkmaları gerektiğini ve bunun yerine işçi konseylerine dayanan yeni devrim yapılanmalarını geçirmek zorunda olduklarını da ekliyorlar. Evet, devrimci Marksistlerin uğrunda mücadele etmek zorunda oldukları hedef tam da budur: burjuva düzeni yıkıp yerine işçi iktidarını tesis etmek. Ama bugün Venezuela’da böyle bir devrimin önündeki engellerden biri de Chavezci hareketin kendisidir. Chavez yıllar boyunca radikal bir söylemle ve büyük beklentilerle Venezuela halkını kontrol altında tuttu. Reformistlerin anlamak istemedikleri husus da budur. Kapitalizme karşı radikal çıkışlar yapan Chavez icraata gelince aynı radikalliği gösteremedi. Özel mülkiyete dokunmadı. Şimdiyse halefi “devrimi” radikalleştirmekten bahsediyor ve onun sosyalist kuyrukçuları bu sözleri ve sahibini alkışlıyorlar. Oysaki devrimin kendisi zaten yeterince radikaldir, daha radikalleştirilmek isteniyorsa ortada devrim falan yok demektir.
Sonuç olarak, 2012 seçimlerinden sonra söylediklerimiz bugün de geçerliliğini koruyor:
“Venezuelalı işçi ve emekçiler, 2000’li yılların başından bu yana burjuvazinin karşı-devrimci saldırılarına var güçleriyle karşı koydular. Onlar, baskı ve sömürünün sona erdiği, eşitlikçi, adil bir Venezuela için mücadele ettiler ve kendi temsilcileri olarak gördükleri Chavez’in ardından gittiler. Ne var ki yıllar geçtikçe, değiştirilmesini istedikleri düzenin sacayaklarının yerli yerinde durduğunu görerek hayal kırıklığına uğradılar. 14 yıldır her seçimde, Chavez’i desteklememenin burjuvaziyi desteklemek anlamına geldiğini vaaz eden, Chavez’i devrimci bir lider olarak alkışlayıp melanetin kaynağını bürokraside gören reformistlerse, emekçi kitleleri Chavez’in kuyruğuna takmaya çalışmayı sürdürüyorlar. …Yıllardır Chavez’e kan veren bu reformist cephe, gerçekte proleter devrimin önündeki en büyük engel haline gelmiştir. Bunların desteğiyle Chavez (bugün Maduro, S.K.) altı yıl daha başkanlık koltuğunda oturarak emekçileri oyalayıp dizginleme şansını yakalamıştır. Venezuela’da devrimci durumun yolundan saptırılıp heba edilmesinin vebali Chavez’in olduğu kadar bunların da boyunlarındadır.” (İlkay Meriç, Chavez’e Endeksli Bir Sosyalizm Hikâyesi, MT, Kasım 2012)
link: Suphi Koray, Venezuela’da Seçim Sonuçlarının Gösterdikleri, Mayıs 2013, https://marksist.net/node/3251
Thatcher’ın Ardından
THY Grevi Üzerine