Türkiye’de burjuva medya, 11 Mayısta Filistin’de İsrail askerleri tarafından öldürülen gazeteci Şirin Ebu Akile’nin cenazesine İsrail polisinin saldırısını kınarken, aynı gün Almanya’da kanserden ölen Barış Grubu üyesi Kürt siyasetçi Aysel Doğan’ın cenazesine Türkiye polisinin yaptığı saldırıyı görmedi bile. Türkiye burjuvazisi medyası ve siyasetçisiyle bir kez daha ne kadar ikiyüzlü olduğunu cümle âleme gösterdi.
Yıllardır Filistin halkının sesini dünyaya duyuran Al Jazeera (El Cezire) muhabiri Şirin Ebu Akile işgal altındaki Batı Şeria’da bulunan Cenin mülteci kampı yakınlarında bir İsrail askeri baskınını izlediği haber takibi sırasında, üzerinde basın yeleği olduğu halde İsrail askerleri tarafından vurularak öldürüldü. İsrail polisi, Akile’nin cenaze törenine de saldırdı. Polis, cenazeyi almak için Saint Joseph Fransız Hastanesine gelen, Ebu Akile’nin yakınları, meslektaşları, Filistinli yetkililer ile birlikte binlerce Kudüslüyü engellemek için yolları kapattı. Tabutun omuzlarda taşınmasına izin verilmedi. Polis cenazeye katılanlara cop, kauçuk kaplı mermi ve ses bombasıyla saldırdı.
Cenazelere dahi saldırtan korku, işgalci devletin özgürlük mücadelesi veren halklardan korkusu, Türkiye’de de Aysel Doğan’ın cenazesinde sahneye çıktı. Aysel Doğan’ın Almanya’dan Diyarbakır’a getirilen cenazesi buradan karayoluyla memleketi Dersim’e götürüldü. Cenaze Seyidli Köprüsünde ailesi, dostları ve binlerce HDP’li tarafından karşılandı. Doğan’ın Dersim merkezdeki evine gitmek isteyen kitleye izin verilmedi. Cenazeyi kaçıran polis define katılmak isteyen kitleyi uzaklaştırmak için tazyikli su, plastik mermi ve gaz bombalarıyla saldırdı. Doğan’ın ailesi, cenazeyi evlerine götürüp tören yaptıktan sonra belediye mezarlığında defnetmek istedi ancak polis buna da izin vermedi. Aysel Doğan’ın cenazesi ailesinin katılımıyla asri mezarlığa defnedildi. İsrail ve Türk polisinin iki cenazeye karşı aldığı tutum arasında hiçbir fark yoktur. Her iki saldırı da zalimliktir, insanlıktan çıkmadır. Ezilen halkların özgürlük mücadelesini baskı altına alma amacını taşımaktadır.
Bu ikiyüzlülük ve riyakârlık Türkiye burjuvazisinin Filistin ve Kürt halklarının özgürlük mücadelesinde aldığı siyasi tutumun devamıdır. Siyonist İsrail devletiyle ekonomik, siyasi ve askeri işbirliğinin fırsatlarını kaçırmazken bir yandan da Filistin halkının kurtarıcısı pozları kesti Erdoğan. Dış siyasette ise Filistin halkının çektiği acılar Erdoğan’ın İslam dünyasının lideri olma hayallerinde kullanışlı bir malzeme yapıldı.
AKP ve Erdoğan dışarıda Filistin halkının hamisi kesilip zaman zaman İsrail devletine esip gürlerken, içeride Kürt halkının özgürlük mücadelesini önce oyalama siyasetiyle zayıflatmaya çalıştı; iktidarını korumak için savaşa ve kaosa ihtiyaç duyduğunda ise Siyonist İsrail’i aratmayacak yöntemlerle bastırmaya girişti. Topraklarını işgal eden Siyonist İsrail devletine karşı özgürlük mücadelesi veren Filistinlileri 7’den 70’e kahraman ilan eden bu iktidar, eşit yurttaşlık talep eden Kürt halkını ve onun temsilcilerini 7’den 70’e “terörist” ilan ediyor. 5 yaşındaki çocukları geleneksel kıyafet giydiği için gözaltına alarak, onlarca çocuğu polis panzerleriyle ezerek, “terörist sandık” diyerek silahla, bombayla öldürerek, 70 yaşındaki anaları, dedeleri, hastaları yıllarca hapislerde tutarak, hastalıklarını ve yaşlılıklarını işkence malzemesi yaparak, uydurma delillerle Kürt siyasetçileri zindanlarda rehin tutarak, anaların cenazelerini günlerce sokak ortasında bekleterek, cenazelerine saldıranlara çanak tutarak, Kürt siyasetçilerin cenazelerine saldırıp bir halkın haklı mücadelesini bastırabileceğini sanıyor. Türkiye burjuvazisinin kuruluş kodlarında olan bölünme korkusuyla Türk ve Müslüman olmayan tüm halklara uygulanan zulüm bugün de Erdoğan rejiminde vücut buluyor. Filistin halkına dost gözüküp Kürt halkını ezmek, milliyetçilik zehriyle gözleri bağlanmış Türkiyeli emekçilerin geri bilincine hitap etmek için kullanışlıdır elbette. Fakat gerçekler hiçbir zaman sonsuza kadar saklanamamıştır ve hiçbir despot da halkı ilelebet kandıramaz. Emekçiler kendi çıkarları için bir araya gelmeye ve siyaseti kendi çıkarları temelinde anlamaya başladıklarında kendilerini aptal yerine koyanlardan, zulümle abat olanlardan hesabı fazlasıyla soracaktır.
Filistin sorunu toprakları işgal edilen bir halkın işgale karşı verdiği haklı bir mücadele olmasının yanında, Yahudilerin yaşadığı soykırım, emperyalistlerin Ortadoğu’da yürüttükleri hegemonya mücadelesi ve bölgede bulunan irili ufaklı kapitalist devletlerin çıkar hesaplarını da içeren çok yönlü tarihi bir sorundur. Filistin sorununun tarihi ve siyasi boyutlarının anlaşılması ve sorunun Marksist açıdan kavranılması için web sitemizdeki “Filistin Sorunu” başlıklı bölümümüzde bulunan yazılara bakılabilir. Biz şimdilik bu yazının kapsamı dâhilinde Erdoğan ve AKP’nin Filistin halkıyla dostluğunun sınırlarını neyin belirlediğine bakalım.
2009 yılbaşında İsrail’in Gazze’ye saldırarak 450’ye yakını çocuk, 100’ü kadın olmak üzere 1300’ü aşkın Filistinliyi katletmesinden birkaç hafta sonra toplanan Davos zirvesinde Erdoğan “one minute” çıkışıyla, İsrail cumhurbaşkanı Şimon Peres’e “siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” diyerek Müslüman halklardan puan toplamayı hedefliyordu. Bu hedefinde başarılı da oldu. Bir yıl sonra yaşanan Mavi Marmara saldırısında ise Erdoğan’ın hedefi İslam dünyasındaki prestijini daha da arttırmakken, İsrail’in amacı “one minute” çıkışının intikamını almak ve emperyalist çabaları hız kazanan Türkiye’yi hizaya getirmekti. Mavi Marmara saldırısı da sonuçları itibariyle Erdoğan’ın işine yaradı ve İsrail ile ilişkiler kesilerek üç şart ileri sürüldü: Özür, tazminat ve Gazze ablukasının kaldırılması. İlerleyen süreçte abluka kalkmadı ama diğer şartlar belirli sınırlar içinde İsrail tarafından yerine getirildi. Kazanan yine Erdoğan olmuştu. Çünkü Erdoğan’ın bu gerginlikten asıl muradı “İsrail’e kafa tutan lider” imajını güçlendirmekti ve başarılı da oldu. Erdoğan’ın Müslüman dünyadaki imajı yanında Gazze halkının ambargo altında inlemesi sadece bir teferruattı.
2010 yılından başlayan Arap isyanları Erdoğan’a bu imajını güçlendirme yolunda bir fırsat sunacakmış gibi oldu. Ne var ki Mısır’da Müslüman Kardeşler’in devrilmesi ve Suriye savaşında beklendiği gibi kısa sürede istenilen sonucun alınamaması sonrası hem Erdoğan’ın İslam coğrafyasındaki imajı sarsıldı hem de Türkiye dünya siyasetinde yalnızlaştı. Bir de buna tumturaklı bir isim buldular: “Değerli yalnızlık!” Tabii emperyalist dünyada değerli ya da değil bir devletin yalnız kalması kapitalist çıkarlara ters olduğu için ilelebet sürdürülebilecek bir durum değildi. Üçüncü emperyalist paylaşım savaşı çerçevesinde aynı kampta bulunan Türkiye ve İsrail’in gerilimi daha fazla sürdürmesi mümkün de değildi. Ayrıca bu durum ekonomik çıkarlarına da uygun düşmüyordu. Erdoğan bu durum için şöyle diyordu: “O bize muhtaç, biz de ona ihtiyaç duyuyoruz.” Karşılıklı çıkarların yanında İsrail’in öldürdüğü Filistinliler de aslında teferruattı. Tıpkı Türkiye’de esir tuttuğu ve ekonomik ve siyasi şantaj malzemesi yaptığı mülteciler gibi, iktidara gelirken demokrasi pozları kestiği ezilen halklar ve inançlar sorunu gibi…
Erdoğan İsrail devletiyle arasını düzeltme aşamasına geçtiğinde söylemleri değişse de, Filistin halkının siyasi iradesine saygı gösterilmesi gerektiğini söylüyordu. “Biz Türkiye olarak kardeşimiz Filistin halkının kendi bağımsız ve egemen devletini kurmasını en güçlü şekilde destekledik. Bundan sonra da desteklemeye devam edeceğiz.” Newsweek dergisine verdiği mülâkatta ise soruyordu: “Bir ülkenin meclis başkanını, hükümet üyelerini, vekillerini hapse atıp sonra da uysalca oturmalarını mı bekliyorsunuz?” Şimdi de biz soruyoruz; bir halkın siyasi iradesine saygı gösterilmesi gerekiyorsa Türkiye halklarından 6 milyon oy almış HDP’nin milletvekilleri, belediye başkanları, parti yöneticileri, üyeleri neden yıllardır esaret altında tutuluyor? Siyasi baskılara, işkencelere, tehditlere, yok sayılmaya, Kürt halkının dilinin yok edilme çabalarına ses çıkaranlar neden terörist ilan ediliyor? Filistin halkının kendi bağımsız ve egemen devletini kurmasını desteklemek haklı bir talepken, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı neden kanla, asimilasyonla, yok saymayla elinden çalınıyor. Ya da Filistinli Şirin Ebu Akile’nin cenazesine saldırmak zalimlikse, Aysel Doğan’ın cenazesine saldırmak da zalimlik değil midir?
Türkiye’de İslamcı faşist rejimin ve Siyonist İsrail devletinin Filistin ve Kürt halklarına yaptıkları zulüm ve bu zulme karşı ortaya koydukları ikiyüzlülük emperyalist devletlerin ortak karakteridir ve tüm dünyada kendini benzer biçimlerde gösterir. “Hem Türkiye hem de İsrail burjuvazisinin ikiyüzlülükte, riyakârlıkta, katliamcılıkta ve gayri insanilikte birbirinden aşağı kalır yanı yoktur. Her ikisi de işgal altında tuttuğu topraklarda tarihsel açıdan hakları olduğunu iddia etmektedirler. Yaptıkları katliamların, saldırıların kendilerini savunmak amacı güttüğünü, sivil halkla bir işleri olmadığını, amaçlarının «terörist grupları» yok etmekten ibaret olduğunu ve bu «teröristlerle» masaya oturmalarının mümkün olmadığını söylemektedirler. İşin aslı bu ikiyüzlü tutumlar, bütün burjuva devletlerin ortak karakteridir. Dünyanın baş emperyalisti ABD de Afganistan ve Irak’ın işgalini «savunma amaçlı saldırı», «demokrasi ve özgürlük götürmek» laflarıyla açıklıyordu. Rusya, Çeçen halkını tankları altında inletirken «teröristler»e karşı mücadele ettiğinden dem vuruyordu. Çin de, Tibet ve Uygur halklarını ezerken benzer gerekçeler ileri sürüyordu. «Demokrasi şampiyonu» geçinen AB ülkelerinin Afrika’da veya Asya’da yaptıkları da gayet iyi biliniyor. Bu nedenle ABD emperyalizminin baş temsilcisi Bush, «uluslararası terörizme karşı mücadele» söylemini ortaya attığında, kimse çıkıp da «asıl terörist sensin, bu sözlerle emperyalist niyetlerini gizlemeye çalışıyorsun» demedi. Tüm burjuva devletler kendi «teröristlerini» yarattılar ve emperyalist niyetlerini de birilerini «özgürleştirerek» gizlemeye çalıştılar. Emperyalist girişimlerin adı «arabuluculuk», emperyalistler de «barış elçisi» oldu.”[*]
Kapitalist sistemin egemenleri, sınıfsal çıkarlarının gereği olarak, Müslümanı, Yahudisi, Hıristiyanıyla dünya halklarının kardeşliğine, dünya işçi sınıfının birliğine ve barışa düşmandırlar. İşçi sınıfının kurtuluşu da, ezilen halklar üzerindeki esaretin kalıcı olarak son bulması ve kalıcı barışın sağlanması da işçi sınıfı ve emekçilerin kapitalizme karşı vereceği mücadelenin başarıya ulaşmasıyla mümkün olacaktır.
[*] Kerem Dağlı, Gazze’de Mazlumu Savunurken Diyarbakır’da Zalim Kesilenler (Mart 2009), marksist.com
link: Meral İnci, Halklar Acıda, Egemenler Zalimlikte Birleşiyor!, 3 Haziran 2022, https://marksist.net/node/7656
Sen Sanıyorsun ki
Doğayı ve İnsanlığı Kapitalizmden Kurtarmak Gerek!