Boğaziçi direnişi, 2021 Türkiye’sinin en önemli gündem başlıkları arasındaki yerini koruyor. Üniversiteye rejimin şefi Erdoğan tarafından klasik tabirle bir gece ansızın kayyum rektör atanmasıyla başlayan protestolar, üzerinden haftalar geçmesine rağmen sürüyor. Rejimin tahammülsüzlüğü ve saldırgan tutumu da öyle!
Baştan şunu belirtmek gerekir ki Boğaziçi meselesi, çok kısa süre içinde rektörlük için yapılan tepeden atama tercihi ve bu tercihe yönelik haklı tepkilerden ibaret olmaktan çıkmış ve boyut atlamıştır. Rejimin niteliğine ve ülkedeki politik iklime ilişkin temsili bir vaka haline gelmiştir. Bir taraftan kitlelerin harekete geçmesinden duyulan ölesiye korkunun, bu nedenle itiraz edene boyun eğdirme arzusunun tezahürlerini görüyoruz, diğer taraftan ise rejime karşı mayalanan tepkiyi ve ne yapılırsa yapılsın bir kere açan direnç çiçeğinin kolay kolay soldurulamayacağını…
Hemen her önemli olaya ilişkin hafızalarda yer edinen, o olayın simgesi haline gelen ikonik görüntüler vardır. 1968 olimpiyatlarında birincilik ve ikincilik kürsüsündeki ABD’li siyah atletlerin ezilen siyah emekçileri selamlamak için yumruklarını havaya kaldırdıkları anı ölümsüzleştiren fotoğraf… Ya da napalm bombasıyla düzenlenen saldırı sonrasında çekilen, Vietnamlı çocukları korku içerisinde kaçarken donduran o meşhur kare… İnsanı etkileyen, görseli çarpıcı kılan aslında ona konu olan hikâyeden başka bir şey değildir. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, gerçekliği metinlerin anlatamayacağı çarpıcılıkta ve yalınlıkta aktaran böylesi görseller, toplumsal hafızanın bir parçası olurlar.
Boğaziçi’ne dair öne çıkan özellikle iki görüntünün saray rejiminin taarruz hikâyesini özetler nitelikte olduğunu söyleyebiliriz. Hatırlanacaktır, ilki bir fotoğraf karesiydi. Eylemlerin ilk gününde, üniversite kapısına takılan kelepçe... Diğeri ise geçtiğimiz günlerde bir video olarak kaydedildi. Sessizce kaldırımda yürüyen öğrencilerin, polisler tarafından saldırıya uğrayarak gözaltına alındığı an… Videoda öğrencilerin arasına dalan bir polisin “Terbiyesizler” lafının yanı sıra bir öğrenciye “başını yere eğ” anlamında “Aşağıya bak, aşağıya bak” dediği duyuluyordu. Video kısa sürede yüz binlerce insana ulaştı. Toplumun hemen her kesiminden “Aşağı bakmayacağız, boyun eğmeyeceğiz!” sesi yükseldi.
Mevzubahis görüntünün geniş kitlelere ulaşmasının ardından Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yapılan videolu açıklamada görüntüdeki polisin “aşağı bak” demediği, “aşağıdan” dediği iddia edildi. Velev ki öyle olsun! Bu, meselenin bir boyun eğdirme ve boyun eğmeme mücadelesine dönüştüğü gerçeğini değiştirir mi? Kapıya takılan kelepçe ve o kapıdan okullarına girmek isteyen öğrencilerin ısrarı başka neyi anlatıyordu ki!
Boyun eğdirmek isteyenler…
“Her alanda kontrolü eline almak, muhalif sesleri susturmak, biat etmeyenleri yılgınlığa sürüklemek, cezalandırmak ve kriminalize etmek… Tarihte tüm totaliter iktidarların yöntemleri birbirine benzer. Boğaziçi örneğinde de bu reflekslerin her birini gördük. Rejim bir yandan sarsılan otoritesini öğrenciler üzerinde güç kullanarak tesis etmeye çalışırken diğer yandan da eylemleri karalamaya ve öğrencileri, eğitimcileri kriminalize etmeye çalıştı, çalışıyor.”[*]
Saray rejiminin sürecin başında takındığı tutumun bugün geldiğimiz noktada iyice belirginleştiğini söylemek gerekiyor. Öyle ki gün geçtikçe artan dozda şiddet uygulanıyor, yürütülen karalama kampanyası iyice çirkefleşiyor. Birinci ayını geride bırakan eylemlere pek çok kez polis saldırıları gerçekleşmiş, şimdiye kadar yüzlerce öğrenci gözaltına alınmıştır. Sadece 1 Şubatta üniversitede, ertesi gün ise Kadıköy’de gerçekleştirilen eylemlerde gözaltına alınan öğrenci sayısı 200’ü aşmıştır. Dahası kimi öğrencilere dönük tutuklama kararları alınmaya, kimilerine ise ev hapsi cezaları verilmeye başlanmıştır.
Burada öğrenciler gözaltına alınırken yaşanan bir olayın özel olarak üzerinde durmakta fayda var. “Benim başörtülü bacıma neler yaptılar” diye her fırsatta yalan söyleyenlerin emrindeki polislerin başörtülü eylemcilere yaklaşımı, meselenin başörtüsü değil, devlete biat edip etmemek meselesi olduğunu ortaya koyuyor. Polis saldırısına uğrayan bir kadın öğrenci yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Yerde sürüklerlerken başörtüm açıldı. Başımı örtme isteğime «Örteceğim senin başını, başını öne eğ! Görürsün sen» dediler.” Bu olay sadece Boğaziçi’ne baş eğdirme operasyonunun bir parçası olarak yorumlanmasın! Üzerinde Kâbe görseli bulunan illüstrasyonun üniversitede ayaklar altına alındığı yalanını servis ederken takınılan sözde dinî hassasiyetin ne kadar sahte olduğunun da bir göstergesi değil midir?
Rejimin Boğaziçi’nden yükselen irade karşısındaki tutumunun, İçişleri Bakanlık Sözcüsünün “Hiç kimseye devletimizin gücünü sınamayı tavsiye etmiyoruz” demecinde kristalize olduğunu söyleyebiliriz. Hayatın içinde karşılığı da olan bu tehdidin bir benzerini geçtiğimiz haftalarda Cargill direnişçileri işitmişlerdi. Direnişlerinin 1000. gününde, Tarım ve Orman Bakanlığı önünde basın açıklaması gerçekleştirmek isteyen işçiler, henüz daha sendika binalarının önünde toplanmışken gözaltına alınmıştı. İşçileri gözaltına aldıran polis şeflerinden biri de “Biz devletin gücüyüz, size orada neler yapabileceğimizi gösteririz. Merak etmeyin” demişti. Totaliter devlet aygıtı, şu sıralar toplumsal yaşamın çeşitli alanlarında tezahür eden haklı tepkiler karşısında gücünü test etmekle meşgul!
Dönelim Boğaziçi’ne…“Demokratik ve özerk üniversite” talebini dile getiren öğrenciler hedef gösteriliyor, hakarete uğruyor, linç ediliyor. Durulmayan bir demeç bombardımanıyla rejim; Boğaziçi’nin sesini boğma, haklı ve meşru mücadeleyi kriminalize etme girişimlerine devam ediyor. Rejim temsilcileri bir taraftan öğrencilerin “terör örgütü üyesi” olduklarına dair demagoji yaparken diğer taraftan da her fırsatta dillerine doladıkları “dış mihraklar” ezberlerini bol bol demeçlerine malzeme yapıyorlar. Bu arada toplumun en geri duygularına, homofobiye seslenilmekten de geri kalınmıyor. Haklarını arayan gençlerin arasında kendisi LGBT olarak tanımlayanların da olmasını alabildiğine öne çıkararak hem bu gençleri hem de tüm eylemcileri sapkınlıkla suçluyorlar.
Onlara kalırsa Boğaziçi özelinde sadece ülke sınırları dışındaki “mihraklar” değil, kampüs sınırları dışındaki “mihraklar” da devrede! Eylemlere katılanların Boğaziçi öğrencisi olmadığı, dışarıdan(!) geldiği söylenip duruyor. Öğrenciler ise her eylemde üniversitenin kendilerine verdiği kimlik kartlarını göstererek bu yalana cevap veriyorlar. Kaldı ki eylemcilerin arasında o üniversitenin öğrencisi olmayan insanlar olsa ne olur! Bu örgütlü kötülük karşısında Boğaziçi öğrencileriyle dayanışma içinde olmak kadar meşru ve anlamlı başka bir tutum olabilir mi?
Boyun eğdirmek isteyenler, boyun eğecekler!
Neticede sosyal ve kültürel hayatın her alanı üzerindeki nüfuzunu genişletme yönünde bir adım atarak Boğaziçi’ne tepeden rektör atayanlar sert kayaya toslamıştır. Üniversitenin öğrenci, akademisyen ve mezunlarının ortaya koyduğu direnç, yapılan onca şeye rağmen bir türlü teslim alınamamıştır. Rejim bu direnç karşısında, son zamanlarda sıkça sürüklendiği bir paranoyaya kapılmış durumda. Her şeyin kontrolden çıkacağı paranoyası!
Yakıcılaşan onca sorunla birlikte emekçi kitlelerde biriken öfkenin açığa çıkma korkusu, iktidar sahiplerinde pek çok olay karşısında hazımsızlık yaratıyor, reflekslerini belirliyor. Bu yersiz bir korku değildir. Boğaziçi, kaynama noktasına yaklaşan bir kap suyun üzerinde beliriveren kabarcık misali, ortamın ısındığının bir göstergesidir. Kapitalizmin yarattığı eşitsizlik, adaletsizlik ve zulüm, gerek Türkiye ölçeğinde gerekse de dünya ölçeğinde geniş kitlelerin bağrında isyan duygusunun mayalanmasına yol açıyor.
[*] Yılmaz Seyhan, Rejimin Boğaziçi Taarruzu; Kayyum ve Kelepçe!, marksist.com
link: Yılmaz Seyhan, Boğaziçi’ne Boyun Eğdirme Taarruzu Sürüyor, 5 Şubat 2021, https://marksist.net/node/7164
Özel Okul Patronları İstiyor, MEB Veriyor!
Rejimin Saldırıları ve Mayalanan Mücadele Dinamikleri