Hükümet, sermaye sınıfı ve Türk-İş üst bürokrasisinin elbirliğiyle sahneye koyduğu asgari ücret tespit piyesi bu yıl da “seyirci”den yoğun bir ilgi görerek perde açtı ve iki haftanın ardından alkışlarla sonlandı. Bu temsillerde biliyoruz ki, alışılageldik tiyatro oyunlarının aksine, alkışlar genelde sahneden yükseliyor. Bakan, “işçimizi enflasyona ezdirmemek için elimizden gelenin en iyisini verdik” tiratları atıyor; patronlar memnuniyetlerini belirtiyor; en büyük sendika konfederasyonunun başı olarak bu rolün gediklisi haline gelen Türk-İş Başkanı da, çok çetin mücadeleler vererek hükümeti ve sermayeyi bu tavizi vermeye ikna etmiş pozları keserek işçi sınıfıyla dalga geçercesine “hayırlı olsun” dileklerinde bulunuyor. Ardından da perde bir sonraki yıla kadar kapanıyor ve “seyirci” birkaç yüz liralık artışın ilk anlarda huşu veren tınısı eşliğinde uyuşmuş bir şekilde evine dönüyor.
Malûm, asgari ücret 2016’dan bu yana yıllık olarak belirleniyor. Hükümet 2015 Haziran seçimlerinde “kaynağını nereden bulacaksınız”, “ekonomiyi batıracaksınız” diye muhalefetin asgari ücrete ilişkin seçim vaatlerine ateş püskürürken, Kasımda yinelenen seçimlere kendisi 1300 liralık asgari ücret vaadinde bulunarak gitmiş ve yılbaşında yapılan artışın ardından, “bir yıl başka zam yok” diyerek asgari ücreti yıllık hale getirmişti. Gelelim bugüne.
Bu yıl asgari ücret tartışmaları her zamankine göre daha erken bir tarihte başladı. Zira Temmuz-Ağustos aylarında Türkiye ağır bir ekonomik kriz gerçekliğiyle yüz yüze geldi, dövizdeki fahiş yükselişle birlikte tüm ürünlere zam yağdı ve enflasyon resmi rakamlara göre bile %25’e çıktı. Gerçek rakamlar, hele de yoksul emekçiler için tüketimin ağırlıklı kalemini oluşturan gıda enflasyonunun gerçek oranı ise %35’e yaklaştı. Dolayısıyla bir önceki yıl yine alâyıvalâyla açıklanan artış yılın ilk aylarında gelen zamlarla birlikte zaten eriyip gitmişken, sonbahara gelindiğinde işçinin elinde hiçbir şey kalmadı. Türk-İş Başkanı Ekim ayında “asgari ücret derhal 2000 liraya çıkarılsın ve yeni yılda yapılacak artış enflasyon oranı dikkate alınarak bu değer üzerinden müzakere edilsin” çıkışında bulundu. Bununla birlikte yeni asgari ücret konusunda bir rakam telaffuz etmekten uzak durdu. DİSK 2800 liralık asgari ücret talebiyle bir kampanya başlatsa da sesi pek duyulmadı. Patronlar ve hükümet ise her zamanki gibi “şirketlerin maliyetleri çok yükseldi, bir de işçi ücretleri yükselirse işten çıkarmalar başlar” tehdidiyle işçilere sopa salladı. “Kriz mriz yok”tu güya, ama asgari ücret artışı söz konusu olduğunda birden bire zuhrediverdi!
Nihayetinde “çekişmeli bir müzakere” piyesinin ardından asgari ücret açıklandı: Net 2020 lira! Malûm, işçilere yüksek bir artış hissi vererek kulaklarda hoş bir seda yaratmayı amaçlayan hükümet, asgari ücret miktarını 2008’de uygulanmaya başlanan AGİ denen eklentiyle birlikte açıklamayı adet edinmiş bulunuyor. Yani 2020 lira denen miktar aslında bekâr işçiler için 191 lira olan AGİ’nin de dâhil edildiği miktardır. Gerçek asgari ücretse net 1828, brüt 2558 liradır.
Asgari Ücret Tespit Komisyonunun kararını açıklamasının ardından yapılan açıklamalarda, zor günlerden geçildiği ama buna rağmen işçiye elden gelen en yüksek ücretin verildiği, tarafların “fedakârlık”ta bulunarak bu noktada buluştukları söylendi. Gönül daha fazlasını vermeyi arzu eder ama ülke gerçekleri ancak bu kadarına el veriyor dendi. Patronlar ağzı kulaklarında açıklamalarla memnuniyetlerini dile getirirken, son derece pişkin bir şekilde SGK teşvikinin ve asgari ücret desteğinin sürmesini istediklerini belirttiler. Türk-İş Başkanıysa “mükemmel değil ama kabul edilebilir bir ücret” diyerek tartışmaları başlatmadan bitirmiş oldu.
Hükümetin, “bu zor koşullarda bile %26’lık bir artışla işçimizi yine enflasyona ezdirmedik” diyerek bu artışı allayıp pullayıp seçim propagandasına malzeme yapmak istediği açıktır. Oysa bu iddianın gerçeklikle bir ilgisi bulunmuyor. Gerçekte asgari ücret, iktidarın istatistiksel kandırmaca kurumu olarak çalışan TÜİK’in önerdiği 2213 liranın bile altında kalmıştır. Asgari ücretin bir yıl içinde dolar karşısında uğradığı kayıp da hükümetin iddialarının safsatadan ibaret olduğunu net bir şekilde göstermektedir. 2018 Ocak ayında 427 dolar olan asgari ücret, zamma rağmen 2019 Ocağında 50 dolardan fazla kayba uğramıştır.
Hükümet bin bir numarayla gerçekliği gizlemeye çalışsa da, asgari ücretin enflasyon karşısında yaşadığı kayıp da gün gibi ortadadır. Her şeyden önce resmi enflasyon rakamları, işçilerin maruz kaldığı gerçek enflasyonu yansıtmamaktadır. Asgari ücret ve biraz üstünde ücret alan milyonlarca işçi için en büyük harcama kalemleri, barınma, gıda, elektrik, su ve doğalgaz giderleridir. Bu kalemlerin işçinin “enflasyon sepeti”nde tuttuğu ağırlığıyla, hükümetin “enflasyon sepeti”nde tuttuğu ağırlığı arasında büyük bir fark bulunmaktadır. Üstelik asgari ücret artışı sadece geçmiş kayıpların karşılanmasını değil, gelecek yılın olası enflasyonu karşısında da işçilerin bir kayba uğramamasını sağlamak zorundadır. Dolayısıyla 2019’un tahmini enflasyonu da hesaplamaya dâhil edilmelidir. Asgari ücretin gerçekte kayba uğramaması ancak bunlar yapılarak sağlanabilir. Ancak bunlar da yetmez, her şeyi üreten işçilerin, yarattıkları ekonomik büyümeden de pay almaları gerekir. Peki, bunlar yapılmış mıdır? Hayır! Ve böylece asgari ücret bir kez daha açlık sınırında kalan bir sefalet ücreti olarak belirlenmiştir.
Türkiye’de asgari ücret ve biraz üzerinde bir ücretle çalışanların sayısının 10 milyonu aştığı düşünülürse durumun vahameti daha net anlaşılabilir. Sendikaların yaptığı araştırmalara göre, Türkiye’de asgari ücretle çalışan işçilerin oranı %43 civarındadır. Oysa bu oran AB ülkelerinin neredeyse tamamında %15’in altındadır.[1] Rekabet üstünlüğü sağlamak ve yabancı yatırımları çekmek için ilk elden işçi ücretlerini baskılayan burjuva iktidarların izlediği politikalar neticesinde Türkiye’de ortalama ücretler de hızla asgari ücrete yakınsamıştır. Öyle ki işçilerin %65’e yakını asgari ücret ya da %20 üzerinde bir ücretle çalışmaktadır. Son zamla birlikte bu oran daha da yükselmiştir. Bu yapılan zammın çok yüksek değil, asgari ücretin üzerinde kalan ücretlerin son derece düşük olmasından kaynaklanmaktadır. O asgari ücret ki, hızla Çin’deki asgari ücret düzeyine yaklaşmaktadır. Asgari ücretin satın alma gücü açısından da Türkiye, AB ülkeleriyle (Doğu Avrupa da dâhil olmak üzere) kıyaslandığında en alt sıralarda, OECD ülkeleri içindeyse ortanın epey altındaki basamaklarda yer almaktadır.
Asgari Ücret Tespit Yönetmeliğinde asgari ücret “işçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret” olarak tanımlanmaktadır. Ancak bu tanım işçinin ailesini hesaba katmadığı gibi, belirlenen asgari ücret tek bir işçi için bile bu temel ihtiyaçların karşılanmasına yetmemektedir. Çeşitli uluslararası sözleşmelerde asgari ücret işçinin ailesinin ihtiyaçlarını da dikkate alacak şekilde belirlenen bir ücret olarak tanımlanmasına rağmen, Türkiye’de işçinin ailesi hiçbir şekilde dikkate alınmamaktadır. “Üç de yetmez beş çocuk” diye siparişler veren egemenler, öyle görünüyor ki o çocukların havayla beslenmelerini ya da doğumhaneden çıkar çıkmaz çalışmalarını beklemektedir.
Sendikaların dört kişilik bir aile için açıkladıkları yoksulluk sınırı aylık 6400 lira civarındayken, belirlenen asgari ücretin dört kişilik bir aile için verilen AGİ dâhil 2116 lirada kalması işçi sınıfının nasıl bir sefalet içinde yaşadığını görmek için yeterlidir. Bir ailede iki kişinin çalıştığı varsayılsa dahi eve giren toplam ücret yoksulluk sınırının çok altında kalmaktadır. Aldığı ücretle temel ihtiyaçlarını karşılayamayan işçiler, sağlıksız ve yetersiz gıdalarla karınları doyurmaya çalışmakta, sağlıksız konutlarda yaşamakta, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarıysa hepten unutmaktadır. Buna rağmen kiralar ve faturalar zamanında ödenememekte, kurtuluş olarak kredi kartlarına yüklenen işçilerin borçları dağ gibi birikmektedir. Patronlara her türlü teşviki sunan, onların ödemesi gereken sigorta primlerini işçilerin fonlarından karşılayan ve böylelikle asgari ücretin maliyetini patronlar için her yıl biraz daha düşüren devlet, işçiye gelince en ufak bir desteği bile reddetmekte, asgari ücretin vergi dışı bırakılmasına ise zinhar yanaşmamaktadır. Ekonomik büyümeden pay almaya geldiğinde unutulan işçiler, kriz patlak verdiğinde ilk akla gelenler olmaktadır; ama desteklenmek üzere değil, krizin faturasını sırtlarına yıkmak üzere!
Örgütsüzlüğün bedeli
Sefalet ücreti olmaktan kurtulamayan asgari ücretin bir de işçi sınıfının çok büyük kesimlerine dayatılabilmesi ancak işçilerin örgütsüzlüğü, sendikaların mevcut zayıflıkları ve sendika bürokrasisi eliyle mücadeleden uzak tutulmaları sayesinde mümkün olabilmektedir. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesiyle büyük bir darbe alan sendikaların, bunun izleyen kesintisiz neoliberal saldırı dönemiyle birlikte bir daha eskisi gibi güçlü hale gelememeleri ve giderek çok daha uzlaşmacı ve işbirlikçi yönetimlerin eline geçmeleri, işçi sendikalarının Türkiye’de etkilerini alabildiğine yitirmelerine yol açmıştır. Buna sermayenin, sendikalaşma girişiminde bulunan işçiler üzerinde işten atma da dâhil olmak üzere korkunç baskılarda bulunması eklendiğinde, sendikalı işçi sayısında da büyük bir düşüş yaşanmıştır. Örgütsüz olan işçinin güçsüzlüğünden faydalanan burjuvazi ve sermaye hükümetleri böylece neoliberal saldırı programlarını rahatça hayata geçirmişlerdir. Bugün ortalama ücretlerin asgari ücrete yakınsamasının nedeni de budur.
Bir ülkede toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçi sayısı ne kadar yüksekse asgari ücret kapsamındaki işçi sayısı o kadar düşük olmaktadır. Tersi ise, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, asgari ücretin kapsama alanının genişlemesine yol açmaktadır. Nitekim Türkiye’de toplu iş sözleşmesi kapsamı %7 iken, asgari ücret kapsamı %43 gibi yüksek bir düzeye ulaşmaktadır.[2]
DİSK-AR Türkiye İşçi Sınıfı Gerçeği Araştırması, 2017 yılında asgari ücret 1404 lira iken, sendikalı işçilerin ortalama ücretinin 2260 lira olduğunu, yani sendikalı işçilerin asgari ücretin %60 üzerinde bir ücret ortalamasıyla çalıştıklarını göstermektedir. Kuşkusuz bu da son derece yetersiz bir ücrettir, ancak sendikalı olmak işçiyi her bakımdan avantajlı kılmaktadır.
İçinden geçtiğimiz kriz sürecinde işçi sınıfını çok daha zorlu günler bekliyor. Seçimlere kadar baskılanacağa benzeyen işten atmaların, büyük zamların ve yüksek enflasyonun seçimlerin hemen ardından sökün edeceğine hiç şüphe yoktur. Böylesi bir ortamda, pek çok işçiye ilk etapta büyük bir artış gibi görünen asgari ücret zammının hükmü de birkaç ayı geçmeyecektir. Benzer kayıplar tüm ücretler için geçerli olacaktır. Daha şimdiden pek çok işyerinden ücretlerin dondurulduğu, hatta düşürüldüğü haberleri geliyor. Patronlar işçileri “kapı önüne konmakla düşük ücretler arasında seçim yapın” diyerek boyun eğmeye zorluyorlar. Ne var ki bu yolun sonu işçiye iş garantisi sunmayacak, aksine en yüksek ücretlilerden başlanarak işçiler kitleler halinde işten atılacaklardır. İşçi sınıfının bu krizin yükünü sırtlanmamak ve baskılara boyun eğmemek için yegâne çaresi örgütlenmek ve örgütlü gücüyle mücadele etmektir. Macaristan’daki, Fransa’daki, Sudan’daki, Tunus’taki ve isyan bayrağını açan diğer ülkelerdeki sınıf kardeşleri, Türkiye işçi sınıfına da yolu göstermektedir.
[1] http://disk.org.tr/wp-content/uploads/2018/12/DISK-AR-2019-Asgari-Ücret-Raporu-SON-1-Aralik-2018.pdf
[2] age
link: Marksist Tutum, Asgari Ücret ve Örgütsüzlüğün Bedeli, 4 Ocak 2019, https://marksist.net/node/6562
Diziler ve Emekçi Kadınlar
Mükelleften Güvencesizliğe: Dünümüz, Bugünümüz