Uzaklaşır küçük tekneler
Gecenin sessizliklerinde
Haiti kıyılarından
Umutlarla…
Haitili kardeşlerin
Parlar kocaman
Açlıkla.
Umutla bakar gözleri
Dalgaların ardında
Düşlerle dolu
Amerika kıyılarına…
(Elif Çağlı, Eylül Günlüğü)
Kapitalist sistem savaşlarla, ekonomik krizlerle, otoriter ve totaliter rejimlerle tüm insanlığı yok oluşa sürüklemeye devam ediyor. Emperyalist savaş, ekonomik kriz ve sefalet koşulları milyonlarca insanı yaşadıkları topraklardan ayrılmaya, kendileri için tamamen yabancı olan ülkelere göç etmeye zorluyor.
Afrika’dan, Ortadoğu’dan, Latin Amerika’dan, Asya’dan, Pasifik’ten milyonlarca insan Avrupa’ya, Amerika’ya ulaşabilmek için yollara düşmüş durumda. Daha iyi bir gelecek umuduyla, savaş ya da açlıktan ölmemek için milyonlarca kadın-erkek, yaşlı-çocuk göç yollarına düşüyor. Büyük umutlarla, hayallerle çıkılan yolculuğun nasıl sonuçlanacağı ise maalesef bilinmiyor. Kimilerinin umudu kapalı kasa kamyonlarda, kimilerinin umudu denizlerin karanlık sularında yok olup gidiyor.
Görsel ve yazılı basında umut yolculukları ile ilgili neredeyse her gün haber görürüz. Cansız bedenler ve yok olan umutları istatistikî bir veri gibi verirler. Nedenleri sorgulanmaz, hayalleri, gelecekle ilgili düşleri, umutları görülmez. Sadece birer sayıdır artık onlar. Nasıl ki Akdeniz’in karanlık sularında boğulup sahile vuran cansız bedenler burjuvazi için sadece bir rakamdan ibaretse, yolculuğu tamamlayabilenler de sadece rakamdan ibarettir.
Milyonlarca insanı umut yolculuğuna çıkmak zorunda bırakan nedenler nelerdir? Öncelikle yürüyen emperyalist savaş ve bölgesel savaşlardır. Emperyalist güçler arasındaki hegemonya ve yeniden paylaşım mücadelesi yüzünden dünya alev topuna dönüşmüş durumda. Pazar payını artırmak isteyen emperyalist devletler özellikle yeraltı kaynakları ve enerji yataklarının olduğu Ortadoğu’da hâkim güç olabilmek için mezhep çatışmalarını körüklemekten, bu amaçla çeşitli güçleri sahaya sürmekten geri durmadılar. Milyonlarca insan bu savaş nedeniyle yaşamını yitirdi, sakat kaldı, milyonlarcası yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kaldı. Savaş demek ölüm demektir, açlık, yoksulluk demektir. Evlerin, şehirlerin yerle bir olduğu yerlerde yaşayan insanlar ya kalıp kurşunlarla, bombalarla yaşamdan koparılacaklardı ya da her şeye rağmen hayatta kalmak için göç yollarına düşecekti. Sermaye sınıfının açgözlülüğü nedeniyle milyonlarca insan göç yollarında yolculuk ediyor. Ve bugün emperyalistlerin çıkar çatışmaları yüzünden savaş cehennemine çevrilen Suriye’den göç etmek zorunda kalan 5 milyondan fazla insan daha iyi bir gelecek umuduyla çeşitli ülkelerde yaşam savaşı veriyor.
“Arap Baharı”yla yıllardır iktidarda olan diktatörlüklere karşı halk isyanları Tunus, Mısır, Libya gibi ülkelerde diktatörleri koltuklarından ederken, Suriye, Yemen gibi ülkelerde halk isyanları emperyalistlerin destekledikleri bölgesel mezhep çatışmaları haline geldi. Emperyalistlerin kontrolünde çatışmalar körüklendikçe körüklendi. Suriye yerle bir edilirken Yemen de bu savaştan nasibini aldı, almaya devam ediyor. Yeterli beslenememe, temiz suya ulaşamama ve salgın hastalıklar nedeniyle on binlerce çocuk ölümünü, insanların katledilişini dünya film izler gibi izliyor. Yıllardır özellikle Afrika kıtası açlıkla boğuşuyor. Dünya bu kadar zenginleşmişken, günlük almaları gereken gıdaya ve suya ulaşamadıkları için insanlar açlıktan ölüyor.
Savaş ekonomisinin yaygınlaştığı, ekonomik krizin derinleştiği ve otoriter-totaliter rejimlerin güçlendiği bir dönemde sermaye sınıfı ve temsilcilerinin tüm insanlığa reva gördükleri yaşam maalesef bugünkü yaşadıklarımızdır. Ve milyonlarca insanın yaşadıkları toprakları geride bırakıp göç yollarına düşmelerinin asıl sorumlusu emperyalist sistem ve onların temsilcileridir. Savaş nedeniyle, açlık ve yoksulluk nedeniyle daha insani bir yaşam umuduyla Avrupa ve Amerika’ya ulaşmak için göç yollarında yolculuk her gün artarak devam ediyor.
Bu yolculuk bir gezi ya da tatil yolculuğu değil maalesef. Yaşam koşullarının dayattığı zorunlu bir yolculuk. Ya ölümü göze alıp çıkmayacaksın bu yolculuğa ya da sonunda küçük de olsa yaşama umudu, hayatta kalma umudu olan bu yolculuğa çıkacaksın. İnsanlar bu iki tercih arasında bırakılmış durumda. Burjuvazinin engellemeleri yüzünden insanların büyük bir çoğunluğu kaçak yollardan yolculuk etmek zorunda kalıyor. Karayoluyla ya da deniz yoluyla yapılan bu yolculuklarda ölüm oranları yüksek olmasına rağmen yaşamak umuduyla milyonlar ölümü de göze alarak kaçak yollardan göç yollarını zorlamaya devam ediyorlar.
Bin bir güçlükle hayaller kurarak, daha iyi bir yaşam umuduyla ölümü göze alarak çıktığın yolculuk sonunda bitti sandığında yeni sorunlarla karşı karşıya kalmak da işin diğer tarafı. Açlık senin için bitmiyor, yoksulluk, acılar bitmiyor. Ulaştığın ülkenin yasaları çıkıyor ilk olarak karşına. Yaşama hakkını ya da ölüme yollama hakkını kendi ellerinde görüyorlar. Yasalarla seni sınır dışı edip git açlıktan öl ya da savaşta öl diyorlar. Suriye’den kaçıp gelen mültecilerin Türkiye’de yaşadıkları aslında dünyanın diğer ülkelerinde yaşadıkları sorunların bir benzeridir. İnsanın en temel ihtiyacı beslenme ve barınmadır. Çadır kentler ya da mülteci kampları barınma yeri olarak gösteriliyor. Mülteciler/göçmenler, temizlik ve hijyen koşullarının olmadığı bu tip yerlerde salgın hastalıklarla boğuşmak zorunda bırakılıyor. Metropollere gelenler ya sokaklarda barınmak zorunda kalıyor ya da ev sahiplerinin açgözlülüğü nedeniyle yüksek fiyatlarla, hayvanın bile yaşayamayacağı yerleri barınma yeri olarak kiralamak zorunda bırakılıyorlar. Beslenmek için çalışmak gerekir. Ama göçmen işçi olmak ya da kaçak göçmen işçi olmak işverenler için ucuz işgücü demektir. Çok düşük ücretlerle uzun saatler çalışmak mecburiyetinde kalıyorlar. Çoğu zaman ücretlerini alamadıkları gibi tacize, şiddete, aşağılanmaya maruz bırakılıyorlar. Burada kabul görmüyor, düşman görülüyorlar.
Türkiye ile AB arasında yapılan antlaşmayı hatırlarsak, “Kayseri pazarlığı” gibi pazarlıklarda, alınıp satılan bir meta haline dönüştürülüyorlar mülteciler. Eğer mülteciysen, burjuvazinin avuçlarını ovuşturmasına neden oluyorsun, çünkü ucuz ve savunmasız işgücü olarak görüyorlar. İnsanları sokaklarda dilendiren, mendil vb. sattıran fırsatçıların tuzağına düşürülüyorsun daha çocuk yaşta. Organ mafyası için bulunmaz bir nimet gibisin; genç, savunmasız ve kimsesiz. Fuhuşa sürüklenmek, taciz, şiddet vs. birçok olumsuzluğu yaşamakla karşı karşıya bırakılıyorsun, hiç bilmediğin, sana her yönüyle yabancı olan diyarlarda. Bir tarafta milyonlarca insansın, göçmen olarak, mülteci olarak varsın ama bir yandan da insan olarak görülmüyorsun.
2014 yılında yanlarında ebeveynleri olmadan ABD sınırında kaçak olarak yakalanan çocuk sayısının 50 bini geçtiği söyleniyor. Geçtiğimiz yıl içinde sadece Avrupa’ya kaçak yollarla yanında anne-babası ya da yetişkin biri olmadan ulaşan çocuk sayısının 63 bin 300 olduğundan bahsediliyor. Yine kaçak olarak Afrika’dan sadece İtalya’ya giriş yapan çocuk sayısının 25 bin 850 olduğu ifade ediliyor. Bu sayılar sadece çocuk göçmenlerle ilgili. Ya büyükler ya da bu yolculuğu tamamlayamamış olanlar?
Dünya büyük bir sistem krizi içinde debeleniyor. Ekonomik kriz derinleştikçe savaş tamtamları daha da şiddetli çalıyor. Bütün burjuva devletler krizi daha az yıkımla atlatabilmek için savaş düzenine geçiyor ve savaş ekonomisi uygulamaları yaygınlaştırılıyor. Buna uygun olarak milliyetçi söylemler her gün daha da artıyor. Yabancı düşmanlığı körüklendikçe körükleniyor. Kapitalist sistem kendini var edebilmek, düzenini sürdürebilmek için milyonlarca insanın ölmesini, sakat kalmasını, aç-susuz kalmasını, umut yolculuklarında perişan, sefil olmasını hiç önemsemiyor.
Milliyetçiliğin her gün tırmandırıldığı, ırkçılığın yükseldiği günümüz dünyasında göçmen olmak, hele de çocuk göçmen olmak zor olmasına rağmen, hayat milyonlarca insanı yaşadığı topraklardan koparıyor. Ölümle yaşam arasında çok ince bir yol olmasına rağmen insanlar umut yolcuğunda yol almaya devam ediyor. Kapitalist sistem var olduğu sürece ne savaşlar bitecek, ne yoksulluk, ne de açlık. Ve insanlar kapitalist sistemi yıkıp, sınıfların, sömürünün olmadığı bir dünya yaratmadığı sürece milyonlarca insan göç yollarında umut aramaya devam edecek.
link: Engin Gündoğdu, Umut Yolcuları Sayıdan mı İbaret?, 20 Haziran 2017, https://marksist.net/node/5706
Kapitalist Açgözlülük Kışlalarda da Can Alıyor
Kapitalizmde Yoksullar Hep Trajedilerle Ölür