Kapitalizmin tarihsel sistem krizi tüm dünyada derinleşirken hem siyasal alanda hem de ekonomik alanda yansımaları daha da belirgin hale geldi. Siyasal olarak dünya genelinde otoriterleşme artarken, milliyetçi, ırkçı, şovenist söylemler ve tutumların toplumun belirli kesimlerinde karşılık bulması nedeniyle bütün ülkelerde sağ siyasal partilerin oy oranlarında da artış gözlemlenmekte. Kapitalist sistem krizi ekonomik alanda da kendisini ortaya koymuş durumda ve egemen sınıflar artık durumu kitlelerden saklayamamakta. Kredi mekanizmasının da çözüm getiremediği sistem krizi her gün biraz daha derinleşiyor ve toplumsal alanda işsizlik, yoksullaşma, işçi sınıfının kazanılmış haklarına saldırılar vb. şeklinde yansımasını buluyor. Bir yanda büyüyen kapitalist sistem krizi ve bunun sonucu olarak yaygınlaşan otoriter ve totaliter rejimler, emperyalist savaş ve işçi-emekçilere yönelik saldırılar… Diğer yanda çığ gibi büyüyen açlık, yoksulluk, gelecek kaygısı, işsizlik, güvencesizlik…
Ekonomik kriz derinleşirken, dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğu açlığa, yoksulluğa sürüklenirken, sermaye daha az insanın elinde toplanarak büyümeye devam ediyor. Evet, bir yanda yoksulluk büyüyor, diğer tarafta daha az sayıda insanın serveti büyüyor. FORBES dergisi dünya zenginler listesini yayınladı. Dünyadaki 8 kişinin serveti dünya nüfusunun yarısına yani 3,5 milyar insanın sahip olduğu toplam zenginliğe eşit! Ne adil bir bölüşüm değil mi?! Türkiye de ekonomik olarak büyüyen ülkelerden biri ve bugün G-20 ülkeleri arasında yer alıyor. Alt-emperyalist bir güç olan Türkiye’de de dolar milyarderlerinin sayısı arttı. 2002 yılında 3 olan dolar milyarderi sayısı bu yıl itibariyle 31’e çıktı. Ne tesadüf ki bu 15 yıllık süreç içinde iktidarda AKP bulunuyor. AKP iktidarı döneminde sermayedarlar daha da palazlanırken, işçilere yapılacak olan asgari ücret zamları bile hep çok görülmüş ve her asgari ücret belirlenmesi döneminde “kaynak yok, ülke batar” vb. sözler söylenerek milyonlarca işçi yoksulluk sınırının altında çalışmaya mahkûm edilmiştir.
2000’lerin başında yaşanan ekonomik kriz nedeniyle uluslararası sermaye kuruluşları Türkiye’de yatırım yapmıyor, kredi vermiyordu. Ülke ekonomisi çökmüştü, uluslararası finans kuruluşlarından alınan borçlar ödenemiyordu. Böylesi bir dönemde iktidara gelen AKP hükümeti ABD’li ve Avrupalı dostlarının yönlendirmesiyle, yabancı sermayenin yatırım yapabileceği ve kredi verebileceği bir ortam hazırlamak üzere “yapısal reformlar” adı altında çeşitli düzenlemeleri hayata geçiriyordu. İşçi-emekçilerin kazanımlarına daha iktidar koltuğuna oturduklarında saldırıya geçmişlerdi. Vergiler arttırılıyor, kamu harcamalarında kesintiye gidiliyor, özelleştirmelerle birlikte yoksulluk, işsizlik kartopu gibi büyüyor ama dolar milyarderlerinin sayısı artıyordu! Bugün sayısı 31’e çıkmış olan dolar milyarderimizle övünmemizi istiyorlar. Oysa ülke ekonomisi büyürken, dolar milyarderlerinin sayısı artarken toplumun büyük bir kesimi yoksulluğa, açlığa mahkûm ediliyor.
Resmi rakamlara göre işsizlik oranının %12,7 olduğu söyleniyor, gerçekte ise DİSK-AR’ın açıklamış olduğu işsizlik oranı %21 ve yaklaşık 7 milyon kişi işsiz. Bu kadar büyük bir kitle nasıl oluyor da görünmez kılınabiliyor? Kredi borcu her geçen gün artan işçi-emekçiler yoksullukla, açlıkla karşı karşıya olmasına rağmen neden tepkilerini ortaya koyamıyorlar?
Hatırlayacak olursak, 2015 yılında patlak veren metal işçilerinin grevleri bir fırtına şeklinde Bursa’dan pek çok sanayi merkezine yayılmıştı. Bu fırtınanın daha da büyümesinden korkan burjuvazi ve siyasi iktidar bayağı tedirgin olmuş ve işçi-emekçilere dönük baskılar da artmıştı. Yine o dönemde işçilerin öfkelerini dile getirdiği ve greve gittiği şirketlerden biri de Koç Holdinge bağlı işyerleri idi. O süreçte Koç Holding Yönetim Kurulu üyesi Ali Koç, “Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Ben en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun kapitalizmdir” demişti. Yine aynı dönemde Kale Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Zeynep Bodur Oktay da şöyle buyuruyordu: “Vahşi kapitalizme dur demeden terör bitmez… Sistem tabii sorunun parçası ama tümünü ona yüklememek lazım. Kapitalizmin insanileştirilmesi konusunda düşünmek gerekiyor. Bunda ben de hemfikirim. Ama piyasa kuralları var. Ve buna müdahale de doğru olmaz.” Öyle ya, kapitalizmin kuralları var! Koşullar ne olursa olsun sermaye büyümeli ki dolar milyarderlerinin sayısı artsın! İnsanlar yoksullaşıyormuş, açlıktan ölüyormuş çok da önemli değil patronlar için. Önemli olan sermayenin büyümesi!
İşsizliğin her gün biraz daha büyüdüğü, yoksulluğun arttığı, milyonların açlığa mahkûm edildiği bir süreçte olmamıza rağmen nasıl oluyor da 15 yıldır aynı siyasi parti iktidar koltuğunda oturabiliyor, nasıl oluyor da hâlâ işçi-emekçilerden destek bulabiliyor? Bunun birkaç nedenini görebiliriz.
Birincisi, Kemalist devlet ideolojisinin kitlelerin inançlarına yönelik baskılarının AKP iktidarıyla birlikte ortadan kalktığı duygusudur. Laiklik adı altında insanlar türban vb. nedeniyle aşağılanmalara maruz kaldılar, hakaretlere varan söylemlerle karşılaştılar, kamu kurumlarında inançlarına uygun giyinmeleri yasaklandı. Üniversitelere türbanla girmeleri engellendi. AKP iktidarı ile geleneksel devlet yapılanması değişip dönüşürken kitlelerde de AKP’ye sempati arttı. Oluşan psikoloji; AKP giderse yine geçmişte yaşananları yaşarız, oldu.
İkincisi, AKP iktidarı döneminde uygulanan “sosyal” politikaların kitlelerde yaratmış olduğu algıdır. Muhtaç asker ailelerine yardım, eşi vefat eden kadınlara yardım, doğum ve çocuk parası, torununa bakan büyük annelere teşvik, engelliler için kuruluşlar, yaşlılara evde bakım, yakacak ve yiyecek yardımı, meslek edindirme kursları, evlenecek genç kızlara çeyiz parası, iş kurmak isteyen genç girişimcilere teşvikler vb. gibi “sosyal” politikalarla kitlelerde oluşturulan algı AKP iktidarına sempatiyi arttırmakta, asıl gerçekleri görmeyi engellemektedir. İşçilerin, emekçilerin, yoksulların yanında olduğu imajı sergileyen AKP iktidarı kimin parasıyla kandırıyor yoksul kitleleri? Yapılan bu yardımlar hangi parayla yapılıyor? Bu hiç düşünülmüyor, düşündürtülmüyor.
Çalışan tüm işçilerden yapılan kesintilerle oluşturulan İşsizlik Fonunun bir taraftan patronlara peşkeş çekilirken diğer taraftan iktidarın kitleleri kandırmak için uyguladığı “sosyal” yardımlar için kullanıldığını maalesef birçok işçi bilmiyor. Yine işçi-emekçilerden çeşitli adlar altında kesilen onlarca vergi nereye gidiyor? Sanki bir lütuf, ihsan gibi gösterilen bu “sosyal” yardımların maddi kaynağının belirtilmemesi de yoksul işçi-emekçilerin farkında olmadıkları bir başka husus.
İşsizliği düşük göstermek için türlü hilelere başvuran iktidar, yoksulluğu gizlemek için de “sosyal” yardımların arkasına saklanmakta ve kitleleri yapılan duble yollarla, köprülerle, havaalanlarıyla, büyüyen ve istikrar içinde olduğu söylenen ekonomiyle oyalamakta. Evet, AKP iktidarıyla birlikte büyüyen bir şeyler var. Bir tarafta büyüyen sermaye diğer tarafta büyüyen yoksulluk. Seçim dönemlerinde iktidar, yapılan “sosyal” yardımların büyüdüğünden, “sosyal” yardım alan insanların arttığından övünçle bahsediyor. Kelime oyunlarında çok iyi ustalaşmış olduklarından, gerçekte yoksulluğun arttığını itiraf etmelerine rağmen kitlelerde oluşturulan algı, “ülke büyüdükçe biz de daha fazla pay alıyoruz” oluyor! Ülke büyüsün ki, biz de daha fazla büyüyelim!
AKP iktidarı döneminde sermaye büyüdükçe, palazlandıkça yoksulluğa sürüklenen işçi-emekçi sayısı da arttı. Özellikle AKP yandaşı olan sermaye grupları bu süreçte katmerli bir şekilde büyüdü ve büyümeye de devam ediyor. Bugün 31 olan dolar milyarderi sayısının önümüzdeki yıllarda daha da artması bekleniyor. Çünkü AKP’nin yoksulluğu azaltmak gibi bir derdi yok. Sözde sosyal yardım politikalarıyla yoksulluk azalmadığı gibi yoksulluk içinde kıvranan insanlar da sadakaya alıştırılmakta, AKP’nin seçim politikalarına yedeklenmek istenmektedir. Sermayenin temsilcisi olan AKP, “sosyal yardım” adı altında kitleleri adeta dilenci haline getirip sadakaya alıştırarak pasifize edip kendisine oy deposu haline getirmektedir. Açlığa, yoksulluğa itilmiş milyonlarca insan daha da yoksullaşmak istemediğinden, almış olduğu yardımdan mahrum olmamak için iktidarı desteklemeye devam ediyor.
İşçi sınıfı örgütsüz olduğu koşullarda düzen partilerinin peşinden sürüklenir. Sınıf hareketinin gerilediği dönemlerde işçi sınıfı burjuva partilerin etkisinde hareket etmekte, düzen partilerinin çıkarlarıyla kendi sınıfsal çıkarlarının taban tabana zıt olduğunun farkına, bilincine varamamakta ve var olan partilerin oy deposu haline getirilmektedir. İşçi sınıfının gerçekleri görmesinin önüne geçen şey, onun alabildiğine örgütsüz oluşudur. Bu örgütsüzlük aşılmadıkça, işçi sınıfının önemli bir kesimi siyasi iktidarın algı operasyonlarıyla körleştirilip onun oy deposu olmaya ne yazık ki devam edecektir.
link: Engin Gündoğdu, Artan Yoksulluk ve AKP’nin Sosyal Yardım Politikaları, 18 Mayıs 2017, https://marksist.net/node/5654
Kuzey Kore Bahanesiyle Pasifik’e ABD Yığınağı