sayılar bebelerin kundakları
sayılar
tabutları şehirlerin
öldürülmüş
öldürülebilecek olan
sayılar
yaklaşan bir şeyleri bildirir
sayılar bildirir uzaklaşan bir şeyleri…
Sınıflı toplumlarla beraber bir gerçeklik de tarih sahnesine çıkmış oldu. Mülkiyet sahibi sınıfların doymak bilmeyen açgözlülükleri ve onun getirdiği iktidar savaşları. Savaş demek ölüm demek, sakat kalmak demek, her şeyin altüst olması demek, insan haklarının ihlali, umutların yok olması demek. Son sınıflı toplum tarih sahnesine çıktığından bu yana iki büyük dünya savaşı yaşanırken dünyanın her tarafında da bölgesel savaşlar yaşandı ve şimdi de yine bir emperyalist savaş sürüyor. Yaşanan savaşlar nedeniyle kim bilir kaç milyon insan yaşamını yitirdi o günden bugüne!
İki büyük emperyalist savaşta yüz milyonlarca insan yaşamını yitirdi, milyonlarcası sakat kaldı, milyonlarcası evsiz barksız. Emperyalistlerin çıkarlarına milyonlar feda edildi. Sonrasında barış ilan edildi ve bir daha savaş olmayacak, herkes barış içinde yaşayacak denildi. 1945 yılından bu yana bu barış yalanı sürekli tekrar edildi. O günden bugüne dünyanın neredeyse her karış toprağı kana bulanmaya devam etti. Halen de devam ediyor. Savaşın mağdurları yoksullar, sivil halk, kadınlar ve çocuklar olurken, egemen sınıf bu ölümlerin, sakatlanmaların, göçlerin üzerinden kendi çıkarlarının hesabını yapıyor.
Bugün burjuvazi yaptığı saldırıları meşrulaştırmak için büyük bir manipülasyon kampanyası yürütüyor. Savaşın adı barış, ölümün adı özgürlük oldu bu sistemde. Yıllardır Saddam rejimi tarafından baskı altında tutulan Irak halkı ABD emperyalizmi tarafından sözde özgürleştirildi. Irak halkı sözde demokrasiye kavuştu. Yüz binlerce insan yaşamını yitirdi, binlerce çocuk öldürüldü, binlercesi sakat bırakıldı, binlercesi yıllarca bu savaşta yaşadığı travmalarla yaşama tutunmaya çalışıyor. Bakın o dönemin bir çocuğun dilinden ifadesi şöyle:
Ben Basra’dan Ömer
belki haberin yoktur diye yazıyorum Franks;
…
Demokrasi bizim eve de isabet etti
bir gün sonra anladım ayaklarımın koptuğunu
babamın vücudunda
tam on sekiz adet
insan hakları saymışlar…
Yıllardır Filistin halkına uygulanan katliamlar sonucu yine yaşamını yitirenler siviller, çocuklar oldu. Somali’de, Ruanda’da ve daha birçok Afrika ülkesinde iç savaşlar nedeniyle sayısız katliamlar yaşandı, sayısız çocuk emperyalistlerin, egemenlerin çıkarlarına kurban edildi. Savaşın en acımasız yüzünün yaşandığı son yer ise şu an Suriye. Yine katliamlar, yine ölümler, yine göçler, yine umutsuzluğun içinde umut arayışları… “Kaybedecek neyimiz var?” diyen, ölüm yolculuklarına çıkan mülteciler. Alan bebeğin sahile vuran cansız bedeni, milyonlarca Suriyeli mültecinin yaşam dramı ve umutlar…
derdi devran bizi boğmadan
kalk çocuğum kalk!
sana barış dolu bir dünya
sana kardeşlik dolu bir hayat
sana özgürlük dolu bir yaşam
bırakamadık diye küsme bize kalk
dünyam kararmadan, insanlık ölmeden
kalk çocuğum kalk!
Akdeniz’in karanlık sularında yaşamları, umutları, gelecekleri yitip giden binlerce Alan Kurdi ve bu ölümlerin üzerinden yapılan kirli pazarlıklar, anlaşmalar… Avrupa ve dünyanın diğer emperyalistleri son zamanlarda mülteci sorununu tartışmaya başladılar. Kendilerince çözüm yolları arıyorlar. Timsah gözyaşları dökerek bilmem kaç bin göçmeni kabul edeceklerini dile getiriyorlar. Sanırsın ki insafa geldiler, sanırsın ki vicdanları sızladı… Oysa yine kendi çıkarlarının hesabını yapıyorlar, yaşlı nüfusun gençleşeceğinin, üretime katılacak genç nüfusun, ucuz işgücünün hesabını yapıyorlar. İkiyüzlüce kendilerinin yarattığı bu savaşların faturasını kestikleri insanlardan yine kendi çıkarları doğrultusunda faydalanmanın hesabını yapıyorlar.
Yakın geçmişte, “Somali’de mama bulunmadığı için bebekler açlıktan ölüyor” haberleri gazete manşetlerinde, televizyon haberlerinde veriliyordu. Dünyanın bir kesimi bolluk içinde yaşarken bir kesimi açlıktan ölüme mahkûm edilmişti. Türkiye’den de hükümet bir heyet göndermişti. Çocukların açlıktan ölümünü bu heyet bir kampanyaya dönüştürmüş ve insanlıktan bahsetmişlerdi. Gözyaşına, ölüme mahkûm edilen insanlara sözümona yardım eli uzatmışlardı. Heyet yardım için mi gitmişti yoksa kapalı kapılar ardında birtakım pazarlıklar için mi oradaydılar, hiç söylemediler. Hangi anlaşmaları yaptıklarını açıklamadılar. Din simsarlığı üzerinden ticari anlaşmalar yapıldığından hiç bahsedilmedi. Savaştan, açlıktan ölen binlerce çocuk cesedi üzerinden elde ettikleri ticari çıkarları örtbas ettiler.
“One minute”, “bir daha Davos’a gelmem” sözlerini hatırlarsınız mutlaka. İsrail devletinin Filistin halkına yaptığı zulmün, katliamın karşısında Türkiye’nin o dönemki başbakanı R. Tayyip Erdoğan Filistin halkıyla dayanışma içinde olduğu izlenimi vermiş ve Mavi Marmara gemisi Akdeniz’e açılmış, İsrail güvenlik güçleri gemiye saldırmıştı. Masum insanların ölüme mahkûm edildiğinden bahsediliyor, kadınların ve çocukların açlıktan susuzluktan öldüğünü söylüyorlardı. Ya sonra ne oldu? Aslında hiçbir şey. Filistinli çocukların ölümleri karşısında da siyasi iktidar ve egemenler timsah gözyaşları döktüler sadece. Bütün çocuk ölümleri karşısında olduğu gibi burada da ikiyüzlü davrandılar. Madem İsrail devletinin yaptıklarını onaylamıyorsunuz, neden siyasi, askeri ve ekonomik anlaşmaları devam ettirdiniz? Egemen devlet zihniyeti kaç çocuğun, sivilin öldüğüne değil, bu ölümler üzerinden yaptıkları antlaşmalara ve oluşturdukları hegemonyaya bakıyor.
Burjuvazinin emperyalist hayalleri dil, din, ırk, mezhep tanımaz. Burjuvazi ve onların siyasi temsilcileri kendilerinin çıkardığı kirli savaşları, yaptıkları katliamları saklamak isterler. Başka devletlerin yaptıkları karşısında feryat figan eden Türkiye egemenleri gibi timsah gözyaşı dökerler. Tıpkı bugün Alan Kurdi için herkesin sorumluluğu birbirinin üzerine atıp kaçtığı gibi.
Yıllardır Türkiye’nin doğusunda terörle mücadele adı altında yürütülen savaş nedeniyle yüzlerce çocuk katledildi. Bir o kadarı da sakat bırakıldı. Roboski katliamında gencecik çocuklar öldürüldü. Ceylanlar, Uğurlar ve nice çocuk terörle mücadele adı altında katledildi. Cizre’de cesedi çürümesin diye 30-35 günlük bebek toprağa verilemediği için buzhanede tutuldu. Cizre’de sıkıyönetim şimdilik kaldırıldı ama devletin zorbalığı, şiddeti, terörü devam ediyor. Kaç tane çocuk açlıktan, susuzluktan ya da kurşunlanarak ölecek belli değil. Bu yaşananlar karşısında egemenler sessiz, kör, sağır. Başbakan ve Cumhurbaşkanı aynı şeyi söylüyor: “Tek bir terörist kalmayana kadar savaşa devam edilecek!” Kitlelere bunu medya üzerinden duyururken, bu toprakların kadim halkı terörist ilan ediliyor. Konuşamayan, yürüyemeyen bu çocuklar mı terörist?
Başka coğrafyalarda yaşanan katliamlar, çocuk ölümleri karşısında yaptıkları gibi bu çocuk ölümleri için niye gözlerinden yaş çıkmıyor, neden gözleri ateş püskürüyor? Ne kadar ikiyüzlüler değil mi? Çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapıyorlar. Umutları, gelecekleri, hayatları, hayalleri yok edilen çocukların ölümleri üzerinden burjuvazi ve onların siyasetçileri sınıfsal çıkarları için planlar yapıyorlar, projeler çiziyorlar. Vicdan aramayın onlarda, vicdanlarını da sermaye etmişler.
Kapitalist sistem var oldukça, sermaye var oldukça, emperyalist ve haksız savaşlar var olmaya; savaşlar var oldukça ölümler, sakatlanmalar, göçler var olmaya devam edecek. Savaşların olmadığı, çocukların yarınsız bırakılmadığı bir dünya, işçi sınıfının sermaye sınıfına karşı yürüteceği örgütlü bir mücadele ile mümkün. Gelecek güzel günler için örgütlenmeli, örgütlü mücadele etmeliyiz. Kendimiz için olmasa bile çocuklarımız için. Nazım ustanın dediği gibi,
Güzel günler göreceğiz çocuklar
güneşli günler göreceğiz
motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
ışıklı maviliklere süreceğiz
link: Engin Gündoğdu, Yarınsız Bırakılan Çocuklar, 19 Eylül 2015, https://marksist.net/node/4479
Kamp Armen’de Yıkıma Karşı Direniş Devam Ediyor
“Bizim Atlantisimiz Kamp Armen” Dayanışma Konseri