Milyarlarca insan kapitalist sistemin yarattığı açlığa, yoksulluğa, sömürüye ve savaşlara maruz kalmaya devam ediyor. Bugün savaşların yakıp yıktığı şehirlerdeki emekçiler ölülerini bile geride bırakarak, uzun, sonu görünmeyen göç yollarına dökülüyor. Sanki bugüne kadar yaşanan acılar, akıldışı katliamlar, açlık, yoksulluk ve yıkımlar az gelmiş gibi, yeni ve daha korkunç savaş araçlarının denemeleri yapılıyor. Şehirler yanıyor, yıkılıyor ve her bir günün sonunda dünya üzerinde 25 bin insan doğrudan gıda ihtiyacı karşılanamadığı için açlıktan veya açlığın yol açtığı sebeplerden ölüp gidiyor.
Birleşmiş Milletler dünya genelinde 34 ülkenin çatışma, kuraklık, sel vb. nedenlerle halkını doyuracak gıdadan yoksun olduğunu belirten bir rapor yayınladı. BM İnsan Hakları Konseyi üyesi Jean Ziegler, dünyada her sekiz kişiden birinin açlık çekmesini şöyle değerlendirmiş: “Çok absürt bir duygu. BM Gıda ve Tarım Örgütünün verilerine göre, dünya genelinde her 5 saniyede bir 10 yaş altındaki bir çocuk açlıktan ölüyor. Hem de neredeyse dünya nüfusunun iki katını, yani yaklaşık 12 milyar insanın karnını, kolayca doyurabilecek bir gezegende. İşin tuhaf yanı işte burası. İnsanlık tarihinde artık nesnel bir kıtlık söz konusu değil. Sorun, gıda maddelerinin üretimi değil, onlara erişimdir. Şu anda biz bunları konuşurken bir çocuk daha ölüyor, bu cinayet.”
Raporda yer alan ülkelerden 27’si Afrika, 7’si ise Asya kıtasında bulunuyor. Gıda sıkıntısı yaşanan bu ülkelerden Suriye, Irak, Yemen, Güney Sudan, Burundi, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Afganistan savaşların sürdüğü, iç savaş ve çatışmaların gölgesinde hayatta kalmanın bile zor olduğu bölgelerdir. Suriye’de 13,5 milyon insanın yaşamak için temel gıda maddelerine ve insani yardıma muhtaç olduğu belirtilmiş. Yemen’de de 21,2 milyon insan yardıma muhtaç durumda.
Savaş ve çatışmaların devam ettiği coğrafyalara ilişkin veriler gerçek durumu yeterince gösteremiyor. Çünkü verilere bile ulaşmak zor. Örneğin Suriye ve Libya gibi bölgelerde durum giderek kötüleşirken, sahra altı Afrika ülkelerinde sorun uzun yıllardır kronikleşmiş durumda. Uluslararası insan hakları örgütü FIAN yetkilisi Roman Herre “20 yılda yalnızca bir kere açlık çeken insan sayısını yaklaşık 1 milyardan 800 milyona düşürebildik” diyor.
Dünya ölçeğinde üretici güçlerin gelişkinlik düzeyi artıyor, üretim teknolojisi insanlığın temel ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli düzeye çoktan ulaştı. Şimdi kapitalist sistemin kendisi insanlığın gelişiminin önündeki en büyük engel haline geldi. İnsanlık bugün dev sanayi tesislerinde, tarım arazilerinde üretilen gıda ürünlerinin bolluğuna rağmen açlıkla “terbiye” ediliyor. Burjuvazi ikiyüzlüce dünyada kısıtlı kaynaklara sahip olduğumuz edebiyatını işçi emekçilere yutturmaya çalışırken müthiş bir zenginliğin üstüne çöreklenmiş durumdadır. Tıpkı eski Romalı efendiler gibi yiyor ve midesi doldukça yeniden ve daha fazla yemek için gidip kusuyor.
Emekçiler nefes alıp vermeye devam ediyorlar. Fakat sadece hayatta kalmayı, karın doyurmayı yaşamaktan saysak bile durum hiç iç açıcı değil; çünkü her gün dünyada 16 bini çocuk 25 bin insan açlıktan ölüyor. Hiç aç mezarı görmediğimiz doğru. Çünkü mezar taşlarına “açlıktan öldü” yazılmıyor. Peki üretim miktarı ve ulaşılan zenginlik dudak uçuklatıcı bir düzeye yükselmişken nasıl oluyor bütün bunlar? UNICEF’in açıkladığı rapora göre bugün dünya çapında 7 yaşından küçük 87 milyon çocuk çatışma bölgelerinde yaşıyor ve savaşın yarattığı yıkımdan, ölümden, sefaletten başka bir şey göremiyor. Hayatta kalmayı başarsalar bile bu kadar travmanın ardından hayatlarına sanki hiçbir şey olmamış gibi devam etmeleri mümkün değil. Uluslararası Çocukları Koruma Örgütü’nün raporu, abluka altındaki bölgelerde kalan çocukların temel gıda ihtiyaçlarının karşılanamadığını, buna bir de tıbbi olanaklardan yoksunluk eklenince çocukların “ölmek için kendi sıralarını beklediğini” belirtiyor. Özellikle hava saldırılarının yoğun olduğu bölgelerde hem fiziksel hem psikolojik travmanın boyutları büyük. Açlıktan ölen çocukların sayısı arttıkça anne ve babalarının onları hayatta tutabilmek için başvurduğu yollar değişiyor, pişirdikleri yapraklarla ya da hayvan yemleri ile besleniyorlar, çimenden çorba pişiriyorlar. Ateş yakabilmek, ısınabilmek için yerle bir edilen binaların yıkıntılarından topladıkları mobilya parçalarını kullanıyorlar.
Başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın farklı yerlerinde 3. Dünya Savaşının daha da kızışıyor olması sebebiyle açlığa mahkûm edilen, yerinden yurdundan sürülmüş insan sayısı her geçen gün daha da artıyor. Bu dünyada “büyük insanlık” kapitalist sistemin yarattığı canavarlarla boğuşmaktan kurtulamıyor. Kapitalizmle birlikte, bugüne kadar karşılaştığı tüm yıkımları geride bırakacak şiddet ve büyüklükte bir barbarlıkla da tanıştı insanlık. Emperyalist-kapitalist savaşlar daha genel büyük yıkımları çok daha hızlıca devreye sokarken, başta Afrika kıtası olmak üzere dünyanın dört bir yanında bölgesel kıyımları, sefalet ve açlığı körükleyerek dünyayı bir mezbahaya döndürdü. Afrika ülkeleri bağımsızlık ilanlarından bu yana çok büyük iç savaşların yaşandığı coğrafyaların başında geldi. 1946 yılından beri 30’dan fazla iç savaş yaşandı. Halen devam etmekte olan çatışmaların bölgenin kaderi haline getirilmiş olması da insanlık için ayrı bir trajedidir. Örneğin daha bugün bile Birleşmiş Milletler’in raporlarına göre Güney Sudan’da en az 40 bin kişi açlık nedeniyle ölüm tehlikesiyle karşı karşıya. Kanlı bir iç savaşın halen sürdüğü ülkede iktidar kavgası veren egemenler için bunun bir önemi yok.
Savaşların, etnik kıyımların yaşadıkları topraklardan sürüp çıkardığı milyonlarca insan, hayatta kalabilmek, açlıktan, yoksulluktan kurtulabilmek umuduyla başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok başka coğrafyaya doğru ölüm yolculuklarına çıkmış durumda. Bunlar, son süreçte özellikle zorunlu geçiş noktalarından biri olan Türkiye gibi ülkelerin emperyalist emellerinin şantaj malzemesi haline getirilmiş durumdalar.
Kapitalizm yıkılmadan savaşlar son bulmaz
Emperyalist devletlerin büyük bir paylaşım savaşı yürüttükleri Ortadoğu’nun kaderi hâlâ belirsizken, uzun yıllardır savaş alevleriyle yanmakta olan çeşitli coğrafyalarda da etnik kıyımlar, sürgünler, yıkımlar devam ediyor. Asya’da, Afrika’da çeşitli görüngüler altında devam eden ve silah tekellerinin kasalarına kanlı ama tatlı kârlar akıtan bu kıyımlar neredeyse hiç durmadı. Kapitalist sistem büyük ekonomik krizlerini, bugün olduğu gibi geçmişte de savaş araçlarına, silahlanmaya yönelik harcamaları arttırarak ve toplumsal emek ürünlerini büyük yıkımlara uğratan savaşlarla aşmıştır.
İkinci Dünya Savaşının 1945’te sona ermesinden bu yana çok sayıda bölgesel savaş yaşandı. Yani kapitalizm altında dünya barışı diye bir şeyden söz edilemeyeceği gibi, savaşlarla neden ve sonuçları itibariyle de diyalektik bir bağ içinde olan açlık, yoksulluk, sefalet, göç vb’nin de asla ortadan kalkmayacağı ortadadır. 2011 yılında çeşitli büyüklüklerde 20 savaşın patlak verdiğini görüyoruz. Aynı yıl içinde 40 kadar savaş ve çatışma durumunun yaşandığı coğrafyaların başında Asya, Afrika ve Ortadoğu’nun gelmesi de bir tesadüf değildir. “Kendi planlarını hayata geçirmek ve nüfuz alanlarını genişletmek için emperyalistlerin on yıllardır uyguladıkları politikaların başında böl ve yönet politikası gelmektedir. Bu amaçla etnik veya ulusal ayrımlar kaşınır, çatışmalar tırmandırılmaya çalışılır ve sonra da «barış gücü» yahut «hakem-garantör» olarak bölgeye yerleşilir. Kârlı petrol, doğalgaz, maden anlaşmaları yapılır. Doğal kaynaklar ve ucuz işgücü sonuna kadar sömürülür. Halkların birleşmesini ve başkaldırmasını önlemek için de çatışma hali kronikleştirilir. Bu amaçla kabileler, aşiretler veya yerel egemenler birbirine karşı kışkırtılır, silahlandırılır (ve bu arada silah satışlarından elde edilen tatlı kârlar cebe indirilir), «düşük yoğunluklu» savaşlarla birbirilerine girmeleri sağlanır. Filler tepişir, çimenler ezilir…” (Kerem Dağlı, Afrika’nın Kara Bahtı Değişmiyor, MT, Haziran 2012)
Dünya genelinde silah alma konusunda en iştahlı devletler Asya ve Ortadoğu ülkeleri. Dünyayı yönetenlerden iki büyük emperyalist rakip ABD ve Rusya aynı zamanda en büyük silah satıcıları olarak da liderlikte yarışıyor. ABD dünya silah ihracatının üçte birini elinde tutuyor ve Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye en büyük müşterileri. Rusya ise dünya silah pazarının dörtte birinin hâkimi durumunda ve Hindistan, Çin, Vietnam gibi ülkeler de onun başlıca müşterileri. Avrupa ülkeleri de dünyayı cehenneme döndüren satışlarda hiç geride değil. Fransa, Almanya, İngiltere, İspanya gibi ülkeler de yine dünya pazarının beşte birini elinde tutuyorlar. İşte yeni pazarlar arayışı içindeki bu silah tüccarları şimdi Ortadoğu ve Asya ülkelerinde yoğun bir çaba ve rekabet içerisindeler.
Dünya halkları iki büyük emperyalist paylaşım savaşının bedelini çok ağır ödedi. Sermayenin kâr hırsı milyonlarca işçi-emekçiyi korkunç kıyımlara uğrattı. Emperyalist kapitalist sistem 20. yüzyılın başından bu yana yaşanan iki büyük dünya savaşına onlarca yerel-bölgesel savaşı da ekleyerek varlığını sürdürmeyi başardı.
“Kapitalist üretim tarzı bir zamanlar sahip olduğu ilerletici barutunu yitirmiştir. Bu sistem çürümüş, yozlaşmış ve insanlık toplumunu kemiren kapitalist bir belâya dönüşmüştür. Bu durum görmek isteyen gözler için aslında son derece aşikârdır. Oysa bu gerçekliğin ötesinde, insanın insanı sömürmeyeceği, toplumsal baskı ve ezilmişliğin ve eşitsizliğin yeryüzünden silineceği bir geleceğe, sosyalizme ilerlemeyi mümkün kılacak nesnel bir temel yer alıyor. Bu nedenle, dünya işçi sınıfı devrimci bilinçle donanıp örgütlendiğinde insanlık çıkarına olacak muazzam bir toplumsal dönüşümü gerçekleştirebilir.” (Elif Çağlı, Kapitalizm Çıkmazda, MT, Şubat 2012)
link: Derya Çınar, Milyonlar Açlık ve Savaşla Boğuşuyor, 31 Mart 2016, https://marksist.net/node/5005
Yerli ve Milli Olmak…
“Gençlik Yeni Anayasa İstiyor”