

Gazze, Suriye, Lübnan, Yemen… Ortadoğu coğrafyasında halklar can veriyor, topraklar kanla sulanıyor. Göğe yükselen acı ve gözyaşı, bir avuç kapitalistin çıkarları uğruna şekillenen çürümüş düzenin ürünüdür. Kapitalist düzenin efendileri, görünüşte insana benziyorlar; kılıkları düzgün, üstleri başları temiz… Ancak vicdanları kömür gibi kararmış durumda. Bütün bu savaşlar, yıkımlar ve ölüm sahneleri, onların gözünde yalnızca rant kapısı olarak görülüyor. Ne Gazze’nin, ne Yemen’in, ne de Beyrut’un bombalanan karanlık sokaklarında insan hayatının hiçbir değeri yok.
Bu sömürü düzeninde bir avuç kapitalist, milyarlarca insanın kaderine karar veriyor. Daha fazla kâr, daha fazla güç uğruna yüz milyonlarca insanın hayatını cehenneme çeviriyor. Trump ve Netanyahu gibi faşist katiller, Gazze’de sorumlusu oldukları soykırımın hesabını vermezken, iki milyon insanı bir çöp gibi süpürürcesine başka yerlere göndermekten bahsediyorlar. Gazze’nin harabe olmuş sokaklarında ana-babalarını yitirmiş çocuklar, evlatlarını, sevdalarını, umutlarını ve dahi anılarını kaybetmiş insanlar ve onların onurlu direnişi ortada duruyor. Lakin Trump, Gazze Şeridi’ni inşaat için ABD’ye devredeceğini, Gazze’yi “Ortadoğu’nun Riviera’sı”na dönüştüreceğini söylüyor. Gazze Şeridi’ni bir turizm merkezi yapma planını açıklıyor.
Suriye’de ise savaşın bittiğini söylüyorlar, gerçekte bitmiş olan nedir? Emperyalist kapışmada egemen sınıfların politikaları, halkları kırmaya devam etmiyor mu? Şam’ı ele geçiren yeni yönetimin Alevi nüfusu hedef alan mezhepçi katliamları, sadece bir halkın yok edilmesi değil, aynı zamanda egemenlerin yıllardır körüklediği derin ayrımcılığın, kutuplaştırmanın bir tezahürü değil midir? Bu katliamların emperyalist savaşla, bu savaşı yürüten egemenlerin ikiyüzlülüğüyle ilgisi yok mu? Nitekim bu katliamlar yaşanırken Avrupa ve ABD egemenleri yine kör sağır ve dilsiz kesilmiş, Suriye’deki yeni düzeni, kendi menfaatlerini büyütme doğrultusunda kurmanın uğraşına düşmüşlerdir.
Suriye ve Gazze’nin yanı başında bulunan Lübnan’ın başkentinde de benzer bir tablo var. Beyrut... Uçsuz bucaksız maviliğin yanına boylu boyunca uzanan, iki yakası palmiyelerle süslenmiş, dünyada gün batımının en güzel göründüğü şehirlerden biri. Bu güzellikleriyle bir zamanlar “Akdeniz’in incisi” olan bu güzelim şehir, şimdilerde elektriği olmayan, yaşam koşullarının dayanılmaz olduğu bir yer haline gelmiş durumda. Beyrut’un yıkıntıları arasında bir halkın açlık, yoksulluk ve umutsuzluk içinde yaşıyor olması, İsrail devleti ve Netanyahu’nun azgınlığının ayrı bir simgesidir.
Bu nasıl bir düzen? Bu, bir avuç azınlığın çıkarları uğruna milyonlarca insanın hayatının hiçe sayıldığı bir düzendir. Bu düzen, insanın en temel yaşam hakları yok sayılarak güçlü olanın çıkarlarının kollandığı düzendir. Gazze’nin, Suriye’nin, Beyrut’un yıkıntıları, kapitalizmin insanlık için bir felâkete dönüştüğünü tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Bu düzenin muktedirlerinin, halkların acılarını ve direnişlerini yok sayarak coğrafyaları kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye girişmeleri, hizmet ettikleri zihniyetin ve sahip oldukları fıtratın bir dışavurumudur.
Özgür bir dünya ancak kapitalizmin yerine sınıfsız, sömürüsüz bir dünya kurarak mümkün olabilir. İşçi sınıfı olarak, milyonlarca insana ölüm, savaş ve yıkımdan başka bir şey vermeyen bu düzene son vermek için birleşmeli ve mücadele etmeliyiz.

link: Kocaeli/Gebze’den bir petrokimya işçisi, Yıkım Üzerinde Yükselen Zenginlik ve Saltanat, 19 Mayıs 2025, https://marksist.net/node/8516
Kuracağız Cennetini Yaşamın