Son dönemde özellikle Erdoğan’ın bolca yinelediği bir söylem “yerli ve milli olmak”. “Reis” her şeyin yerlisini ve millisini istiyor. “Yerli ve milli vekiller”le başlayan istekler zinciri, milli değerlere uygun yerli anayasa, milli muhalefet, milli aydın, milli ve yerli medya, “Türk tipi” başkanlık sistemi, Türk tipi kadın hakları, milli irade vb. ile devam ediyor. Erdoğan’ın kafasındaki “yeni” Türkiye’nin ideolojik kodlarından biridir “yerli ve milli” olmak.
Erdoğan, 7 Haziran seçimlerinden sonra yaptığı bir konuşmasında sarfettiği “sizden 550 yerli ve milli milletvekili istiyorum” sözleriyle başlatmıştı bu söylemi. Erdoğan’a göre “yerli ve milli” milletvekili, onun kafasındaki “yeni” Türkiye projesini ve bu projenin hayata geçmesinin olmazsa olmaz şartı olan başkanlık rejimini destekleyen ve dolayısıyla Erdoğan-AKP iktidarının politikalarını tartışmasız onaylayan milletvekili demekti. Ama her şeyden önce de, “seni başkan yaptırmayacağız” diyerek çekim merkezi haline gelen HDP’yi aforoz eden milletvekili demekti.
Bu “yerli ve milli milletvekili” tanımından sonra Erdoğan gündeme “milli değerlerimize uygun yerli anayasa” tanımını getirdi. Anayasa komisyonları kuruldu ve tüm partilerden de bu komisyona üye vermeleri istendi. Burada da “yerli ve milli” ile kasıt, başkanlık sistemine ve Erdoğan’ın kafasındaki “yeni” Türkiye’ye giden yolu açacak, Erdoğan’ın mevcut anayasayı ve hukuku hiçe sayan icraatlarına yasal zemin hazırlayacak, onları meşru kılacak, şimdiye kadar yaptıklarından ötürü yargılanmasının önünü kesecek Erdoğanist bir anayasadır.
Bu diktatoryal anayasa arzusu, “Türk tipi başkanlık”la beraber gündeme gelmiştir. Zaten bu ikisi birbirinin tamamlayıcısıdır. Erdoğan’ın bu anayasayla önünü açmak istediği tam da “Türk tipi başkanlık”tır. Bu öyle bir başkanlık sistemidir ki, farklı ülkelerde halihazırdaki başkanlık yahut yarı başkanlık rejimlerine hiç benzememektedir. Erdoğan’ın tahayyül ettiği başkanlık bunların ötesinde yetki ve güçle donanmış bir başkanlıktır. Kısaca ifade etmek gerekirse, Erdoğan’ın “Türk tipi” diye nitelediği başkanlık, aslında Hitler veya Mussolini örneklerinde olduğu gibi, malûm diktatörlüğü amaçlayan bir başkanlıktır.
Erdoğan’ın, planlarını hayata geçirmek noktasında “yerli ve milli” veya “Türk tipi” gibi terimleri kullanması, kuşkusuz, “milli ve manevi değerler” üzerinden halkı ikna etmeye dönüktür. Erdoğan, bu demagojik söylemlerle, savunduğu sistemi halkın gözünde meşru kılmaya, bunun Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar açısından bir zorunluluk olduğu algısını yaratmaya uğraşmaktadır. İş o noktaya gelmiştir ki, Erdoğan’ı ve onun projesini destekleyenler “yerli ve milli”, karşı çıkanlar ise gayri millidir. Ve bu noktada Erdoğan, “milli” olmayı, “halkın, toplumun çıkarına olan” şeklinde lanse ederek desteğini genişletmeyi hedeflemektedir.
Bu açıdan da Erdoğan için halkın “milli ve manevi değerler”e sahip olması son derece önemlidir. Çünkü bunun anlamı, halkın kafasının milliyetçi ve şoven fikirlerle, önyargılarla, hatta kimi zaman ırkçılığa varan düşüncelerle dolu olması; halkın tamamının, devletle bütünleşmiş Erdoğan-AKP iktidarının çıkarlarını kendi çıkarları olarak benimsemesi; bu iktidarı kayıtsız şartsız desteklemesi ve onun gösterdiği yolda ilerlemesi, gerektiğinde bu uğurda ölmeyi dahi göze alması; daha uzun saatler boyunca daha ucuza çalışmayı kabul etmesi ve yoksullaşmasına, işsiz kalmasına rağmen, AKP iktidarında cisimleşmiş olan devletin bekası için kaderine boyun eğmesi demektir. Erdoğan-AKP iktidarı, önce kendine göre bir milli-manevi değerler bütünü oluşturmakta, sonra da her türlü araçla bunu toplum içinde olabildiğince yaymaya çalışmaktadır.
Erdoğan açısından, Türk ve Sünni çoğunluk “doğal taban”dır ya da bir şekilde kazanılması gereken çoğunluktur. Tıpkı Hitler’in “arî ırk”ı gibi… “Milli ve manevi değerler” bütünü de buna göre şekillendirilmektedir. Kürtler ise Nazi Almanya’sının Yahudileri pozisyonundadır. Onları Aleviler, solcular vb. takip etmektedir.
Bu ayrımcı, tekçi anlayışa göre, hakkını arayan Kürtler ne yerlidir ne de milli. Alevilerin de “yerli ve milli” olması pek mümkün değildir. Erdoğan’ın baskıcı, ayrımcı, tekçi iktidarına karşı çıkan her muhalefet odağı “yerli ve milli” anlayışın dışındadır. Buna göre sosyalistler, devrimciler, öncü ve mücadeleci işçiler, muhalif çizgideki sendikacılar, ilerici ve demokrat insanların veya aydınların da “yerli ve milli” olmadıkları açıktır! Bu yüzden Erdoğan muhalefeti de kendine göre tanımlayarak, “bize milli bir muhalefet gerekiyor” demektedir.. Benzer şekilde “aydın dediğin milli manevi değerlere bağlı olur, köksüz olmaz” diyerek, barış için imza veren aydınları “soysuz, aydın müsveddesi, karanlık, vatan haini, cahil” olarak nitelemektedir..
“Yerli ve milli” olmanın kriterlerini kendi anlayışına göre belirleyen Erdoğan, medyadan eğitim kurumlarına, insanların dini inançlarından günlük yaşayışlarına kadar her alana el atmaya çalışmaktadır. Cumhurbaşkanlığı seçimini kastederek “Ağustosta zaten yarı başkanlığa geçtik” diyen Erdoğan, tüm devlet aygıtlarını ve kurumlarını da bu uğurda adeta seferber etmiş durumdadır. Bu ayrımcı, tekçi zihniyete göre “milli” medyadaki tüm yayınlar milli aile değerlerine uygun olmalıdır, yani milliyetçi ve muhafazakâr değerlerin dışındaki hiçbir şeye yer verilmemelidir. Kürt kentlerinde yapılan katliamları gündeme getirmek gayri millidir. AKP yöneticilerinin yolsuzluklarını, Suriye’ye yönelik kirli ve kanlı tertipleri teşhir etmek gayri milliliktir. Keza, Erdoğan’ı ve AKP’yi eleştirmek gayri milliliktir.
Din de “milli” olmalıdır, yani egemen Sünni mezhepçiliğin dışındaki inançlara yer yoktur. Türk-İslam sentezi “milli”dir, Kürde ve Aleviye yer yoktur. Tarih de milli olmalıdır. Zamanında Kemalizmin yaptığı gibi, bugün de Erdoğan, tarihi kendine göre yeniden yazmakta ve buna da “milli” tarih demektedir. Çanakkale savaşı ya da Sarıkamış felâketi, Osmanlı’nın kuruluş dönemi, İttihatçıların ülkeyi içine attıkları kanlı maceralar, bugünün politik ihtiyaçlarına göre tekrar yorumlanıp yeni bir tarih yazımına girişilmektedir. Yetmemekte, Erdoğan “Türk tipi kadın hakları”ından bahsetmektedir. Erkek egemen toplumdaki cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadele eden, hakkını koruyan, hakları için mücadeleye atılan kadın, Erdoğan’a ve avenesine göre “Türk tipi” değildir. Bu zihniyete göre “Türk tipi” kadın, toplumda ikinci sınıf insan muamelesi görmesine rağmen sesi çıkmayan, yeri evi ve erkeğinin dizinin dibi olan, kocası, babası, ağabeyi tarafından dövülse de kaderine razı gelen, cinsel tacize veya tecavüze uğradığında dahi suçu kendinde gören, en büyük görevinin çocuk doğurmak olduğunu kabullenmiş kadındır. “Türk tipi” kadının hakkı, bu görevlerini yerine getirmek ve ona biçilen rolü oynamak kaydıyla insandan sayılmaktır.
Sonuç olarak tüm bu çaba, yani toplumu “milli ve manevi değerlere” uygun hale getirme çabası, faşist gidişata ve yarın kurulduğunda faşist diktatörlüğe karşı çıkmayacak, aksine ona boyun eğecek, lidere ve devlete körü körüne itaat edecek, yeri geldiğinde varlığını devletin varlığına armağan edecek bireyler yaratmak içindir. Daha doğrusu bireyleri böylesi bir sürünün parçaları haline getirmektir. Amaç faşizmin kitle tabanını oluşturmaktır. Bu haliyle, faşizmin kitle tabanı olmaktır “yerli ve milli” olmak. “Yerli ve milli olmak” söyleminin iki temel işlevinden birisi budur. Diğeri ise, bu söylem aracılığıyla Erdoğan’ın önündeki siyasi engelleri bir bir aşması, “Türk tipi başkanlık” diye adlandırdığı faşist diktatörlüğe giden yolu açmasıdır.
Türkiye’de “milli olmak”, “millileşmek” gibi argümanlar Osmanlı’nın son zamanlarından itibaren kullanılmaya başlamıştır. Cumhuriyetin kuruluş sürecinde “milli burjuva”nın yaratılması ve onun egemenliğinin kurulması anlamına gelmiş ve Kemalizmin temel kavramlarından biri olmuştur. Sonraki yıllarda da, rejimin ya da düzeninin tehlike altında olduğunu hissettiği her durumda burjuvazi ve devlet milliyetçi söylemleri yükseltmiş, bu bağlamda “yerli ve milli olmak” ve benzeri vurguların dozu artmıştır.
Bugünün Türkiye’sinde ise “yerli ve milli olmak” kavramı daha özel bir anlamda, Erdoğan rejiminin ideolojik argümanı olarak kullanılmaktadır. Hitler’inden Mussolini’sine, Salazar’ından Franco’suna kadar tüm faşist liderler bu tür yöntemleri ve taktikleri neredeyse birebir uygulamış, neredeyse aynı söylemleri kullanmışlardır. Genel anlamda devletin ve düzenin kutsanması, koyu bir milliyetçilik ve militarizm propagandası, kitlelerin demagojilerle aldatılması, hatta yerine göre anti-kapitalist kimi söylemlerin kullanılması, yabancı düşmanlığının körüklenmesi, iç ve dış düşmanlar yaratılıp bunlara dair korkunun beslenmesi, tarihin “kaybolmuş, geçmişte kalmış manevi zenginliklerine geri dönüş” masallarıyla bezeli olarak yeniden yazımı, İslam Birliği gibi tarihî ve uçuk fantezilerle halkın aldatılması, Türk-İslam sentezi anlayışı gibi milliyetçi-dinci tezlerin parlatılması vb, tarihteki her faşizm örneğinde görülebilecek ortak noktalardır. (bkz. Elif Çağlı, Bonapartizmden Faşizme)
Başkanlık sistemini hayata geçirmek isteyen Erdoğan’a, bu yürüyüşünde, mevcut anti-demokratik hukuksal ve siyasi çerçeve dahi çok dar gelmektedir. Erdoğan, kuvvetler ayrılığı yerine “kuvvetler uyumunu” (yani yargının da, yasamanın da, yürütmenin de kendi elinde toplanmasını), demokrasinin tüm unsurlarıyla birlikte (örgütlenme ve muhalefet hakkının, ifade ve basın özgürlüğünün, insan haklarının vb.) rafa kaldırılmasını istemektedir. Gittikçe derinleşen kriz ve savaş ortamında, ancak bu sayede iktidarını koruyabilecek, gerektiğinde ülkeyi askerî-emperyalist maceralara fütursuzca sokabilecektir. Bu yüzden “Türk tipi başkanlık” adı altında faşist bir rejim kurmayı hedeflemektedir ve “yerli ve milli olmak” gibi demagojik söylemler de hedeflediği rejimi halka kabul ettirmesinde bir araç olmaktadır.
Faşizmin ne olduğunu ve emekçi kitlelere neye malolduğunu tarih defalarca ve çok acı örneklerle ortaya koymuş olduğundan, halkı bu denli insanlık dışı bir rejime ikna etmek için, Erdoğan’ın bu tür demagojik söylemlere ihtiyacı vardır. Ve işte bu gerçekliği teşhir edecek ve yoluna taş koyacak herkes ve her şey, Erdoğan’a göre gayri millidir ve yersizdir, hizaya sokulması yahut yok edilmesi gerekmektedir. Meselenin özü budur.
link: Kerem Dağlı, Yerli ve Milli Olmak…, 26 Mart 2016, https://marksist.net/node/5001
Taşeron İşçilere Kadro Yalanı!
Menfur Devletin Pislikleri!