Her yıl Nisan ayı yaklaştığında, 1915’te soykırıma maruz kalan Ermeni halkının acıları bir kez daha canlanırken, TC egemenleri soykırım gerçeğini inkâr etmek ve kendi rollerini gözlerden saklamak için hummalı bir faaliyete girişirler. Çeşitli devletlerin gündeminde olan soykırımı tanıma kararlarının çıkmaması ya da o gün yapılacak resmi açıklamalarda soykırım sözcüğünün geçmemesi için, diplomatlardan bürokratlara, akademisyenlerden gazetecilere bilumum zevat seferber edilip lobi faaliyetlerine hız verilir. Fakat bu yıl 24 Nisan, TC egemenlerini her zamankinden daha büyük bir endişeye sevk etmiş durumda. Zira bu yıl soykırımın 100. yıldönümü ve 24 Nisanda başta Ermenistan olmak üzere tüm dünyada Ermeni halkı soykırımı lanetlemek üzere çok daha kitlesel anma törenleri düzenleyecek. Bu nedenle de son bir yıldır Türk devleti, lobi faaliyetlerini yoğunlaştırarak sürdürüyor. Buna paralel olarak, Erdoğan’ın ve AKP hükümetinin bu konudaki aymazlığı da doruğa çıkmış durumda.
Geçtiğimiz yıl 24 Nisan öncesinde, Erdoğan bir “taziye” açıklaması yayınlamış ve bu konuda TC tarihinde “bir ilk”e imza atmakla övünmüştü. Bu uzunca açıklama, “20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz” cümlesiyle sona eriyordu. Ne var ki, bu cümleye gelene kadar olan kısımda soykırım “tehcir” olarak niteleniyor ve “Birinci Dünya Savaşı esnasında yaşanan gayri insani hadiselerden biri” olarak değerlendirilip sıradan bir “hadise”ye indirgeniyor, dolayısıyla resmi ideolojinin bir adım ötesine geçilmiyordu. AKP’nin pek çok konuda bir yandan “bunu bizden başka hiçbir hükümet yapmadı, cesur ve ezber bozucu adımlar atıyoruz” diyerek demokrat pozlar keserken bir yandan da bildik politikaları aynen devam ettirmesi aslında yabancısı olduğumuz bir olgu değil. Kürt sorunundan çeşitli demokratik hak ve özgürlüklere çok sayıda konuda benzer şovlarla atılan göstermelik adımlar hemen her seferinde daha gerici adımlarla ve baskı politikalarıyla nihayet buldu. Örneğin 2011 Kasımında Dersim katliamı için devlet adına özür dileyerek yine “bir ilk”i gerçekleştiren Erdoğan başkanlığındaki AKP hükümeti, bu açıklamadan bir ay sonra Roboski’de Kürt köylülerin üzerine bombalar yağdırmıştı.
Nitekim Ermeni sorununda da benzer bir duruma tanık oluyoruz. Geçen yılki sözde jestle ön almaya çalışıp “bakın biz dostluk elini uzattık ama karşılık bulamadık” diyerek Ermenistan’a yönelik suçlamalarını sürdüren Erdoğan ve hükümeti, 24 Nisan yaklaşırken aymazlıkta gemi azıya aldı ve başta Ermeni halkı olmak üzere tüm dünyayı aptal yerine koyarak yeni bir hamlede bulundu: On iki yıl önce milliyetçiliği pompalamak üzere icad ettiği “18 Mart Çanakkale Şehitleri Günü”nü bir hokus pokusla 24 Nisana ötelemek ve Çanakkale savaşının 100. yıldönümü nedeniyle 24 Nisanda şaşaalı bir anma töreni düzenlemek!
Bu tören için, Erdoğan ve Davutoğlu tarafından 102 ülkenin devlet başkanlarına ve başbakanlarına davetiye mektubu gönderildi. Bu isimlerden en dikkat çekeni ise Ermenistan devlet başkanı Sarkisyan’dı. Nitekim, AKP önderliğindeki devlet ricalinin “100. yıl vesilesiyle gelecek ağır basınçtan nasıl kurtuluruz” diye düşünüp icad ettiği bu fikir, aynı zamanda bir yıl önce Erdoğan’ı 100. yıl anmalarına davet eden Sarkisyan’a pabucunu ters giydirmeyi de amaçlıyordu.
Beklendiği üzere Sarkisyan bu daveti “bizde davete yanıt almadan davet edilenin evine misafir olmak adetten değildir, öncelikli sorumluluğunuz anma etkinliği düzenlemek değil, soykırımı tanıyıp kınamaktır” diyerek reddetti. Bir başka açıklamasında ise şunları söyledi:
“Türkiye Gelibolu muharebesini yeniden redakte ederek basiretsiz ve alaycı tavrını bir kez daha sergilemiştir. … Türkiye’nin attığı bu adımın tıpkı soykırımı inkâr etmek gibi hiçbir perspektifi yoktur. Üstelik bu tür biçimsiz hamleler Türkiye’nin siyasi irade zayıflığının yanı sıra hukuki sorumluluktan kaçmak istediğini de gözler önüne seriyor.”
Bu açıklama Dışişleri Bakanlığı’nı ve Erdoğan’ı çok sinirlendirmiş olacak ki, gerek Dışişleri’nden gerekse Cumhurbaşkanlığı’ndan peşpeşe açıklamalar geldi. Bu açıklamalarda Sarkisyan’ın üslubu ve söylemi “yakışıksız” ve “çağdışı” bulunup “şiddetle” kınandı!
Oysa şark kurnazlığıyla alınan 24 Nisan kararının açıklanış biçimi bile aslında ırkçılığa dayalı kirli politikanın en utanmaz biçimde devam ettirildiğini çarpıcı bir şekilde dışa vuruyordu. Zira Erdoğan bu kararı, 15 Ocakta Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’le birlikte düzenledikleri bir basın toplantısında, “tüm devlet başkanlarını çağırdık. 24 Nisanda da Aliyev kardeşimizle orada olacağız” diyerek açıklamıştı.
Aliyev’le yan yana pozlar verip soykırım gününde Çanakkale şehitlerini anacağız denmesi, üstelik bununla da yetinilmeyip Sarkisyan’ın bu müsamereye davet edilmesi, aslında TC’nin bu konudaki sıkışmışlığını ve çıkışsızlığını net bir şekilde ortaya koymaktadır.
On yıllardır soykırımı inkâr ederek gözlerden saklayabileceğini düşünen TC, şimdi de bu hakikati Çanakkale’de yaşamını yitiren askerlerin bedenleriyle perdelemeye çalışıyor. Ne var ki 1 milyona yakın insanın katledildiği hakikatini gizleyebilecek hiçbir perde bulunmuyor.
24 Nisan 1915’te, İstanbul’da 235 Ermeni aydını tutuklayıp idam furyası başlatan Osmanlı devleti, o gün aynı zamanda soykırım planını da resmen yürürlüğe sokmuştu. İstanbul’da başlayan katliam hızla Anadolu’ya yayılmış ve doğu vilayetlerindeki Ermeniler için uygulamaya koyulan “tehcir” kararıyla birlikte dört ay içinde yüzbinlerce insan katledilmişti. Önemli bir bölümü askerler tarafından öldürülen bu insanların bir kısmı yollarda uğradıkları saldırılardan, bir kısmı da Suriye yollarında açlıktan ve hastalıktan yaşamlarını yitirmişlerdi.
TC egemenleri, bu büyük katliamın bilinçli bir imha politikasının ürünü olduğu, yani bir soykırım olduğu gerçeğini inkâr ediyor ve yaşananın “almaya mecbur kalınan” tehcir kararının istenmeyen sonuçlarından ibaret bir hadise olduğunu iddia ediyor. “Tehcir”in bir imha aracı olarak kullanıldığı hakikatinin üstünü örtmeye çalışan bu teze, kırımın boyutlarının küçük gösterilmesi, savaş koşullarında karşılıklı bir kıyımın yaşandığı ve Ermeniler kadar Türklerin de öldüğü, Ermenilere yapılanların sorumlusunun devlet olmadığı, bununla birlikte devlete ihanet edip “bizi” arkadan bıçaklayanların kendilerine yapılanları hak ettikleri gibi tezler ve savunular eşlik ediyor. Ne var ki güneş balçıkla sıvanmıyor ve soykırım gerçeği tüm bu yalanlara rağmen çırılçıplak ortada duruyor.[*]
Egemenler, yalan ve çarpıtmalarla dolu resmi tarihlerinin çimentosu yaptıkları milliyetçiliği ve ırkçılığı, emekçi kitleleri kendi kirli politikalarının peşinden sürüklemek ve gerektiğinde birbirlerine düşürüp zayıflatmak için zehirli bir araç olarak kullanıyorlar. İktidarlarını korumak ve servetlerine servet katmak için ezilenleri birbirine kırdırıp oluk oluk kan akıtmaktan çekinmiyorlar.
Yüz binlerce Ermeniyi kırımdan geçiren, Rumları, Süryanileri ve diğer gayrimüslim halkları bu topraklardan atan, onların malına mülküne el koyarak semirip egemenliklerini pekiştirenlerle, yine onlar tarafından ezilen, sömürülen işçi-emekçi kitlelerin hiçbir çıkar ortaklığı yoktur. İşçi sınıfı Ermenisiyle, Rumuyla, Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla aynı sınıfın parçasıdır ve kardeştir. Türkiye işçi sınıfına düşen, Ermeni halkına karşı büyük bir insanlık suçu işlemiş olan egemenleri mahkûm etmek ve Ermeni emekçilere kardeşlik elini uzatarak onların tarihsel acılarını paylaşmaktır.
[*] Ayrıntılı bilgi için bkz. Deniz Moralı, Ermeni Sorunu: Gerçekler Direngendir, www.marksist.com
link: İlkay Meriç, Ermeni Soykırımını “Çanakkale Şehitleri”yle Gölgeleme Çabası, 20 Mart 2015, https://marksist.net/node/4058
Avrupa Ordusu Mümkün mü?
Newroz Piroz Be!