Doğu Bloku’nun çöküşüyle birlikte zaferini ve tarihin sonunun geldiğini ilan eden burjuvazi, en iyi sistemin kapitalizm olduğu ve bundan sonra savaşın değil barışın dünyaya egemen olacağı yalanıyla emekçileri kandırmaya girişmişti. Ama bu ideolojik bombardımanın büyük bir aldatmacadan başka bir şey olmadığını Balkanlar’da yaşanan savaş kısa bir sürede gösterdi. Avrupa’nın ortasında yaşanan bu savaş, savaşsız kapitalizmin mümkün olamayacağını bir kez daha gösteriyordu. Savaş alevleri burayla sınırlı kalmadı ve başta Ortadoğu olmak üzere giderek yaygınlaştı. Emperyalist güçler nüfuz alanlarını yeniden paylaşmak için dünyanın dört bir yanını emekçiler için yaşanılamaz hale getirdiler. 2013 yılı sonlarında Ukrayna’da başlayan olaylar ise, Batılı emperyalist güçler ile Rusya arasındaki çatışmanın ürünü olarak patlak verdi.
Geçtiğimiz günlerde barış için Avrupa ordusuna ihtiyaç olduğunu belirten Avrupa Komisyonu Başkanı Juncker’in açıklamaları da emperyalist savaş tablosunun bir parçasıdır. “Böyle bir ordu ortak bir dış politika ve güvenlik politikası oluşturmamıza ve Avrupa’nın dünyada sorumluluk almasına olanak tanır” diyen Juncker, böyle bir ordunun varlığının Rusya’ya da AB’nin değerlerini koruma konusunda daha ciddi olduğu mesajını vereceğini söyledi. Ayrıca birleşik AB ordusunun AB ülkeleri arasında bir daha savaş olmayacağını dünyaya göstereceğini de eklemeyi ihmal etmedi.
Juncker “Avrupa’nın sorumluluk alması”, “AB’nin değerleri” gibi ifadelere başvurarak Avrupa ordusunun neye hizmet edeceğini gizlemeye ve böylesi bir ordunun meşruiyetini oluşturmaya çalışıyor. “AB’nin değerleri” ile kastedilen sözde barış, demokrasi, eşitlik, özgürlük, azınlık hakları vb. değerlerdir. Juncker gibi siyasetçiler, AB’yi bu değerlerin savunucusu ve koruyucusu olarak gösterirken, Rusya’yı ise bu değerler için bir tehdit olarak sunuyorlar. Rusya’nın izlediği politikaların barışçıl olmadığına şüphe yoktur. Nitekim Ukrayna’yı kendi çıkarları uğruna felâketin eşiğine getiren taraflardan birisi de Rusya’dır. Peki, AB barış, demokrasi ve eşitliğin mi savunucusu ve koruyucusudur? Hayır! AB de tıpkı ABD gibi, emekçileri kandırmak için barış, demokrasi ve refah gibi kavramların ardına saklanmakta ve bu şekilde emperyalist politikalarını hayata geçirmektedir. Örneğin, Ukraynalı emekçilerin yaşadığı sıkıntıların sorumluları arasında AB ve ABD de yer almaktadır. AB ülkeleri kendi pazarlarını genişletmek amacıyla Ukrayna’yı Rusya’nın nüfuzundan çıkarıp kendi nüfuz alanlarına sokmaya yönelik politikalar izliyorlar ve bu doğrultuda AB yanlısı bir iktidar oluşturmaya çalışıyorlardı. Ukrayna 2013 sonunda AB ekonomi anlaşmasını imzalamayınca, hükümet karşıtı büyük gösteriler başlamıştı. Batılı emperyalist güçler (AB ve ABD) ile Rusya’nın çelişen çıkarları, Ukraynalı işçi ve emekçileri bu iki kamptan birinin arkasında bir iç çatışmaya sürüklemiştir. Dolayısıyla tıpkı bütün kapitalist devletler için olduğu gibi, AB ülkeleri için de gerçekte önemli olan barış ve demokrasi değil, siyasi ve ekonomik çıkarlardır. Nitekim şu anda AB ülkelerinin Ukrayna’ya uygulanan silah ambargosunu kaldırmasının sebebi de budur. Emperyalistler kendi çıkarları için halkları büyük acılara gark etmekten çekinmezler, kendi halkları da dâhil.
Juncker’in niyetinin barışı sağlamak olmadığı, “Rusya’ya mesaj verme” ifadesinden net bir biçimde anlaşılıyor. AB ülkeleri için, Rusya şu anda büyük bir tehdittir. (Ukrayna’da yaşananlara kadar Rusya ile daha dengeli bir siyaset izleyen Almanya’nın tutumu da değişmiştir.) Fakat Rusya’yı ekonomik yaptırımlarla yola getirmeye çalışan Batılı emperyalistlerin bunda çok da başarılı oldukları söylenemez. Juncker’in tasarladığı AB ordusu Rusya’ya geri adım attırmaya yöneliktir. Henüz Rusya ile doğrudan bir çatışma durumu söz konusu olmasa da bu olasılık dışı değildir. “Kimse savaş istemese de” son tahlilde şartların olgunlaştığı noktada emperyalist güçlerin doğrudan çatışmaları işten değildir. Putin geçtiğimiz günlerde, Kırım’ın ilhakı sırasında nükleer silahları kullanmaya hazır olduklarını açıkladı. Bu aslen Rus karşıtı emperyalist cepheye bir tehdit olsa da, Rusya’nın nükleer silahları kullanmaya cesaret edemeyeceğini düşünmek amiyane tabiriyle saflık olur. Silahlar cephanelikte dursun diye üretilmiyor!
AB çelişkili bir birliktir
Juncker’in yeniden gündeme getirdiği AB ordusu oluşturma planına farkı tepkiler geldi. Avrupa ordusu uzun zamandır Almanya’nın gündeminde olduğu için, Alman hükümeti Juncker’in önerisine açık olduklarını ve daha güçlü bir askeri işbirliğine gidilmesi gerektiğini açıkladı. ABD’ye yakınlığıyla bilinen İngiltere ise “Savunmanın ulusal olduğu, AB’nin sorumluluğunda olmadığı konusundaki pozisyonumuz tamamen açıktır. Bu duruşumuzun değişmesi olası değildir ve bir Avrupa ordusunu olası görmüyoruz” diyerek AB ordusuna karşı olduğunu açıkça deklare etti. Fransa benzer bir biçimde NATO’nun varlığını öne sürerek, AB ordusuna mesafeli yaklaşıyor. NATO ise Avrupa ordusunun NATO’nun ruhuna aykırı olduğunu ve NATO varken ikinci bir birleşik ordunun kurulmasının anlamsız ve gereksiz olduğunu açıkladı. Avrupa’dan çeşitli burjuva gazeteciler de ortak bir dış politika olmadan ortak bir ordunun oluşturulamayacağının altını çiziyorlar. Hâlihazırda ortak fonlarla oluşturulmuş askeri birlikler var. 2007’den beri göreve hazır olan bu birlikler bugüne kadar hiçbir askeri operasyona katılmadılar. Bunun sebebi de AB ülkeleri arasındaki görüş ayrılıkları. Örneğin Fransa, kendi emperyal çıkarları için Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ne askeri birliklerini gönderdi. AB ülkelerinin de kendilerine destek vermesini talep eden Fransa’nın beklentisi karşılanmadı. Çünkü Fransa kendi çıkarlarını AB’nin ve dolayısıyla diğer üye ülkelerin çıkarlarının üstünde görmektedir. Aynısı diğer üye ülkeler için de geçerli. Hâliyle çatışan çıkarlardan dolayı ortak bir dış politikanın zemini yoktur.
AB, geçici ve çelişkili bir birlik olduğu için Avrupa ordusunun da kurulması bir hayaldir. Bu yüzden Avrupa Birliği Sorununda Marksist Tutum adlı broşüründe Elif Çağlı’nın AB benzeri birlikler için yaptığı değerlendirmeyi hatırlamakta fayda var:
“Kapitalist bloklar kalıcı olamaz. Değişen güçler dengesine bağlı olarak onlar da değişir. AB ya da benzeri birliklerin, birliğe üye olan ulus-devletler arasındaki çelişkileri tamamen ortadan kaldırabileceği ve bu devletler arasında çatışmasız bir üst-birlik dönemini başlatabileceği yolundaki varsayım gerçeklerin sınavına dayanamamıştır ve dayanamaz. Kapitalist düzen içinde çıkarların ve nüfuz bölgelerinin paylaşılması konusunda, paylaşıma katılanların genel ekonomik, mali, askeri gücünden başka bir temel düşünülemez. Paylaşıma katılanlar arasındaki güçler dengesi ise aynı kalamaz, değişir. Çünkü kapitalizm eşitsiz gelişme demektir ve ülkelerin, çeşitli sanayi sektörlerinin, tekellerin eşit şekilde gelişmeleri mümkün değildir. Lenin’in dediği gibi, on ya da yirmi yıl sonra emperyalist güçler arasındaki dengenin değişmeden kalacağı düşünülemez bile.
“Emperyalizmin tarihi, diğer rakiplere karşı koyabilmek için çeşitli kapitalist güçler arasında çıkar birliği oluştuğunda, askeri, ekonomik ittifakların, koalisyonların, blokların, kurumların inşa edilebildiğinin örnekleriyle dolu. İşte Avrupa Birliği de böyle bir birliktir. Belirli somut koşulların ve hesapların sonucu oluşturulan bu tür birlikler, şartlar değiştiğinde bozulur; yerine yenileri kurulur. Avrupa Birliği’nin kaderi de kesinlikle bu çerçevede değerlendirilmelidir.”
Gelişmeler 12 yıl önce yazılan bu satırların gösterdiği doğrultuda cereyan etmiştir. AB’ye katılan ülkelerin sayısı artsa da, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi ana güçlerin arasındaki çelişkiler ve çıkar çatışmaları sona ermemiş, tersine kriz derinleştiği ölçüde çelişkiler de derinleşmiştir. Her şeyin yolunda gittiği dönemlerde ekonomik bir birlik olan AB’nin uluslarüstü bir birlik haline gelme umutları yeşerirken, ekonomik krizler bu hayalin peşinde koşanları gerçekler dünyası ile karşı karşıya getirmiştir. Örneğin 2008 kriziyle birlikte, ekonomisi daha güçlü olan ülkeler daha zayıf olanların mali yükünü taşımak istemediler. Son olarak Yunanistan’da yaşanan kriz AB’nin geleceğini tekrar sorgulatmıştır. Elbette sorun sadece Yunanistan ile sınırlı değildir. Avro bölgesine dâhil olmayan ve AB’den çok ABD’ye yakın duran İngiltere’nin üyeliği de tartışmalı durumda. İngiltere Başbakanı Cameron 2017 yılında AB üyeliğini referanduma götürmeyi düşünüyor. Ayrıca Almanya ve Fransa gibi AB’nin motor güçleri bile, AB’nin kurallarına uymamaktadırlar. AB üyelerinin bütçe açığının %3’ü geçmemesi gerekiyor fakat Fransa’nın bütçe açığı %4,7’dir. Benzer şekilde %6’yı geçmemesi gereken cari fazla Almanya’da %7,1’e çıkmıştır. Bunu ekonominin sağlamlığının işareti olarak değerlendiren Almanya, diğer ülkelerden gelen baskıları takmamaktadır.
AB’nin üç büyük gücünün niyetlerini ise şöyle tarif etmekteydi Çağlı:
“Fransa’nın amacı AB içinde Alman emperyalizminin hegemonyasını sınırlamak ve birliğin kalbine Fransa-Almanya ittifakını yerleştirmektir. Almanya ise, İkinci Dünya Savaşı deneyimi nedeniyle kendi emperyalist tutkularını ancak bütünsel bir Avrupacılık kılığına bürüyerek genişletebileceğinin bilincindedir. Alman emperyalizminin ekonomik gücünü politik, diplomatik ve askeri bakımdan da geliştirmeye ihtiyacı vardır. Rusya ile yakınlaşma çabaları, NATO dışında bir Avrupa Ordusu oluşturma planları, Avrupa federasyonunun kurulabileceği propagandası bunun sonucudur. İngiltere’ye gelince, bazı burjuva kesimlerin AB doğrultusundaki tercihlerine rağmen, o zaten AB içinde ABD emperyalizminin uzantısı gibidir.” (age)
Sonuç olarak, AB ülkeleri arasındaki bu çelişkiler ve çıkar çatışmaları olduğu yerde durmaktadır. Bu yüzden farklı emelleri olan AB ülkelerinin, ortak bir ordu kurması büyük bir hayaldir. Bir an için bu çelişkilerin ortadan kalktığını ve birleşik bir Avrupa ordusunun kurulduğunu düşünsek bile, şurası çok açık ki bu ordu “barışın teminatı” olmayacaktır. Tersine böylesi bir ordu daha kanlı çatışmaların bir parçası olacaktır. Kapitalistlerin kurdukları çeşitli birliklerin dünyaya barış ve demokrasiyi getireceğini iddia etmek büyük bir yalandır. Ne AB, ne onun ordusu, ne BM, ne de NATO dünyaya barış ve demokrasiyi getirebilir. Dünyayı emperyalist çılgınlıktan kurtaracak olan işçi devrimleridir.
link: Suphi Koray, Avrupa Ordusu Mümkün mü?, 16 Mart 2015, https://marksist.net/node/4056
Türkiye İşçi Sınıfı Sizinle Gurur Duymuyor!
Ermeni Soykırımını “Çanakkale Şehitleri”yle Gölgeleme Çabası