175 milyona yaklaşan nüfusuyla Afrika’nın en kalabalık ülkesi olan Nijerya’da halk Boko Haram adlı radikal İslamcı örgütün saldırıları ile Nijerya ordusunun baskıları arasında sıkışmış durumda. 2009’da toplam 304 kişinin öldürüldüğü eylemlerle sesini duyuran Boko Haram, bu tarihten itibaren saldırılarını giderek arttırdı. Boko Haram’ın eylemleri ve kolluk güçlerinin saldırıları sonucunda bugüne kadar binlerce Hıristiyan ve Müslüman sivil yaşamını kaybetti. Son olarak Mayıs ayında Jos kentinde gerçekleştirilen iki bombalı saldırıda en az 118 kişi öldü. 14 Nisanda ise önce bir durakta gerçekleştirilen bombalı saldırıda 71 kişi ölmüş, yüzlerce kişi yaralanmıştı. Hemen ardından örgüt aynı gün bir okulu basarak 200’den fazla kız öğrenciyi kaçırmıştı. Boko Haram’ı dünyanın gündemine sokan da bu olay oldu. Kızların nerede olduğu ve hayati durumları halen tam olarak bilinmiyor. Kızların kurtarılması için emperyalist güçlerin de destek verdiği “hummalı” bir çalışma başlatıldı. Ama ne hikmetse kızlar halen bulunamadı. Nijerya’da artan saldırıların arkasındaki Boko Haram örgütünün niteliğini doğru kavramak ve neden bugün uluslararası gündemde önemli bir yer tuttuğunu anlamak için önce kısaca Nijerya’nın tarihine bakmak gerekiyor.
Nijerya’nın darbeler tarihi
Bugünkü Nijerya topraklarında, 18. yüzyıla kadar irili ufaklı çeşitli devletler hüküm sürdü ama hiçbirisi toprakların tamamını kontrolü altına alamadı. 15. yüzyılda Nijerya kıyılarına gelen Portekizliler, bölgenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini Avrupa’ya taşımaya başladılar. 16. yüzyılda ise Amerika’nın keşfinden sonra artan köle ihtiyacı, köle ticaretini hammadde ticaretinin önüne geçirdi. Rakamlar tam olarak bilinemese de 1600-1800 yılları arasında 20 milyon yerlinin köle olarak pazarlandığı tahmin ediliyor.
18. yüzyıla gelindiğindeyse İngiliz İmparatorluğu Nijerya topraklarının farklı bölgelerini işgal ederek bu toprakları sömürgeleştirdi. Başlangıçta Lagos, Nijer Kıyısı ve Kuzey Himayesi olmak üzere üç grup altında sömürgeleştirilen topraklar, 1914 yılında birleştirilerek bugünkü Nijerya sınırları ortaya çıkmış oldu. İngiliz yönetimi altında artan baskılar ve asimilasyon çabaları yerli halkın bağımsızlık taleplerinin ortaya çıkmasına yol açtı. 1922 ile 1960 arasındaki dönem bağımsızlık mücadelelerine sahne oldu. Bu mücadeleler sonucunda İngiltere yeni anayasalarla yerli halka birtakım “haklar” vermek zorunda kaldı. Ancak bu anayasaların hiçbirisi yerli halkın taleplerini karşılamıyordu. Zaten bu anayasaların amacı tepkileri azaltmak, halkın öfkesini dindirmekti. Ancak 20. yüzyılın ortalarında İngiltere’nin bile bir ülkeyi birtakım kırıntılarla sömürge statüsünde tutabilmesi mümkün değildi. Nihayetinde diğer Afrika ülkelerinde olduğu gibi Nijerya burjuvazisi de kendi ulus-devletini kurmayı başardı.
1 Ekim 1960’ta İngiltere’den bağımsızlığını kazanan Nijerya’da 1966’ya kadar parlamenter yönetim biçimi geçerli oldu. Birinci Cumhuriyet olarak bilinen bu dönem 15 Ocak 1966’da askeri bir darbe ile sona erdi. Bu darbe on yıllarca sürecek olan Nijerya’nın darbeler tarihinin perdesini aralamış oldu. 28 Temmuzda henüz bir önceki darbenin üzerinden 6 ay geçmişken gerçekleştirilen yeni bir kanlı darbe sonucunda iktidar General Gawon’a geçti. Ancak çok sayıda etnik gruptan müteşekkil Nijerya’da ulusal birlik için bu da yeterli olmadı. Doğuya atanmış olan askeri vali, Gawon yönetimini kabul etmedi ve 30 Mayıs 1967’de Nijerya’nın doğusunda Biafra devletini ilan etti. Bunun üzerine Nijerya iç savaşı başladı. Bu savaş sırasında bir kısmı kıtlıktan olmak üzere 2 milyon kişinin yaşamını kaybettiği tahmin ediliyor. Bu iç savaşın temelinde, birçok sömürge ülkede olduğu gibi, halkların taleplerine göre değil emperyalistlerin çıkarlarına göre çizilmiş olan sınırların yine emperyalist güçler tarafından kullanılması vardır. Kara kıta Afrika bundan fazlasıyla nasibini almıştır. Bugüne kadar Afrika’nın birçok ülkesinde farklı etnik gruplar birbirlerine karşı kışkırtılmış ve bunun sonucunda milyonlarca Afrikalı hayatını kaybetmiştir.
Emperyalizmin böl ve yönet politikası Nijerya’da da halkları birbirine kırdırtmıştır. Farklı etnik grupların varlığı bu politikanın uygulanmasını kolaylaştırmıştır. Bazı kaynaklara göre Nijerya’da irili ufaklı 250’den fazla etnik grup var. Bugünkü verilere göre en kalabalık etnik gruplar %29 ile Hausalar, %21 ile Yorubalar, %18 ile İgbolar. Kuzeyi ve güneyi coğrafi olarak birbirinden ayrılan Nijerya’da politik ve demografik yapı da bu paralelde şekillenmiştir. Tarıma daha elverişli olan kuzeyde daha merkezi devletler kurulmuşken, güney için aynı durum söz konusu değildir. Kuzeyde tarım beraberinde ticareti de getirmiş ve Kuzey Afrika ile yapılan ticaret ile Nijerya’nın kuzeyi İslam ile tanışmıştır. Nitekim bugün Nijerya’nın kuzeyinde ağırlıklı olarak Müslüman nüfusun yer almasının sebebi de budur. Güney halkları ise kıyı ticareti vesilesiyle Avrupalı tüccarlarla tanıştıkları için Hıristiyanlığı benimsemişlerdir. Örneğin, ülkenin güneydoğusunda yer alan İgbolar sömürgecilik döneminde geleneksel dinlerini terk edip Hıristiyanlığa geçmişlerdir. Bugün Nijerya halkının yüzde 50’si Müslüman, %40’ı Hıristiyan, geri kalanlar ise yerel inançlara bağlıdır.
Müslümanların yaşadığı kuzeyin yeraltı kaynakları ülkenin güneyine göre daha azdır. Bu durum doğrudan yoksulluğa da yansımaktadır. Nijerya’nın %60’ı yoksulluk ile boğuşmaktadır. Fakat kuzeyde yoksulluk güneye göre daha da fazladır. İgboların yaşadığı Nijerya’nın güneydoğusu petrol rezervleri bakımından oldukça zengin bir bölgedir. Nijerya iç savaşı etnik temelli bir iç savaş olarak gösterilmeye çalışılsa da, gerçek sebep bu değildir. Ortada paylaşılmayan büyük petrol rezervleri vardır. Petrolden gelecek zenginliği paylaşmak istemeyen yerli burjuva güçler, emperyalist güçlerin desteğiyle kavgaya tutuşmuştur.
İç savaş 1970’te Biafra’nın yenilgisiyle son buldu. Bundan sonra ise 1979’da başlayan İkinci Cumhuriyet dönemine kadar ülke askeri cuntalar tarafından yönetildi. Yönetimin sivil hükümete bırakılmasından sonra da ordunun vesayeti devam etti. Nitekim İkinci Cumhuriyet de çok uzun soluklu olmadı ve nihayetinde 1983’te o da tıpkı selefi gibi askeri darbeyle son buldu. 10 sene sonra ülkeyi seçimlere hazırlaması için görevlendirilen geçici hükümet de başında General Sani Abacha’nın olduğu askeri darbeye maruz kaldı. Abacha’nın 1998’de ölümüne kadar Nijerya bir askeri yönetim dönemi daha yaşamış oldu. Özetle Nijerya 1999 yılına kadar aradaki kısa kesintileri hesaba katmazsak 33 sene boyunca farklı askeri hükümetler tarafından yönetildi. Bu süre boyunca sayısız darbe ve darbe girişimi yapıldı, yönetim bir cuntadan diğerine geçti. 1999’da ise bugünkü 36 eyaletten oluşan federal sistem Nijerya siyasi tarihindeki yerini almış oldu.
Emperyalist güçlerin Nijerya kavgası
Nijerya, petrol, doğalgaz, demir, kömür gibi zengin yeraltı kaynaklarına sahip bir ülke. Ekonominin %35’i petrol ve doğalgaza dayanıyor. Günlük 2,5 milyon varillik petrol üretimiyle Nijerya dünyanın en büyük 8. petrol üreticisi durumunda. Hal böyle olunca Nijerya uluslararası enerji şirketleri açısından çok önemli bir ülke haline geliyor. Royal Dutch Shell, ExxonMobil, Total, Eni ve Chevron gibi dev tekellerin Nijerya’da büyük yatırımları var. Sadece Shell’in bir yılda elde ettiği kâr 8 milyar doları geçiyor. Elbette Shell bu kâr kaynağını korumak için sivil-asker bürokrasiye her türlü yardımı yapmaktan geri durmuyor. Bölge halkının eylemlerini bastırmak için orduyla birlikte hareket ediyor. Shell’in, Nijerya hükümetinin petrolle ilgili aldığı kararlardan anında haberdar olmak için devlet kademelerinde nasıl yer tuttuğu, WikiLeaks belgelerinde de ortaya çıkmıştı.
510 milyar dolarlık ekonomisi ile Nijerya, Güney Afrika’yı da geçerek Afrika’nın en büyük ekonomisi haline geldi. Dünya sıralamasında ise 26. sırada. Nijerya emperyalist ülkeler için hem enerji ve hammadde ihtiyacını karşılaması, hem de 175 milyonluk nüfusuyla büyük bir pazar olması bakımından biçilmiş kaftan. Özellikle Çin’in son yıllarda Afrika’ya olan ilgisinin artması ve kıtada ABD için büyük bir tehdit haline gelmesi, Nijerya üzerine yapılan hesapların da kızışmasına sebep olmuş durumda.
Bu kapışma, Boko Haram türü radikal İslamcı örgütlerin sahneye çıkmasına ve emperyalist güçler tarafından kullanılmasına zemin hazırlıyor. Boko Haram 2002 yılında Muhammed Yusuf adlı bir din adamı tarafından ülkenin kuzeyinde yer alan Borno eyaletinde kuruldu. Ehli Sünnet adlı Selefi grubun içerisinde yer alan Muhammed Yusuf, verdiği vaazlarla çok sayıda genç taraftar topladı ve bir süre sonra da Ehli Sünnet grubundan ayrıldı. “Batı Eğitimi Haramdır” anlamına gelen Boko Haram örgütünü kurdu. Örgüt başta eğitim olmak üzere Batı’ya ait her şeyin haram olduğunu savunuyor ve Batı tipi bir yönetim biçiminin yerine şeriat devleti kurmak istiyor. 2009 yılına kadar şiddete çok başvurmayan örgüt, bu tarihten itibaren devlet güçleriyle çatışmalara girmeye başladı. Bu çatışmaların birinde ele geçirilen Yusuf öldürüldü. Ancak bu örgütün zayıflamasına yol açmadı. Tersine, Yusuf’un yerine geçen Ebubekir Şaki döneminde örgütün faaliyetleri giderek arttı. Müslümanların yaşadığı ve yoksulluğun diğer bölgelere göre daha fazla olduğu kuzeyde etkin olan örgüt, güçlendikçe saldırı alanlarını genişletti. Kuzeydeki karakollara, kiliselere, okullara saldıran örgüt, sadece devlet güçlerine ve Hıristiyanlara saldırmıyor, aynı zamanda örgütün şiddet eylemlerini eleştiren Müslüman din adamları da hedef haline geliyor. Örgütün giderek güç kazanması ve saldırıların artması üzerine 14 Mayıs 2013’te Nijerya’nın kuzeydoğu sınırında yer alan Yobe, Borno ve Adamawa eyaletlerinde olağanüstü hal ilan edildi.
Kızların kaçırılmasından sonra ABD, Fransa, Çin gibi emperyalist güçler kızların kurtarılması için adeta destek yarışına girdiler. ABD, Nijerya devletine teknik takip konusunda yardımcı olması için uydu görüntülerini paylaştı; bölgeye insansız hava uçakları ve 80 kişilik bir arama-kurtarma ekibi gönderdi. İngiltere, Fransa, İsrail ve Çin de kurtarma çalışmaları için Nijerya’ya ekipler gönderdi. 2013’te ABD’nin, “yabancı terör örgütleri” listesine dâhil ettiği Boko Haram, kızların kaçırılmasından beş hafta sonra ise Birleşmiş Milletler tarafından silah ambargosu uygulanan ve mal varlıkları dondurulan El Kaide bağlantılı grupların listesine eklendi. Bu karar Fransa’nın öncülüğünde Paris’te yapılan BM zirvesinde alındı. Nijerya, Çad, Benin ve Nijer devlet başkanlarının da katıldığı Paris zirvesinde, bölge ülkelerinin Fransa ile işbirliği içerisinde hareket etme kararı da çıktı. Bu, Fransa’nın son dönemde Afrika’da ön alma çabasına yeni bir örnek oluşturuyor.
Elbette emperyalist güçlerin Nijerya devletine Boko Haram karşısında destek vermeleri onların yardımseverliklerini göstermiyor. Kızların bulunmasına yardım yarışı, gerçekte kurtlar sofrasında pay kapma yarışından başka bir şey değildir. Aslında bir tane bile Nijeryalı kız öğrenci onların umurunda değildir. Askeri teknolojinin muazzam düzeylere ulaştığı günümüz dünyasında, haftalardır iki yüzden fazla kızın bulunamaması başka türlü açıklanamaz. Gerçekten kızların kurtarılması istenseydi, çoktan kurtarırlardı. Emperyalist güçler bu tip vakaları her zaman kendi planlarını hayata geçirmeye yönelik araçlar olarak değerlendirirler ve ona göre adım atarlar. Bu tip durumlar, emperyalist güçlerin askeri birliklerini bölgeye konuşlandırmaları için bahane olarak kullanılmaktadır. Nitekim ABD, öncelikle küçük bir ekiple bölgeye yerleşmek istiyor. Bu ekibin asıl amacı kızları bulmak değil, Nijerya ordusunu da eğiterek askeri hâkimiyet sağlamaktır. Çin’in niyeti de buna izin vermemektir.
Türkiye de bu kavganın dışında değil. Nijerya petrol zenginliğine karşın enerji açığı olan bir ülke. Elektrik üretimi, gelişen bir kapitalist ülke için son derece düşük. TUSKON üyesi E7 Grubu, kullanılmış doğalgaz santrallerini sökerek “fırsatlarla dolu” Nijerya’ya kurmayı planlıyor. Diğer firmalar da inşaat ve enerji sektöründen pay kapmak için kolları sıvamış durumdalar. Geçtiğimiz yıl kalabalık bir işadamları heyeti ile Nijerya’yı ziyaret eden eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan Nijerya’nın toplam 35 milyar dolarlık ithalatı içinde Türkiye’nin payının 250-300 milyon dolar olduğunu, aslan payını ise ABD ve Çin’in aldığını vurgulamıştı. Afrika’nın 1,5 trilyon dolarlık dış ticareti, 1 milyar nüfusu ve zengin yeraltı kaynaklarına sahip olması nedeniyle önemli bir ekonomik bölge olduğunu belirten Çağlayan, Türk müteahhitlerinin bu bölgeden 35 milyar dolarlık iş aldığını, Türk işadamlarının da bölgede 3 milyar dolarlık yatırımı olduğunu söylemişti. Bu pastadan daha fazla pay kapabilmek için Afrika’daki büyükelçi ve ticaret müşaviri sayısının artırılacağını da eklemeyi ihmal etmemişti.
Pasta bu kadar büyük, emperyal hevesler de aynı ölçüde kabarık olunca Türkiye’nin ilgisi de sadece ekonomik yatırımlarla sınırlı kalmıyor. Emperyalist arzularını gerçekleştirmeye çalışan Türkiye burjuvazisi, büyüklerinin yolundan gidiyor. 17 Aralıktan sonra ortaya çıkan ses kayıtlarından birinde, THY Özel Kalem Müdürünün Başbakan Başdanışmanına söylediği şu ifadeler yer alıyordu. “Onlarca malzeme taşıyorum; Nijerya’ya gidiyor şu anda. Müslüman mı öldürecek Hıristiyan mı bilmiyorum. Vebal altındayım.”
Nijerya burjuvazisinin amacı da özü itibariyle emperyalistlerin niyetlerinden farklı değildir. Etnik ayrımları kapitalist düzenin devamı için kullanıyorlar. Bütün zenginliklerine rağmen halkın %60’tan fazlası yoksulluk içerinde yaşıyor. Resmi rakamlara göre işsizlik oranı %24. Gençler arasında ise işsizlik %38’e çıkıyor. Ancak gerçek rakamlar aslında bunun çok üzerinde. Gerçek işsizlik rakamları bazı bölgelerde %50 civarında. Burjuvazi, bu sefalete karşı biriken öfkenin düzene karşı örgütlenmesini engellemek amacıyla emekçileri bölüyor. Boko Haram’ın faaliyetlerini de bu temelde kullanıyor. Halen devam eden olağanüstü hal, terörü engelleme bahanesiyle emekçilerin her türlü eylemini yasaklıyor. Nijerya’nın Afrika’nın en büyük ekonomisine sahip olması aynı zamanda çok büyük bir işçi sınıfına sahip olması anlamına da geliyor. Bu da burjuvazi için büyük bir tehdit. Sermaye, hiçbir engelle karşılaşmaksızın büyümek istiyor. Ancak, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte Nijerya’da sınıf hareketi de gelişmeye başlamıştır. 2012’de milyonlarca işçinin katıldığı genel grev burjuvazinin yüreğini ağzına getirmişti. Hükümet sonunda işçilerin taleplerini kabul etmek zorunda kalmıştı. Ancak devrimci örgütlülükten yoksun kitlelerin hareketi ekonomik kazanımlarla sınırlı kalmış ve sönümlenmişti.
Bugün de Nijerya’da hem Boko Haram örgütüne hem de hükümete ve orduya karşı bir tepki var. Özellikle ordunun sıkıyönetim ilan edilmiş olmasına karşın kızların bulunması için neredeyse hiçbir şey yapmaması, başta kaçırılan kızların aileleri olmak üzere Nijeryalı emekçileri öfkelendiriyor. Sınıra yakın ormanlarda köylüler kızları kendileri bulmaya çalışıyor. Ordunun emekçi kesimlerden gelen tabanı da huzursuz. Kuzeyde Boko Haram örgütüne karşı sivil birlikler oluşturulmuş durumda. Ordunun güvenliği sağlayamadığını düşünen gençler, bu sivil birliklerle kendilerini korumaya çalışıyorlar.
Her ne kadar emekçilerde Nijerya hükümetine karşı bir öfke oluşmuş olsa da, bu henüz örgütlü bir tepki olmaktan ve düzeni hedefine oturtmaktan oldukça uzaktır. Kara kıtanın kara derili insanlarının kaderinin değişmesi için emperyalist oyunlara ve kapitalizme son verecek bir mücadeleyi örgütlemeleri gerekiyor:
“Bahtı da kendi gibi kara olan bu kıtanın mazlum halklarının geleceği, işçi sınıfı ve diğer emekçi kitleler kaderini kendi ellerine almadığı sürece değişmeyecektir. Yüzlerce yıllık emperyalist talan ve yağmanın sonucunda gittikçe çölleşen bu kıta, her gün emperyalist güçler arasındaki yeni çıkar çatışmalarına sahne oluyor. Geçmişte ilkel kabilelerin şefleri insanlarını kendi elleriyle köle tacirlerine satıyorlardı. Bugün de aynı şefler birer savaş ağasına dönüşmüş durumdadır. Kendi çıkarları uğruna ve emperyalist güçlerin kışkırtmasıyla, yüzlerce yıldır birbirleriyle savaşıyorlar, katliamlar yapıyorlar. İktidarlarının ömrü aylarla sınırlı darbeciler, dün kafa tuttukları emperyalistlerin ordusuna katılıp, bugün onları ülkelerini işgale çağırıyorlar. Çin veya Türkiye gibi 'güler yüzlü' olanları da dâhil olmak üzere istisnasız tüm emperyalist ve kapitalist güçlerin niyeti aynıdır: daha fazla sömürü, daha fazla kâr. Bu yüzden de Afrika halklarının önündeki ikilem yüzlerce yıldır aynıdır: insanca yaşamak için savaşmak ya da emperyalizmin pençesi altında kıvranarak can vermek!” (Kerem Dağlı, Afrika’mdan Defol, MT, Nisan 2007)
link: Suphi Koray, Boko Haram ve Emperyalist Tezgâhlar, Haziran 2014, https://marksist.net/node/3468
"Ölümün Ağzı"
Tayland’da 12. Askeri Darbe