Güney Asya ülkesi Tayland’da, ordu tarafından 20 Mayısta sıkıyönetim ilan edildi ve ardından 22 Mayısta ordunun yönetime el koyduğu açıklandı. Böylelikle 1932 yılında doğmuş Taylandlılar, bu ülkedeki 12. askeri darbeyi görmüş oldular. Sonuca ulaşmamış darbe girişimlerini de hesaba kattığımızda Tayland’ı bir “darbeler ülkesi” olarak adlandırmak hiç de yanlış olmayacaktır. Adı iki gün sonra konmuş olsa da Genelkurmay Başkanı Prayut Çan-oça tarafından ilan edilen 20 Mayıs darbesi, 2006’dan bu yana giderek şiddetlenen burjuva çatışmanın bir sonucudur. Bu darbe Tayland’da burjuva güçler arasındaki kapışmada yeni bir evreye girildiğini göstermektedir.
Burjuva kutuplaşmanın etkisi altında toplumun ikiye yarıldığı ve çatışmaların durmadığı Tayland’daki gelişmeleri doğru değerlendirebilmek için ülkenin yakın tarihine ilişkin hatırlatmalar yapmakta yarar var. (Daha ayrıntılı bir okuma için bakınız Kemal Erdem, Tayland’da Burjuva Kapışma, MT, Şubat 2014)
Darbeler ülkesi Tayland
Mutlak monarşiden parlamenter monarşiye geçilen 1932 yılından bu yana Tayland’da siyasi çalkantılar hep devam etti. Sonuncusu ile beraber sayısı 12’ye çıkan askeri darbe ve bunun yarısı kadar darbe girişimi, siyasi çalkantıların yoğunluğu ile ilgili açık fikir vermektedir. 2001’deki seçimlere gidilirken siyasi çalkantılara 1997’de Asya’yı saran ekonomik krizin etkisi de eklenmişti. Tayland’ın işçi ve emekçileri ve kırsal alanda yaşayan küçük üreticiler bu krizi derinden hissediyordu. Hayat pahalılığı, artan vergi yükü ve biriken kredi borçları yoksul halkın belini büküyordu. Taksin Şinavatra liderliğindeki Thai Rak Thai (Taylandlı Taylandlıyı Sever) partisi özellikle ağır borç yükü altındaki kır ve kent küçük-burjuvazisine vaatler veriyor ve onlara kurtuluş olarak görünüyordu. Yoksul kesimlerin desteğini kazanan telekomünikasyon devi Şinavatra iktidara geldi ve başbakanlık koltuğuna oturdu.
İktidarının ilk dönemlerinde Şinavatra ABD’den ve monarşinin etrafında kümelenen geleneksel Tayland burjuvazisinden destek gördü. Özellikle Bangkok merkezli büyük burjuvazi, IMF’nin sert yaptırımlarına karşı Şinavatra’yı destekleyen bir tutum aldı. Ancak bir müddet sonra işler değişti. Şinavatra, devlet kaynaklarını hem kendi yandaşlarını zengin etmek hem de yoksul kesimleri uyutmak amacıyla küçük çaplı reformlar için kullanınca geleneksel burjuvazinin tepkisi gecikmedi. Şinavatra’nın ekonomik önlemleri, yabancı sermayeye karşı cömertliği ve popülist politikaları Bangkok burjuvazisinin ayağına dolanmaya başladı. Burjuvazinin arpalıkları kısılan bu kanadının ve ordunun durumdan hoşnutsuzluğu giderek arttı.
2006’ya gelindiğinde ordu, Şinavatra’nın yurtdışında olmasından yararlanarak yönetime el koydu. Yolsuzlukları gerekçe gösterilen Şinavatra ülke dışında sürgünde yaşamaya başladı. Toplumdaki siyasi kutuplaşma giderek derinleşti. Şinavatra’nın temsil ettiği burjuva kutup; özellikle kırsal kesimi, ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundaki yoksulları arkasına aldı. Bu kesimler “Kırmızı Gömlekliler” adıyla anılır oldu. Şinavatra karşıtı büyük burjuvazi ise güneydeki kentli elitleri “Sarı Gömlekliler” olarak arkasına yedekledi. İki burjuva kesim de toplumu kendi çıkarları ekseninde kutuplara bölme konusunda son derece başarılı oldu.
2006’daki darbenin ardından gerçekleşen seçimleri sürgünde olan Taksin Şinavatra yanlısı parti kazandı. Şinavatra karşıtlarının birleştiği Halk İktidarı Partisi taraftarı Sarı Gömlekliler, Şinavatra yanlısı Kırmızı Gömleklilere karşı büyük gösteriler düzenlediler. Gösteriler ve eylemler neticesinde Başbakan Samak Sundarajev görevden alındı ve yerine Abhisit Vejjajiva getirildi. Bu hamle Kırmızı Gömleklileri sokağa dökerken çatışmalar uzun süre devam etti. 2010’da ordu, Bangkok’u işgal eden Kırmızı Gömleklilere müdahale edince çatışmalar daha da alevlendi. Bu süreçte gerçekleştirilen 2011 seçimleri Şinavatra’nın temsil ettiği burjuva kutup için yeni bir zafer oldu. Şinavatra’nın kız kardeşi Yinglunk Şinavatra başbakanlık koltuğuna oturdu. Ancak bu durum da uzun sürmedi ve bir seçimle Şinavatra yanlılarına karşı başarı elde edemeyeceklerini bilen Sarı Gömlekliler 2013’ün sonlarına doğru ülkede tansiyonu yeniden yükselttiler. Bu sefer olayların fitilini Yinglunk Şinavatra’nın parlamentonun alt kanadını feshetmesi ateşledi. Sarı Gömleklilerin 2013 sonunda başlayan eylemleri aylarca devam ederken, ordu bu eylemlere müdahale etmedi.
Altı ay süren hükümet karşıtı protestoların ardından ülkenin ilk kadın başbakanı Yinglunk Şinavatra, 7 Mayıs 2014’te Anayasa Mahkemesi tarafından yetkisini kötüye kullanmaktan suçlu bulunarak başbakanlık görevinden alındı. Yolsuzlukla Mücadele Komisyonu da Şinavatra’nın görevini ihmal ettiğine ve Senato’da yargılanmasına karar verdi. Başbakanlığa Yingluk Şinavatra’nın yerine geçici olarak Başbakan Yardımcısı Niwatthamrong Boonsongpaisan getirildi. Ancak bu durum 2006 yılında gerçekleşen askeri darbeden itibaren yükselen tansiyonu düşürmedi. Sarı Gömlekliler 2014 Mayıs ayı ortalarında bir askeri darbe için şartların olgunlaştığına karar verdiler. İşte ülkedeki 12. ordu darbesinin zemini böyle hazırlandı.
Sekiz yıl sonra yine darbe
20 Mayısta sabaha karşı Genelkurmay Başkanı Prayut Çan-oça tarafından sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyönetim ilanının ardından bunun bir darbe olmadığını açıklayan Genelkurmay Başkanı, 22 Mayısta ise yönetime el koyduğunu açıklayarak adı baştan konmamış darbeyi resmileştirdi.
Sıkıyönetim ilanıyla başkent Bangkok’un tüm cadde ve sokakları, hükümet binaları, ana geçiş noktaları askerlerin kontrolüne geçti. Anayasa askıya alındı. 5 kişinin bir araya gelmesi, tüm gösteri ve yürüyüşler yasaklandı. Ordu; polis ve istihbarat servisi dâhil olmak üzere tüm güvenlik birimlerine el koydu. Sokağa çıkma yasağı ilan etme, medyaya sansür uygulama, gösterilere müdahale etme, tutuklama gibi yetkileri kendinde topladı. Devlet binaları kuşatıldı. Televizyon ve radyoların yayınları durduruldu ve sıkıyönetimi uygulamakla görevli Barış Koruma Komuta Merkezi’nin açıklamalarını yayınlamaya başladı. Başbakan Yingluk Şinavatra’nın görevden alınmasının ardından Başbakan Yardımcısı Niwatthamrong Boonsongpaisan’ın başına geçtiği hükümet ve parlamento ise sıkıyönetimin ilk iki gününde resmi olarak feshedilmedi.
Genelkurmay Başkanı Prayut Çan-oça haftalardır süren protestoların can kaybı ve maddi zarara neden olmasından ötürü ordunun yönetime el koyduğunu öne sürerek protestoculardan eylemlerini durdurmalarını ve ülkenin krizden çıkması için ordu ile işbirliği yapmalarını istedi. Hükümetin güvenliği sağlayamadığını, işlevsizleştiğini öne süren Çan-oça sıkıyönetimin ülkedeki siyasi krizi çözmeyi, tüm taraflar için barışı ve düzeni yeniden tesis etmeyi amaçladığını ve bunun bir darbe olmadığını açıkladı. Barış Koruma Komuta Merkezi, darbenin ilk saatlerinde Niwatthamrong Boonsongpaisan başkanlığındaki sivil hükümetin görevinin başında olduğunu, ordunun yalnızca ulusal güvenliğin sorumluluğunu devraldığını açıkladı ve “kamuoyunun paniğe kapılmasına gerek yok, herkes normal hayatını yaşamaya devam edebilir” dedi.
Bu sözlerin üzerinden çok geçmeden ordu, sözde siyasi reformların bir an önce hayata geçirilebilmesi için ülke yönetiminde sözü olan hükümet yanlılarının ve karşıtlarının liderlerini bir toplantıda bir araya getirdi. İki saat süren toplantının ardından Prayut Çan-oça ordunun yönetime el koyduğunu açıklamak ve darbeyi resmileştirmek üzere televizyon stüdyosuna doğru giderken bazı bakanların tutuklandığı haberleri gelmeye başladı. Hükümet yanlılarından oluşan Diktatörlüğe Karşı Demokrasi İçin Birleşik Cephe’nin liderlerinden Jatuporn Prompan tutuklandı. Ancak aynı anda hükümete karşı protestolar gerçekleştiren Halkın Demokratik Reform Komitesi liderlerinden Suthep Thaugsuban da tutuklandı.
Darbeye karşı yapılan gösterilere katılan eski başbakan Yinglunk Şinavatra önce ordu karargâhına çağrıldı, ardından çok sayıda aile üyesi ile beraber gözaltına alındı. 100’den fazla siyasi liderin ordu karargâhlarına yer bildiriminde bulunmaları istendi. Bu gelişmelerin ardından Çan-oça uygun bir isim bulunana kadar başbakanlık görevini eline aldığını açıkladı. Tayland Kralı Bhumibol Adulyadej’in darbeye desteğini açıklamasının ardından Prayut Çan-oça göstericileri dağıtmak için zor kullanılacağını açıkladı. Gösteriler şimdilik cılız geçse de Tayland’da durumun ne olacağı ve Kırmızı Gömleklilerin darbeye nasıl karşılık vereceği belirsizliğini koruyor. Öte yandan cunta interneti de kontrol altına almak üzere bir komite oluşturarak tüm internet sağlayıcılara gözdağı vermeyi ihmal etmemiştir.
Ordu içindeki üst rütbeli subayların, yüksek mahkeme üyelerinin, devlet bürokrasisinin ve monarşinin, hükümetteki Pheu Thai (Taylandlılar İçin) Partisinin devrilmesi için gösteriler düzenleyen Halkın Demokratik Reform Komitesini ve muhalif Demokrat Partiyi desteklediği biliniyor. Darbe Sarı Gömleklilerin gösterilerini kışkırtan bu ittifak sayesinde Boonsongpaisan hükümetinin işlevsizleştiği ve ulusal güvenliği sağlayamadığı gerekçesiyle hayata geçirilmiştir. Darbe yanlılarının ülkenin seçimle işbaşına gelmiş bir hükümet yerine ordu destekli bir konsey tarafından yönetilmesini uzun zamandır istedikleri biliniyor. Genelkurmay Başkanı’nın kendini başbakan ilan etmesi ve monarşiden destek alması bu yolda atılmış bir adım olarak görülebilir. Sıkıyönetim ilanının ardından gazetecilerin seçilmiş hükümetin statüsü üzerine sorduğu bir soruya Genelkurmay Başkanı Prayut Çan-oça’nın büyük bir keyifle verdiği “nerede bu hükümet, ne hükümeti?” yanıtı bu bakımdan anlamlıdır. Darbe lideri general daha sonra yaptığı bir açıklamada da en az bir yıl boyunca seçim yapılmayacağını ilan etmiştir.
Darbe ve burjuva ikiyüzlülük
Darbenin ardından ABD başta olmak üzere pek çok ülke sözde endişelerini dile getiren açıklamalar yaptı. Bu darbenin hiçbir gerekçesinin olamayacağını savunan ABD sözcüleri “ordunun girişiminin şiddeti önlemek amacıyla kısa süreli olmasını umuyoruz” açıklamasında bulundular. Diyalog yoluyla krizden çıkış için tüm tarafların işbirliği yapmaları ve sorunlarını bir an önce çözmeleri gerektiği çağrısı yaptılar. Gerekirse yaptırımlara başvuracaklarını ileri sürdüler.
Oysa tüm bu sözler en halisinden ikiyüzlülükten başka bir şey değildir. Askeri darbe, elbette başta Amerikan çıkarları olmak üzere uluslararası gelişmeler ve dünyadaki güç dengeleri ile doğrudan ilişkilidir. Tayland’ın Soğuk Savaş yıllarından itibaren ABD eksenli bir siyasi çizgi izlediği biliniyor. Ancak Taksin Şinavatra iktidarının 2000’li yılların başlarında Çin’le yakın ilişkiler geliştirmek üzere harekete geçmesi, ABD-Tayland ilişkilerinde bir gerilim yarattı. Hükümetin politikaları nedeniyle Tayland’ın Çin’le ticaret hacmi arttıkça ABD’nin huzursuzluğu da arttı. Çünkü ABD, son yıllarda hızla büyüyen Çin’in yükselişini durdurmak için “Asya’ya Dönüş” sloganıyla bir strateji sürdürüyor. Çin’in etkisi altına girmiş bir Tayland bu strateji ile taban tabana zıttır. Tayland, ABD’nin Çin’e karşı savaşta müttefik olarak görmek ve yanında tutmak istediği bir ülke konumundadır.
ABD’nin Tayland ordusu ile sıkı bağları olduğu da bir sır değildir. Wikileaks belgelerinden ve eski ABD Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) çalışanı Snowden’in açıklamalarından bu sıkı bağların düzeyine ilişkin bir fikir edinmek mümkündür. Bu nedenle ABD’nin darbe ile ilgili onaylamaz görünen tutumu koca bir yalandan ibarettir. İşine geldiğinde dünyadaki her siyasi gelişmeye karışan ABD, her nasılsa Tayland konusunda tarafsız olduğunu iddia etmektedir. Oysa bu bir yalandır. Demokrasi hamisi pozları kesen ABD, Tayland’da seçilmiş hükümetin darbeyle devrilmesini desteklemiştir.
Darbeyi hararetle destekleyen geleneksel Tayland burjuvazisinin zalimliği ve ikiyüzlülüğü doruk noktadadır. Şinavatra’nın halk desteği karşısında seçimlerde başarı elde edemeyen bu kesimler, Şinavatra’ya oy veren yoksulları küçümsemekten ve gösterilere katılan insanları öldürmekten çekinmemişlerdir. Şinavatra’nın sosyal reformları sayesinde nefes aldıklarını düşünen bu kesimlerin taleplerine de kulaklarını kapatmışlardır.
Darbenin hedefinde olan Tayland İçin Partisi de bir burjuva partisi olarak meşrebine uygun davranmıştır. Önce orduyu kemer sıkma ve baskı politikalarının en iyi uygulayıcısı olduğuna ve seçimle yeniden işbaşına gelmesi gerektiğine ikna etmeye çalışmıştır. Orduyu buna ikna edemeyince sıkıyönetime karşı öfke duyan halka sağduyu ve ordu ile işbirliği çağrısında bulunmuştur. Çünkü ister sarı ister kırmızı gömlekli olsun burjuva burjuvadır ve en büyük korkusu kötü çalışma ve yaşam koşullarından bıkmış işçi-emekçi kitlelerin kendilerine karşı topyekûn bir ayaklanmaya girişmesidir. Bu durum elbette kendilerini hükümetten deviren bir askeri darbeden daha korkutucudur.
Darbelerin en ağır faturasını her zaman emekçi sınıflar ödemiştir ve Tayland’da da durum farklı olmayacaktır. Burjuva güçlerden emekçilerin sorunlarına kalıcı çözümler üretmelerini beklemek kadar tutarlı bir demokrasi savunuculuğunu beklemek de beyhudedir. Tayland’da yaşananlar bunu bir kez daha açıkça göstermiştir.
link: Ezgi Şanlı, Tayland’da 12. Askeri Darbe, Haziran 2014, https://marksist.net/node/3470
Boko Haram ve Emperyalist Tezgâhlar
NASA Raporu, Piketty’nin “Kapital”i ve Kapitalizmin Çıkmazı