İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikalı uzmanlar tarafından Japonya'da uygulanmaya başlanan ve ardından 70'li yıllardan itibaren tüm dünyaya yayılan Toplam Kalite Yönetimi (TKY), özellikle yeni İş Yasasının yürürlüğe girmesiyle birlikte Türkiye'de de hatırı sayılır bir uygulama alanına kavuştu. Adı, esnek üretim metotları ve ISO 9000 standartlarıyla birlikte anılan TKY, imalât sanayiinden kamu hizmetleri sektörüne değin pek çok alanda yoğun bir şekilde gündeme getiriliyor.
Önemli bir boyutunu burjuvazinin işçi sınıfına yönelik ideolojik saldırısının oluşturduğu TKY, yoğun propagandalar eşliğinde işçilere dayatılmakta ve hatta bizzat sendikalar bu sistemin uygulayıcısı haline getirilmek istenmektedir. Burjuvazi bu yolla işçilere kendi ideolojisini aşılamaya, işçilerin kendilerini işyerinin sahibi gibi düşünmelerini sağlamaya, 'biz bir aileyiz' safsatalarıyla onların bilincini bulandırmaya, böylelikle de işyerindeki örgütlülüğün, dayanışma duygusunun önüne geçerek işçilerin kendi sınıf çıkarlarını kavramasını engellemeye çalışmaktadır.
Kapitalist üretimin temel güdüsü daha fazla kâr elde etmektir. Kapitalist için kârını çoğaltmanın ve rekabet gücünü arttırmanın yolu, işçinin daha fazla sömürülmesinden, yani onun sırtından daha fazla artı-değer elde edilmesinden geçer. Kapitalizm bunu sağlamak için hem üretim araçlarını hem de üretim organizasyonunu sürekli olarak geliştirir. TKY olgusunu da bu bağlamda, yani emeğin daha yoğun sömürüsü amacıyla hayata geçirilen uygulamaların bir parçası veya biçimi olarak ele almak gerekir. İçeriği ve pratiği itibariyle TKY'nin asıl işlevi kuşkusuz budur. Fakat bu işlevinin yanı sıra, sahip olduğu söylem ve sunulma biçimiyle de işçiyi ideolojik anlamda teslim almaktadır.
TKY'nin kimin çıkarına hizmet ettiğini teşhir edebilmek, kullandığı söylemi ve bazı temel kavramlarını açmakla mümkündür. 'Kalite', 'sıfır hata', 'tam zamanında üretim' ve 'müşteri memnuniyeti' gibi kavramlar, bu anlayışın özünü oluşturur.
Kalite, ama ne için?
Kapitalistler 'kalite' ile, ürünün, çalışanların, onların yaptığı işin, kullanılan makinelerin, işyerinin, yöneticilerin, kısacası tüm sistemin kalitesini kastettiklerini söylerler. Ne var ki, bu kalite masalına kanıp da, insanlığın yararına bir kaliteden bahsedildiğini düşünmek saflık olur. 'Kapitalistlerin kaliteden anladığı şey, metalarının daha çok tercih edilmesi, daha çok satılması, dolayısıyla daha çok üretim ve daha çok kârdır. Her şeyin artı-değer için değil gerçekten insan için üretileceği işçi iktidarı ve sosyalizm altındaki kaliteyle, kapitalizmin kalite anlayışı kıyaslandığında bu çok net görülecektir. Bugünün teknik ve bilimsel araştırmalarıyla dahi keşfedilen pek çok kalite arttırıcı buluş, kapitalizmin mantığı gereği üretime sokulmamaktadır. Ömrü yıllara varan ampuller üretilirse ampul fabrikaları nasıl harıl harıl çalışacak, dayanıksız plastik parçalar kullanılmazsa pek çok makine için nasıl yedek parça satılacak, vs.? Bırakalım bunları, insan yaşamının 'kalitesini' arttıran ya da pek çok hastalığın önüne geçebilecek birçok yöntem salt pahalı olduğu gerekçesiyle uygulanmamaktadır.' (Deniz Moralı, Yapay Gündem: ISO 9000 ve TKY, www.marksist.com)
Müşterinin gözünü boyayarak satışı arttırma amacını güden kapitalist kalite anlayışının bir sonucu olarak, 'müşteriyi memnun etme' yükümlülüğü, sanki malların satışından elde edilecek kârlar onların cebine girecekmiş gibi, çalışanların sırtına yıkılır. Bu, işçiler için daha çok çalışmak, daha az hata yapmak ve çoğu durumda aslında kendi işi olmayan alanlarda veya işlerde fazladan, üstelik ücretsiz olarak çalışmak anlamına gelir. Örneğin, bir matbaa işçisi, bastığı fatura koçanında bir hata çıktığında bizzat müşterinin kendisiyle muhatap olmakta ve müşteriyi memnun etmesi gerektiğini düşündüğü için de maruz kaldığı onca hakarete rağmen sesini çıkaramamaktadır.
Öte yandan, 'müşteri memnuniyeti' kavramı ayrıca bir başka saldırının daha anahtarı haline gelmektedir. Bu anlayışa göre herkes müşteridir; hatta müşteriler iç ve dış olmak üzere ikiye ayrılır. Dış müşteriler fabrikada üretilen mal veya hizmeti satın alanlar, iç müşteriler ise işyerinde çalışanlardır. Aynı bantta çalışan işçiler birbirinin müşterisi sayılarak, aslında çok yönlü bir saldırı hayata geçirilmiş olmaktadır. İşçilerin birbirini sınıf kardeşi olarak değil de 'müşteri' olarak görmesi, algılarını ve bilinçlerini çarpıtarak aralarındaki ilişkinin ortak sınıf çıkarları temelinde oluşacak yerde, 'alış-veriş' mantığı ile 'bireysel çıkarlar' üzerinden kurulmasına yol açmaktadır. Örneğin bir tekstil fabrikasında, diyelim ki gömleğin cebini diken işçi, bunu düğmesini dikmek üzere yanındaki arkadaşına verdiğinde, arkadaşı onun 'müşterisi' olduğundan yaptığı işi kontrol etmek ve hatta 'müşteri memnuniyeti' sağlanamazsa işi iade ederek durumu ustabaşına bildirmek zorunluluğu hissedebilecektir. Böylece işçilerin birbirini kendiliğinden denetlediği, 'kalitenin sağlanması' adına eleştirdiği ve hatta ispiyonladığı, herkesin birbiriyle yarıştığı, kişilerin haftanın veya ayın işçisi seçilmek için birbiriyle kıyasıya rekabet ettiği bir ortam yaratılmaktadır.
İşçiyi sıkıştıran, bunaltan ve daha yoğun ve daha uzun süre çalışmasını sağlayan 'sıfır hata' ve 'tam zamanında üretim' baskısı TKY'nin bir diğer ayağını oluşturur. İşçi psikolojik şartlandırmayla işin doğasından kaynaklanan hataları bile kendi hatası olarak görmeye zorlanır. Böylece işçinin fiziksel ve ruhsal açıdan aşırı yıpranması pahasına toplam ürün miktarındaki firenin azalması ve dolayısıyla ürün miktarının artması sağlanmış olur. İşçinin işine aşırı yoğunlaşması, 'tam zamanında üretim' denilen ve belirli miktardaki işin yine önceden belirlenmiş olan sürede yapılması anlamına gelen uygulamalar emeğin yoğunlaştırılmasını mümkün kılmaktadır. Yanı sıra, makinelerin çalışma hızının arttırılmasıyla da desteklenerek, sonuçta işgünü uzamasa da iş yükü arttırılmaktadır. Ve hiç kuşkusuz, emeğin yoğunluğundaki bu artışın en doğrudan sonucu, kapitalistin kârındaki artış olacaktır.
Tam bir cendere içine sokulan işçinin bu baskılara hiçbir tepki vermeden aynı tempoda çalışmaya devam etmesini sağlamak, kapitalistler için bile kolay iş değildir. Ancak TKY anlayışının, bu duruma uygun çözümleri de vardır. İşçiler, 'kalite çemberi' denilen ekiplere bölünmekte ve her çemberin önüne bir görev alanı ve konusu konmaktadır. Doğal olarak bu konular, verimliliğin arttırılmasına yönelik olmaktadır. Bu çerçevede ve 'katılımcılık' kisvesi altında, işçilerin sanki işyerinin sahibi kendileriymiş gibi düşünmeleri ve 'kararların birlikte alındığı'na, herkesin 'kendini ifade hakkı'nın bulunduğuna, çalışanlarla işverenler arasında bir 'işbirliği' olduğuna inanmaları sağlanmaktadır. 'Kalite çemberleri'nin yaptığı rutin toplantılarda veya işyerinde yapılan ve TKY felsefesinin anlatıldığı eğitim seminerlerinde konuşulan, işçilere empoze edilen konular bunlardır. Böylece bilinci bulanan ve kafası karışan işçi, bir 'aile'nin parçası olduğuna inandığı için 'kalite'yi sağlamak ve 'performansı arttırmak' adına ölesiye çalışır. Hatta gece rüyasında bile gündüz yaptığı işi görür hale gelir.
Yükseltilmesi gereken sınıf mücadelesinin kalitesidir
TKY uygulamalarıyla işgünü kısalmadan iş yükü arttırıldığından, işçinin daha fazla yorulması, ter akıtması, yani fiziken ve manen daha fazla yıpranması gündeme gelmektedir. Ama ne kalite çemberlerinin toplantılarında ne de TKY felsefesinin anlatıldığı eğitim seminerlerinde işçilerin sorunları dile getirilir ve tartışılır. Bu toplantılarda tartışılması 'yasaklı' konular özellikle ve net bir şekilde belirtilmiştir; ücretler, özlük hakları, sosyal haklar, kişisel problemler ve çalışma koşullarına dair sıkıntılar. TKY uygulamasını yaşayan bir işçinin anlattıklarına kulak verelim: 'Katıldığım bir eğitim seminerinde hepimize kendimizi genel müdürün yerine koymamız ve karısı hasta olduğu için acil bir biçimde işten izin almak isteyen bir işçiye cevap vermemiz istendi. 15 dakikalık bir tartışmadan sonra tüm işçiler şu cevabı verdiler: 'durumuna çok üzüldük, yönetim olarak elimizden gelen her şeyi yapmaya hazırız, ama biliyorsun ki bu işyerinin bazı kuralları var, eğer sana izin verirsek bu kuralları çiğnemiş oluruz, herhalde sen de bunu istemezsin!' Halbuki gerçekte izin isteyen işçinin yerinde kendileri olduğunu bir anda unutuvermişlerdiâ?¦'
Bilincin bu denli çarpılması, TKY'nin ne menem bir saldırı olduğunun da göstergesidir. Üstelik bahsi geçen eğitim seminerleri veya toplantılar, mesai saatlerinin sonrasında veya haftasonu tatil günlerinde yapıldığından ve bunun için işçiye hiçbir fazla mesai ücreti ödenmediğinden, bu yolla hem işçinin fazladan çalışması ve hem de bu tür angaryalara alışması sağlanmaktadır.
İşin bir başka boyutu da, kalite çemberleri kalite kontrol departmanlarının yerini aldığından, patronların işgücünden %10'a varan oranlarda bir kazanç elde edebilmeleridir. Bunun anlamı, TKY uygulamasına geçen bir işyerinde, çalışanların %10'unun işini kaybetmesi ve bu işi üretimde çalışan diğer işçilerin üstlenmesidir.
Yine TKY ile birlikte gündeme gelen performans kriterleri uygulaması sonucu, kalite çemberlerinde bulunan işçiler, kendi üretim süreçlerinin istatistiğini tutarak en fazla üretim yaptıkları düzeyi tespit ediyor ve bunu baz alarak çalışan arkadaşlarının bu seviyenin altına inmemesi için ne gibi önlemler alacaklarını tartışıyorlar. Bu uygulamanın sonuçlarının ne denli çarpıcı olduğunu anlamak bakımından en bilinen örnek ise, otomobil fabrikalarındaki preslemenin ABD'de 6 saatte gerçekleşirken Japonya'daki Toyota fabrikalarında 1 saat 12 dakikaya inmesidir. Ama bunun bedeli, iş kazalarındaki muazzam artışlar, işçilerin aşırı ve yoğun çalışmadan kaynaklı sağlık problemlerinin %40'lara varan oranlarda artması ve hatta bu yüzden ciddi boyutlarda intiharların ve ölümlerin meydana gelmesidir. Hiç kuşkusuz bir diğer önemli sonuç ise ücretlerde yaşanan düşüşlerdir. Çünkü uygulamada işçilerin ücretleri, performans kriterlerini yerine getirdikçe aldıkları 'puan'lara göre hesaplanmakta, iyi performans gösteremeyen işçi iyi para alamamaktadır.
İşçilerin birbirleriyle rekabete girişerek yarışması, işyerinin yani kapitalistin çıkarlarını kendi sınıf çıkarlarının önüne alarak hareket etmeleri, tüm dayanışma ve kardeşlik duygularını öldürmekte, örgütlenmenin ve ortak çıkarlar uğruna mücadele etmenin önüne geçmektedir. Bir başka deyişle işçilerin bizzat kafalarının 'burjuvalaşması', onları kapitalistin kölesi haline getirmekte, işçilerin kendi faaliyetlerine ve birbirlerine karşı yabancılaşmasını daha da arttırmaktadır. Her cümlesine 'kalite' sözcüğüyle başlayan kapitalistler, işçinin yaşam kalitesini, çalışma koşullarında ve ücretlerdeki kaliteyi, iyileştirmeyi ağızlarına bile almıyorlar. O yüzden işçilerin düşünmesi gereken, patronun kârını arttırmak değil sınıf mücadelesinin kalitesini yükseltmek olmalıdır.
link: Kerem Dağlı, Toplam Kalite Yönetimi mi, Toptan Köleleştirme Yöntemi mi?, 15 Kasım 2005, https://marksist.net/node/7188
Küresel Isınma
AB Müzakereleri ve İşçi Sınıfı